Son
40 Yılın En Tanınmış Öykücüsü
Stephen King
Stephen
King belki de dünyanın en tanınmış öykücüsü. Sinematografik anlatımı ve
psiko-tekinsiz kurgusuyla okurlarının
gönlünde taht kurmuştur.
Zihnin İkiz Kuleleri
İnsan
zihninin ufkunda iki kule yükselir. Bunlardan biri gökkuşağı, diğeri de
alacakaranlık kuşağı kulesidir. Gök kuşağı renkli olanı sıradan yaşama dairdir.
Günlük pratikleri içerir. Diğeri karanlıkta kalan tekinsiz malzemenin yükseltisidir.
Bu iki kule sayısız köprülerle birbirlerine bağlıdır. Bu kanallardan kâbuslar,
iyi saate olsunlar, tekinsiz gölgeler günlük hayata bazen bir rüya, bazen de
anlık belirmeler şeklinde nüfuz eder. Bu geçişlenmelere esin dediğimiz de
vakidir. Birbirlerinden beslenen, aralarında organik ilişki bulunan iki kuledir
bu. Dahası, biri olmadan, diğeri varkalamaz. Doğamız icabı karanlık bölgeden fısıldanan
öyküler dinlemeyi pek severiz.
Stephen
King bu hayal kulelerimizin dekore edilmesinde ve fazladan katların
çıkılmasında katkısı olmuş nadir yazarlardan biridir. Altmışın üzerinde kitabı
var. Bu öykülerden filme çekilenlerin sayısı, kısa filmler de eklendiğinde yüzü
aşmakta.
King’i Anlatmak
Son
kırk yılda bu miktarda eser vermiş harika bir anlatıcıyı sınırlı bir alanda
nasıl anlatabileceğimi düşündüm. Daha önce kendisi hakkında birkaç deneme
kaleme aldım ve bunları yayımladım. Bütün kitaplarını (bazılarını birkaç kez)
okumuş ve öykülerinden yapılmış film ve dizilerin tamamını görmüş biri olarak elimden
gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Bir insan yedisinde neyse, yetmişinde de
odur derler. Bu noktadan hareketle sizlere bu mutena öykücüyü anlatmaya
çocukluğundan başlayıp, ününün ilk doruğuna çıktığı yere kadar getirmeyi
düşündüm.
Anlatım
esnasında benim paralel bir varlığım belirecek zaman zaman. İki nedenle. Birincisi;hayal gücümüzü
beslediğimiz kaynaklar pek benzeşiyor. İkincisi ise; bana zaman zaman
‘Türkiye’nin Stephen King’i’ denmesidir. Ciddi eleştirmenler ve tutkulu
okurlarım bu benzetmeye kesinlikle karşı çıkarlar. Ben de şahsen kendimi
ülkemizin King’i olarak görmem. Üretkenliğimiz ve zaman zaman ele aldığımız
konular benzeşebilir, ama bu daha bir çok yazar için de aynen geçerlidir.
‘Güneşin altında yeni bir şey yoktur ‘sözü çok eskidir, ama hâlâ aşılamamıştır.
Stephen Edwin King
Stephen
Edwin King 21 Eylül 1947’de
Portland-Maine’de doğdu. Kendinden iki yaş büyük ağabeyi David gibi savaş
sonrası bebeğiydi ve Baby Boomer
denilen kuşağa aitti. İki yaşındayken babası evden sigara almak için çıktı ve
bir daha geriye dönmedi. Anne Ruth King, yetenekli bir piyanistti ve ekzantrik
bir espri anlayışına sahipti. Çocuklarına bakabilmek için düşük maaşlı işlere
girdi çıktı. Geceleri fırında çalıştı. Gündüzleri evlere temizliğe gittiği
oldu. Çamaşırhanelerde ütücülük yaptı.
Haftada
40-50 saat çalışan Ruth King polisiye romanlar okumayı severdi. Agatha
Christie ve Erle Stanley Gardner okuruydu. Çocuklar
annelerine yaş günlerinde Perry Mason kitapları hediye ederlerdi.
Gerçeğin Beyaz ve Siyah Yüzü
Stephen
altı yaşındayken Stratford – Connecticut’a taşındılar. Orada dört yıl
yaşadılar. King bu yıllardan söz ederken Robert Louis Stevenson’un Define Adası
-Treasure Island ve Dr Jekyll ve Mr
Hyde – Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde kitaplarından söz eder. Dr Jekyll’ın serüveni
en beğendiğiydi. Annesi bu kitabı onlara okuyordu.
Dr
Jekyll ve Mr Hyde’ı, Stevenson 1886’da yayımladı. Bu kitap 1942’de Hamdi
Varoğlu’nun Türkçe çevirisiyle İki Yüzlü Adam başlığıyla yayımlandı. Benim
çocukluğumda bu kitap kütüphanemizde mevcuttu ve beni de çok derinden
etkilemişti. Ayrıca benim annem de bir Agatha Christie ve Sherlock Holmes
okuruydu. Bu yazarlarla tanışmak beni çocuk yaşta tümdengelim akıl yürütme
yöntemiyle tanıştırmıştır.
