27 Ekim 2016 Perşembe

Stephen King

Son 40 Yılın En Tanınmış Öykücüsü
Stephen King
Stephen King belki de dünyanın en tanınmış öykücüsü. Sinematografik anlatımı ve psiko-tekinsiz kurgusuyla okurlarının  gönlünde taht kurmuştur.

Zihnin İkiz Kuleleri
İnsan zihninin ufkunda iki kule yükselir. Bunlardan biri gökkuşağı, diğeri de alacakaranlık kuşağı kulesidir. Gök kuşağı renkli olanı sıradan yaşama dairdir. Günlük pratikleri içerir. Diğeri karanlıkta kalan tekinsiz malzemenin yükseltisidir. Bu iki kule sayısız köprülerle birbirlerine bağlıdır. Bu kanallardan kâbuslar, iyi saate olsunlar, tekinsiz gölgeler günlük hayata bazen bir rüya, bazen de anlık belirmeler şeklinde nüfuz eder. Bu geçişlenmelere esin dediğimiz de vakidir. Birbirlerinden beslenen, aralarında organik ilişki bulunan iki kuledir bu. Dahası, biri olmadan, diğeri varkalamaz.  Doğamız icabı karanlık bölgeden fısıldanan öyküler dinlemeyi pek severiz. 

Stephen King bu hayal kulelerimizin dekore edilmesinde ve fazladan katların çıkılmasında katkısı olmuş nadir yazarlardan biridir. Altmışın üzerinde kitabı var. Bu öykülerden filme çekilenlerin sayısı, kısa filmler de eklendiğinde yüzü aşmakta.

King’i Anlatmak
Son kırk yılda bu miktarda eser vermiş harika bir anlatıcıyı sınırlı bir alanda nasıl anlatabileceğimi düşündüm. Daha önce kendisi hakkında birkaç deneme kaleme aldım ve bunları yayımladım. Bütün kitaplarını (bazılarını birkaç kez) okumuş ve öykülerinden yapılmış film ve dizilerin tamamını görmüş biri olarak elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Bir insan yedisinde neyse, yetmişinde de odur derler. Bu noktadan hareketle sizlere bu mutena öykücüyü anlatmaya çocukluğundan başlayıp, ününün ilk doruğuna çıktığı yere kadar getirmeyi düşündüm.

Anlatım esnasında benim paralel bir varlığım belirecek zaman zaman. İki  nedenle. Birincisi;hayal gücümüzü beslediğimiz kaynaklar pek benzeşiyor. İkincisi ise; bana zaman zaman ‘Türkiye’nin Stephen King’i’ denmesidir. Ciddi eleştirmenler ve tutkulu okurlarım bu benzetmeye kesinlikle karşı çıkarlar. Ben de şahsen kendimi ülkemizin King’i olarak görmem. Üretkenliğimiz ve zaman zaman ele aldığımız konular benzeşebilir, ama bu daha bir çok yazar için de aynen geçerlidir. ‘Güneşin altında yeni bir şey yoktur ‘sözü çok eskidir, ama hâlâ aşılamamıştır.


Stephen Edwin King 
Stephen Edwin King  21 Eylül 1947’de Portland-Maine’de doğdu. Kendinden iki yaş büyük ağabeyi David gibi savaş sonrası bebeğiydi ve Baby Boomer denilen kuşağa aitti. İki yaşındayken babası evden sigara almak için çıktı ve bir daha geriye dönmedi. Anne Ruth King, yetenekli bir piyanistti ve ekzantrik bir espri anlayışına sahipti. Çocuklarına bakabilmek için düşük maaşlı işlere girdi çıktı. Geceleri fırında çalıştı. Gündüzleri evlere temizliğe gittiği oldu. Çamaşırhanelerde ütücülük yaptı.

Haftada 40-50 saat çalışan Ruth King polisiye romanlar okumayı severdi. Agatha Christie  ve  Erle Stanley Gardner okuruydu. Çocuklar annelerine yaş günlerinde Perry Mason kitapları hediye ederlerdi.

Gerçeğin Beyaz ve Siyah Yüzü
Stephen altı yaşındayken Stratford – Connecticut’a taşındılar. Orada dört yıl yaşadılar. King bu yıllardan söz ederken Robert Louis Stevenson’un Define Adası -Treasure Island ve Dr Jekyll ve Mr Hyde – Strange Case of  Dr Jekyll and Mr Hyde  kitaplarından söz eder. Dr Jekyll’ın serüveni en beğendiğiydi. Annesi bu kitabı onlara okuyordu.
Dr Jekyll ve Mr Hyde’ı, Stevenson 1886’da yayımladı. Bu kitap 1942’de Hamdi Varoğlu’nun Türkçe çevirisiyle İki Yüzlü Adam başlığıyla yayımlandı. Benim çocukluğumda bu kitap kütüphanemizde mevcuttu ve beni de çok derinden etkilemişti. Ayrıca benim annem de bir Agatha Christie ve Sherlock Holmes okuruydu. Bu yazarlarla tanışmak beni çocuk yaşta tümdengelim akıl yürütme yöntemiyle tanıştırmıştır.

