11 Mart 2022 Cuma

KAPI MESELİ

 

KAPI MESELİ - Cins Dergi Kasım 2018

 


Kapitalist dünyada kategorilerin, geçilecek kapıların üç çeşit olduğu söylenir. Aslında kapılar iki adettir. Kifayet derecesi sıkça sorgulandığı halde Üçüncü Kapı’nın hâlâ popülerliğini sürdürdüğüne bakılırsa ne kadar başarıyla dizayn edildiği anlaşılır. Yakın gelecekte meşaleyi kapitalizmden devralmayı hedefleyen küreselizm benzer modelle devam etmek niyetinde.

 

2016 yılında bu kapılar hakkında 3. Kapı adlı bir makale yazdım. Aynı yıl yayımlandı ve şu anda dijital ortamda da okunabiliyor. Ana fikri kısaca belirteyim. Kapitalist düzen içersindeki aidiyet kapılarının sayısı üç adetti. Bunlara birer ad yakıştırmıştım. Samsa Kapısı, Faust Kapısı ve Sözde Kurtuluş Kapısı. Bu yazıda öncekinden farklı olarak Samsa Kapısı 3.0’dan Samsa Kapısı 4.0’a geçişe değineceğim. Çünkü yakın gelecekte en büyük değişim, belki de bir kitlesel felaket şeklinde bu kapı merkezli yaşanacak.

 

Dönüşüm

Samsa Kapısı’nın adını hemen tahmin edilebileceği gibi, Kafka’nın ünlü  Metamorfoz - Dönüşüm öyküsünden esinlenmiştim. 1915 yılında Birinci Dünya Savaşı sırasında yazılmış olan öyküde Gregor Samsa bir sabah kendini böceğe dönüşmüş olarak bulur. Bu dönüşüm sistem içinde fıtratından derece derece sıyrılarak/sıyrıltılarak, modern ya da daha az modern tarzda köleleştirilen kitlelerin dahil olduğu grubu temsil ediyordu. Samsa Kapısı 3.0 zamanımızda modern kölelerin geçiş yaptığı bir kapıdır. Dünya nüfusunun ciddi bir kısmı bu kapıyı kullanıyor. Yine bayağı büyükçe bir işsiz kesim de içeri salıverilecekleri ânı hayal ederek bu kapının önünde umutla bekleşiyor.

 

Samsa Kapısı sakinleri kendi aralarında gelir düzeyine göre farklılıklara sahip. Asgari ücretle, bir beyaz yakalının maaş farkları statülerini belirliyor. Bu durum kandırıcı bir hava yaratsa da herkes kendisinin standart bir tüketici, Samsa Kapısı’nın müdavimi olduğunu pekâlâ biliyor. Batı’da kurallar manzumesi içinde yaşayan Samsa Kapısı sakinleri ipotekli ev, araba, işsizlik sigortası, sağlık sigortası, hayat sigortası  destekli sosyal devlet nimetlerinden yararlanırken, gelişmekte olan ülkelerde bu vasat iyice düşüyor. Yakında Samsa Kapısı 4.0 tedavüle girecek ve bunun alışıldık dünya dengesini değiştirecek sonuçları olacak.

 

 

Faust Kapısı

Faust Kapısı Baphomet nam-ı diğer Lucifer’le kontrat imzalamış olan üst düzey elitlerin kapısı. Endüstri 4.0 düzeninde bu kapının da yeni modeli kurulmak üzere. Bu nedenle şu anda küresel ölçekte elitler arası harlı bir çekişme yaşanıyor. Sonuçta eski statüsünü sürdürebilenler ve yeni elitler Faust Kapısı 4.0 sakini olarak yerini alacak.

 

 

Sözde Kurtuluş Kapısı

Sözde Kurtuluş Kapısı son yüzyılda kaçınık komünler, ezoterik temelli paralel devletler, New Age dinleri hariç sol ağırlıklı oldu. Kapıya asılan tabeladaki adlar değişti durdu. Sosyalizm, Komunizm, Faşizm, Marxizm, Leninizm, Stalinizm, Demokrasi, Şirketokrasi, Kemalizm, Jakobenizm, Özçağdaşizm… Eski solun sermayenin hizmetinde olduğu anlaşıldıkça kapının tabelaları değişti, bir ara tadilatta olduğu söylentileri çıktı, itibarı azaldı, ama tuhaftır popüleritesi devam etti. Çünkü insanlar kendilerini sıkışmış hissediyordu. Faust Kapısı’ndan geçmek hayallerini süslese de gerçeklik bambaşkaydı. Samsa Kapısı’nın ardındaki üst statüler de tutulmuştu ve kontenjan sınırlıydı.  

 

 

Hakikat Kapısı

Yoğun olarak Müslümanların yaşadığı ülkelerde ahalinin önemli bir kısmı kendini ister laik, ister dindar olarak nitelendirsin bu kapılara iyice kapıldığından Batılılarla benzer kaderi paylaşıyordu. Oysa şu anda tek bir Kurtuluş Kapısı mevcuttu, elimizin altındaydı ve adı Hakikat Kapısı’ydı. Bütün dünya için yegâne kurtuluştu. Hakikat Kapısı’na 3.0, 4.0 gibi mertebe belirtici bir sayı eklemek mümkün olmuyor. Çünkü insan yapısı değil, Ehad ve Samed.

 

 

Samsa Kapısı 4.0

Samsa Kapısı 4.0’da durum önceki modelden çok farklı. Robotlar ve yapay zekâ kullanımı kaçınılmaz olarak kitlesel işsizliğe neden olacak ve bundan en çok da beyaz yakalılar etkilenecek. Özellikle refah toplumu siyasetçileri şu anda bu işsiz ve itibarsız bırakış dalgasının giderek gücünü artıracağını biliyor. İslamofobi, örneğin, bir yanıyla Batı ahalisinin dikkatini dağıtma manevrasıdır. Büyük bir altüst oluş çok yakında olabilir. En büyük hasarı Samsa Kapısı 3.0’ın sakinleri göğüsleyecek. Herkese ortalama bir maaş bağlanması, yaratıcı işlerde çalışanlarınsa bunun daha fazlasını alması; ama hiç kimsenin aç ve açıkta kalmaması şeklinde çözüm önerileri sıkça konuşuluyor. Böylelikle boş vakti çoğalan insanların kendilerini sanata ve bilime vakfedecekleri söyleniyor. Niyet samimi olsa ulaşılabilecek bir hedef, ama geçen yüzyıl başlarında aç atları bir nebze teskin etmek için çalınan yem borusu olması ihtimali büyük.

 

 

Kapı Meseli

Blockchain Ağaları’nın pembe vaatleri yeterince kandırıcı değil. Egemenlerin dünya nüfusunu kırma planları herkesin dilinde. Büyük kalkışmalar, nümayişler, yağmalar ve kontrolden çıkan kitlesel hareketler bekleniyor. Bu nedenle Endüstri 4.0’ın mühendisleri Sözde Kurtuluş Kapısı 4.0’ı tedavüle sokmaya hazırlanıyor. New Agevari bir din sentezi ve Yeni Sol. Yeni sosyalizme bir önceki gibi anti tez işlevi görüp küreselizmin pekişmesine destek olma rolü biçildi. Eski Sol, burjuva ile birlikte bugünlerde kapitalizmi kurtarmaya çalışırken, Yeni Sol kapitalizmin kontakt anahtarını kapatmak isteyen küreselizm için mücadele verecek.

 

Bu arada bize küreselizmin ideolojik bir çözümlemesini sunacak olan yeni bir Marx’ın kurtuluş reçeteli kitabı çoktan yazılmış durumdadır belki. Piyasaya sunmak için şartların olgunlaşması bekleniyor olabilir. Omni-medya gücünü elinde tutanlar tarafından bir anda dünyaca çoksatan kitap haline getirilecek, herkesin diline pelesenk olacak ve ortaya atılan fikir kendine bir anda milyonlarca taraftar bulacak.

 

Sonumuz helâk edilmiş eski kavimlerinkine benzemezse, bugünün gençlerinin bazıları  Endüstri 5.0’ı da deneyimleyecek. Elitler için Akıllı Şehirler, kredisi düşük yığınlara tahsis edilmiş Tapon Şehirler, seyrelmiş dünya nüfusu, uçan arabalar, cyborglar, androidler, yapay zekâ-insan hibritleri vb. ne denli büyük değişiklikler meydana gelirse gelsin Kapı Meseli dillerden düşmeyecek. Sözünü ettiğim kapılar teknoloji değişse de kategoriyel olarak aynı kalarak kendi sakinlerini ağırlamaya devam edeceğe benziyor.   

                                                                                                        Balçova – Ekim 2018

 

                                                        -------------------

ÜÇÜNCÜ KAPI

 

ÜÇÜNCÜ KAPI - Birinci Nüsha - İtibar Dergisi - 2016 

 


 

1975 yılının Kasım’ında modernitenin neşet edildiği coğrafyanın bir parçası oldum. Kırk yıla yakın süren bir tecrübeydi. Birazdan bahsini edeceğim kapıların imal edildiği yerlerde bulundum. Kapı bekçileri ve müdavimleriyle sonu gelmez diyaloglar icra ettim. Tartıştım. Kapıların çağrısına kapıldığım oldu. Kendimi sorguladım.  

 

1999’da basılan bir romanımda ve 2013’te yayımlanan Alsancak Börekçisi adlı kitabımda bu kapıların bahsini ettim. Şimdi burada bir kez daha dile getirmeye çalışacağım.