50 Sonları
4 Ekim 1957’de Stephen on yaşındayken Ruslar
bir metre çapında, doksan kilogram ağırlığında bir uyduyu yörüngeye oturttular.
King o sırada berberde traş için sıra bekliyordu. Radyoda bu haberi duyunca
önce şaka zannetti. ABD o sırada telefon, elektrik ışığı, uçaklar ve bütün
alanlarda dünyada birinciydi. Ülkesinin ilk kez bir şeyde birinci olmaması onda
aşağılık duygusu yarattı ve de korkuttu.
1958’de King on bir yaşındayken ailece Durham
– Maine’ye taşındılar. Durham elli sonlarında bir işçi şehriydi. Ruth King
burada sadece iki oğlunu değil, seksenini aşmış ve sıhhi durumları iyi olmayan
anne ve babasının bakımını da üstlendi.
1959’da King on iki yaşına geldiğinde 1.85
boyundaydı. Sinemaya indirimli kartla girerken kapıda biletleri kontrol edenler
onun on iki yaşında olduğuna inanmakta zorluk çekiyordu. O yaz abisi David
King’le birlikte Dave’s Rag adlı bir
dergi çıkardılar. El yapımı dergi siyah ve beyazdı. Teksir makinesiyle
çoğaltılmaktaydı. 2,5 sente sattıkları dergide mizah, mektuplar, spor haberleri
ve genel haberler yer almaktaydı.
Edgar Allan Poe’da yazar üzerinde etkili
olmuştu. Poe’nun Kuyu ve Sarkaç - The Pit
and The Pendulum adlı öyküsünden Roger Corman’ın çektiği B klas filmden çok
etkilenmişti. Beni de Poe’nun Altın Böcek adlı öyküsü etkilemiş ve gizli bir
yazı tertip etmeme neden olmuştu. Hâlâ bazı notlarımı bu şifreli yazıyla
tutarım.
İşin sırrı: Nitelik ve Nicelik
1962’de
King daha kariyerinin çok başlarında amatör yazarla profesyonel yazar
arasındaki farkın ‘nitelik ve nicelik’ olduğunu keşfetmişti. Bu sözcükle benim
de bir anım var. Hollanda ve Belçika’nın çok tanınmış yazarı Annie Schmidt’le
ölümünden kısa bir süre önce Amsterdam’da bir yazarlar toplantısında tanıştım.
Bana ‘Hiç unutma. Nitelik ve nicelik. Tek önemli olan budur.” Dedi. Bu sözünü
kulağıma küpe yaptım.
249 Kulüp
King o yıllarda evinde 249 Clup adlı bir
oluşum yarattı. O sırada oturdukları evin numarasından esinlenmişti. Kulüp
üyeleri burada iskambil oynuyor, mecmua okuyor ve öyküler anlatıyordu.
Sonradan böyle bir kulüp büyük bir ağacın
üzerinde kurulacak ve ünlü Ceset – Body
adlı romanında önemli bir yer tutacaktı. Dört arkadaş ağaç üstündeki
kulüplerinde iskambil oynarlar, öyküler anlatırlar. Bu kulüp onları bir arada
tutan sihirli bir bağdır adeta. Hepsi de on iki yaşındadır. Bulundukları yerden
70 kilometre doğuda ıssız bir yerde ölmüş kalmış bir çocuğun cesedi bulunduğu
haberini alınca, dört arkadaş bu cesedi görmeye giderler. Bu yolu yürüyerek
aşarlar. Ormanda gecelerler. King’in otobiyografik romanında olağanüstü
olaylar, gizemli yaratıklar yoktur. Buluğ öncesi hayal dünyasında yaşayan dört erkek çocuğun ölümü
merak etmesinin öyküsüdür.
Yine bu yıllarda King, Lisbon Falls
yakınlarındaki Lisbon High School’a kayıt olur. Okul otobüsü yoktur.
Çocuklarını oraya yollayan aileler Mike adlı birinin eski bir limuzini
kiralayıp çocukları okula bu arabayla yollarlar. Bu çocuklardan biri ileride
King’in ilk basılan kitabı olan Göz - Carrie
adlı romanındaki ana kahramana model olacaktır.
Yazarın Favori Kitapları
Yıllar
geçer. King on bin kişilik öğrenci şehri olan Orono’daki Maine Üniversitesi’ne
gider. Utangaçtır ve parlak bir öğrencidir. O sıralardaki en büyük korkusu
yalnız kalmak, arkadaş edinememektir. O sıralarkda Çağdaş Amerikan Edebiyatı
kursunda John Steinbeck ve William Faulkner okumalarına başlar. O sıralardaki
en favori kitapların listesini Scholastic Scope dergisine şöyle bildirdi:
Hepimiz
Vampiriz - I am Legend – Richard
Matheson,
Sineklerin
Tanrısı - Lord of the Flies – William
Golding,
Koleksiyoncu
- The Collector – John Fowles,
Gazap
Üzümleri - The Grape of Wrath – John
Steinbeck ,
Adsız
Sansız Bir Jude - Jude the Obscure –
Thomas Hardy
Yazmak Denen Uzun Yürüyüş
1967’de Uzun Yürüyüş - The Long Walk’un kaba versiyonunu yazar. Bunu bir yayıncıya yollar.
Reddedilir. Bir kenara saklar.
1969 baharında süper güçlü bir grip virüsünün
yaptığı tahribatı konu ettiği Night Surf – Gece Sörfü adlı öyküsü
gizemli öyküler basan Reaper’s Image dergisinde yer alır ve bundan 35 dolar
kazanır.
1970 yılında Karanlıktaki Kılıç - Sword in the Darkness adlı 150 000 kelimelik bir roman bitirir.
Yayıncılara yollar. Kimse talip olmaz. Yıllar sonra kendisi eseri hakkında şunu
söyleyecektir. ‘Sarhoşken bile beğenemediğim bir metindi.’
King Hayatının Kadınını Buluyor
King yıllar sonra şunu yazdı: ‘Hayatımda
yaptığım tek önemli şey Tabitha Spuce’a evlenme teklif ettiğim andır. Ona
sırılsıklam aşık olmuştum.’
2
Ocak 1971’de Stephen Edwin King ve Tabitha Jane Spruce Orono’nun kuzeyindeki
Old Town’da evlendiler. Tabitha Roma Katolik büyütülmüştü. Evlilik seromonisi
katolik kilisede yapıldı. King’in ailesi Metodist kiliseye bağlıydı. Resepsiyon
da metodist kilisede yapıldı.
1971 yılında Tabitha üniversitenin tarih
bölümünden mezun oldu. Kendisine uygun bir iş bulması mümkün değildi.
Bangor’daki Dunking Donuts’ta garson olarak çalışmaya başladı. Bu arada Naomi
adlı kızları doğdu. King yazmaya devam ediyordu. Getting It On adlı eseri
basıma uygun bulunmadı. Editörü ‘karakterler iyi çizilmişti, ama kurgu çok
karmaşıktı’ diyecekti sonradan.
King bir öğretmenlik işi buldu. Hampden
Academy’de ders vermeye başladı. King bu yılları sonradan kötü zamanlar olarak
değerlendicekti. ‘Eseri basılmamış biriydim, bir treylırda yaşıyordum,
yazarlığı beceremeyeceğim duygum giderek artıyordu, kıt kanaat geçiniyordum ve
bebek her gece ağlıyor ve çığlıklar atıyordu.’
Bugün Stephen King
Maine’deki malikanesinde karısı Tabitha King ile yaşıyor. Owen Phillip, Joseph Hillstrom and
Naomi Rachel adlı üç çocuğu ve şimdilik dört torunu var
Korku Romanı Zamanları
1971’de King Koşan Adam – The Running Man adlı eserini yazdı. Hasta çocuğuna ilaç
alabilmek için ölümcül bir yarışmaya giren adamın öyküsünü sanki kendi de
ölümcül bir yarışmadaymış gibi 72 saatte yazdığı söyleniyor. Bu eseri de
yayıncılar tarafından reddedildi.
Bunlar olurken o yıllarda dünyaca ün kazanan
ve filme çekilen üç roman yayımlandı. Üçü de korku janrındaydı.
1967
- Ira Levin’in Rosemary’nin Bebeği – Rosemary’s
Baby’si
1971
– William Peter Blatty’nin Şeytan – The
Exorcist’i
1971
- Thomas Tryon’un Diğeri – The Other’ı
Bu kitaplar King’ün gelecekteki ününün
tarlasını sürüyordu. 1973 ocağında King, Carrie
adlı romanını Doubleday yayınevine, editör William Thompson’a yolladı.
Thomson bu kitabı basmaya karar verdi. Carrie
bir anda çok satan kitap oldu. Bunu 1974 Nisanında İkinci Geliş - Second Coming adıyla yazılan ve Salem’s
Lot adıyla piyasaya çıkan ikinci kitap izledi. İkinci kitap ta iyi sattı. Ünü
bütün dünyayı tutacak bir yazar doğmuştu.
Işıltı Her Şeydir!
1974
yazının sonunda Stephen King özel bir kitap yazmaya karar verdi. Bunun için bir
lokasyon seçmek istedi. Yazdığı bütün kitapların konusu Maine’de geçiyordu.
Biraz tebdili mekân eylemek iyi olacaktı. Yazarlık işi hobi olmaktan çıkmıştı.
Kariyere dönüşüyordu.King yer seçme işini şöyle anlatıyor: ‘Karım ‘nereye
gitmek istiyorsun?’ dedi ve sonra gözümü bir mendille bağladı. Rand Mc Nally’nin
atlasında ABD’yi açtı ve ‘Elinle bir yeri işaretle’ dedi.
İstediğini
yaptım. Parmağımla hiç görmeden Colorado’yu, Boulder şehrine çok yakın bir yeri
işaretledim.’
Ve hiç
vakit kaybetmeden Boulder şehrinde South Forty-second sokağı 330 numarada. 30
Ekim 1974’te Estes parkına yakın Stanley otelinde kalırlar. Colorado o aylarda
yaklaşan kışın da etkisiyle kurtların uluduğu tekinsiz bir eyalettir. Otele
giden yolda şöyle bir tabela vardır. ’15 Ekimden itibaren yollar muhtemelen
kapalı olacaktır’
Karı koca 217 numaralı odada kalırlar. Balo
odasında müzik yoktur. Sezon sonudur. Otel kapanışa hazırlanıyordur. Akşam
yemeğinden sonra Tabitha King yatmak için odalarına çekilir. Stephen King bara
gider. Ona Grady adlı bir barmen hizmet eder.