50 Sonları 
  4 Ekim 1957’de Stephen on yaşındayken Ruslar bir metre çapında, doksan kilogram ağırlığında bir uyduyu yörüngeye oturttular. King o sırada berberde traş için sıra bekliyordu. Radyoda bu haberi duyunca önce şaka zannetti. ABD o sırada telefon, elektrik ışığı, uçaklar ve bütün alanlarda dünyada birinciydi. Ülkesinin ilk kez bir şeyde birinci olmaması onda aşağılık duygusu yarattı ve de korkuttu.
  1958’de King on bir yaşındayken ailece Durham – Maine’ye taşındılar. Durham elli sonlarında bir işçi şehriydi. Ruth King burada sadece iki oğlunu değil, seksenini aşmış ve sıhhi durumları iyi olmayan anne ve babasının bakımını da üstlendi.
  1959’da King on iki yaşına geldiğinde 1.85 boyundaydı. Sinemaya indirimli kartla girerken kapıda biletleri kontrol edenler onun on iki yaşında olduğuna inanmakta zorluk çekiyordu. O yaz abisi David King’le birlikte Dave’s Rag adlı bir dergi çıkardılar. El yapımı dergi siyah ve beyazdı. Teksir makinesiyle çoğaltılmaktaydı. 2,5 sente sattıkları dergide mizah, mektuplar, spor haberleri ve genel haberler yer almaktaydı. 
  Edgar Allan Poe’da yazar üzerinde etkili olmuştu. Poe’nun Kuyu ve Sarkaç - The Pit and The Pendulum adlı öyküsünden Roger Corman’ın çektiği B klas filmden çok etkilenmişti. Beni de Poe’nun Altın Böcek adlı öyküsü etkilemiş ve gizli bir yazı tertip etmeme neden olmuştu. Hâlâ bazı notlarımı bu şifreli yazıyla tutarım.

İşin sırrı: Nitelik ve Nicelik
1962’de King daha kariyerinin çok başlarında amatör yazarla profesyonel yazar arasındaki farkın ‘nitelik ve nicelik’ olduğunu keşfetmişti. Bu sözcükle benim de bir anım var. Hollanda ve Belçika’nın çok tanınmış yazarı Annie Schmidt’le ölümünden kısa bir süre önce Amsterdam’da bir yazarlar toplantısında tanıştım. Bana ‘Hiç unutma. Nitelik ve nicelik. Tek önemli olan budur.” Dedi. Bu sözünü kulağıma küpe yaptım.


249 Kulüp
  King o yıllarda evinde 249 Clup adlı bir oluşum yarattı. O sırada oturdukları evin numarasından esinlenmişti. Kulüp üyeleri burada iskambil oynuyor, mecmua okuyor ve öyküler anlatıyordu.
  Sonradan böyle bir kulüp büyük bir ağacın üzerinde kurulacak ve ünlü Ceset – Body adlı romanında önemli bir yer tutacaktı. Dört arkadaş ağaç üstündeki kulüplerinde iskambil oynarlar, öyküler anlatırlar. Bu kulüp onları bir arada tutan sihirli bir bağdır adeta. Hepsi de on iki yaşındadır. Bulundukları yerden 70 kilometre doğuda ıssız bir yerde ölmüş kalmış bir çocuğun cesedi bulunduğu haberini alınca, dört arkadaş bu cesedi görmeye giderler. Bu yolu yürüyerek aşarlar. Ormanda gecelerler. King’in otobiyografik romanında olağanüstü olaylar, gizemli yaratıklar yoktur. Buluğ öncesi hayal  dünyasında yaşayan dört erkek çocuğun ölümü merak etmesinin öyküsüdür.
  Yine bu yıllarda King, Lisbon Falls yakınlarındaki Lisbon High School’a kayıt olur. Okul otobüsü yoktur. Çocuklarını oraya yollayan aileler Mike adlı birinin eski bir limuzini kiralayıp çocukları okula bu arabayla yollarlar. Bu çocuklardan biri ileride King’in ilk basılan kitabı olan Göz - Carrie adlı romanındaki ana kahramana model olacaktır.

Yazarın Favori Kitapları   
Yıllar geçer. King on bin kişilik öğrenci şehri olan Orono’daki Maine Üniversitesi’ne gider. Utangaçtır ve parlak bir öğrencidir. O sıralardaki en büyük korkusu yalnız kalmak, arkadaş edinememektir. O sıralarkda Çağdaş Amerikan Edebiyatı kursunda John Steinbeck ve William Faulkner okumalarına başlar. O sıralardaki en favori kitapların listesini Scholastic Scope dergisine şöyle bildirdi:
Hepimiz Vampiriz - I am Legend – Richard Matheson,
Sineklerin Tanrısı - Lord of the Flies – William Golding,
Koleksiyoncu - The Collector – John Fowles,
Gazap Üzümleri - The Grape of Wrath – John Steinbeck ,
Adsız Sansız Bir Jude - Jude the Obscure – Thomas Hardy

Yazmak Denen Uzun Yürüyüş
  1967’de Uzun Yürüyüş - The Long Walk’un kaba versiyonunu yazar. Bunu bir yayıncıya yollar. Reddedilir. Bir kenara saklar.
  1969 baharında süper güçlü bir grip virüsünün yaptığı tahribatı  konu ettiği Night Surf – Gece Sörfü adlı öyküsü gizemli öyküler basan Reaper’s Image dergisinde yer alır ve bundan 35 dolar kazanır. 
  1970 yılında Karanlıktaki Kılıç - Sword in the Darkness  adlı 150 000 kelimelik bir roman bitirir. Yayıncılara yollar. Kimse talip olmaz. Yıllar sonra kendisi eseri hakkında şunu söyleyecektir. ‘Sarhoşken bile beğenemediğim bir metindi.’
 
