BÜYÜK BİRADERLE SÖYLEŞİ
Kim geçmişi
kontrol ederse geleceği kontrol eder, şu anı kontrol eden geçmişi kontrol eder.
1984 –
George Orwell
Sayın Büyük Birader, söyleşimize George Orwell’in ünlü
1984 romanındaki Winston Smith’in sorgulanması sahnesinden başlamak istiyorum.
Hatta film versiyonunu esas almak niyetindeyim. Filmin kitabın yazılmasından kırk
yıl sonra yapılmış olmasını kitabın mesajını pekiştiren bir avantaj olarak
görmekteyim. İyi cins bir şarabın bekletilmesiyle kazandığı kıvam misali. Şu
anda karşımda 1984 filminde Big Brother rolünü oynadıktan sonra, yine o yıl
1984’de ölen Richard Burton kalıbında oturmanız da ayrıca bir etken haliyle.
Öyle olsun Sadık Bey.
6079 Winston Smith
101 numaralı odada sorgulanması sırasında ‘Yenileceksiniz ‘ dedi. Bu kof bir
iyimserlik miydi?
Niye diye sorduğumda bana ‘Korku
ve nefretin hayatı yoktur. Bir şey sizi yenecek’ karşılığını vermişti.
Buna size muhalefet ediyor gibi görünen Goldstein’in
kitabını örnek gösterdi ve siz ona ‘Bu kitabı ben yazdım ya da yazılmasına
yardımcı oldum ‘ karşılığını verdiniz.
Dürüst davrandım.
Kafasına inen bir taş gibiydi.
Yeterince ayılmadı yine de ve
‘Dünyada hiçbir zaman yenemeyeceğiniz bir ruh var.’ Dedi. Ne olduğunu sordum.
‘İnsan ruhu.” Demez mi? Dayanamayıp, ‘Sen de kendine insan mı diyorsun?’ dedim.
Onu bu hale sizin getirdiğinizi söyledi.
Peki siz cevabımı nasıl
buluyorsunuz?
Kendine her şeyi kendisinin yaptığını söylediniz. Bunda
bir gerçek payı görmesem şu anda yanınızda olmazdım.
Ben de sizi muhatap almazdım.
Böyle düşünmeyen yüzümü göremez.
6079 sizin aslında mevcut olmadığınızı, devleti yönetenlerin tarihle oynadıklarını, insanların kandırıldığını
düşünmekteydi. Bu yüzden tutuklandı ve işkence gördü. Bu arada Winston Smith’i
sinemada canlandıran John Hurt’ün bu role çok uygun olduğunu düşünmekteyim.
Zayıf, avurdu çıkık, ülseri olan, iddiasız fizikli, zeki ve duyarlı. 1979
yılında Ridley Scott’un yönettiği Alien filmindeki rolünü hatırladım. Karnını
parçalayarak çıkan canavar sahnesi unutulmaz film sahnelerinden biridir hâlâ. Bay
Smith rolünde 101 numaralı odada sizinle konuşurken, o filmdeki canavarı
dünyaya gizlice getirmek isteyen kimseleri düşündüm. Bunu dünyada mutlak bir
iktidar kurmak isteyenler tezgahlamıştı.
Devam
edin lütfen.
Orwell bu romanı 1949’da
yayımladı. Kitaba göre zenginliği artırmadan ve üretilenleri insanlarla
paylaşmadan çalıştırılan bir endüstri çarkı vardı. Savaş tüketim malzemeleri
üretmeksizin işgücü kullanmanın bir yoluydu. Zeki beyinler yeni silah bulmakta
kullanılıyordu. Bilim diye bir şey yoktu artık. Savaş teknolojisi bunun yerini
almıştı ve insan özgürlüğünü kısıtlamaktan başka bir amacı yoktu. Herkes her an
gözetlenmekteydi, özel yaşam diye bir şey kalmamıştı. Baskı kurmanın amacı
baskı kurmaktı. Orwell 1950 yılında öldü. 2000’li yılları görmesini isterdim.
Şu anda
bir çok şey farklı mı diyorsunuz yani?