Öyküde Delbert Grady eski bakıcıdır. Yıllar
önce bu otelde kışın bakıcılık yaparken karısı ve ikiz kızlarını balta ile
doğrayarak öldürmüştür. Sona doğru olaylar çığrından çıkmaya başlarken balo
salonu dirilir. Müzik, dans eden çiftler ve şampanyalar belirir. Öyküde ve
filmde Grady(Philip Stone) garson
rolünde Jack Torrance (Jack Nickolson) ile ilişkiye geçer ve ona oğlunu acilen
öldürmesini telkin eder. Barda henüz kimsecikler yokken ve otel yeni yeni
uyanıyorken ona Lloyd(Joe Turkel) adlı
bir hayalet barmen hizmet verecektir.
King odasına gitmek için bomboş uzun
koridorlardan psişik güçleri, bir ses yükselticisi gibi etki yapan küçük bir
çocuğu hayal etti. ‘Otelin mazisinde yaşanmış kötücül olaylar ardında iz
bırakmış olsa ve çocuğun psişik gücü bu izleri canlandırsa. Şu odada bir ceset
bulunsa mesela. Çocuğun babası tövbe etmiş bir alkolik olsun. Otel onu ele
geçirip anne ve çocuğu elimine etmeye çalışsa.’ King gece odasına yatmaya
giderken öykü doğmuştu.
King sonradan bir söyleşide, The Shining’deki baba oğul ilişkisi için
şunları söyleyecektir:
‘Tv’de babalar hep iyidir, ama
gerçekte ebeveynler daima iyi değildir. Ben babasız büyüdüm. Kendimin de
motivasyon olarak her zaman iyi olmadığım gerçeğiyle yüzleşmeliydim. ‘
King kitabı Parıltı - The Shine adıyla yazar ve yayıncıya yollar. Yayıncı The Shine için pek heyecanlı değildir.
Robert Marasco’nun Gazap Tohumu - Burnt
Offerings adlı kitabı 1973’te yayımlanmış ve 1976’da filme çekilmiş ve baş
rolleri Karen Black, Oliver Reed, Bette Davis oynamıştır. Marasco’nun öyküsünde anne, baba,
oğul ve teyze kendi plajı olan bir ev kiralarlar. Bu harika ev tekinsizdir.
Onları hoş ve keyifli bir yaz yerine büyük bir felaket beklemektedir. Yayıncıyi
isteksizleştiren öyküdeki bu benzerliktir.
Ayrıca Carrie’de
telekinetik kız, Salem’s Lot’ta
Vampirler ve The Shine’da da
Telepatik çocuk konusu işlenmektedir. Kitabın yayımlanması için beklerken King
dünya nüfusunu sonlandıran laboratuvar yapımı olan, Captain
Trips adlı bir virüsün yıkımı ve sonrasını konu olan Stand adlı romanını yazdı. Bu yazım iki yılını aldı ve tam 1200
sayfa hacmindeydi. Bu arada Carrie
romanı 1975’te 1,33 milyon adet sattı. 1976’da Brian De Palma Carrie’yi filme çekmeye karar verdi.
Telekinetik kız rolünü Sissy Spacek adlı tanınmamış bir genç oyuncuya verdi.
Filmde çok genç John Travolta ve Nancy Allen da vardı. Sissy Spacek ve bu ikisi
birkaç yıl içinde çok ünlendiler. Carrie
filmi hepsine uğurlu gelecekti.
1977 yılında 3. Kitap The Shining adıyla çıktı. Çok satanlar listesinde birinci oldu.
Ünlü yönetmen Stanley Kubrick öyküyü 1979’da filme çekti. Jack Nickolson ve
Shelley Duval’in baş rolleri oynadığı film de ayrıca bir olay oldu. Hâlâ bir
çok kimse için gelmiş geçmiş en iyi korku filmidir.
Türkiye’de bu film Cinnet başlığıyla
Türkçeleştirildi. Cinnet başlığı iki yönden hatalıydı. Birincisi içeride
birinin delireceğini önceden anonslayarak sürprizin içine ediyordu. İkincisi
ana konu birinin delirmesi değil parıltı denen bir tür enerjinin otelin içinde
barındığı geçmişte yaşanmış kötülüğün izlerini tekrar canlandırmasıydı. Bu
filme o sırada yapılan en büyük eleştirilerden birisi bu minvaldeydi. Kitabın
Türkçe çevirisindeki Medyum başlığı göreceli olarak daha uygundu.