King Hayatının Kadınını Buluyor
  King yıllar sonra şunu yazdı: ‘Hayatımda yaptığım tek önemli şey Tabitha Spuce’a evlenme teklif ettiğim andır. Ona sırılsıklam aşık olmuştum.’
2 Ocak 1971’de Stephen Edwin King ve Tabitha Jane Spruce Orono’nun kuzeyindeki Old Town’da evlendiler. Tabitha Roma Katolik büyütülmüştü. Evlilik seromonisi katolik kilisede yapıldı. King’in ailesi Metodist kiliseye bağlıydı. Resepsiyon da metodist kilisede yapıldı.
  1971 yılında Tabitha üniversitenin tarih bölümünden mezun oldu. Kendisine uygun bir iş bulması mümkün değildi. Bangor’daki Dunking Donuts’ta garson olarak çalışmaya başladı. Bu arada Naomi adlı kızları doğdu. King yazmaya devam ediyordu. Getting It On adlı eseri basıma uygun bulunmadı. Editörü ‘karakterler iyi çizilmişti, ama kurgu çok karmaşıktı’ diyecekti sonradan.
  King bir öğretmenlik işi buldu. Hampden Academy’de ders vermeye başladı. King bu yılları sonradan kötü zamanlar olarak değerlendicekti. ‘Eseri basılmamış biriydim, bir treylırda yaşıyordum, yazarlığı beceremeyeceğim duygum giderek artıyordu, kıt kanaat geçiniyordum ve bebek her gece ağlıyor ve çığlıklar atıyordu.’
  Bugün Stephen King Maine’deki malikanesinde karısı Tabitha King ile  yaşıyor. Owen Phillip, Joseph Hillstrom and Naomi Rachel adlı üç çocuğu ve şimdilik dört torunu var

Korku Romanı Zamanları
  1971’de King Koşan Adam – The Running Man  adlı eserini yazdı. Hasta çocuğuna ilaç alabilmek için ölümcül bir yarışmaya giren adamın öyküsünü sanki kendi de ölümcül bir yarışmadaymış gibi 72 saatte yazdığı söyleniyor. Bu eseri de yayıncılar tarafından reddedildi.
  Bunlar olurken o yıllarda dünyaca ün kazanan ve filme çekilen üç roman yayımlandı. Üçü de korku janrındaydı.
1967 - Ira Levin’in Rosemary’nin Bebeği – Rosemary’s Baby’si
1971 – William Peter Blatty’nin Şeytan – The Exorcist’i
1971 -  Thomas Tryon’un Diğeri – The Other’ı
  Bu kitaplar King’ün gelecekteki ününün tarlasını sürüyordu. 1973 ocağında King, Carrie adlı romanını Doubleday yayınevine, editör William Thompson’a yolladı. Thomson bu kitabı basmaya karar verdi. Carrie bir anda çok satan kitap oldu. Bunu 1974 Nisanında İkinci Geliş - Second Coming adıyla yazılan  ve Salem’s Lot adıyla piyasaya çıkan ikinci kitap izledi. İkinci kitap ta iyi sattı. Ünü bütün dünyayı tutacak bir yazar doğmuştu.


