Sadık
Yemni
Ah! Öyküleri:3
Yanık ve Suskun
Filistinli Muhammed Ebu Hudayr ve yaslı ailesine
Eliza iç sıkıntısıyla pizzacının terasa
açılan giriş kapısına baktı. İki kişilik bir masada oturuyordu. Yüzü kapıya dönüktü.
Genç kadın tek başına oturduğunda neredeyse hiçbir zaman sırtını caddeye
dönmezdi, ama nedense bu sefer böyle oturacağı tutmuştu. Geniş terastaki diğer
masalar silme doluydu. Hemen sağındaki dört kişilik masada iki oğlan çocuk anne
ve babalarıyla birlikte oturuyordu. Biri sekiz diğeri on yaşlarındaki
çocukların üzerlerinde bir model kırmızımsı turuncu tişörtler vardı. Ona dönük sırtlarında iri beyaz harflerle
‘YANIK ve SUSKUN’ yazılıydı. Önündeki masada dört delikanlı bulunmaktaydı. Meditasyon
yapıyor ya da yemek duasıyla meşgullermiş gibi başları biraz öne eğik durumda
hareketsiz duruyorlardı. Çocuklu ailenin arkasındaki iki masa birleştirilmişti.
Kızlı-erkekli genç bir grup kıpırtısızca tabaklarındaki pizzalarını
seyrediyordu.
Genç kadın yavaş yavaş pek tekinsiz bir durumun
varlığına ayıkıyordu. Kıpırtısızlık ve sessizlik hâkimdi ortama. Terasta kendi
dâhil on üç kişi vardı. O hariç herkesin tabağında pizza vardı. Kimse pizzasını
yemiyor, önündeki içecekleri içmiyor öylece hareketsiz duruyordu. Başları biraz
öne eğikti. Birbirleriyle tek kelime bile konuşmuyorlardı. Gözleri tabakta öylece
duruyorlardı.
Eliza
son gelendi. Herkese servis yapıldığı için sıra ondaydı, ama şu ana dek tek bir
garson bile görememişti. Hava bulutluydu. Rüzgârın güttüğü bulut parçacıkları
üzerlerinden geçerken renkler soluyor ve
güneş çıkınca yeniden canlanıyordu. Caddeden araba ya da klakson sesi
duyulmuyordu. Bu bir alarm noktasıydı. Konuşmadan ve hareket etmeden
tabaklarındaki pizzaları izleyen insanlar da yeterince uyarıcı bir etki
yapıyordu, ama cadde başkaydı.
Dönüp caddeye bakmayacaktı. Sezgileri ‘bakma
yoksa bu işin sırrına vâkıf olamazsın’ diyordu. Bir yanı, saklı duran şeyin günlük
hayatını rayından çıkartması muhtemel içeriğinden sıyrılmak istiyordu, ama
diğer yan daha güçlüydü. Son adımı atmaya kararlıydı.
İçindeki ‘Caddeye bir bak, neden böyle sessiz?’
diye fısıldayan baştançıkarıcı sese aldırmadan yerinden doğruldu ve kapıya
doğru yürüdü. Masaların yanından geçerken hiç kimse gözleriyle onu takip
etmedi. Varlığını fark etmemiş gibiydiler. Eliza sezgileri güçlü biriydi.
İçinde güçlenen tanıdık hissi ciddiye alıyordu.
Sen bütün
bunların ne olduğunu biliyorsun. Bu bir rüya değil. Yatağında uyanmayacaksın. Mekân
gerçek, zaman takatrik.
Eliza içerisini
göstermeyen kalın camlı kapıyı iterken cam yüzeyde kendi aksini, arkadaki
müşterilerin bir kısmını gördü. Öylece kıpırtısız bekliyorlardı. Kapıyı itti ve
içeri girdi.
Bembeyaz
duvarlı kenarları on metre olan küp şeklinde bir yerdeydi. Tavan çok yüksek
duruyordu bu nedenle.
Genç kadın bu pizzacıda kışları defalarca
bulunmuştu. İçerisi aslında bundan çok farklıydı. Burada on-on iki masa,
sandalyeler, büyük saksılarda süs bitkileri, fırın, dolanan bir sürü müşteri ve
garson bulunurdu normalde. Tadilattaydılar belki diye düşündü, ama terastaki
pizzalar nereden geliyordu o halde? Hiçbir yerden pişmiş hamur kokusu gelmiyordu
burnuna.