Baş rol oyuncusu Jack Nickolson, 1975 yılında
Milos Forman’ın ünlü filmi Guguk Kuşu - One
Flew Over The Cuckoo’s Nest filmindeki rolüyle oskar almıştı. Tutuklu olarak bulunduğu tımarhanede deli
numarası yapan birini canlandırıyordu. Tımarhane üzerinden sistem eleştirisi
yapan film hâlâ akıllardaydı. Televizyonda gösteriliyordu. The Shining fiminin
başında Jack Torrancence’nin Overlook otelinin personel müdürünün, ‘Buradaki
yalnızlığı nasıl doldurmayı düşünüyorsunuz?’ sorusuna ‘yazacak şeylerim var’
diyor ve Guguk kuşu’ndan hâlâ hatırladığımız o ünlü delilik ışıyan
gülümsemesini patlatıyordu. Film ‘Bu sahne çok tüyo vericiydi’ şeklinde kritize
edilmişti.
Stephen King sonradan bu filmden pek memnun
olmadığını defalarca belirtti. 2013’te yayımladığı The Shining filmindeki çocuk
kahramanın yetişkin halini anlatan Doktor Uyku – Doctor Sleep kitabı vesilesiyle verdiği söyleş de The Shining filminin bu kadar
beğenilmesine şaştığını bir kez daha belirtti. Bence filmde öyküdeki küçük ama
önemli bir ayrıntının olmaması bir eksiklikti. Jack Torrance zengin bir
arkadaşıyla gezerlerken ısız bir yerde arabalarıyla bisikletli bir çocuğa
çarpıyorlardı. Çocuğu bulamıyorlar, ama yamulmuş bisikletini görüyorlardı. Bu
oteldeki iş ayyaşlık nedeniyle kredisi sıfır olan Bay Torrance’e sus payı
olarak verilmişti. Yıllar sonra The
Shining’i altı bölümlük mini dizi halini de izleyecektim. Yine de Kubrick
sahnelerini yeğleyecektim. Usta bir yönetmen, usta bir yazarın öyküsüne kendi üslubuyla
nefes üfleyip filmleştirmişti.
Bir subliminal film yönetmeni olan Kubrick’in
The Shining filmiyle ilgili 5 komplo
teorisi mevcut. Burada çok kısaca bahsedip geçmek istiyorum. Bu filmle ilgili
Okurlar youtube’dan Rob Ager’in bu
filmle ilgili psikolojik ve sembolik çözümlemelerine kolaylıkla ulaşabilir.
1
– Öldürülen ikiz kızlar söylenildiği gibi aslında Grady’nin kızları değildir.
2
– Filmin sonlarına doğru bir sahnedeki kan nehrinde niteliği kestirilemeyen bir
şey vardır.
3
– Balo salonunun adı ‘Gold Room’dur. Kubric filmde ABD’nin doları altın
karşılığı olarak basmaktan vazgeçmesini sembolize eder. Filmin en sonunda
1921’de çekilmiş fotoğrafa yapılmış fotomontajla bunu açıklamak istemiştir.
4
– Bütün film CIA’nın zihin kontrol programının bir metaforundan ibarettir.
5
– En son sahnedeki fotoğrafta Jack Torrance tarot kartlarındaki Baphomet(İblis)
gibi bir
pozla
durmaktadır.
Bu 5 maddeye şunları da ekleyeyim de komplo
listesi komple olsunJ
6
– Apollo 11 aslında Ay’a inmemiştir. Bize gösterilen bir film montajıdır.
7
– Overlook oteli bir kızılderili mezarı üzerinde kurulmuştur. Dirilen sadece
mazideki kötülük değil, kendilerine yapılan katliamın intikamını almak isteyen
acılı ruhlardır.
Korku filmlerinin bazıları sadece korku filmi
değildir. Toplumsal veri taşıyanları, subliminal mesaj verenleri ve böyle
sayısız sembolik öğeyle katmanlar şeklinde bilgi barındıranları mevcuttur.
Başlı başına bir yazı konusu olduğu için bu kadarla sınırlıyorum. Kaldığımız
yerden devam edelim.
Kitap ve Film Bandında Koşu
1977’de
King’in Öfke – Rage adlı kitabı
Richard Bachman müstear adıyla basılır ve beğeni toplar. The Shining’in çok
satanlar listesinde olması o yıllarda başlığının sonunda ‘ing’ takısı olan
kitapların çıkmasına neden ollur. The
Piercing, The Burning, The Searing gibi. Bunlardan The Piercing’in konusu
Carrie’yi çok andırmaktaydı.
Gelelim King o ana kadarki en hacimli
eserine. Mahşer – Stand 1200
sayfadır. Yayımcı bunun kısaltılmasını talep eder. King hiç istemeden bunu
yapar ve 823 sayfalık bir kitap çıkar ortaya. Mahşer yazarın 5. Kitabı olarak
1978’de yayımlanır. Bu kitabın uzun versiyonu 1990 yılında basılır. Türkiye’de
bu versiyon 2012 yılında Altın Kitaplar tarafından 1280 sayfa olarak yayımlandı.
Usta yazar 1979 yılında Çağrı - The Dead Zone ve Uzun Yürüyüş - The Long Walk’u yayımladı. Uzun Yürüyüş
için müstear ismi olan Richard Bachman’ı kullandı. Pirokinetik(bu terimi King’in
icat ettiği söyleniyor) bakışlarıyla yangın çıkarabilme istidadına sahip olan
küçük bir kızın romanı olan Tepki - Fire
Starter 1980yılında basıldı. 1981’de
iki kitap vardı. kuduran dev bir köpeğin yarattığı dehşetin hikayesini anlatan Cujo ve yine müstear isimle yayımlanan Ateş
Yolu – Roadwork ile yoluna devam
etti.