Işıltı Her Şeydir!
1974 yazının sonunda Stephen King özel bir kitap yazmaya karar verdi. Bunun için bir lokasyon seçmek istedi. Yazdığı bütün kitapların konusu Maine’de geçiyordu. Biraz tebdili mekân eylemek iyi olacaktı. Yazarlık işi hobi olmaktan çıkmıştı. Kariyere dönüşüyordu.King yer seçme işini şöyle anlatıyor: ‘Karım ‘nereye gitmek istiyorsun?’ dedi ve sonra gözümü bir mendille bağladı. Rand Mc Nally’nin atlasında ABD’yi açtı ve ‘Elinle bir yeri işaretle’ dedi.
İstediğini yaptım. Parmağımla hiç görmeden Colorado’yu, Boulder şehrine çok yakın bir yeri işaretledim.’
   Ve hiç vakit kaybetmeden Boulder şehrinde South Forty-second sokağı 330 numarada. 30 Ekim 1974’te Estes parkına yakın Stanley otelinde kalırlar. Colorado o aylarda yaklaşan kışın da etkisiyle kurtların uluduğu tekinsiz bir eyalettir. Otele giden yolda şöyle bir tabela vardır. ’15 Ekimden itibaren yollar muhtemelen kapalı olacaktır’
  Karı koca 217 numaralı odada kalırlar. Balo odasında müzik yoktur. Sezon sonudur. Otel kapanışa hazırlanıyordur. Akşam yemeğinden sonra Tabitha King yatmak için odalarına çekilir. Stephen King bara gider. Ona Grady adlı bir barmen hizmet eder.
  Öyküde Delbert Grady eski bakıcıdır. Yıllar önce bu otelde kışın bakıcılık yaparken karısı ve ikiz kızlarını balta ile doğrayarak öldürmüştür. Sona doğru olaylar çığrından çıkmaya başlarken balo salonu dirilir. Müzik, dans eden çiftler ve şampanyalar belirir. Öyküde ve filmde Grady(Philip Stone)  garson rolünde Jack Torrance (Jack Nickolson) ile ilişkiye geçer ve ona oğlunu acilen öldürmesini telkin eder. Barda henüz kimsecikler yokken ve otel yeni yeni uyanıyorken ona Lloyd(Joe Turkel)  adlı bir hayalet barmen hizmet verecektir.
  King odasına gitmek için bomboş uzun koridorlardan psişik güçleri, bir ses yükselticisi gibi etki yapan küçük bir çocuğu hayal etti. ‘Otelin mazisinde yaşanmış kötücül olaylar ardında iz bırakmış olsa ve çocuğun psişik gücü bu izleri canlandırsa. Şu odada bir ceset bulunsa mesela. Çocuğun babası tövbe etmiş bir alkolik olsun. Otel onu ele geçirip anne ve çocuğu elimine etmeye çalışsa.’ King gece odasına yatmaya giderken öykü doğmuştu.
  King sonradan bir söyleşide, The Shining’deki baba oğul ilişkisi için şunları söyleyecektir:
‘Tv’de babalar hep iyidir, ama gerçekte ebeveynler daima iyi değildir. Ben babasız büyüdüm. Kendimin de motivasyon olarak her zaman iyi olmadığım gerçeğiyle yüzleşmeliydim. ‘
   King kitabı Parıltı - The Shine adıyla yazar ve yayıncıya yollar. Yayıncı The Shine için pek heyecanlı değildir. Robert Marasco’nun Gazap Tohumu - Burnt Offerings adlı kitabı 1973’te yayımlanmış ve 1976’da filme çekilmiş ve baş rolleri Karen Black, Oliver Reed, Bette Davis  oynamıştır. Marasco’nun öyküsünde anne, baba, oğul ve teyze kendi plajı olan bir ev kiralarlar. Bu harika ev tekinsizdir. Onları hoş ve keyifli bir yaz yerine büyük bir felaket beklemektedir. Yayıncıyi isteksizleştiren öyküdeki bu benzerliktir. 
  Ayrıca Carrie’de telekinetik kız, Salem’s Lot’ta Vampirler ve The Shine’da da Telepatik çocuk konusu işlenmektedir. Kitabın yayımlanması için beklerken King dünya nüfusunu sonlandıran laboratuvar yapımı olan,  Captain Trips adlı bir virüsün yıkımı ve sonrasını konu olan Stand adlı romanını yazdı. Bu yazım iki yılını aldı ve tam 1200 sayfa hacmindeydi. Bu arada Carrie romanı 1975’te 1,33 milyon adet sattı. 1976’da Brian De Palma Carrie’yi filme çekmeye karar verdi. Telekinetik kız rolünü Sissy Spacek adlı tanınmamış bir genç oyuncuya verdi. Filmde çok genç John Travolta ve Nancy Allen da vardı. Sissy Spacek ve bu ikisi birkaç yıl içinde çok ünlendiler. Carrie filmi hepsine uğurlu gelecekti.  
  1977 yılında 3. Kitap The Shining adıyla çıktı. Çok satanlar listesinde birinci oldu. Ünlü yönetmen Stanley Kubrick öyküyü 1979’da filme çekti. Jack Nickolson ve Shelley Duval’in baş rolleri oynadığı film de ayrıca bir olay oldu. Hâlâ bir çok kimse için gelmiş geçmiş en iyi korku filmidir.
  Türkiye’de bu film Cinnet başlığıyla Türkçeleştirildi. Cinnet başlığı iki yönden hatalıydı. Birincisi içeride birinin delireceğini önceden anonslayarak sürprizin içine ediyordu. İkincisi ana konu birinin delirmesi değil parıltı denen bir tür enerjinin otelin içinde barındığı geçmişte yaşanmış kötülüğün izlerini tekrar canlandırmasıydı. Bu filme o sırada yapılan en büyük eleştirilerden birisi bu minvaldeydi. Kitabın Türkçe çevirisindeki Medyum başlığı göreceli olarak daha uygundu.
  Baş rol oyuncusu Jack Nickolson, 1975 yılında Milos Forman’ın ünlü filmi Guguk Kuşu - One Flew Over The Cuckoo’s Nest filmindeki rolüyle oskar almıştı.  Tutuklu olarak bulunduğu tımarhanede deli numarası yapan birini canlandırıyordu. Tımarhane üzerinden sistem eleştirisi yapan film hâlâ akıllardaydı. Televizyonda gösteriliyordu. The Shining fiminin başında Jack Torrancence’nin Overlook otelinin personel müdürünün, ‘Buradaki yalnızlığı nasıl doldurmayı düşünüyorsunuz?’ sorusuna ‘yazacak şeylerim var’ diyor ve Guguk kuşu’ndan hâlâ hatırladığımız o ünlü delilik ışıyan gülümsemesini patlatıyordu. Film ‘Bu sahne çok tüyo vericiydi’ şeklinde kritize edilmişti. 
  Stephen King sonradan bu filmden pek memnun olmadığını defalarca belirtti. 2013’te yayımladığı The Shining filmindeki çocuk kahramanın yetişkin halini anlatan Doktor Uyku – Doctor Sleep kitabı vesilesiyle verdiği söyleş de The Shining filminin bu kadar beğenilmesine şaştığını bir kez daha belirtti. Bence filmde öyküdeki küçük ama önemli bir ayrıntının olmaması bir eksiklikti. Jack Torrance zengin bir arkadaşıyla gezerlerken ısız bir yerde arabalarıyla bisikletli bir çocuğa çarpıyorlardı. Çocuğu bulamıyorlar, ama yamulmuş bisikletini görüyorlardı. Bu oteldeki iş ayyaşlık nedeniyle kredisi sıfır olan Bay Torrance’e sus payı olarak verilmişti. Yıllar sonra The Shining’i altı bölümlük mini dizi halini de izleyecektim. Yine de Kubrick sahnelerini yeğleyecektim. Usta bir yönetmen, usta bir yazarın öyküsüne kendi üslubuyla nefes üfleyip filmleştirmişti.
  Bir subliminal film yönetmeni olan Kubrick’in The Shining filmiyle ilgili 5 komplo teorisi mevcut. Burada çok kısaca bahsedip geçmek istiyorum. Bu filmle ilgili Okurlar youtube’dan Rob Ager’in bu filmle ilgili psikolojik ve sembolik çözümlemelerine kolaylıkla ulaşabilir.
1 – Öldürülen ikiz kızlar söylenildiği gibi aslında Grady’nin kızları değildir.
2 – Filmin sonlarına doğru bir sahnedeki kan nehrinde niteliği kestirilemeyen bir şey vardır.
3 – Balo salonunun adı ‘Gold Room’dur. Kubric filmde ABD’nin doları altın karşılığı olarak basmaktan vazgeçmesini sembolize eder. Filmin en sonunda 1921’de çekilmiş fotoğrafa yapılmış fotomontajla bunu açıklamak istemiştir.
4 – Bütün film CIA’nın zihin kontrol programının bir metaforundan ibarettir.
5 – En son sahnedeki fotoğrafta Jack Torrance tarot kartlarındaki Baphomet(İblis) gibi bir
pozla durmaktadır.
  Bu 5 maddeye şunları da ekleyeyim de komplo listesi komple olsunJ
6 – Apollo 11 aslında Ay’a inmemiştir. Bize gösterilen bir film montajıdır.
7 – Overlook oteli bir kızılderili mezarı üzerinde kurulmuştur. Dirilen sadece mazideki kötülük değil, kendilerine yapılan katliamın intikamını almak isteyen acılı ruhlardır.
  Korku filmlerinin bazıları sadece korku filmi değildir. Toplumsal veri taşıyanları, subliminal mesaj verenleri ve böyle sayısız sembolik öğeyle katmanlar şeklinde bilgi barındıranları mevcuttur. Başlı başına bir yazı konusu olduğu için bu kadarla sınırlıyorum. Kaldığımız yerden devam edelim.