 

Modern zamanlarda kapılar aslında üç tanedir. Bizlerin, müslümanların gözüyle bakınca dört adetmiş gibi görünür. Çünkü Batıda -Avrupa’da Üçüncü Kapı olarak takdim edilen şey asılsızdır. Sağlam bir temele oturmayan kurtuluş vaadidir. Sanal bir yapıdır.

 

Batı uygarlığı maddi bir uygarlıktır. Zamanında insanların dünyevi beklentilerine ve ihtiyaçlarına önemli ölçüde karşılık buldu. Bunu yaparken kendi dışındaki kültürleri yok etti, ülkeleri yağmaladı, insanları maddiyat bağımlısı yaptı ve tek tip kalıptan geçirdi. Çıkardığı savaşlarla 100 milyondan fazla insanı öldürdü. Milyonlarca insan evsiz barksız kalıp göçmek zorunda kaldı. Dünyaya çok büyük acılar yaşattı. Demokrasi ve insan hakları kalesi olma iddialarına rağmen Sömürgeci ve Ötekileştirici yanı hâlâ çok baskındır ve kesintisiz bir süreklilik arz etmektedir. Batının kendine has bir ahlak değeri yoktur. Ödünç aldığı değerleri çürütmüş, asılsızlaştırmış ve bazılarını da mumyalanmış şekilde müzelerde teşhire arz etmiştir.

 

Son zamanlarda sıkça dile getiriliyor. Aydınlanma - Seküler sistem model olmaktan çıktı ve sistemin her derde devalık iddiası da temelden çöktü. Kullanım süresi kısa ideolojiler kafa ilaçları, antidepresanlar, fabrike haberler medyası, sanal dünyalar ve sosyal medyanın geyik ekranları sayesinde bu durumu gizlemeye çabalıyor; ama başaramıyor. Seküler söylem çıkmaza saplanmış durumda. Demokrasisi diktatör Sisi’ye kırmızı halı seriyor. Aydını ölmelerine aldırmadığı Suriyeli göçmenlerin ahlakdışı karikatürlerini yayımlıyor. 

 

Bir balon düşünün. Aydınlanma ve sekülerleşme gazıyla dolu bu balon irtifa kaybediyor. Safralar atılıyor. Modası geçen, göz kamaştırmayan, umut verme hassasını yitirmiş, değersizleşmiş ideolojiler ayaklar altında. Jakobenizm, Komünizm, Stanilizm, Leninizm, Maoizm, Materyalizm, Pozitivizm ve diğer izm’lerin kıymeti harbiyesi sıfır.

 

Aydınlanmış yerlerde Rab ve Allah yakan fırınları gördüm. Bacalarından çıkan dumanları soludum. Bacadan çıkan kurumların rüzgârla uçuşup dört bir yana yayıldığını ve memleketimizde insanların giysilerine, yüzlerine ve dillerine yapıştığını gördüm. Kutsal yakıcılara duyulan hayranlık, bunların kaleme aldığı metinlere atfedilen ehemmiyetle formatlanmıştım. İçine doğuştan sokulduğum Matrix’ten sıyrılınca esas portre gözümün önünde açılıverdi. Modernite etkinliğini yitirince yerine postmodern kuleler dikilmişti, ama bacalar tütmeye devam ediyordu. Çünkü üçüncü bir kapı vardı. Selametin yegâne kapısı. Bu kapı dünyanın efendileri için çok lanet bir şeydi. Habis düzenlerini tehdit eden bir selamet eşiğiydi.

 

Seküler düzen Ortadoğu’da zuhur eden kurtuluşu, selameti Avrupa’da fırınlarda yakmayı denemiş ve ciddi ölçüde başarı kazanmıştı. Eksikli bir zaferdi. İnsanların maddi taraflarını tatmin eden düzen kiliselerin içlerini boşaltmıştı belki, ama Rab kalplerde yaşıyordu. İnsanlar sanal kapı dümenini çözmüşlerdi. Eskisi kadar itibar etmiyorlardı. Asıl Üçüncü Kapı bu nedenle onlar için yana yakıla aradıkları vahadır. Vahanın ne olduğunu dile getirmeden önce modernitenin biri sanrı ürünü olan üç kapısına bir göz atalım.

 

 

BİRİNCİ KAPI

Samsa Kapısı

Gregor Samsa malum Kafka’nın ünlü öyküsünün kahramanı. Kendisi bir memurdur. Bir gün ansızın böceğe dönüşür. Böcek olarak kalır ve öyle ölür. Samsa Kapısı’ndan geçiş böcekliğin, modern köleliğin karşılığında Batı’da refah toplumunun ikincil, üçüncül nimetlerini sunar. İpotekli evin, araban, işsizlik sigortan, sağlık sigortan, kaza sigortan ve cenaze masrafları sigortan olur. Açık hava hapishanesinde, kurallar manzumesi içinde yaşarsın. Emekli olunca eğer üst düzey işlerde çalışmamışsan, hele kendine bir ev edinmeyi başaramamışsan boğaz tokluğuna yaşar ve lambayı söndürüp gidersin.

 

Bunun Türkiye’de bire bir karşılığı var. Ayrı bir konu şeklinde incelenmeye değer. Modernite bütün dünyada olduğu gibi bizde de benzer böcekleşmeyi ve Samsa Kapısı’nı oluşturdu. Natürel oryantalist olan mukallit Batıcıların kahir ekseriyeti bu kapının müdavimidir. Cumhuriyetin ilk evresinde memurdan türetilen elit ve burjuva projesi bu kategoriden insan yetiştirmek için tasarlanmıştı. Oligarşik bürokrasi de böcekleşmeyi yaşam tarzı olarak sunan bir kuluçkaydı. Bazı Altın Böcek statüleri falan yok değildir, ama yanıltıcıdır. Bu Batı mukalliti çakma elitlerin pek az bir kısmı Faust Kapısı’ndan içeriye buyur edilmiştir. Geri kalanlardan kendine ilericilik izafe edenlerin Sözümona Üçüncü Kapı’ya rağbetleri daha çok bu hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır.

 

Yeni zamanlarda Avrupa ahalisini de esir almış olan aç gözlü küresel finans ağaları Samsa Kapısından geçenleri giderek daha büyük ölçüde elimine etmeye başladı. Buna kendi aralarında dünyanın böceksizleştirilmesi diyorlar. Savaşların, kukla teröristlerin kıyımının, kıtlıkların yanı sıra, GDO’lu gıdalar, rafine şeker, hormonlu besinler, emulgatörler, trans yağlar, kirli su ve havayı haşere ilacı gibi kullanıyorlar. 

 

 

İKİNCİ KAPI

Faust Kapısı

Faust Kapısı’ndan geçiş farklıdır. Şeytanla yaptığın kontrattaki karşılığı kadar olmak üzere sana dünya nimetlerini daha bol miktarda verir. Prestijin yüksek olur. Şartların gereği bu kesim sayıca diğerinden çok daha azdır. Bunların içinden seçilmiş bir grup daha da üst mertebe olan ve aralarında Yüce Işıltı Odası adını verdikleri ihtişam beldelerinde ağırlanır. Samsa Yolu’ndan Faust Yolu’na sapmalar çok ender ve tuhaf raslantılar sonucudur, ama tersi daima mümkündür. Bulunduğu yeri ve dereceyi sindiremeyenler alt katlara sürgüne gönderilirler.

 

Faust kapısından girip maddi ihtişamın göbeğine dalmak için artık bizzat Şeytanla görüşüp kontrat imzalamak gerekmiyor. Kontratlar Lucifer’in dünyadaki sağ kolu olan, küresel refahın büyük kısmını mülküne geçirmiş az sayıdaki seçilmişin ittifakla uygun bulduğu o kimse, Tepefaizgöz takma adlı malum zat adına düzenleniyor.

 

 

 

 

SÖZÜMONA ÜÇÜNCÜ KAPI

Chomsky Kapısı

Modernitenin bu kapısının sabit bir ismi yok. İlk iki kapının adında ittifakla mutabakat olmasına rağmen bu kapı için belli bir isim üzerinde uzlaşılamıyor ve her kafadan bir ses çıkıyor. Buradan bile asılsızlığı belli oluyor aslında. Kapının aynı anda yirmi değişik isimle anıldığı oluyor. Bunlar ilk zamanlarda toplumlara kurtuluşu vaat eden yolları-yöntemleri-sistemleri işaret eden filozof ya da liderlerin adlarıydı. Sovyetler’de ‘Yoldaş Kapısı’ deniyordu bir aralar. Komunist düzende ‘Böcekleşmeden’ söz etmek yasaktı. Sibirya’nın soğuğu isyankâr ruhlu haşereleri dize getiriyordu. Yoldaş Kapısı’nın ılgasından sonra soldan müstafi ateistler bu muhayyel kapıya String, Akıllı Tasarım, Bencil Gen Eşiği, Aziz Raslantı, Küresel Sosyalizm, Sanal Refah gibi adlar verdiler. 

 

Balondan safralar atıldıkça bu kapı iyice itibar yitirdi. Son zamanlarda dünyaca popüler  entelektüellerin adları daha sıkça kullanılıyor. Ben de bu kapıya bir dakikalığına Chomsky adını verdim. Bir orijinalitesi yok. Benden önce sayısız kereler ve daha uzun sürelerle kullanılmıştı. Kullanılmaya da devam edecek gibi. Benim bu ismi şu an için yeğleme nedenim, Chomsky’nin ‘Kürtler birlik olmalı, dağlarından başka kimseye güvenmemeli, eline geçen fırsatları değerlendirmeli.’ sözleridir. Başkaları da var. Çok var, ama bu laf tek başına yeterli.

 

Sözümona Üçüncü Kapı şaibeli bir yapı. Son üç yüz senede nice boş umutlar yarattı. Samsa Kapısı’ndan geçmek istemeyenler için sahte bir liman oldu. Körleştiren, hedef saptıran, oyalayan bir yığın tezler ve teoriler üretti. Hepsi fos çıktı. Bir çeşit yem borusu. Uyuşturucu yanı da var. Mücadele azmini söndürüyor. Teskin ediciliği pek kısa sürüyor. En yeni malzemeleri üretenler dünyaca popüler filozoflar, bilim insanları. Durmadan yılmadan yeni faraziyeler türetmeye devam ediyorlar.

 

Bunların en popülerlerinden biri din ile solun füzyonuydu. Kilise maneviyatta, insana dairlikte bütünü kucaklayamıyordu. Aydınlanma maddi sorunları bile çözmede tekliyordu. Birleşirlerse ideal çözüm bulunmuş olurdu. Oyalama, teskin etme, karşılıksız umut yeşertmeden başka bir şey değil. Abesle iştigal. Bir ara sözü ediliyordu. Bugünlerde böyle bir sentezden medet umuyorlar. Yakında ambalajlayıp reklamına başlayabilirler.

 

Aydınlanmacı seküler ruh zamanında kilise arazilerine elkoymuştu. O zaman ve şimdilerde Avrupa’nın doğusunu ve güneyini (Afrika) sömürüyor. Bu sömürü onun hayat iksiriydi. Ölümsüzlük beratıydı. Sömürü için ötekileştirme şarttı. Ötekileştirmeden burada aşırılaşmış, çok canlar yakmış kötücül bir eylemi, yani ırkçılığı kastediyorum. Bu düzen yüzlerce yıl sürdü. Şimdilerde ömrünün sınırlı olduğu çıktı ortaya. Teklemeye başladı. Seküler balonun sıcak havası kesilince yere vurdu.

 

Türkiyeli göçmenler Avrupa’da bu fırınlara karşı direndiler. Zaiyat verildi, ama ana gövde teslim olmadı. Bir ara yerde gökte yankılanan ‘entegrasyon’ çığlıkları bu direnç yüzündendi. Aynı anda Türkiye’de bu sekülerin arızalı bir türevinin vesayet şeklinde cisimlendiğini ve kutsalı korumak isteyenlerin ensesinde boza pişirmeye devam ettiğini görüyordum. Bu paralax view, iki farklı bakış noktam beni ayıktırdı.

 

Bizdeki Batıcı vesayet kumkumalarının üç temel tezi vardı:

1 – Tanrı inancı artık gereksizdir. Bilim onun yerini alacak.

2 – Her türlü gelişimin, devrimin, kurtuluşun anahtarı vesayetçilerin elindedir.  

3 – Kutsalı savunanlar silme eblehtir. Onlardan ne han olur ne de hamam.

 

Memleketimizde solcular bu üçüncü tezi ‘Solcular ilericidir, devrimcidir; sağcılar külliyen gericidir ve her türlü kalkınmaya karşıdır.’şeklinde terennüm ediyordu. Bu tezler son yıllarda hızla hurafeleşti. Şehir efsanesi oldu. Depresyona giren solcularımızın ciddi bir kısmı küresel sermayenin ve sekülerin puslu yamaçlarına sığındı. Dine ve milli duruşa karşı verdikleri mücadelede sürekli olarak hezimete uğradılar. İçlerinde basiretli olanlar mensubu olduğu nezih! azınlık cephesini terk edip halkın tarafına geçti.

 

2015’te yayımladığım Kayıp Kedi adlı romanımda önde gelen kahramanlardan biri olan eski solcu Cüneyt şöyle diyordu:

 “Bir araya geleceğiz.” dedi. “Ortaya yığışacağız. Dindarı, dinsizi, ayyaşı, liberali, solcusu, deisti, mütedeyyini ve EYAM’ın, En Yeni Asgari Müşterek’in bütün aykırılıkların, benzeşmeyen, örtüşmeyen alanların üstünde olduğunu göreceğiz. Nedir bu?”

  Deniz’in güzel ve elemli gözleri merak doluydu. “Nedir?”

  “Anadolu, bütün dinlerin beşiği olan bu toprak bütün dünyaya yeni bir ahlak dikte edecek. Artık din, dil, ırk, mezhep farkı çatışma nedeni olmayacak. Vahşi kapitalizmin etki alanından çıkılacak. Faiz sıfırlanmadan emek değerlenmez. Fakirliği yüceltme yerine kanaat ve bereket diyen, huzur tanımında inancın damgası bulunan bir sol bekliyorum. Seküler bir dünya cehennemindeyiz şu anda. Bundan çıkılacak. Maddiyat ve maneviyat ikili sarmal gibi olacak yeniden. Maddi dünyayı kullanımda bir sınır bulunacak. Ahlaki bir sınır. Çok ideal bir söylem, biliyorum. Saf bir yanı da var belki. Özellikle bu konjonktürde. Süleyman Tapınağını üçüncü kez inşa ederek Armageddon’u başlatma, tanrıyı kıyamete zorlayarak The Mehdi’ye davet çıkarma fikrinden çok daha olgun, gerçekçi ve insansever bir fikir ama.”

