10 Şubat 2019 Pazar

Silisyum ve Türkler





Dijital Uygarlığın Bodrum Katı
Her yerde izlenebildiğiniz, düşüncelerinizin tamamının taranabildiği, bulunduğunuz şehirde milyonlarca kişilik nüfus barınmasına rağmen ilişki kurabileceğiniz arkadaşlarınızın sınırlandığı, evlenme-çocuk yapma ruhsatınızın olmadığı, duruma göre kafanızı bayıltan yada ayıltan halüsinojenik maddelerle üç boyutlu bilgisayarlarda interaktif oyunlar oynayarak vakit geçirdiğiniz, rüyalarla, oyunlarla gerçek hayatın iç içe geçtiği, kaldığınız hücremsi barınaktan haftada ancak bir kez kısa süreliğine dışarı çıkabildiğiniz, yediğiniz, içtiğiniz her şeyin bir şirket tarafından tespit edilip karşılandığı bir ortamı hayal edin. Hayata anlam veren kelimelerden ruhun çekildiğini, konuşmanın anlamsızlaştığını, yazılı metinlerin barındırdığı mananın söndüğünün farkında bile değilsiniz. Bebeklikten itibaren başka bir hayat tanımadığınız için size çok olağan gelen bir düzenin içersindesiniz.

Orwell’ın ünlü 1984 romanı benzeri distopik bir metinden alınma değil bu okuduğunuz satırlar. Şu anda simülasyon çalışmaları son hızla süren ve yakın gelecekte içine düşme ihtimalimizin çok büyük olduğu Dijital Uygarlığın bodrum katından bir sahneyi canlandırmaya çalıştım.

Yapay Boş Vakit
Yapay zekânın yakın gelecekte insanları kitlesel olarak işsizliğe sürükleyeceği artık bir varsayım değil. Küresel ölçekte istihdam edilemez işsiz bir sınıfın ortaya çıkması kimilerince olumlu yanlara da sahip. Beşeri ihtiyaçların tümüyle karşılandığı bir dünyada hiç çalışmayan insanların spora, sanata, bilime ve hobilere daha çok zaman ayırabilerek bir çeşit cennet ortamında yaşayacakları hayal ediliyor. Olumsuz bakış ise boş oturmaktan sıkılacak olan kitleleri mesele yapıyor. İnsanları çığrından çıkmamaları için uyuşturucu ve bilgisayar oyunlarıyla oyalamak, zihinlerini sanal âlemlere hapsetmek şeklinde çözüm reçeteleri yazılıyor.

Köhne Bir Algoritma:Homo Sapiens
İsrailli tarihçi Yuval N. Harari ünlü Sapiens(2011) adlı kitabından sonra Homo Deus –İnsan Tanrı – Yarının Kısa Bir Tarihi  (2015)  adlı kitabını yayınladı. Bu kitap diğer benzerleri gibi bizi bir yandan yakın gelecekte vukubulacak tekinsiz gelişmeler için uyarıyor, diğer yandan da ‘alışın yavaş yavaş’ diye sırtımızı sıvazlıyor. Homo Deus’tan kısa bir alıntılama yapalım.

Tarih insanın Tanrı’yı icat etmesiyle başladı ve Tanrı’ya dönüşmesiyle son bulacak.
Her insanın iyiyi, güzeli, anlamlıyı ayırdedecek özgür bir iradeye sahip olduğu fikri terk edilmelidir.
Dataizme göre insan deneyimleri kutsal değildir.
Homo Sapiens yaradılışın zirvesi değildir ve Homo Deus’un öncüsü değildir. Homo Sapiens köhne bir algoritmadan ibarettir.

Dataizm kâinatın veri akışından ibaret olduğunu ileri sürüyor. Dataizm matematik kurallarının hem biyokimyasal, hem de elektronik algoritmalara uygulanabildiğini de göstermiş durumda.. Hayvanlarla makineler arasındaki geçilmez addedilen duvar yıkıldı yıkılacak durumdadır deniyor. Elektronik algoritmalar biyolojik algoritmaların sırrını çözerek onlardan daha üstün hale gelebilir yani. Ray Kurzweil’in Humanity 2.0 – İnsanlık 2.0 başlıklı kitabını hatırlayın. Homo Sapiens 1.0’dı. Yerine geleceğin 2.0 olacağını ilan ediyordu. İnsan veriyi damıtarak bilgiye, bilgiyi kavrayışa, kavrayışı bilgeliğe çevirmekle yüklüydü. Ancak artık zamanımızda veri akışıyla baş edilemiyor. Vaktimiz ekran başında berhava oluyor. Kafamda bir çip olsa da bu bilgileri istediğim zaman bütünüyle kullansam ve hiç unutmasam diye düşünmeye çoktan başladık.  