Kitap ve Film Bandında Koşu

1977’de King’in Öfke – Rage adlı kitabı Richard Bachman müstear adıyla basılır ve beğeni toplar. The Shining’in çok satanlar listesinde olması o yıllarda başlığının sonunda ‘ing’ takısı olan kitapların çıkmasına neden ollur. The Piercing, The Burning, The Searing gibi. Bunlardan The Piercing’in konusu Carrie’yi çok andırmaktaydı.
  Gelelim King o ana kadarki en hacimli eserine. Mahşer – Stand 1200 sayfadır. Yayımcı bunun kısaltılmasını talep eder. King hiç istemeden bunu yapar ve 823 sayfalık bir kitap çıkar ortaya. Mahşer yazarın 5. Kitabı olarak 1978’de yayımlanır. Bu kitabın uzun versiyonu 1990 yılında basılır. Türkiye’de bu versiyon 2012 yılında Altın Kitaplar tarafından 1280 sayfa olarak yayımlandı.
  Usta yazar 1979 yılında Çağrı - The Dead Zone ve Uzun Yürüyüş - The Long Walk’u yayımladı. Uzun Yürüyüş için müstear ismi olan Richard Bachman’ı kullandı. Pirokinetik(bu terimi King’in icat ettiği söyleniyor) bakışlarıyla yangın çıkarabilme istidadına sahip olan küçük bir kızın romanı olan Tepki - Fire Starter  1980yılında basıldı. 1981’de iki kitap vardı. kuduran dev bir köpeğin yarattığı dehşetin hikayesini anlatan Cujo ve yine müstear isimle yayımlanan Ateş Yolu – Roadwork ile yoluna devam etti.
  Bu bahsini ettiğim kitapların filmleri bazı istisnalarıyla o yıllarda birer birer beyaz ekrana arzı endam etti. Bazı kitapları ise şu ana kadar filme çekilmedi. Bunların hemen hepsi müstear isimle yayımladıklarıydı. Richard Bachman! Bu ad neyi saklıyordu?