Bu bahsini ettiğim kitapların filmleri bazı
istisnalarıyla o yıllarda birer birer beyaz ekrana arzı endam etti. Bazı
kitapları ise şu ana kadar filme çekilmedi. Bunların hemen hepsi müstear isimle
yayımladıklarıydı. Richard Bachman! Bu ad neyi saklıyordu?
Filme Kapalı Kitaplar
Stephen King’in ilk basılan romanı Carrie’dir (1974), ama ünlü yazarın
kaleme aldığı ilk derli toplu romanı Uzun Yürüyüş - The Long Walk’tur. Kaba versiyonu bildiğiniz gibi 1967’de
yazılmıştır. Azrail Koşuyor - The Running
Man 1971 mahsulüdür. Yetmiş iki saatte yazıldığı şeklinde bir söylenti mevcuttur. Hiddet – Rage
adlı romanı da basımından çok önce yazılmış ve bahsini ettiğim diğer iki kitap
gibi basımı reddedilmiştir.
Yazar bildiğiniz gibi bu kitapları Richard
Bachman müstear adıyla bastırdı.
1977
- Rage - Hiddet
1979
- The Long Walk – Uzun Yürüyüş
1982
- The Running Man – Azrail Koşuyor
Biraz bu kitapların konularını hatırlayalım
ve sonra bu konuyu neden açtığımı belirterek noktayı koyalım.
Hiddet (Rage) romanında 17 yaşındaki Charlie Decker, ebeveynleriyle
sorunları olan bir gençtir. Decker, bunalım geçirdiği bir gün iki öğretmenini
öldürür ve sınıfta çocukları rehin alır. Daha sonra rehin alınan çocuklar ve
Charlie, birbirlerine hayatta kendilerini rahatsız eden şeyleri söyleyerek bir
tür terapi yapar. Öğrenciler dürüstlükle en mahrem sırlarını arkadaşlarıyla
paylaşır. Bu arada dışarıda kuşatma ve Decker’le uzlaşma çabaları sürmektedir.
Altmışların mirasçısı olan yetmişlerin çocuğu Decker’a empati duymamak,
hiddetinin önemli bir kısmına kapılmamak imkânsızdır. Çok özgün bir yapıttır.
Benzeri çok az olan etkileyici bir öyküdür.
Uzun Yürüyüş (The Long Walk) Her yıl 100
delikanlının katıldığı uzun bir yürüyüştür. Uyumadan ve durmadan bir kişi
kalana kadar devam eden bir ölüm maratonudur. Bu yürüyüşte kuralları ihlal
edenler ve yavaşlayanlar üç ihtardan sonra konvoyu takip eden askerler
tarafından vurulurlar. Sadece en sona kalabilen kişi ödülü alabilecektir.
Kitaptaki deyimle hantal devlet mekanizması buna göz yumuyor, organize ediyor,
halk da izliyor ve alkışlayarak gençleri özendiriyor. Üstelik katılımcılar
arasında kendi çocukları da var. Dahası muhtemel birinci üzerine ülke çapında 2
milyar dolarlık bahis dönmektedir. Öykü en sona kalarak Azrail’le kurşun
yemeden tanışan Garraty adlı genç katılımcı merkezli anlatılıyor. Harika bir
teknikle yazılmıştır ve S. King’in en orijinal öykülerinden biridir.
Koushun Takami’nin 1999’da yayımladığı,
2000’de Kinji Fukasku tarafından filme çekilen Battle Royale’ın 20 yıl önceki nüshasıdır Garraty’nin öyküsü. 1969
doğumlu Takami’nin The Long Walk adlı
öyküyü okumamış olabileceğini hiç sanmıyorum. Bu çok güçlü ve özgün distopik
öykünün ABD’de filme çekilmemiş olması da Japonlar için büyük bir şans
olmuştur.
Battle
Royale, Uzun yürüyüş’ün 20 yıl sonraki bir versiyonu gibidir. Mekân ABD’den
(Maine) Japonya’ya taşınmıştır. Öykünün vurucu gücü hafiflemiştir. Çünkü her
şey izole edilmiş bir adada olup bitmektedir ve katılım hür iradeyle
yapılmamaktadır.
Azrail Koşuyor’da (The Running Man) diğer kitaplara oranla en ağır distopik ortamı ve
sömürüye karşı koyuşun en şiddetli halini buluruz. Yıl 2023. Ben Richards
işsiz, fakir, devlet ianesiyle geçinen bir gençtir. Evlidir. On sekiz aylık
kızı gripten hastadır. Ona ilaç alacak paraları bile yoktur. Yağlı pizza
dilimleri ve devletin dağıttığı yosun haplarıyla yaşamaktadırlar. Karısı bazen
bu nedenle fahişelik yapmak zorunda kalmaktadır. Ülke çapında inanılmaz bir
hava kirliliği vardır. Çok ucuza imal edilip satılabilecek burun filtreleri
halkı kırıma uğratmak için ancak orta sınıfın edinebileceği fahiş bir fiyatla
satılmaktadır.