Neo-Zeuslar
Homo Deus kitabının 59. Sayfasında İnsan Tanrı’nın oluşumu şöyle anlatılır:
Tarih boyunca tanrıların her şeye muktedir olmaktan çok, canlı varlıklar tasarlamak ve yaratmak, kendi bedenlerini değiştirmek, çevreyi ve havayı kontrol etmek, uzaktan iletişime geçebilmek ve zihin okumak, yüksek hızlarda seyahat etmek ve tabii ki ölümden kaçarak sonsuza kadar yaşamak gibi belirli süpergüçlere sahip olduğuna inanılırdı. İnsanlar da tüm bu kabiliyetlere, hatta daha fazlasına sahip olmanın peşinde. 
Stanley Kubrick son filmi Eyes Wide Shut – Gözleri Tamamen Kapalı (1999) filmindeki maskeli zatlar bunlar. Dünyanın yöneticileri. Neo-Zeuslaşmak için gün sayanlar. Bu zatlar henüz ölümlüler ve yerçekimi kanunlarına tabiler. Bunlar aşıldığında kimsenin karşı koyamayacağı mitolojik tanrı benzeri yaratıklara dönüşecekleri bir ân pekâlâ gelebilir. Bu kaçınılmaz olarak kendi aralarında çatışmayı da getirecek. Gücü az olan tebanın kaderi bu kötücül İnsan Tanrıların keyfine tabi olacak. Eskiden olduğu gibi stadyumlar kurulacak. 3D dev ekranlar da Tanrı İnsanlar yeniden canlandırılmış etçil dinazorlara kurban edilenleri ve  çarpıştırılan gladyatörleri izleyecekler. Oyun ortamında vuruşturularak sistemli bir şekilde telef edilecek olan bodrum katı sakinlerini de unutmayalım.


Asilomar Yapay Zekâ İlkeleri
FLI, Future of Life Institute  Ocak 2017’de California’nin Asilomar sahilinde Faydalı Yapay Zekâ başlıklı bir konferans düzenledi. Beş günlük faaliyet sonucunda 23 ilke saptandı. 23. İlke şöyle:
Süper yapay zekâ sadece dünya çapında paylaşılan etik değerlere hizmet amacıyla geliştirilmeli ve bir devlete, örgüte değil, tüm insanlara yararlı olmalı.
Yapay zekânın Magna Carta’sı denilen bu ilkeleri önemsiyorum. İnşallah burada yazılan gibi olur diyorum, ama cartayı çekmeye teşne ilkeler olduğunu düşünmeden de edemiyorum. Tarihte Batının önderliğinde teşkil edilen kurumları ve bunlara ait cafcaflı ilkeleri hatırlıyorum. Ayak bastığı yerlerdeki kültürleri yok eden, insan haklarını ‘Öteki’ bataklığında boğan, hümanizmi hümanioidleştiren ve Akdeniz’i binlerce göçmene mezar yapanların tüm insanlığın yararına çalışan ilkeleri hayata geçirmesi mümkün mü? Bu toplantıları önemsiyorum. İçlerindeki dürüst bilim insanlarının hakkını yemek istemiyorum.  Yalnız bu tür toplantıların insanları teskin etmek, endişelerini yatıştırmak ve sonu dijital diktatörlüğe varması pek muhtemel olan hedefe sorunsuz ulaşma amacı güttüğünden de kuşkulanmadan duramıyorum. 

Silisyum ve Türkler
Allah ana bileşeni silisyum olan balçığa ruh üfleyerek insanı yarattı. İnsan da silisyum çipe akıl rapt etti. Yüce yaratıcı bu gelişmelere izin veriyorsa yeni yaşam türlerine açılan kapı da aralık duruyor olabilir. O kapının ardında metafiziksizlikle harmanlanan 0 ve 1’lerden oluşan yapay zekâ dünya üzerinde henüz eşi emsali görülmemiş bir merhametsizliği sergileyebilir. Bizlerin, Müslümanların, Türklerin, merhamet bazlı medeniyet telakkisine sahip kimselerin bu gidişat hakkındaki düşüncelerini ve öngördükleri tedbirlerin ne olduğunu merak ediyorum. Türkiye’de kitlesel din eğitimi verenler öğrencilerini bu geleceğe hazırlayan bilgilerle teçhiz edebilecekler mi? Bunu yapmaya başladılar mı? Dünya ölçeğinde gelenekli inançlar ağır basabilecek mi? Zihin buran sorular bunlar.
                                                          ---

KAPI MESELESİ - Tordemir Yazıları









Kapitalist dünyada kategorilerin, geçilecek kapıların üç çeşit olduğu söylenir. Aslında kapılar iki adettir. Kifayet derecesi sıkça sorgulandığı halde Üçüncü Kapı’nın hâlâ popülerliğini sürdürdüğüne bakılırsa ne kadar başarıyla dizayn edildiği anlaşılır. Yakın gelecekte meşaleyi kapitalizmden devralmayı hedefleyen küreselizm benzer modelle devam etmek niyetinde.

2016 yılında bu kapılar hakkında 3. Kapı adlı bir makale yazdım. Aynı yıl yayımlandı ve şu anda dijital ortamda da okunabiliyor. Ana fikri kısaca belirteyim. Kapitalist düzen içersindeki aidiyet kapılarının sayısı üç adetti. Bunlara birer ad yakıştırmıştım. Samsa Kapısı, Faust Kapısı ve Sözde Kurtuluş Kapısı. Bu yazıda öncekinden farklı olarak Samsa Kapısı 3.0’dan Samsa Kapısı 4.0’a geçişe değineceğim. Çünkü yakın gelecekte en büyük değişim, belki de bir kitlesel felaket şeklinde bu kapı merkezli yaşanacak.


Dönüşüm
Samsa Kapısı’nın adını hemen tahmin edilebileceği gibi, Kafka’nın ünlü  Metamorfoz - Dönüşüm öyküsünden esinlenmiştim. 1915 yılında Birinci Dünya Savaşı sırasında yazılmış olan öyküde Gregor Samsa bir sabah kendini böceğe dönüşmüş olarak bulur. Bu dönüşüm sistem içinde fıtratından derece derece sıyrılarak/sıyrıltılarak, modern ya da daha az modern tarzda köleleştirilen kitlelerin dahil olduğu grubu temsil ediyordu. Samsa Kapısı 3.0 zamanımızda modern kölelerin geçiş yaptığı bir kapıdır. Dünya nüfusunun ciddi bir kısmı bu kapıyı kullanıyor. Yine bayağı büyükçe bir işsiz kesim de içeri salıverilecekleri ânı hayal ederek bu kapının önünde umutla bekleşiyor.

Samsa Kapısı sakinleri kendi aralarında gelir düzeyine göre farklılıklara sahip. Asgari ücretle, bir beyaz yakalının maaş farkları statülerini belirliyor. Bu durum kandırıcı bir hava yaratsa da herkes kendisinin standart bir tüketici, Samsa Kapısı’nın müdavimi olduğunu pekâlâ biliyor. Batı’da kurallar manzumesi içinde yaşayan Samsa Kapısı sakinleri ipotekli ev, araba, işsizlik sigortası, sağlık sigortası, hayat sigortası  destekli sosyal devlet nimetlerinden yararlanırken, gelişmekte olan ülkelerde bu vasat iyice düşüyor. Yakında Samsa Kapısı 4.0 tedavüle girecek ve bunun alışıldık dünya dengesini değiştirecek sonuçları olacak.


Faust Kapısı
Faust Kapısı Baphomet nam-ı diğer Lucifer’le kontrat imzalamış olan üst düzey elitlerin kapısı. Endüstri 4.0 düzeninde bu kapının da yeni modeli kurulmak üzere. Bu nedenle şu anda küresel ölçekte elitler arası harlı bir çekişme yaşanıyor. Sonuçta eski statüsünü sürdürebilenler ve yeni elitler Faust Kapısı 4.0 sakini olarak yerini alacak.


Sözde Kurtuluş Kapısı
Sözde Kurtuluş Kapısı son yüzyılda kaçınık komünler, ezoterik temelli paralel devletler, New Age dinleri hariç sol ağırlıklı oldu. Kapıya asılan tabeladaki adlar değişti durdu. Sosyalizm, Komunizm, Faşizm, Marxizm, Leninizm, Stalinizm, Demokrasi, Şirketokrasi, Kemalizm, Jakobenizm, Özçağdaşizm… Eski solun sermayenin hizmetinde olduğu anlaşıldıkça kapının tabelaları değişti, bir ara tadilatta olduğu söylentileri çıktı, itibarı azaldı, ama tuhaftır popüleritesi devam etti. Çünkü insanlar kendilerini sıkışmış hissediyordu. Faust Kapısı’ndan geçmek hayallerini süslese de gerçeklik bambaşkaydı. Samsa Kapısı’nın ardındaki üst statüler de tutulmuştu ve kontenjan sınırlıydı.  


Hakikat Kapısı
Yoğun olarak Müslümanların yaşadığı ülkelerde ahalinin önemli bir kısmı kendini ister laik, ister dindar olarak nitelendirsin bu kapılara iyice kapıldığından Batılılarla benzer kaderi paylaşıyordu. Oysa şu anda tek bir Kurtuluş Kapısı mevcuttu, elimizin altındaydı ve adı Hakikat Kapısı’ydı. Bütün dünya için yegâne kurtuluştu. Hakikat Kapısı’na 3.0, 4.0 gibi mertebe belirtici bir sayı eklemek mümkün olmuyor. Çünkü insan yapısı değil, Ehad ve Samed.


Samsa Kapısı 4.0
Samsa Kapısı 4.0’da durum önceki modelden çok farklı. Robotlar ve yapay zekâ kullanımı kaçınılmaz olarak kitlesel işsizliğe neden olacak ve bundan en çok da beyaz yakalılar etkilenecek. Özellikle refah toplumu siyasetçileri şu anda bu işsiz ve itibarsız bırakış dalgasının giderek gücünü artıracağını biliyor. İslamofobi, örneğin, bir yanıyla Batı ahalisinin dikkatini dağıtma manevrasıdır. Büyük bir altüst oluş çok yakında olabilir. En büyük hasarı Samsa Kapısı 3.0’ın sakinleri göğüsleyecek. Herkese ortalama bir maaş bağlanması, yaratıcı işlerde çalışanlarınsa bunun daha fazlasını alması; ama hiç kimsenin aç ve açıkta kalmaması şeklinde çözüm önerileri sıkça konuşuluyor. Böylelikle boş vakti çoğalan insanların kendilerini sanata ve bilime vakfedecekleri söyleniyor. Niyet samimi olsa ulaşılabilecek bir hedef, ama geçen yüzyıl başlarında aç atları bir nebze teskin etmek için çalınan yem borusu olması ihtimali büyük.


Kapı Meseli
Blockchain Ağaları’nın pembe vaatleri yeterince kandırıcı değil. Egemenlerin dünya nüfusunu kırma planları herkesin dilinde. Büyük kalkışmalar, nümayişler, yağmalar ve kontrolden çıkan kitlesel hareketler bekleniyor. Bu nedenle Endüstri 4.0’ın mühendisleri Sözde Kurtuluş Kapısı 4.0’ı tedavüle sokmaya hazırlanıyor. New Agevari bir din sentezi ve Yeni Sol. Yeni sosyalizme bir önceki gibi anti tez işlevi görüp küreselizmin pekişmesine destek olma rolü biçildi. Eski Sol, burjuva ile birlikte bugünlerde kapitalizmi kurtarmaya çalışırken, Yeni Sol kapitalizmin kontakt anahtarını kapatmak isteyen küreselizm için mücadele verecek.

Bu arada bize küreselizmin ideolojik bir çözümlemesini sunacak olan yeni bir Marx’ın kurtuluş reçeteli kitabı çoktan yazılmış durumdadır belki. Piyasaya sunmak için şartların olgunlaşması bekleniyor olabilir. Omni-medya gücünü elinde tutanlar tarafından bir anda dünyaca çoksatan kitap haline getirilecek, herkesin diline pelesenk olacak ve ortaya atılan fikir kendine bir anda milyonlarca taraftar bulacak.

Sonumuz helâk edilmiş eski kavimlerinkine benzemezse, bugünün gençlerinin bazıları  Endüstri 5.0’ı da deneyimleyecek. Elitler için Akıllı Şehirler, kredisi düşük yığınlara tahsis edilmiş Tapon Şehirler, seyrelmiş dünya nüfusu, uçan arabalar, cyborglar, androidler, yapay zekâ-insan hibritleri vb. ne denli büyük değişiklikler meydana gelirse gelsin Kapı Meseli dillerden düşmeyecek. Sözünü ettiğim kapılar teknoloji değişse de kategoriyel olarak aynı kalarak kendi sakinlerini ağırlamaya devam edeceğe benziyor.   
                                                        -------------------

POST RÖNESANS - Tordemir Yazıları



Distopik Cazibe
Elli-Altmış yıl önce yazılan distopik romanlar ve bunlardan sinemaya uyarlanmış filmler yorumlanırken sıkça teknoloji korkusu etiketiyle yaftalanıyordu. Harry Harrison’un Make Room! Make Room! – Yer Açın! Yer Açın! romanı 1973’te Soylent Green – Açlık başlığıyla filme çekildi. Yıl 2022’ydi dünya üzerinde büyük bir kıtlık yaşanıyordu ve insanlara belli etmeden ölenlerin etinden yapılmış krakerler yediriliyordu. O sıralarda bugünkü teknoloji öngörülemediğinden 2022’de geçen bir filmde akıllı telefon ve internet olmaması şimdilerde çok yadırganıyor. 1979 yapımı konusu 2122’de geçen Alien – Yaratık filmindeki amber renkli küçük ekranlar ve ilkel bilgisayarların olduğu gibi. O film ve sonrasında çekilen beş diğer ardılı uzaydan gelecek olan kötülük temasını işleyen filmlerin en ünlülerinden  olup çıkacaktı. En yeni zamanda yapılan yapay zekâ konulu filmler de bu listeye eklenebilir. Bu defa da teknolojinin yaratacağı yapay zekânın defterimizi dürmesi konusu işleniyor ve bu korku da epey alıcı buluyor. İster teknoloji korkusu, ister uzaydan gelecek kötülük konularını işlesin insanlar felaket temalı konuları, distopik ortamları seviyor ve bu tür roman ve filmlere çok rağbet ediyor.

Geçmişin Anısı ve Gelecekten Eko
“Âd kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, ‘Bizden daha güçlü kim var?’ demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü olduğunu görmediler mi? Onlar bizim ayetlerimizi inkâr ediyorlardı.” Fussilet Süresi 41/15.
Kur’an bize Nuh, Ad ve Semud kavimlerinin yaptıkları zulüm ve hatalar nedeniyle helak edildiğini bildirir. Arkeolojik bulgular bu tür yıkılmış yerle bir olmuş medeniyetlerin varlığını kanıtlamıştır.

Genetiğimizde geçmişteki yıkımı görmüş ve bundan kurtulabilmiş atalarımızın bellek kayıtları var. Yakın geleceğin ekosu da bizi sürekli olarak uyarıyor. Düş filmi şeklinde rüyalarımızda beliriyor, öykülere, filmlere ilham oluyor. Bir kedi yavrusunun daha önce hiç görmediği eşek arısını içgüdüyle tanıması gibi gelecekteki müstakbel helak oluşların varlığını da sezebiliyoruz.

Karanlık Çağ
Yeni karanlık çağdayız. Öncekinde Avrupa açlık ve sefalet içersindeydi. Halk bir araya sıkışmış, günaha batmış ve ümitsizdi. Tıpkı tanrının yıldırım göndermesini bekleyen ölü ağaçların boğduğu sık bir orman gibiydiler. Bu kıvılcım sonunda ateşi yakacak.
Ayıklama tanrının doğal emridir. Kara ölümün (veba) ardından ne geldiğini biliyoruz. Rönesans. Yeniden doğuş.
Ben Gölge’yim. Ben sizin kurtuluşunuzum.
Bu batık yerde, cehennem suların altında yanıyor. Yakında alev alacak.  Ve bu gerçekleştiğinde yeryüzünde hiçbir şey onu durduramayacak.
 Dan Brown’ın Inferno–Cehennem adlı 2013 de basılan kitabının 66. Sayfasından yaptığım alıntıyı okudunuz. Roman distopik bir konuya sahiptir. İnsan nüfusunu kırmayı planlayan dahi- deli bilim adamı milyarder transhümanist  Bertrand Zobrist, İstanbul’daki Yerebatan Sarayı’nın sarnıcına tüm dünya insanlarının üçte birini bir anda kısırlaştıracak bir virüs kutusu yerleştirmiştir. Genetik terörizm yaratma peşindedir. Cehennemin kapısı İstanbul’da açılacak ve virüs bütün dünyaya buradan yayılacaktır. Dünyanın merkezi olan bu nadide şehrin kısırlaştırıcı virüs için başlangıç yeri seçilmesi manidardır. Romandan yapılan filmde kısırlaştırıcı virüsün yerini daha çok heyecan yaratsın diye veba virüsü alır. Zaten besinlere katılan kısırlaştırıcı yan etkisi olan koruyucu maddelerin, sezeryanla doğumun moda edilmesinin, genç kadınların çocuk yapmaktan vazgeçirten telkinlerin sonucunda Türkiye’de üreme rakamları son yıllarda bayağı düşmüştür. Gerisini de veba virüsüne havale edecek olmaları şaşırtıcı değil.