Filme Kapalı Kitaplar
  Stephen King’in ilk basılan romanı Carrie’dir (1974), ama ünlü yazarın kaleme aldığı ilk derli toplu romanı Uzun Yürüyüş - The Long Walk’tur. Kaba versiyonu bildiğiniz gibi 1967’de yazılmıştır. Azrail Koşuyor - The Running Man 1971 mahsulüdür. Yetmiş iki saatte yazıldığı şeklinde bir söylenti mevcuttur.  Hiddet – Rage adlı romanı da basımından çok önce yazılmış ve bahsini ettiğim diğer iki kitap gibi basımı reddedilmiştir.
  Yazar bildiğiniz gibi bu kitapları Richard Bachman müstear adıyla bastırdı.
1977 - Rage - Hiddet
1979 - The Long Walk  – Uzun Yürüyüş
1982 - The Running Man  – Azrail Koşuyor
  Biraz bu kitapların konularını hatırlayalım ve sonra bu konuyu neden açtığımı belirterek noktayı koyalım.
  Hiddet (Rage) romanında 17 yaşındaki Charlie Decker, ebeveynleriyle sorunları olan bir gençtir. Decker, bunalım geçirdiği bir gün iki öğretmenini öldürür ve sınıfta çocukları rehin alır. Daha sonra rehin alınan çocuklar ve Charlie, birbirlerine hayatta kendilerini rahatsız eden şeyleri söyleyerek bir tür terapi yapar. Öğrenciler dürüstlükle en mahrem sırlarını arkadaşlarıyla paylaşır. Bu arada dışarıda kuşatma ve Decker’le uzlaşma çabaları sürmektedir. Altmışların mirasçısı olan yetmişlerin çocuğu Decker’a empati duymamak, hiddetinin önemli bir kısmına kapılmamak imkânsızdır. Çok özgün bir yapıttır. Benzeri çok az olan etkileyici bir öyküdür.
  Uzun Yürüyüş (The Long Walk)  Her yıl 100 delikanlının katıldığı uzun bir yürüyüştür. Uyumadan ve durmadan bir kişi kalana kadar devam eden bir ölüm maratonudur. Bu yürüyüşte kuralları ihlal edenler ve yavaşlayanlar üç ihtardan sonra konvoyu takip eden askerler tarafından vurulurlar. Sadece en sona kalabilen kişi ödülü alabilecektir. Kitaptaki deyimle hantal devlet mekanizması buna göz yumuyor, organize ediyor, halk da izliyor ve alkışlayarak gençleri özendiriyor. Üstelik katılımcılar arasında kendi çocukları da var. Dahası muhtemel birinci üzerine ülke çapında 2 milyar dolarlık bahis dönmektedir. Öykü en sona kalarak Azrail’le kurşun yemeden tanışan Garraty adlı genç katılımcı merkezli anlatılıyor. Harika bir teknikle yazılmıştır ve S. King’in en orijinal öykülerinden biridir.
  Koushun Takami’nin 1999’da yayımladığı, 2000’de Kinji Fukasku tarafından filme çekilen Battle Royale’ın 20 yıl önceki nüshasıdır Garraty’nin öyküsü. 1969 doğumlu Takami’nin The Long Walk adlı öyküyü okumamış olabileceğini hiç sanmıyorum. Bu çok güçlü ve özgün distopik öykünün ABD’de filme çekilmemiş olması da Japonlar için büyük bir şans olmuştur.
  Battle Royale, Uzun yürüyüş’ün 20 yıl sonraki bir versiyonu gibidir. Mekân ABD’den (Maine) Japonya’ya taşınmıştır. Öykünün vurucu gücü hafiflemiştir. Çünkü her şey izole edilmiş bir adada olup bitmektedir ve katılım hür iradeyle yapılmamaktadır.
  Azrail Koşuyor’da (The Running Man) diğer kitaplara oranla en ağır distopik ortamı ve sömürüye karşı koyuşun en şiddetli halini buluruz. Yıl 2023. Ben Richards işsiz, fakir, devlet ianesiyle geçinen bir gençtir. Evlidir. On sekiz aylık kızı gripten hastadır. Ona ilaç alacak paraları bile yoktur. Yağlı pizza dilimleri ve devletin dağıttığı yosun haplarıyla yaşamaktadırlar. Karısı bazen bu nedenle fahişelik yapmak zorunda kalmaktadır. Ülke çapında inanılmaz bir hava kirliliği vardır. Çok ucuza imal edilip satılabilecek burun filtreleri halkı kırıma uğratmak için ancak orta sınıfın edinebileceği fahiş bir fiyatla satılmaktadır.
  Ben Richards kitlesel işsizlik nedeniyle iş bulabilmekten ümidini kesmiştir. Karısına ve hasta kızına daha iyi bir gelecek kurabilmek için insanların öldükleri, sakat kaldıkları televizyon programlarından birinde yer almak için başvurur. Ölmek ya da ağır yaralanmak karşılığında para kazanmak da sanıldığı kadar kolay değildir. Richards bir sürü testten geçer. İçinde bulunduğu gruptaki insanların yüzde doksanı elenir. Fizik güç, zekâ, kurnazlık, refleks, mukavemet, inatçı ruh ölçümleri yapılır ve Ben Richards biraz da geçmişindeki anarşik çıkış kayıtları nedeniyle de The Running Man programı için seçilir.
  Program yönetmeni Dan Killian, Richards’ı bürosuna çağırır. Bu özel katılımcıyı tanımak istemektedir. Ona altı yıldır süren programda şimdiye kadar hiç kimsenin sağ çıkmadığını anlatır. Bundan sonra da sağ çıkacağı sanılmamaktadır. 30 gün dayanabilirse varisleri en büyük ikramiyeyi alacaktır. Richards bir yerde elinde para bırakılacak ve sonrasında deneyimli avcılar peşine düşecektir. Bulununca iptal edilecektir haliyle.
  Richards’ın koşusu beklenmedik gelişimlere gebedir. Kendine halktan yardımcılar bulur. Peşindeki avcıların bir kısmını öldürerek seyircilerde karmaşık duygular uyandırır. Sonra orta sınıftan bir kadını rehin alır. Onu kullanarak kendine bir uçak tahsis ettirir. Ve sonra Bedava V televizyon şirketinin tek kule şeklindeki binasına tam da Killian’la göz göze gelebilecek şekilde vurarak programı sona erdirir.
  İlginçtir! Müstear adla basılan bu 3 kitap da filme çekilmemiştir.
  Şimdi The Running Man filmi 1987 yılında vizyona girdi diyeceksiniz. Filmi ve kitabı bilenler bana hak verecekler. Sadece filmin başlığı ve baş karakterin ismi öyküye benziyor. The Running Man beyaz perdeye aktarıldığında kitabı okuyanları şiddetli bir hayal kırıklığı beklemekteydi. 1.85 boyunda ve 75 kilogram olan verem hastası adayı Ben Richards’ı, 1.88 boyunda ve 115 kilo olan Arnold Schwarzenegger’in oynaması bile öykünün yeni hali üzerine fikir vermek için tek başına yeterlidir. Ağır distopik ortam, hava kirliliği, kitlesel fakirlik, inanılmaz gerçekçi totalitarian rejim tasvirleri yok olmuştur. Esas öyküden geri kalan trajikomik bir karikatürden başka bir şey değildir.  
  Uzun Yürüyüş - The Long Walk. -  Koşan Adam - The Running Man ve Hiddet – Rage ve hatta aynı çizgiden olan Ateş Yolu – Roadwork kitapları okuyanların beyninde TÖHAF yoluyla film oluyor. Neyse ki, böyle bir imkân mevcut. 
NOT: TÖHAF için lütfen Google’dan ‘Sadık Yemni Sözlüğü’ne bakınız.




Çözücü (2003) – Kubbe Altında (2011)
  Son sözü baştan söylemeli. Stephen King’in Kubbe’nin Altında – Under The Dome adlı 1024 sayfalı kitabını okuyunca ünlü yazarın yıllar önce yayımladığım Çözücü adlı eserimi okuyup çok etkilendiğini düşündüm. Fantezi bu haliyle, ama bana çok hoş bir duygu verdi. 
  Stephen King, ünlü Bilimkurgu ve Fantezi serisi olan The Outerlimits’i çok beğendiğini söylemişti bir söyleşisinde. Ben de 7 sezonluk diziyi defalarca izlemişimdir. Bu dizinin bölümlerinden birinde bir kentin nezih bir mahallesi birden etrafı geçilemez bir sınırla çevrilir. Bütün komünikasyon araçları devre dışı kalmıştır. Mahalleli ne olduğunu araştırırken aslında uzaylılar tarafından dünya denen gezegenden incelenmek üzere koparılıp alınmış bir numune olduklarını ve ışık yılları uzakta başka bir dünyaya ait bir laboratuvarda bulunduklarını bulgularlar. Nefes alabilmeleri için bir miktar gökyüzü de ambalaja dahil edilmiştir. Episodun adı: Feasibility Study – Fizibilite Çalışması. Yayın tarihi: 11 temmuz 1997.
   Ne diyorsunuz?
   Bu kadarı bile bir ilham fişeği ateşlemeye yeter. Sonra da her zeka kendi hayal tarlasını sürer.
  Biraz Çözücü’yü hatırlayalım: Bazıları yabancı turist olan 26 kişi İstanbul-Pera’da bir sabah uyandıklarını kendilerini yapayalnız bulurlar. Diğer herkes yokolmuştur. Üstlerinde şeffaf ve aşılamaz bir kubbe vardır. Dışarıya çıkılamamakta ve hiçbir şey içeriye girememektedir. Bu 26 kişi hayatta kalmaya gayret ederlerken olan biteni de kavramaya çalışırlar. diğe insanlara ne olmuştur? Bu kubbeyi kim koymuştur üstlerine? Hangi cins bir teknoloji eseridir? Dış dünyayla ilişkileri sıfırlanmıştır. Televizyon, radyo, internet, telsiz yayınları kesiktir. Aralarında acımasız kimseler vardır. Bunlar maddi kazanç ve intikam saikiyle cinayet işlemeye hazırlanmaktadır. Ve bu arada zaman gittikçe azalmaktadır.
  Çok ilginç değil mi? Daha da ilginci bu iki kitap hakkında yazanların ortak çizgilere epeyce fazla temas etmeleri. Bunlardan biri çok karakterin mevcudiyeti meselesi.  Kubbe Altında romanının temel özelliğinden biri baskın bir başkaraktere sahip olmaması. Bir kasaba dolusu karaktere yer ayırmak nedeniyle bu mümkün değildir. Bol ismin geçmesi nedeniyle eskiden Agatha Christie romanlarının giriş bölümünde olduğu gibi bir karakter listesi de sunuluyor.
Bütün çok karakterli romanlarda olduğu gibi, bunlardan biri Ruhlar Evi –  Needfull Things’ti örneğin;  bir olayın farklı kişilerde yarattığı sonuçlar eşzamanlı bölümlerle anlatılıyor.
  Dönelim Çözücü’ye: Kitabın içinde benim de bir karakter listem var.  Kendi elyazımla üstelik. Ve dahası; final bir aşağı bir yukarı ikimizin kitabında da aynı. Okuyanlar şaşıracaklar. Bana zaman zaman Türkiye’nin Stephen King’i diyenler çıkar. Under The Dome’den sonra bunu daha sık duyacağım sanırım.
  Çözücü adlı romanımı üstelik yeni bir finalle 2013 yılında Nar Kitap yayınları yeniden bastı. Karşılaştırmalı okuma sevenleri özellikle ilgilendirecektir.

Elim Bir Kaza ve Kara Kule
King yılda bir ya da iki kitap ve film bereketiyle yoluna devam ederken 19 Haziran 1999’da öğleden sonra King yürüyüş yaparken bir araba ona arkadan çarptı. Kalça kemiği kırıldı. Ağır yaralandı. Bir seri ameliyattan sonra yavaş yavaş sağlığına kavuştu. Ben kazayı öğrendiğim günlerde King’in bir an önce iyileşip bize daha bir çok roman yazması diye kalpten dua ettim. 2001’de yayımlanan Düş Avcısı – Dream Catcher romanı tek kelimeyle harikadır. Dönüş hediyesiydi. Usta yazar geri gelmişti.    
  King ikibin başlarında arka arkaya Kara Kule serisinin 5. Bölümü Calla’nın Kurtları (2003), Susannah’ın Şarkısı (2004) ve yine 2004’te 7. Kitap ve Kara Kule’yi  yayımlayarak ilk bölümünü 1982’de yazmaya başladığı Kara Kule dizisini sonlandırdı. Sonradan 2012’de Kara Kule serisinin 4,5. bölümü diyerek Anahtar Deliğinden Sızan Rüzgar - The Wind Through The Key Hole’u yayımladı.
  2013 yılında gizemli bir cinayet öyküsü olan Eğlence Parkı – Joyland ve   The Shining kitabının devamı niteliğindeki Doktor Uyku - Doctor Sleep yayımlandı. 2014’te hızlı bir dedektif romanı olan Bay Mersedes – Mr Mercedes adlı roman yayımlandı. Bunu Revival – Diriliş takip etti.

  Bay Mersedes Bill Hodges üçlemesinin ilk kitabıydı. Bunu Finders Keepers adlı ikinci kitap izledi. Bu satırlar yazılırken (27 Ekim 2016)  sadık okurlar üçlemenin son kitabı olan End of Watch’ın çevirisini bekliyor.

  Dar alanda böylesine çok eser vermiş bir yazarı ancak bu kadar anlatabildim. Gerisi bu yazıdan uyanan merakla size kalıyor sevgili tekinsiz metin okurları. İnsanlar neden korku-gizem türde kitap okumayı seviyor? Subliminal mesajlar üzerimizde ne denli etkili oluyor? Gerçekten türeyen karanlık bir bölge var mı? Bu soruların peşinden seğirtin lütfen.

  Yazımı Stephen King’in en sevdiğim 10 kitabının listesiyle noktalıyorum.

Sadık Yemni’den 10 Stephen King kitabı
1 -  Medyum - The Shining
2 –  Ceset – The Body 
3 -  Uzun Yürüyüş - The Long Walk
4 -  Hiddet – Rage
5 -  Mahşer – Stand
6 -  Kara Kule Serisi- The Dark Tower  
7-  Sadist – Misery
8 – Şeffaf - The Tommyknockers 
9-  Düş Kapanı – Dream Catcher
10- 11/22/1963


                                               --------------------------------------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder