17 Aralık 2021 Cuma

Güzel Yeni Dünya ve Kölelik Sevgisi

 


 


Ekonomik güvence olmazsa kölelik sevgisi hayata geçirilemez. Kölelik sevgisi, insanların zihin ve bedenlerinde derin ve kişisel bir devrimin sonucunda oluşturulmadıkça başarılamaz.

 

Mutlulukla uyuşmayan tek  şey sanat değil, bilim de uyuşmuyor. Bilim tehlikelidir. Büyük bir özenle ağzına gem vurmak ve zincire bağlı tutmak zorundayız.

                                              Aldous Huxley – Cesur Yeni Dünya – İthaki Yayınları – Çevirmen:Ümit Tosun

 

           Allaha teslim olan eşyayı teslim alır.

                                                  Sezai Karakoç

 ‘Hey Güzel Yeni Dünya’

‘Hey Cesur Yeni Dünya.’ Shakespeare’in The Tempest – Fırtına adlı oyununda Prospero’nun kızı Miranda bu sözü sarfeder. Brave New World.  Brave kelimesinin o sıralarda güzel anlamına da kullanıldığı söyleniyor. Dört asır sonra 1932’de Aldous Huxley bu başlıkla kaleme aldığı kara ütopya- distopya tarzındaki romanında bu deyişi hayatında sadece Shakespeare eserleri okumuş olan bir vahşiye, John’a söyletir.

Roman 26. Yüzyılda dünya çapında on ayrı bölge şeklinde kurulmuş sürekli mutluluk beldelerinden Londra merkezli olanındaki steril hayatı anlatır. Annesiz babasız olarak kitaplara ve çiçeklere nefretle büyütülen çocuklar tüplerde ve baştan sınıfına uygun niteliklerde ve Malthusçu bakışla gerekli sayıda üretiliyor. Alfa çocuklar gri, Gama çocuklar ki aptaldırlar yeşil giyiyorlar örneğin. Delta çocuklar haki, okuma yazma öğretilmeyen Epsilonlar siyah giyiyor. Epsilonlar en alt sınıf olmalarına rağmen cemiyete faydaları dokunacak şekilde organize edilmiş durumda. Bu arada ufak tefek olmak da alt sınıfa ait bir özelliktir. Ev, aile, birlikte yaşamak hepsi unutturulmuştur. Herkes herkese aittir. Kapalı bir sistemde Soma adlı bir hapı kullanarak sürekli mutluluk mertebesinde yaşıyorlar.

 

Soma

Yazar istikrar toplumunda kafayı sürekli iyi durumda tutacak, mutluluk hissi verecek bir kimyasala gerek görüyordu. Çünkü insanlar gerçeğe tahammül edemiyor ve sürekli olarak ondan kaçmak istiyordu. Alkol ve uyuşturucuların yerini alacak, aynı zamanda cin ve eroinden daha fazla keyif verecek bir madde gerekiyordu. Soma kendi sözleriyle hıristiyanlık ve alkolün bütün avantajlarına sahipti ama, yan etkilerini taşımıyordu. Soma gerçek evrenle zihinler arasına perde çekiyordu.

Huxley 1954 yılında  The Doors of Perception - Algı Kapıları kitabıyla ilgi çekti. Elinde Soma yoktu haliyle, ama bir kaktüsten elde edilen halüsinatif  meskalini kullanarak algısının nasıl değiştiğini yazdı. İnsanlar gerçeğe ancak ondan kaçarak tahammül edebilir sözünü haklı çıkarırcasına şimdi de olduğu gibi o zaman da bu tür algı yamulmalarına, mertebe değiştirmelerine rağbet büyüktü. 

 

Şövalye John namı diğer Vahşi

Bu sistemin dışında kalan vahşi dünyada hâlâ anneler babalar vardır. O yüzden oralarda mutsuzluk kol geziyordur ve sadizmden namussuzluğa kadar her türlü sapkınlık mevcuttur.

Bernard Marx  sadece Shakespeare okumuş, trajedileri ezberden bilen sistemin dışında yaşayan John adlı vahşiyi  ve hasta annesini artık kimsenin kitap okumadığı tarih bilinci olmayan mutlu insanların yaşadığı Londra’ya getirir. John onlardan çok farklıdır. Annesini hastanede ziyarete gitmesi örneğin tiksinti uyandırır ve sapıklık olarak değerlendirilir.


Cemaat, Özdeşlik ve İstikrar

Aldous Huxley, Cesur Yeni Dünya kitabı için 1946’da yazdığı önsözde tiranik bir dünya devletinin bir kargaşanın ardından doğacağını, Cemaat, Özdeşlik, İstikrar sloganıyla şekilleneceğini ve ekonomik güvence olmadan kölelik sevgisinin hayata geçirilemeyeceğini söyler. Yapılması gerekli şeyler listesinin başına çocuk şartlanmasını koyar. Zamanımızda çocuklarımıza sosyal medya göz kulak oluyor. Adım adım o yolda ilerliyoruz yani.  

 

İsimler Konuşuyor

Romanda dünya üzerinde yaşayan iki milyar kişinin on bin soyadı paylaştığı söyleniyor. İsim seçimleri de çok anlamlı. Polly Troçki, , Darwin Bonaparte, Sarojini Engels, Herbert Bakunin, Morgana Rothschild, Helmholtz Watson, Bernard Marx, Lenina Crowne, Vahşi John ve romanın en etkin karakteri,  Batı Avrupa bölge denetçisi olan Ford Hazretleri Mustapha Mond.

 

Darwin Bonaparte’da olduğu üzere isimler ünlü kimselerden ödünç alınarak bir araya getirilmiş. Sarojini Naidu Hintli politik aktivist ve şair, onun adı Friedrich Engels’le bir araya getirilerek Sarojini Engels yapılmış. Lenina Crowne, Bernard Marx da öyle. Vahşinin adı da rasgele seçilmemiş. Şövalye John. Kurulu düzenin alternatifini ve iğdişleşmemiş mücadeleci ruhu temsil ediyor.

 

Henry Ford otuzlu yılların en güçlü ismi. Romanda sıksık karşılaştığımız Fort Hazretleri hitabı içinde bolca hiciv de barındırsa buradan kaynaklanıyor. Klasik Fordizm’in seksen başına kadar dünya ölçeğinde çok etkin olduğu unutulmasın. Huxley bu romanı 1929’daki büyük ekonomik buhranın Dünya ve İngiltere’deki etkilerinden ilhamla kaleme aldı. Kitlesel işsizliğe, umutsuzluğa parlementonun çaresiz kalması onu insanlık için en gerekli şeyin l istikrar olduğu düşünmeye sevk etmişti. Tercih ettiği isimler bu nedenle dünya buhranına çözüm ararken sarıldığı etkin kimselerdir.

 

Mustafa Mond

Mond soyadı Imperial Chemical Industries Ltd.’in ilk başkanı olan Sir Alfred Mond’dan esinlenerek konulmuştur. Mond yazara 1931’de Britanya’ya akıl, düzen, istikrar getirecek bir kurum gibi görünen ve moral veren bir firmanın başındaydı. Roman yazılırken Mustafa ismi o sıralarda dünyaca tanınan kimden ödünç alınmıştır acaba? Aklıma tek bir isim geliyor.

 

2020 yapımı Brave New World dizisinde bu dominant beyaz erkek rolünü siyahi bir aktriste vermelerini çok ilginç buldum. Yandan çarklı Maria kültü mü desek? 

 

John ve Mond’un Diyaloğu

İdarecilerin korkusu üst sınıfın bilinç geliştirmesine yönelikti. Bu bilinç sistemin Somalı ve mutlu üst sınıf insanların iyilik anlamında mutluluğa olan inançlarını yitirmelerine neden olabilir ve asıl amacın daha derinlerde bir yerlerde, fiziksel insanın ötesinde bulunduğuna inanmaya yönelebilirdi. Yaşamın amacının mutluluğun sürekli kılınması değil, bilincin yoğunlaştırılması ve bilginin zenginleştirilmesi olduğunu düşünmeye itebilirdi insanları. Bu bağlamda kitabın sonunda yer alan Vahşi John ve düzenin sembolü olan Mustafa Mond’un diyaloğu çok anlamlıdır.

 

  Vahşi, “Eğer tanrıyı biliyorsanız niye onlara anlatmıyorsunuz? Tanrı hakkındaki kitapları niye vermiyorsunuz insanlara?”

  Mond, “Onlara Othello’yu niye vermiyorsak bunları da aynı nedenden vermiyoruz. Yüzyıllarca yıl öncesinin Tanrısı’nı anlatıyorlar. Şimdinin tanrısını değil.”

  “Ama Tanrı değişmez ki?”

  “İnsanlar değişir ama.”

  “Ne fark eder?”

   

   Mond, “İhtiraslarımız ateşini yitirdikçe tanrı gizlendiği bulutların arkasından görünür, ruhumuz bütün aydınlıkların kaynağı olan bu varlığı görür ve ona yönelir. Yalnızca gençken ve refah içindeyken tanrıdan bağımsız olabiliriz. Eskiden tanrı insanlara kendini kitaplarda yazıldığı gibi gösteriyordu.”

  “Şimdi nasıl gösteriyor peki?”

  “Yokluk şeklinde.”

  “İnsanlar yalnızken hâlâ tanrıya yönelebilir.”

  “Burada kimse yalnız kalamıyor artık. Yaşamlarını kimse yalnız kalamayacak şekilde düzenliyoruz.”

 

Kölelik Sevgisi

Bu romana güçlenerek yakında İngilizlerin elinden dünya hakimiyetini alacak olan Amerikan öcüsüne karşı yazılmış bir hiciv gibi de bakılabilir. Yazarın kendisi hiciv, kehanet ya da projeden hangisini yazdığını farkında değildi.

 

Zamyatin’in Biz (1920-21), Huxley’in Cesur Yeni Dünya ‘sı (1932), Koestler’in Gün Ortasında Karanlık(1940), Orwell’in Bir Dokuz Yüz Seksen Dört’ü (1949) birlikte ele alındığında zamanlarının ruhunu, küresel aklı iyi okuyan, sezgileri güçlü yazarların bizleri geçen yüzyılın ilk yarısından bugünler için uyardıklarını söyleyebiliriz.

 

Cesur Yeni Dünya’da transhümanizm, çiplenme, cyborglar, robotlar, holografik bedenler, zihnin harddiske indirilmesi, Dijital Kafes, Dijital Politbüro, Blockchain tabanlı yönetim gibi konular işlenmiyor. Teknoloji gelişmez geliştirilir diyenler ne kadar haklı. O istikrarlı! beldede Soma hapları yutarak mutluluk soluyan insanlar bütün bunları bilmiyor, ama bizleri bekleyen yakın gelecekle Büyük Sıfırlama, ailenin önemsizleştirilmesi, mahremiyetin ılgası, dayatılmış istikrar, bilginin saklanması, sanatın yasaklanması, tanrı kavramının gölgelenerek vahinin önce gönüllerden, sonra da dillerden silinmesi süreci ve kölelik sevgisi gibi çok temel çakışma noktaları mevcut.

 

Yapımı süren sözümona Güzel Yeni Dünya’lardan birine doğru adım adım ilerletildiğimiz zamanlardayız. Covid-19, cinsiyetsiz toplum enjeksiyonları vb. bu amaca hizmet ediyor. Bakalım Batı’da Vahşi, Şövalye John ruhlu kimseler buna direnebilecekler mi? Bizler şu anda yeni bir farkındalık inşa ediyoruz. İşe tepeden tırnağa bilgiyle donanmış bir şekilde eşyayı teslim alarak başlayacağız.

                                                       ---------

 

 

 

 

 


8 Aralık 2021 Çarşamba

 


Zihin Küreyici

 

Snowpiercer – Kar Küreyici filmi Jacques Lob'un kaleme aldığı, Jean-Marc Rochette'nin çizdiği 1982'de basılmaya başlanan çizgi roman serisi olan  Le Transperceneige  - Buz Mermisi’nden ilhamla 2013 yılında filme çekildi. Güney Koreli yönetmen ve senarist Bong Joon-ho'un ilk İngilizce filmidir.

 

Ardından dizisi de yapıldı. Burada film ile dizi arasındaki farklara değinmeyeceğim. Çünkü konumuzla ilgisi yok. Film eleştirisi de yapmayacağım. Amacım bu değil. Film hakkında yapılan dört başı mamur ve muhkem görünümlü, muhtevası kapsamlı takılan incelemelerin temelden arızalı bulduğum mesajlarını eleştireceğim.  

 

Bu arada 80 ortalarında Amsterdam’daki ikinci el kitapçılarda Buz Mermisi’nin sayfalarını çevirdiğimi hatırlıyorum. Müteveffa yazarın Superdupont’larının kapakları da yeniden bakınca gözüme çok aşina göründü. 

 

Önce kısaca konuyu özetleyeyim. 2014 yılında Wilford isimli bir trilyoner küresel ısınmaya karşı çare olarak CW7 gazı kullanılmasını öneriyor. Bu gaz uygulanınca dünyaya buz devri hakim oluyor ve insanların tamamı ölüyor. Wilford bu sonuca ulaşılacağını önceden biliyordu ve hazırlığını yapmıştı. Dünya üzerindeki bütün rayları birleştirerek kurulan bir hatta donmaktan kurtulanlarla birlikte Karküreyici adlı treniyle seyahat ediyor.

 

Kar Küreyici 1001 vagonlu bir tren ve devridaim makinesiyle çalışıyor. Filmde 17 yıl sonrasını izliyoruz. 2031 yılındayız. Nuh’un gemisi gibi olan tren 18 kilometre uzunluğunda. 1000 kişiye 1000 vagon, düşüyor, ama en arkadakiler penceresiz vagonlarda tıkış tıkış büyük bir sefillik içersinde yaşıyorlar. Öne doğru gidildikçe refah düzeyi ve hareket alanı büyüyor ve gelişiyor. En arkadakiler böceklerden yapılan gıdaları yerlerken değerli azınlık en leziz gıdaları tüketiyor ve lüks ortamlarda keyif sürüyorlar. Lokomotifte de  tahmin edileceği üzere Wilford ikamet ediyor.

 

En arka vagonlardaki huzursuzluk bazı çocukların ellerinden alınıp götürülmesiyle daha da büyür. Curtis adlı genç bir adam öne çıkar. Kendisine ön taraflardaki muhbir seçkinlerin birinden onu teşvik eden şifreli mesajlar geliyordur. En arka kesimin lideri Gilliam’dır. Curtis devrim yapmak ve başa saygın, yaşlı başlı Gilliam’ı getirmek niyetindedir. Kısa tutuyorum. Kapıları Yona adlı bir kızı olan Namgoong adlı biri açacaktır. O şahıs bulunur ve kapılar açılmaya başlar. En arkadakiler hınçla ön taraflara akmaya başlar. Kanlı çatışmalar olur. Bu arada pencereli vagonlara geldikleri için şaşkınlıkla buzlar içersindeki şehri izlerler.  Namgoong bir ara kızı Yona’ya dışarısını gösterir ve bir şey ima eder.

 

Trendeki devrim girişimi başarılı olur, Curtis ve adamları çok kan dökerek, epey de zaiyat vererek lokomotif bölümüne kadar varmayı başarır. Curtis orada iyice yaşlanmış olan Wilford’la tanışır ve duyduğu şeylerden şoke olur. Curtis’i devrime özendiren muhbir bizzat Wilford’un kendisidir. Arka kesimin lideri Gilliam da Wilford’un adamıdır. Bu devrim önceden inceden inceye hesaplanarak yürürlüğe konmuş ve sonuçta toplam kırım hesapladıkları gibi tam % 74 oranında gerçekleşmiştir. Trendeki nüfus bu oranda azalmış, tazelenme olmuş ve kaynaklar güvence altına alınmıştır. Kalanlarla yeni bir döngü başlayacaktır. Dahası ön tarafın yeni lideri artık Curtis olacaktır. Arka taraflardaki sefalet değişmeyecek her şey eskisi gibi devam edecektir, ama Namgoong elindeki malzemeyi patlatınca tren raydan çıkar, vagonlar tepetaklak olur ve herkes ölür. Kurtulanlar sadece sekiz yaşlarında bir erkek çocuk ve Yona’dır. Onlar Ademle Havva misali yeniden dünyada hayat kurmak için dışarı çıkar. Babanın bir ara kızına camdan gösterdiği şey dışarıda buzların yavaşça erimekte olduğuydu.