Ünlü Tellallar
Yazarın romanda biyolojik silahlarla insanların kitlesel olarak öldürülmesinin ardından rönesansın geleceğinin söylemesi sıradan bir ilham değil. Dan Brown dünyada insan nüfusunu gerçekten kırmak için yüz yıllar öncesinden plan yapan Zobristlerin varlığını biliyor. Yuval Noah Harari’nin İnsan Tanrı - Homo Deus’luğa  kimlerin talip olduğunu bildiği gibi. Google’ın mühendisi ünlü fütürist Ray Kurzweil İnsanlık 2.0’ı üretecek olanların Bilen İnsan - Homo Sapiens’i kendi deyişiyle İnsanlık 1.0’ı yani yeryüzünde gereksiz ve atıl konuma düşüreceğini öngörüyor. Bunlar Zobristlerin aslında Tellallığını yapıyor. Yaptıkları sadece tellallık da değil, okurları uyarıyor gibi yaparak, dehşet ortamına alıştırma, karşı koymama ve olacakları peşinen kabullenme gibi hissiyatları yeşertiyorlar.

İnsanlık 2-1 Mağlup mu?
Hastalıkların tarihe karışacağı, bütün işlerin robotları devredileceği, ölümsüzlüğe yaklaşılacağı bir evreden söz ediliyor sıkça. Bunun için ittifakla verilmiş bir tarih de var. 2045. Bu tarihte yapay zekânın insan zekâsını geçmiş olacağı ve insanların 2030’dan itibaren belleklerini hard diske, internete aktarmaya başlayacakları tahmin ediliyor. Yalnız bu güzel günlere! sözü edilen rönesansa, insan eliyle büyük bir helak edilmenin ardından az sayıda kimsenin ulaşacağı da açıkça söyleniyor. Dünyada insanların büyük şehirlere yığılmalarının asıl nedeni de budur. Yığılma gıdayı kontrol, davranışları kontrol ve kitlesel kıyım için en uygun pozisyondur. 

Post Rönesans!
İnsanların teknolojik gidişattan ve uzaydaki değil de içimizdeki Alienlerden gelecek kötülüğe karşı duyduğu korku mesnetsiz değil yani. Önümüzde otuz yıla yakın zamanımız var. Bunlar komplo teorisi ya da hiç bulaşmayalım bu işlere diyenlere sarfedecek bir sözüm yok. Sözlerinde samimi olanlara Allah zihin açıklığı versin.

Zobristler yani Block Chain’in Efendileri yıllar önce planladıkları dünyaya uygun teknolojiler ürettiler. Yenileri de onların istediği yönde tasarlanıyor, ama karşı çıkışlar da mevcut. Türkiye’de gidişatın bilincinde olan insanımızın sayısı artıyor. Dünyada büyük ve hızlı bir gelişme var Bu debisi yüksek akışta en gayretli kano kullanıcılarından biri neden biz olmayalım? Hindistanlı yazılımcıların ünü malum. İrfanla, aşkla mayalanmış en nadide topraklarda yaşıyoruz. Yetmiş bin evliyanın bellediği Anadolu’dan çıkacak üst düzey yazılımcıların yakın geleceğin şekillenmesinde önemli bir rol üstlenebileceğini düşünüyorum.  

Yeterli gayret ve özveriyi gösterebilirsek başarmama ihtimalimiz hiç yok. Olsaydı Zobrist virüsü İstanbul’dan başlatmazdı. Tersten okuyun; bütün mazlumlar İstanbul’un yaktığı ateşle silkinip toparlanacak. Bu merhamet virüsü de bizden insanlığa hediye olacak inşallah.
                                              ------------------------------