Birden girdiği kapının karşısındaki duvarda tam
ortaya monte edilmiş bir LCD televizyon olduğunu fark etti. Bu dev ebatlı televizyon
adeta su altından yüzeye çıkan bir şamandıra misali belirmişti. Hayretle o
tarafa bakarken yüreğindeki korku gülü goncaları irileşip yapraklarını açtı. Eliza’nın
ayakları panikle kapıya yönelmek istedi, ama genç kadın kendine hâkim oldu.
Yüzmüş yüzmüş sonuna gelmişti. Ne olup bittiğini anlamadan buradan
çıkmayacaktı.
Ne yapması gerektiğini düşünürken sol yanında
bir kıpırtı hissederek irkildi. Bu soyut yerdeki tek hareketli nesne olmayı
aşırı derecede benimsemişti anlaşılan.
“Merhaba. Sizi şaşırtmadım inşallah.”
On beş yaşlarında, kısa koyu kahverengi saçlı,
iri gözlü bir delikanlıydı. Üzerinde siyah pantolon ve beyaz gömlek vardı.
Gömleğin üzerine kırmızı bir yelek giymişti. Kalbi hizasında daire şeklinde bir
amblem vardı. Kırmızımsı turuncu zeminde beyaz harflerle YANIK ve SUSKUN
yazıyordu. Neydi bu YANIK ve SUSKUN? Bir kulüp amblemi mi?
Eliza iri gözleri mahzunca parlayan
delikanlıya gülümsedi. “Yok canım. Şey… Ne olmuş buraya? Tadilat mı var?”
Delikanlı bir şey diyeceği sırada ekran
canlandı. Lacivert ceketin içine siyah tişört giymiş, etli dudaklı, iri gözlü, koyu
kahverengi saçlı kadının yüzü Eliza için çok tanıdıktı. İsrail
parlementosundaki aşırı sağcı milletvekili Ayelet Shaked’ti.
“Bütün Filistinli anneleri ve doğmamış
bebeklerini öldürmeliyiz. Terörü ancak böyle engelleyebiliriz. Arap kanı dökmek
sevaptır.”
Ekran donunca genç kadın tuttuğu nefesini
salarak delikanlıya baktı.
“Ayelet Shaked.”
“Tanıyorsun demek onu?”
“Onları çok iyi tanırım.”
Eliza’nın sinir sistemi etkilenmişti. Bugünün
14 Temmuz Pazartesi olduğunu hatırladı. 2014 yılı. Miladi 1435. 7’lerin zamanı.
Evden alışveriş için çıkmış ve karnı acıkınca bir şeyler yemek için bu
pizzacıya gelmişti. Bu içinde bulunduğu ortam bir rüya ortamı değilse neydi
peki? Delikanlının gözlerindeki hüzünlü bakış pek aşinaydı. Daha yeni nerede
görmüştü yüzünü? Burada değil. Burada daha çok kadın garson çalışıyordu. Bu yaşlarda
bir çalışanı yoktu ayrıca hatırladığı kadarıyla.
“Adınız nedir sizin?”
“Muhammed
Ebu Hudayr.”
Eliza’nın kafasından aşağıya kaynar su
dökülmüş gibiydi. “Şu Filistinli genç mi yoksa?” dedi.
Delikanlı başıyla olumladı.
Muhammed Ebu Hudayr birkaç gün önce İsrail
askerleri tarafından kaçırılmıştı. On altı yaşındaydı. İşkence görmüş ve sonra
benzin içirilerek canlı canlı yakılmıştı. Korkunç bir cinayetti. Eliza bir
Türkiye yahudisiydi. Bunu duyunca kriz geçirmiş, ağlamış ve çok utanmıştı. Bu
tarihe iz bırakacak bir hainlik, vicdansızlık örneğiydi. İnsanlar bu kadar
orantısız bir güçle yok edilebilir miydi? Bu savaş değil kıyımdı. Cinayetti
düpedüz. İsrail idealine yapılan haksızlıktı. Bunu yapanlar edimlerine hiçbir
şekilde meşruiyet kazandıramazdı. Bunun bir yolu yoktu. Vahşetle çığrından çıkıyorlardı.
Bunların filmleri yapılmalı ve bu kıyım unutturulmamalıydı.
“Çok üzgünüm.”
Delikanlı anlayışla gülümsedi. “Biliyorum. Sizi
hissediyorum. Attığınız twitlerde üzüntünüzü çok samimi dile getirdiniz. Sizi destekleyenler çoktu, ama acımasızca
saldıranlar da oldu. Mahalle baskısı derler ya. Hep vardır böyleleri. Bu kadına
gelince… Ayelet’in içine iblis girmiş. Allah onu ıslah etsin. Günahlarını
affetsin.”
Eliza’nın gözleri dolmuştu. Ayelet isminin Şafak
Ceylanı, Venüs, Sirius’un yanı sıra bir anlamının da Lucifer olduğunu hatırlamıştı. Bunu söyleyeceği sırada delikanlı
ona kapıyı işaret etti.
“Şimdi gitmelisiniz. Süreniz doldu. Benim de
öyle. En sonuncu halime dönüşeceğim.”
Genç kadın başıyla olumladı. Tam kapıya doğru
seğirteceği sırada durakladı. Delikanlıya doğru yürüdü ve ona sarıldı. “Çok
üzgünüm Mohammed. Çok.”
Delikanlı ona hafifçe sarıldı ve kollarını
çözdü. İkisinin de gözleri yaşlıydı. “Dün gece annemin rüyasına girdim. Bana en
sevdiğim yemekleri yaptı. Onunla uzun uzun konuştuk ve ağladık. Çok mutluydu
beni yemek yiyor gördüğü için. Aklının bir kısmı öldüğümü unutmuştu. Kaç
yaşında olduğumu da. Börek pişirirken bana ninniler söyledi. Bir tanesini daha
önce hiç duymamıştım. Çok etkileyiciydi. Kalbim bu salon kadar oldu inanın.”
Altı yaşında bir kızı olan Eliza’nın kalbi de
göğüs kafesine sığmaz olmuştu. Yanakları ıslaktı. Ne diyeceğini bilemez
durumdaydı. Delikanlının anlattığı şeyleri kendi de oradaymış gibi görmekteydi.
Kilim kaplı divan, taş zeminli mutfak ve üzüntülü anne yüzü. Üç beş kelime
Arapça bilirdi, ama, duyduğu her söz bir taş oyma misali beynine çakılıyordu.
“Şimdi gidin lütfen. Çabuk olun. Ateş her an
gelebilir.”
Eliza benzin kokusu almıştı. Ayakları panikle
harekete geçti. Hızla kapıya vardı. Kapıyı açıp dışarı çıktı. Kıpırtısız
müşteriler bıraktığı gibi duruyordu. Görebildiği kadarıyla caddede de hayat
durmuştu. Aceleci adımlarla masaların arasından geçerken tabaklardaki pizzalar
ateş aldı ve bir-iki saniye içinde kömüre dönüştü. Kıpırtısız insanların
kirpikleri bile oynamamıştı.
Ayağı teras kapısına vardığında arkasından gelen
ısıyı hissedince ateşin kendisine yutacağını düşünerek bir çığlık attı.
Çığlığında olağan üstü bir kıvam vardı. Hançeresinden çıkan ses anında simsiyah
kuşlara dönüştü. Sığırcık iriliğinde yüzlerce kuş göğe doğru havalandı. Bir anlığına
çevresi siyah ve kıpırtılı bir zeminden ibaret olmuştu.
Genç kadın nefes alamayacağını düşünürken
kendini arabasının içinde buldu. İstanbul’un en işlek caddelerinden birine
açılan bir sokaktaydı. Park etmiş durumda arabasında oturuyordu. Belleği normal
çalışmaya başlayınca her şeyi hatırladı. Bugün pazartesiydi. Yıllık izninin ilk
günüydü. Yarın kızı ve kocasıyla iki hafta kalmak için Ayvalık’taki
yazlıklarına gideceklerdi. Alışveriş için gezinirken acıkmış ve bir pizza yemek
için buraya gelmişti. Bulunduğu yerden az önce bulunduğu mekânı
göremiyordu, ama her zamanki halinde olduğunu biliyordu. Az önce bulunduğu yer
hissiyatına karşılık gelen batıni bir mekân olmalıydı. Son günlerde kalbini
buran üzüntü ve stres ona böyle bir ortamı açmıştı.
Eliza elinin tersiyle yanaklarındaki yaşları
sildi ve arabanın motorunu çalıştırdı. Açlık hissi kaybolmuştu. En iyisi annesine
gitmekti. Kızı oradaydı. Gidip kızına sarılmalı ve Muhammed Ebu Hudayr’ın
annesinin okuduğu ninniyi okumalıydı.
Genç kadın gözlerini yumdu ve birkaç kelime
mırıldandı. Ninni metni ve melodisi belleğinde sapasağlam duruyordu. Küçük çocukları
uyku âlemine götüren kanatlı sözcüklerde farklılıkları aşan, ekmeklerin kömüre
dönüşmesini engelleyen bir hassa vardı. Bu hassa zamana sinmeliydi acilen.
Temmuz 2014 - Balçova
Ahh be abicim ! Ahhh ki hem de ne ahhhh!!!
YanıtlaSilAhh be abicim ! Ahhhhh ki hem de ne ahhhhh !!!
YanıtlaSil