Sinema salonundaki propaganda
sahneleri, sizin portreniz falan Stalin’i epey andırmaktaydı. Dünyada şu anda
yazarın eleştirdiği komunizm ve faşizm türü rejimler yok artık. Küresel faiz
lobisi ortalığı kasıp kavuruyor. Ekonomik kriz var, açlık var, iç savaşlar var,
otoriteryan idareler kapıda, ortam güllük gülüstanlık değil. Ama dünyada taşlar
yerinden oynuyor. Değişim var. İnternet devrimi yapıldı. Sosyal medya bütün
insanları birbirine bağladı. Bağımsız olarak bilgilenmek istiyor insanlar.
Dünya tarihinde insanların birbiriyle aynı anda ilişki kurabildiği, bilgi değiş
tokuşu yapabildiği bu yoğunluk ilk kez mevcut. Yeninin nefesi bu. Her şeyi değiştirecek.
Sevgi
Bakanlığı’nın çalışmaları ne durumda acaba?.
Bunu zamanla göreceğiz. Orwell
baskıcı rejimlerin karşı konulmazsa her yerde iktidarı ele geçirebileceğini
anlatmak istediğini ısrarla vurgulamıştı kitapla ilgili konuşmalarında. Mesajın
bu tarafı önemli.
Buna
karşı konulabilir mi yani sizce? Şu anda facebook ve twitter kullanan Smithlerin
hali kitapta tasvir edilenlerden farklı mı? Hazır burada bay Burton’un
kalıbıyla oturmuşken daha yeni sayılabilecek Halka (The Ring) adlı bir filmi
hatırlatayım. Kadın filmin sonunda oğlunu kurtarabilmek için kaseti bir
başkasına seyrettirerek onu da ölüme mahkum eder. Winston Smith, Sevgi
Bakanlığı’ndaki işkencede yüzüne fareli kafes takılacağı sırada kafesi
sevgilisi Julia’ya takmalarını söylemesi gibi. Farelerle kendisi arasına
biricik aşkı, tek insani kontağı olan Julia’yı koyar. İnsan doğası böyledir.
Varkalmak için her şeyini satar.
Size tam olarak katılmıyorum.
Tamam, yeni nesiller eskisi kadar okumuyor. Kelime haznemiz giderek daralıyor.
Her yerde kendimizi mevcut kameraların yanı sıra cep telefonlarımız, kredi
kartlarımız sayesinde gönüllü olarak da gözetletiyor ve izlettiriyoruz. Televizyonlarda
Big Brother is Watching You programları düzenleniyor. Kaset skandallarını muzip Marslılar’ın işi
gibi algılamaktayız. İnternet devriminin yarattığı alternatif bilgi akışı ve
medya hareketliliği de giderek manipüle edilmekte. Google ve youtube
karakterden bayağı zayıfladı günümüzde. Kademe kadame E- sansürler gündemde.
Dünya yine iki ya da üç kutuplu bir yapılanmaya gidiyor. Yine de...
İnsanlar
kutuplaşma olmadan neden varolduklarını idrak edemezler.
Bu aynı zamanda sizin varoluş
nedeniniz.
Yerin
manyetik alanı gibi. O kadar natürel. Oswald Spengler ne diyor hatırlayın.
Sizin notlarınızdan alıntı yapıyorum. ‘Faustvari
medeniyeti kuran Batılı insan gururludur, bu trajik bir durumdur, o çabalar ve
yaratırken için için gerçek hedefe hiçbir zaman erişemeyeceğini bilir.’
Orwell’ın bu kitabı için 1943’deki yazımında ‘Avrupa’daki
Son İnsan’ başlığını kullandığını hatırlattınız bana.
Son falan değildi. Yoktu çünkü.
Hiçbir zaman da olmamıştı.
Ben bu konuda daha iyimserim.
Eğer optimizm ödleklikse, bu
medeniyetin en üstün başarısının Faustvari kışta gerçeklikten kaçış olduğu
anlamına gelir.
Peki insan iradesinin hiç mi rolü
yok?
İnsan
iradesi komut vermeyi ya da almayı özgürlük olarak telakki eder. Çünkü özgür
düşünce geçmişi yoktur. Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya adlı romanını
hatırlayın. 1931’de yazıldı ve Orwell’a ilham kaynağı oldu.
26. yüzyıl. Artık savaş ve
yoksulluk yok ama, sanat, edebiyat, din ve felsefe de yok. Sadece hazcı bir
cemaata dönüşmüştür insanlık. İnsanlıktan çıkmıştır yani.
Bravo. En
önemli nokta bu.
Cesur Yeni Dünya’da bu hale
gönüllü olarak gelirler üstelik.
Aynen.
Ajan Smith’i hatırladım birden.
Matrix filmindeki Smith’i. Bir sahnede, ‘Birinci Matrix’in içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin
mutlu olduğu mükemmel insani bir dünya olarak tasarımlandığını biliyor muydun?
Sonuç bir felaket oldu.’ Der.
Şimdi beni daha derinden
hissetmeye başladınız Sadık Bey.
Ütopya basili?
Ayağınızı üzerine bastınız
kaldırın. Ben bir ütopya özüyüm. Seçilmiş, ince elenmiş bir idealar yumağı.
Bilimi ve tekniği kullanarak mükemmel, tepeden tırnağa kontrollu, hiçbir şeyin
aksamadığı, tek merkezden konrol edilen, durağan sistemleri özleyen hastalıklı
yanlarla beslenirim. Petrolü, hammaddeyi, gıdayı, suyu havayı kontrol araçtır.
Esas öz ütopik girdaptır. Ben, biz buyuz. Sizler bunu hayal edersiniz, ben
uygularım.
Bu basili kistle örtmeli o zaman.
Nafile.
Niye?
Bu yapılamaz. Hayal gücü ve irade
atıldır bu alanda.
Hiç de değil. Yaratıcı zeka yetisi ve merhamet duygusu
tümden yok edilemez. İnsanı insan yapan en önemli şeyler. Yenileceksiniz.
Deja vu.
Eğer insanlık başaramazsa, bunu yapay zeka becerecek.
Onların uzun bakım isteyen çocukluk ve yaşlılık devirleri olmayacak. Havaya
suya bağımlılıkları da. Bu sürecin hakkından yapay zeka gelecek.
Mümkün değil.
Neden?
İyi düşünün. Yapay zekanın model
sorunu olacak. Bu da bir tür yaşlılık ya da çocukluk demek değil mi? Hiyerarşi
de aynı zamanda. En yeni ve en üst modelin iktidarı söz konusu olacak. Çok
beğenerek izlediğiniz Bıçak Sırtı (Blade Runner) filmindeki robotun dediklerini
düşünün. Yıldızları görmüştü, sonlanmak istemiyordu. Varkalmak için şiddet
uyguluyordu. Ne fark var? Homo
Sapiens Smithler gider, yerine Robot Smithler, Auton Smithler gelir.
Peki, son bir soru. Düşünce Polisi’nin her şeyi
kontrol ettiği, her an gözetlenilebilen
insanların dünyası Büyük Biraderler için de sıkıcı değil mi?
Öyle kalması şart
değil. ExistenZ filminin en son sahnesini hatırlayın. Birisi ‘Biz hâlâ oyundayız değil mi?’ diye
soruyordu.
Yani?
Oyun içinde oyun
olacak. Sanal özgürlük ve sanal mahremiyet alanları kurulacak yani. Bununla
oyalanacağız. Kâinattaki diğer megaütopatlarla temas kurana kadar. Ondan sonra
oyun alanı daha da genişleyecek.
Ah, felek söyletti size valla, sizi yıkacak şeyi ne
güzel izah ettiniz. Oyun içinde oyun labirentinde telef olup gideceksiniz.
Kontrolu kaybedeceksiniz çünkü. Kâinatın zembereğini kuran güçler, başta kaos
olmak üzere eninde sonunda sizi önemsizleştirecek ve insanlık 6079 Smith
maskesini yüzünden söküp atacak. Nereye gittiniz? Niye karşılık vermiyorsunuz?
İşinize gelmiyor değil mi?
2011 - Amsterdam
Sadık Hocam çok etkileyici bir yazıydı benim için, tam da 1984 ü yazacaktım Kitapcafe.com'a. Çok iyi oldu bunu görmem. 1984 cidden büyük roman, şimdi de iki kitap birden okuyorum: Ela ve Biz. Ardından Yer Deniz Üçlemesi. Harikasınız, iyi çalışmalar...
YanıtlaSil