 

Dünyanın bütün demiryolları birbirine bağlanarak yapılmış ağda tren dünya etrafında yılda bir tur atıyordu. Burada devrimlerin de aynı trenin rotası gibi bir çember olduğu vurgusu yapılır. Başlıyor gelişiyor ve tekrar aynı noktaya gelince her şey ve düzen yeniden aynı şekilde ilerliyor. Yılanın kuyruğunu ısırması misali, bir sonsuz döngü.

 

Film için uzun methiyeler, bin bir ayrıntılı incelemeler döktüren kimseler ittifakla dünyanın da Wilford’un treni gibi olduğunu, insanın sandığının aksine özgür iradeye sahip olmadığını ve farklı vagonlarda seyahat etme gayretini özgür irade sandığını yazdılar. Dünyada da insanlar trende özellikle vurgulandığı gibi yüzde 1 şapka, % 99 ayakkabı konumundaydı. Devrim sadece kokuşmuşluğu, tıkanıklığı, cürufu izale etmek için zaman zaman başvurulan bir yöntemdi. Başa kim geçerse geçsin aynı düzene geri dönülüyordu.  

 

Wilford’un ‘Kutsal Makine’ denen trenindeki devridaim makinesi gibi devridaim bir yalan var. Maalesef alıcısı da çok. A. Huxley 1932’de yayımlanan Cesur Yeni Dünya’yı 1931’de yazdı. Filmde Wilford’un trenini tam yüz yıl sonra 2031 yılında görüyoruz. Cesur Yeni Dünya’da My Lord – Yüce Rabbim yerine fabrikatör Ford’dan ilhamla Yüce Ford deniyordu. Daha o yıllarda bile Yeni Rablar A.Ş. kurulmuştu. Bunlar büyük şirket sahipleriydi. Şirketler sözümona tanrı iktidarının yerini alıyordu. Huxley kitabında milleti sakinleştirmek için kafa ilacı olarak Soma kullandırıyordu. Kar Küreyici’de bu malzemenin adı Kronole. Wilford ismi raslantı değil yani.

 

Devam edelim. Wilford’u filmde Ed Harris canlandırıyordu. Ed Harris filmin yapıldığı yıllarda çekimine başlanan West World dizisinde Siyah Elbiseli Adam’ı oynuyordu. Bu adam aynı zamanda sistemin büyük patronlarından biriydi. Kar Küreyicinin sonundaki mesaj West World’un 3. Sezonun finalindeki mesajla tıpa tıp aynı.

 

“Biz, Wilfordlar olmazsak kaos insanlığı bitirir. Denge biziz. Sizler sonsuza kadar tebasınız. Biz hep vardık ve  daima kontrolü elimizde tutacağız.” Dengeden kasıt ağır sefaletle üst düzey lüksün bir aradaki varlığıdır. “Revolution Orbit – Devrim Yörüngesi böyle çalışır, Evrensel kaidedir.” Ramses’in deyişiyle ‘So it shall be written. So it shall be done’ yani.  

 

Tanrısız düzen deklarasyonu olan Kar Küreyici, West World, benzeri filmlere ayrıntı bolluğuyla güzellemeler döktürenler ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir.’ hadisini ve bugünlerde eskisine oranla ne denli fire verirse versin bu ülke insanındaki hâlâ benzersiz kurulumu olan yardım etme zembereğini göz ardı etmektedir. Zamanımızın Wilfordlar’ının iklim madrabazlığıyla küresel ölçekte hangi tezgâhları yürüttüğü üzerine tek kelime etmiyorlar. Ne atmosfere tebeşir tozu püskürtmek isteyen Billford’tan, ne de on binlerce uyduyla doğada inanılmaz bir çevre kirliliği yapanlardan bahis yok. İçlerinde bunları görmezden gelerek bir gün Yeni Rablar A.Ş.’ne hissedar olmayı umanları da vardır belki.

 

Lafın kısası şu: Küresel ölçekteki son hakiki devrim önderi ve dolayısıyla modeli  Hz. Muhammet(S.A.V.)’tir ve Allaha teslimiyet özgür iradenin doruk noktasıdır.

 

                                                                              -------------------