                                                                              Kayıp Kedi – 2015 – Kırmızı Kedi Yayınları

 

Seküler burjuvazi Afrika’da ve Orta Doğu’da savaşları kasıtlı olarak sürdürüyor. Kendi seçtirdiği, silahlandırdığı diktatörleri kolluyor. Avrupa’da güvenlik önlemleri nedeniyle demokrasinin güç kaybetmesine aldırmıyor. Savaşlardan türeyen milyonlarca mültecinin kaderi ise onu hiç ilgilendirmiyor. Gaspla edindiği finans gücünü sürdürmekten başka bir şey düşünmüyor. Şu anda ateşin direkt olarak dokunmadığı yerlerde oturanlar yakın gelecekte ortaya çıkacak olan büyük felaketi görüyor. Sol formatlı ünlü liberal düşünürler bu felaketin esas müsebbibini asla merkez mesele olarak ele almıyor. Bahislerini ederlerse bu, sade suya tirit kabilinden ve anlamları bulanık cümlelerle oluyor. O yüzden asılsız üçüncü kapıya adlarının verilmesi fevkalade hakkaniyetli oluyor.

 

Dünya ahalisinin hangi dinden ya da görüşten olursa olsun daha yaşanır bir dünya telakkisi temelinde, asgari müşterekte bir araya gelinmesi gerektiğini hiç bu kadar derinden hissetmedikleri bir devirdeyiz. Bu bir ihtiyaç. Asıl Üçüncü Kapı bu ihtiyaca cevap verecek yegâne yapıdır. Ayrıca bu kapı hiçbir kültüre de yabancı değildir. Çünkü İslam bilimi modernitenin en ciddi bileşenlerinden biridir. Hakkı yenmiştir.

 

2005 yılında ‘Beşinci Sütun’ adlı bir deneme yayımlamıştım. Dört sütun üzerine oturduğu addedilen Avrupa – Batı kültüründeki eksik sütuna değiniyordum. Roma, Yunan, Hırıstiyan, Musevi sütunlarına İslam kültürü sütununu ekliyordum. Avrupa uygarlığında İslam bilim ve kültürünün, romandan şiire, haritadan usturlaba, mimariden tıbba, kimyadan fiziğe katkısı olmadığı hiçbir alan yoktur. Başta büyük âlim Fuat Sezgin olmak üzere bu alanda verilen eserlerle Beşinci Sütun’un varlığını inkâr yolu sonsuza dek kapanmıştır.

 

Yeni zamanlarda Batı’da ve geri kalan dünyada ‘BBHH, Bencil Birey- Hızlı Haz’ hattı çok revaçta. Bu düşüşe hangi yapı dur diyecek? Sözümona Üçüncü Kapı düşünürleri çözüm değil oyalama reçeteleri sunuyor. Batı yapımı bir kıyamet beklenirken bunlar vahim durumu maskeleme işlevi görüyor.

 

Kilisede var kalan kutsal yoğunluk, seküler kültürdeki birikim hayatın anlamının bütünüyle insanın ufkunda belirmesini sağlayamıyor. Çünkü kutsal yakan fırınlar inanç ve değerleri küle çevirdi. Külden yeniden doğulamıyor. Bunun için bir tılsım lazım. Ünlü felsefe taşından daha felsefik bir taş. Ancak Asıl Üçüncü Kapı bunu sağlayabilir.

 

Bu vahanın model olması ihtimali Seküler Burjuvazi için çok tehlikeliydi. Bu nedenle gnostik zarla ambalajlanmış şekilde topyekün geliyorlar. Amaçları bütün dünyayı selamete kavuşturabilecek Hayırlı Kapı’yı yıkmak. Yıkamazlarsa gözden düşürmek, karalamak ve inandırıcılığını zedelemek istiyorlar.

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ KAPI

Dindar Kulların Selamet Kapısı - HAKİKAT

 

Üçüncü Kapı bize peygamber efendimizin araladığı ve emanet ettiği kapıdır. İrfan ve hikmete verdiği ehemmiyetle Matüridîlik Batı akılcılığını sollamıştır. Modernite üstü bir mertebedir. Şimdi yapılması gereken bu cevheri yeni bir medeniyet telakkisi şeklinde modellemektir. Modelleme yapılamazsa bu hareketin karakteri yerli yerine oturmaz. Zamanla dağılmak, zayıflamak mukadder olur.

 

Ya yaradana kul olunacak ya da modern böcek köle olunmaya devam edilecek. Kul hakkı ziyası ile Lucifer’in hayırsız ışığı arasında seçim yapılacak. Tabiata ve maddi yapıya yeni bir gözle bakılacak.  Küresel Merhamet - Vicdan, Hoşgörü ve Hakikat temelli, muhtevasında ekonomiyi yeniden değerlendiren bir modele bütün dünya aç. Hasretle bekliyorlar.

 

Kapının düşmanı malum cephe var gücüyle bunu engellemeye çalışıyor. İçerideki işbirlikçiler ve kıt bilgili enteller buna destek veriyor. Bu eşsiz modelin dünyaya sunumu İstanbul’dan yapılacak. Dan Brown’ın Inferno’sunda cehenneme açılan kapının İstanbul’da olduğunun yazılması boşuna değil. Kimin adına kaleme alındığı belli. Deli gibi çırpınıyorlar. Panik içindeler.

 

Yeni model din, dil, ırk, inanç ayırmadan, ortak bir selamet kuramının temel bileşeni, belki de çekirdeği olacak. Seküler burjuvazi bunu biliyor. İçimizdeki yerleştirilmişlerle, devşirilmiş, gözleri kamaştırılmış adamlarıyla bunu engellemeye çabalıyor.

 

Bu hayırlı kapıdan feyz almış bir modelin ilânı er ya da geç Sıfırıncı Meridyen’den, İstanbul’dan yapılacak. Benim inancım ve temennim budur.

                                                                                                                       Balçova- Ocak 2016

 

10 Mart 2022 Perşembe

Nazarzede Kliniği - İnceleme

 


Nazarzede Kliniği
Erdem Yayınları
206 sayfa, 2015



Sevinç Üney Şahin


Bedenden İbaretlik

Tanrı’nın içimize üflediği nefes, gözeneklerimizden dışarı sızıyor. İnsanlık yeniden çamura mı dönüşüyor”

 

Her şey monitörün icadıyla başladı. Kendini sadece ayna da görüp tanıyan insan, artık sadece kendisini , kendisinin görmesiyle yetinecek değildi. Görmek ve görünmek üzerine kurulmuş yeni bir dünya düzeni vardı artık dünyada. Keşfedilen monitör sayesinde evlerin içine sadece tanıdık simalar değil, bir çok yabancı girdi. Beraberlerinde getirdikleri, asılları gizlenmiş, bizdenmiş yada ihtiyacımız olan tek şeymiş gibi görünen bir çok maddi yada manevi ürünle…Maddi tamam da, manevi ürün olur mu demeyin; tüketime endeksli bir yaşamı hayat olarak kabul ettiğimiz bu sistem içinde, manevi her olgu da bir üründür. Ne yazık ki en kolay da onlar tüketiliyor. Önce evimize giren yabancı, şimdilerde her an her yerde bizimle olmayı başarmış durumda. Bizler buna gönüllüyüz ama, hiçbir zorlama yok. Niye olsun ki, ne zaman istersek istediğimiz birine, istediğimiz zaman ve zeminde ulaşmanın rahatlığını niye terk edelim ki. Oysa birilerine ulaştığımızı düşünürken, ulaşılan olduğumuzu fark edemiyoruz bile. Daha çok görmek, daha çok görülmek arzusu öylesine güçlü ki. Bu durum tabii olarak, her an nazar edilebilme ihtimali yüzünden her daim, prezantable olarak yaşama mecburiyetini de beraberinde getiriyor. Kendimiz, evimiz, yediğimiz, içtiğimiz, okuduğumuz, gezdiğimiz, seyrettiğimiz ve hatta sevdiğimiz. Her şey, her türlü nazara açık olmak durumunda.

 

Metropollerde yaşayıp, hazzın her türlüsüne kolayca ulaşma imkanı bulmak, aynı zamanda bu imkanları elde etmenin başarının zirvesi kabul edilmesi, bu zirvedeki yerini korumanın bedeli, geçmişinden ve manevi değerlerden kopmak gibi büyük bir bedel dahi olsa hiç tereddüt edilmemesi, kazanmaya ve başarmaya kilitlenmiş insanın kişiliğinin temel taşlarıdır. Ahmet Kadir de bu insanlardan biridir. Belirli bir yaşa kadar mütevazi bir ailede, mütevazi bir yaşam sürerken, evden ayrılmasıyla bambaşka bir yaşamın kıyılarına savrulması bir olmuştur Kadir’in. “Ahmet” ismini de geçmiş yaşamına ait bir eşya gibi terk ederek üstelik. Savrulduğu kıyılar onu yalnız başına istemektedir, geçmişine ait hiçbir şeyi taşımamak şartıyla, zenginlik, görkemli bir yaşam ve büyük başarı vaatleri vardır. Ve Ahmet Kadir, Ahmet’i geride bırakarak arkasına bakmadan savrulduğu kıyılarda yelken açar. Kadir sözünde durduğu sürece vaat edilen her şeye kavuşur.

 

Fakat sözün de bir yere kadar olduğu noktalar vardır. Ve bir gün Kadir, o noktalardan birine çarpar. Geçmişte soluduğu manevi iklim, bu yeni dünyasında açık bulduğu bir yerden kendini hatırlatmaya çalışmaktadır. Direnç gösterir Kadir, Kadir olarak kalmak istediğini vehmeder sürekli, fakat öyle hadiseler ve olağanüstü olaylarla kuşatılır ki, gerçekle gerçeküstünün girdabında kasırgaya tutulur.

 

Kadir bu kasırgadan nasıl çıkacaktır? Geçmiş ve gelecek arasında açılan bu boyuttan çıkarken hangi kapıyı kullanacaktır? Şeçmek, tercih etmek zorundadır. Ona sunulan “seçme” nimetini nasıl kullanacaktır? Seçmenin aynı zamanda bir şeylerden vazgeçmek olduğunu fark edecek mi? Bütün kainatı beraber isteyen nefsin karışında nasıl duracaktır? Aslında tüm bu sorulara Kadir’in verdiği cevap çok ta mühim değildir. Kadir de sizin bizim gibi bir kul nihayetinde. Asılolan sizin cevabınızdır. Cevap verebiliyor musunuz? Bu eser, ruhunuzda ki bir kaç fitili ateşlemek üzere yazıldı. Kitabın kapağını açıp okumaya başladığınız andan son satıra kadar sizi bir iç yolculuk bekliyor, bu iç yolculuğu tamamladığınızda gerçek dünyaya hangi kapıdan giriş yapacağınıza karar vermek durumunda kalacaksınz, hazırlıklı olun.

 

Nazarzede, Sadık Yemni bu eseri yazmadan önce var olmayan bir kelimeydi. Bu eserde buna benzer bir çok yeni kelime ve ifadelerle karşılaşmanız kaçınılmazdır. Sadık Yemni okuyorsanız buna hazırlıklı olmalısınız. Görmek ve görülmenin dayanılmaz hafifliği, hatta hafif meşrepliği noktasından hareketle yayın dünyasına giren bu eserin kapağı, içeriğine uygun olarak tam bir görsel sanat eseridir. Yazarın, roman kahramanımız Ahmet Kadir’in şahsında, 21. yüzyıl insanını soyup, neredeyse çırılçıplak teşhir ettiği ve bunu şahsın mahremiyetine binaen alenileştirmeden, bayağılaştırmadan yaptığı Nazarzade isimli eseri, fantastik edebiyatımıza yeni bir soluk getirecektir.

 

“İnsan beden ötesi bir mahluktur Ahmet Efendi. Metaya aşırı düşkünlük onu küçücük bir ten kafesine hapseder ve insan giderek kendini bedenden ibaret sanır.”


*

Nihal Yormaz 

Arka Kapak Dergisi Sayı :3


Görünenin Ardındaki Giz

Bilinmezi, görünmezi, tekinsizi Türk fantastik ve bilimkurgu edebiyatının içine müthiş bir ustalıkla yedirmeyi başaran Sadık Yemni’nin yeni romanı Nazarzede Kliniği raflardaki yerini alır almaz meraklısının gönlünü çelmeyi de başarmış gibi duruyor. Roman hakkında da Yemni hakkında da söylenecek epeyce şey var açıkçası. Postmodern bir zamanın öyküsünü, Kadir karakteri üzerinden işleyen bu roman için söyleyeceklerimize bir an evvel başlamakta fayda var o yüzden.

“Postmodern realiteyle zamandan azade hakikatin amansız mücadelesi. Bugünlerin öyküsü.”

Kitabın arka yüzünde yazan bu sözler tam tamına kitabın bir özeti aslında. Neden mi? Zamanın bomboş bir nesnelliğe dönüştürüldüğü günümüz şartlarında her şeyin ama her şeyin anlamının madde olduğunu varsayarsak, içi bomboş bir zamanın çarkında debelenip durduğumuz hakikatiyle yüzleşmek zorunda kalıyoruz da o yüzden.

Başkahramanımız Kadir kendini tamamen kazanmaya endekslemiş, işi başından aşkın bir reklamcı. Kadir’in sahte bir ışıltının içinde, tuzaklarla ve geçici mutluluklarla dolu yaşantısı birdenbire bir felaketle kararıverince macera başlıyor. İşte yazarımızın derin felsefi çözümlemeleri de burada başlıyor. Roman ilerledikçe kendini başarmaya mecbur hisseden Kadir’i yavaşlamanın ne demek olduğunun unutulmuş olduğu günümüz şartlarında hızın esiri olmuş bir şekilde, bu esaretin sebeplerini Faustvari bir edayla sorgularken buluyoruz birden. Öyle ki; her şeyin en iyisinin, en güzelinin, en temiz, en harika ve en paha biçilmez olanının anlam verilemez bir şekilde en hızlı olanın eline geçtiği bir dünya düzeninin sorgulanışına sahne olan romanın sayfalarında bazen bir bilimkurgu romanı okuduğunuzu unutabiliyorsunuz.