Ben Richards kitlesel işsizlik nedeniyle iş
bulabilmekten ümidini kesmiştir. Karısına ve hasta kızına daha iyi bir gelecek
kurabilmek için insanların öldükleri, sakat kaldıkları televizyon
programlarından birinde yer almak için başvurur. Ölmek ya da ağır yaralanmak
karşılığında para kazanmak da sanıldığı kadar kolay değildir. Richards bir sürü
testten geçer. İçinde bulunduğu gruptaki insanların yüzde doksanı elenir. Fizik
güç, zekâ, kurnazlık, refleks, mukavemet, inatçı ruh ölçümleri yapılır ve Ben
Richards biraz da geçmişindeki anarşik çıkış kayıtları nedeniyle de The Running Man programı için seçilir.
Program yönetmeni Dan Killian, Richards’ı bürosuna
çağırır. Bu özel katılımcıyı tanımak istemektedir. Ona altı yıldır süren
programda şimdiye kadar hiç kimsenin sağ çıkmadığını anlatır. Bundan sonra da
sağ çıkacağı sanılmamaktadır. 30 gün dayanabilirse varisleri en büyük
ikramiyeyi alacaktır. Richards bir yerde elinde para bırakılacak ve sonrasında
deneyimli avcılar peşine düşecektir. Bulununca iptal edilecektir haliyle.
Richards’ın koşusu beklenmedik gelişimlere
gebedir. Kendine halktan yardımcılar bulur. Peşindeki avcıların bir kısmını
öldürerek seyircilerde karmaşık duygular uyandırır. Sonra orta sınıftan bir
kadını rehin alır. Onu kullanarak kendine bir uçak tahsis ettirir. Ve sonra
Bedava V televizyon şirketinin tek kule şeklindeki binasına tam da Killian’la
göz göze gelebilecek şekilde vurarak programı sona erdirir.
İlginçtir! Müstear adla basılan bu 3 kitap da
filme çekilmemiştir.
Şimdi The
Running Man filmi 1987 yılında vizyona girdi diyeceksiniz. Filmi ve kitabı
bilenler bana hak verecekler. Sadece filmin başlığı ve baş karakterin ismi
öyküye benziyor. The Running Man
beyaz perdeye aktarıldığında kitabı okuyanları şiddetli bir hayal kırıklığı
beklemekteydi. 1.85 boyunda ve 75 kilogram olan verem hastası adayı Ben
Richards’ı, 1.88 boyunda ve 115
kilo olan Arnold Schwarzenegger’in oynaması bile öykünün
yeni hali üzerine fikir vermek için tek başına yeterlidir. Ağır distopik ortam,
hava kirliliği, kitlesel fakirlik, inanılmaz gerçekçi totalitarian rejim
tasvirleri yok olmuştur. Esas öyküden geri kalan trajikomik bir karikatürden
başka bir şey değildir.
Uzun Yürüyüş - The Long Walk. - Koşan Adam
- The Running Man ve Hiddet – Rage ve hatta aynı çizgiden olan Ateş Yolu – Roadwork
kitapları okuyanların beyninde TÖHAF yoluyla film oluyor. Neyse ki, böyle bir
imkân mevcut.
NOT: TÖHAF için lütfen Google’dan ‘Sadık Yemni Sözlüğü’ne bakınız.
Çözücü (2003) – Kubbe Altında (2011)
Son sözü baştan söylemeli. Stephen King’in Kubbe’nin Altında – Under The Dome adlı 1024 sayfalı
kitabını okuyunca ünlü yazarın yıllar önce yayımladığım Çözücü adlı eserimi
okuyup çok etkilendiğini düşündüm. Fantezi bu haliyle, ama bana çok hoş bir
duygu verdi.
Stephen King, ünlü Bilimkurgu ve Fantezi serisi olan The Outerlimits’i
çok beğendiğini söylemişti bir söyleşisinde. Ben de 7 sezonluk diziyi defalarca
izlemişimdir. Bu dizinin bölümlerinden birinde bir kentin nezih bir mahallesi
birden etrafı geçilemez bir sınırla çevrilir. Bütün komünikasyon araçları devre
dışı kalmıştır. Mahalleli ne olduğunu araştırırken aslında uzaylılar tarafından
dünya denen gezegenden incelenmek üzere koparılıp alınmış bir numune
olduklarını ve ışık yılları uzakta başka bir dünyaya ait bir laboratuvarda
bulunduklarını bulgularlar. Nefes alabilmeleri için bir miktar gökyüzü de
ambalaja dahil edilmiştir. Episodun adı: Feasibility
Study – Fizibilite Çalışması. Yayın tarihi: 11 temmuz 1997.
Ne diyorsunuz?
Bu kadarı bile bir ilham fişeği ateşlemeye
yeter. Sonra da her zeka kendi hayal tarlasını sürer.
Biraz Çözücü’yü
hatırlayalım: Bazıları yabancı turist olan 26 kişi İstanbul-Pera’da bir sabah
uyandıklarını kendilerini yapayalnız bulurlar. Diğer herkes yokolmuştur.
Üstlerinde şeffaf ve aşılamaz bir kubbe vardır. Dışarıya çıkılamamakta ve
hiçbir şey içeriye girememektedir. Bu 26 kişi hayatta kalmaya gayret ederlerken
olan biteni de kavramaya çalışırlar. diğe insanlara ne olmuştur? Bu kubbeyi kim
koymuştur üstlerine? Hangi cins bir teknoloji eseridir? Dış dünyayla ilişkileri
sıfırlanmıştır. Televizyon, radyo, internet, telsiz yayınları kesiktir.
Aralarında acımasız kimseler vardır. Bunlar maddi kazanç ve intikam saikiyle
cinayet işlemeye hazırlanmaktadır. Ve bu arada zaman gittikçe azalmaktadır.
Çok ilginç değil mi? Daha
da ilginci bu iki kitap hakkında yazanların ortak çizgilere epeyce fazla temas
etmeleri. Bunlardan biri çok karakterin mevcudiyeti meselesi. Kubbe
Altında romanının temel özelliğinden biri baskın bir başkaraktere sahip
olmaması. Bir kasaba dolusu karaktere yer ayırmak nedeniyle bu mümkün değildir.
Bol ismin geçmesi nedeniyle eskiden Agatha Christie romanlarının giriş
bölümünde olduğu gibi bir karakter listesi de sunuluyor.
Bütün çok karakterli romanlarda
olduğu gibi, bunlardan biri Ruhlar Evi –
Needfull Things’ti örneğin; bir
olayın farklı kişilerde yarattığı sonuçlar eşzamanlı bölümlerle anlatılıyor.
Dönelim Çözücü’ye: Kitabın
içinde benim de bir karakter listem var. Kendi elyazımla üstelik. Ve dahası; final bir
aşağı bir yukarı ikimizin kitabında da aynı. Okuyanlar şaşıracaklar. Bana zaman
zaman Türkiye’nin Stephen King’i diyenler çıkar. Under The Dome’den sonra bunu daha sık duyacağım sanırım.
Çözücü adlı romanımı üstelik yeni bir finalle 2013 yılında Nar Kitap
yayınları yeniden bastı. Karşılaştırmalı okuma sevenleri özellikle
ilgilendirecektir.
Elim Bir Kaza ve Kara
Kule
King
yılda bir ya da iki kitap ve film bereketiyle yoluna devam ederken 19 Haziran 1999’da öğleden sonra King yürüyüş yaparken bir araba ona
arkadan çarptı. Kalça kemiği kırıldı. Ağır yaralandı. Bir seri ameliyattan
sonra yavaş yavaş sağlığına kavuştu. Ben kazayı öğrendiğim günlerde King’in bir
an önce iyileşip bize daha bir çok roman yazması diye kalpten dua ettim.
2001’de yayımlanan Düş Avcısı – Dream
Catcher romanı tek kelimeyle harikadır. Dönüş hediyesiydi. Usta yazar geri
gelmişti.
King
ikibin başlarında arka arkaya Kara Kule serisinin 5. Bölümü Calla’nın Kurtları (2003),
Susannah’ın Şarkısı (2004) ve yine 2004’te 7. Kitap ve Kara Kule’yi yayımlayarak ilk bölümünü 1982’de yazmaya
başladığı Kara Kule dizisini sonlandırdı. Sonradan 2012’de Kara Kule serisinin
4,5. bölümü diyerek Anahtar Deliğinden Sızan Rüzgar - The Wind Through The Key Hole’u yayımladı.
2013 yılında gizemli bir cinayet öyküsü olan
Eğlence Parkı – Joyland ve The
Shining kitabının devamı niteliğindeki Doktor Uyku - Doctor Sleep yayımlandı. 2014’te hızlı bir dedektif romanı olan Bay
Mersedes – Mr Mercedes adlı roman
yayımlandı. Bunu Revival – Diriliş takip
etti.
Bay Mersedes Bill Hodges üçlemesinin ilk
kitabıydı. Bunu Finders Keepers adlı
ikinci kitap izledi. Bu satırlar yazılırken (27 Ekim 2016) sadık okurlar üçlemenin son kitabı olan End of Watch’ın çevirisini bekliyor.
Dar alanda böylesine çok eser vermiş bir
yazarı ancak bu kadar anlatabildim. Gerisi bu yazıdan uyanan merakla size
kalıyor sevgili tekinsiz metin okurları. İnsanlar neden korku-gizem türde kitap
okumayı seviyor? Subliminal mesajlar üzerimizde ne denli etkili oluyor? Gerçekten
türeyen karanlık bir bölge var mı? Bu soruların peşinden seğirtin lütfen.
Yazımı Stephen King’in en sevdiğim 10
kitabının listesiyle noktalıyorum.
Sadık Yemni’den 10 Stephen King kitabı
1 - Medyum - The Shining
2 – Ceset – The Body
3 - Uzun Yürüyüş - The Long Walk
4 - Hiddet – Rage
5 - Mahşer – Stand
6 - Kara Kule Serisi- The Dark Tower
7- Sadist – Misery
8 – Şeffaf - The
Tommyknockers
9- Düş Kapanı – Dream Catcher
10- 11/22/1963
--------------------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder