16 Mart 2017 Perşembe

Wilders: Mucizevi Bir Deva!


Hollanda’daki seçimlerden bundan böyle havada savrulan cop ve ısıran köpeklerle birlikte hatırlayacağımız Mark Rutte’nın partisi birinci çıktı. Wilders kendine biçilen rolü başarıyla oynadı ve kulisine çekildi.

Esas hikâye çok basit. Wilders Hollanda içinde 2 işe yarıyor. Demokrat düşünceli Hollandalılar’ın tepesinde Demokles’in kılıcı gibi duruyor ve ‘Gelirim ha…’ diyor. Neoliberal, yani küresel baskı yapıyor ve dahası faşizme karşı ortak cephe kurulmasını engelliyor. Malum FETÖ ve Wilders’in sahibi aynı.

İkincisi, ülkedeki Müslüman, Polonyalı, Bulgar gibi yabancılardan rahatsız olan ırkçı zihniyetli kesimin de karın ağrısına ilaç olarak raydan çıkmasını engelliyor.

Hollanda’da yaşayan Müslümanlar ve onlarla empati kuranlar bu gerilimi iliklerinde hissediyor ve bilinçleniyor.


Wilders bizim için mucizevi bir deva aslında. Müzmin Batıcılılaşma komasından çıkma sürecimizi hızlandırıyor. 

15 Mart 2017 Çarşamba

Bir Öykü: Fauton Kaçakları


Fauton Dizisi :1

  Kadının adı Meliha’ydı. İkinci katın camından dışarıya bakıyordu. Gün içinde trafiği kanlı canlı olan caddede normal olmayan bir şeyler fark etmişti. Bu nedenle gözlerini kısmıştı.  Saniyeler aktı gitti. Bir şey olmayınca dönüp hemen arkasındaki sandalyede arkası dönük oturan kısa beyaz saçlı adama baktı. Gazete bulmacasına dalmıştı yine.
  Meliha tam ona caddeyle ilgili bir şey diyeceği sırada hissikablelvukuyla başını caddeye çevirdi. O şey yine oluyordu. Kadın caddenin karşı tarafında sola doğru giden iki bölmeli kırmızı otobüsün hemen arkasından gelen beyaz BMW’yi görünce nefesini tuttu. İçinden ‘Araba şimdi otobüsü sollayacak ve karşıdan gelen şu turuncu minibüsle çarpışmasına ramak kalacak’ diye geçirdi.
  Soluk almadan akan giden saniyeler sonrasında tuhaf bir şey hariç her şey düşüncesi doğrultusunda gerçekleşti. Turuncu minibüs vaktinde fren yapınca çarpışma son anda engellendi. Karşılıklı ateş eden silahşörler gibi araçların klaksonları çaldı ve sustu. Meliha bu sahneyi defalarca görmüştü. Farklı olan camın tam karşısında karşı kaldırımda duran lacivert tişörtlü, uçuk mavi pantolon giymiş kumral bir kadındı. Çok genç durmuyordu. Elli başları falan diye tahmin etti Meliha. Kilosunu iyi korumuş ama. Sol elinde dondurma vardı. Bakışları karşılaşınca sağ elini havaya kaldırarak kendisine neşeli bir selam verdi. Vitrininde beyaz harflerle Libase yazılı bir butiğin önünde duruyordu. Aralarındaki mesafe taş çatlasa yirmi beş metreydi. Meliha gayri ihtiyari aynı hareketi yineleyince kadın ‘Gelsene aşağıya’ işareti yaptı.
  “Meliha, uskumrugiller ailesinden iri bir balık. Yedi harfli. Üçüncü harfi K.” 
  Kadının ‘gel’ çağrısı ve kocası Fehmi’nin son bir saat içinde belki yirmi defa tıpatıp aynı şekilde söylediği sözler bir arada uyuşuk duran bilincinde bir sıçrama yaptı.
  “Fehmi gel şuraya bir bak.”
  “Balığın ismi ne olacak peki?”
  Meliha, ‘Orkinos’ demekten son anda vazgeçti ve “Çabuk dedim. Gel bak şuraya.”
  Adam ses tonundaki heyecan tınısından etkilenmişti. Elindeki kurşun kalemi gazetenin üstünde bırakıp ayağa kalktı ve aheste adımlarla yanına geldi. O gelene kadar turuncu minibüs, beyaz BMW ve otobüs iyice uzaklaşıp görünmez olmuşlardı. Ona el sallayan kadın el kol hareketi yapmayı bırakmış aynı yerde duruyordu. Meliha kadını çok merak etmişti, ama önce ondan daha yakıcı bir düşünceyi test etmek istiyordu. Kadın ve meçhul niyeti şimdi ikincil önemdeydi.
  “Ne var?”
  “Biraz bekle. ”
  “Neyi bekleyeyim?”
  “Biraz sabırlı ol ve dinle. Birazdan şu taraftan kırmızı renkli uzun bir otobüs gelecek. Arkasından hızla bir BMW yetişecek, yeni model beyaz bir BMW, onu sollayacak ve de karşıdan gelen turuncu bir minibüsle çarpışmalarına ramak kalacak. Karşılıklı korna çalıp gidecekler.”
  “Nerden biliyorsun?”
  Meliha içini çekerek lacivert tişörtlü kadına baktı. Ellerini göğsünde kavuşturmuş bekliyordu. Kadını hiçbir yerden tanımıyordu, ama zihninde bir aşinalık akısı parlamıştı. Nefesini tutup bekledi. Hımbıl saniyeler isteksizce akıp gitti ve ansızın sağ taraftan kırmızı renkli iki parçalı otobüs göründü. Sol taraftan da turuncu minibüs gelmekteydi. Meliha kocasına baktı. Adamın yüzü hayret yüklüydü. Beyaz BMW otobüsün arkasından gelip solladı. Klaksonlar çaldı ve araçlar yollarına devam etti. Kocası apışmış durumdaydı. Meliha da ondan aşağı kalır durumda değildi. Lacivertli kadına baktı. Aynı şekilde duruyordu. Meliha kadınla konuşmaya can atar olmuştu birden.
  “Nasıl bildin bunu?”
  “Durmadan aynı şey oluyor da ondan. Sen bana kimbilir kaç defa Orkinos’un K’sini sordun.
  Fehmi’nin yüksek tansiyon nedeniyle hep kırmızı olan yüzü bir ton daha kızarmıştı birden. “Vay canına!” dedi. “Ben de bu cama gelip kaç defa baktım. Kırmızı otobüs, beyaz araba ve turuncu minibüs. Bu ilki değildi.”
  Meliha kulakları uğuldayarak kocasına baktı. Belleğindeki belli belirsiz kıpırtılar kocasının haklı olduğunu söylüyordu. Başlangıç noktası sandığı yerde değildi. Karşı kaldırımdaki kadına baktı. Sırtı dönüktü bu defa. Butiğin vitrinine bakıyordu. İçinden bir ses ‘O biliyor. O biliyor. Git konuş.’ diyordu.
  “Ne yapıcaz?”
  Bu sözler üzerine kadın içini çekerek oturma odasına baktı. Sokak kapısına yakın duran iki mukavva kutu, bir masa, iki sandalye dışında oda boştu. Beyninde dayalı döşeli bir salon fotoğrafı belirdi ve kayboldu. Bordo koltuk takımları, divan, el örgüsü halılar, klasik tarzda sehpalar, büfeler, kristal kül tablaları ve duvardaki yağlı boya tablo. Fehmi’nin gençliğinde yaptığı Osman Hamdi’nin ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’ tablosunun bire bir kopyası. Herkes hayran oluyordu becerisine. Beş bin liraya alıcısı bile hazırdı. Peki odanın böyle boş olması ne demekti?
  “Ben korkmaya başladım Meliha.”
  Meliha ‘ben de’ anlamına başını salladı ve masanın üzerindeki gazetenin tarihine baktı. 29 Kasım 2013 tarihli bir gazetenin bulmaca ekiydi. Kadının uyanan belleği bu odada meydana gelmiş çok tatsız bir şeyin ön bilgisini yollamıştı.
  “Bir şey yapmamız lazım.”
  Kadın kocasına baktı. Adam haklıydı. O kadın, o kadın biliyordu. Yardım edebilirdi.
  “Dışarı çıkalım.”
  Eskiden portmantonun olduğu yer boştu. İkisinin de ayaklarında ev terliği vardı. Dışarıda hava sıcaktı. İnsanlar ince giyimliydi, ama ayakkabı giymeden, üzerine ya da eline bir şey almadan dışarı çıkılır mıydı? Cüzdansız, kimliksiz, makyajsız. Birbirlerine baktılar ve ânında ‘başka çare yok’ fikrinde anlaştılar. Kocası mimikleriyle ‘sen yap’ mesajı yollayınca Meliha elini kapının tokmağına uzattı ve kapıyı kasaya bağlayan dili çözdü.

*

  Kapının karşı kaldırıma ve lacivertli kadının hemen dibine açılmasına çok şaşamadılar. Yüklendikleri şok nedeniyle şaşırma kotaları dolmuş ve hissiyatları bir anlığına kilitlenmişti.
 Lacivertli kadın sandığından daha uzun boylu ve daha yaşlıydı. Yetmişine merdiven dayamıştı; ama dinç görünümlüydü. İri ela rengi gözleri, boyalı gür saçlarıyla hoş bir havası vardı.
  “Geldiniz sonunda.”
  “Ne oluyor? Bir fikriniz var mı?”
  “Tanışalım önce. Adım Meral.”
  “Ben Meliha, kocam Fehmi.”
  Meral konuşkan ve sempatik biriydi. Ellerini sıktı. “Memnun oldum. Belediyenin bilgisayar kursunu başarıyla bitirdim. Beyin kanamasından ölmeden bir gün önce. Sonra kendimi burda buldum. Sabah akşam. Geceleri donuk akışlı bir bilinçle. Gündüzleri cadde trafiği hızıyla. Ama geriye doğru.”
  “Geriye doğru mu?”
  “Evet. Ben 2015yılının Şubat’ında öldüm ve neden bilmiyorum bu caddeye geldim.”. Kadın eliyle biraz ilerideki mini marketin önünde duran gazeteleri işaret etti. “Şu anda 2013 yılının 29 Kasım’ındayız. Şu elimdeki dondurmaya bak. Ne bir tek kez yaladım ne de bir damlası eridi aktı. Bunca zamandır böyle. Karnım acıkmadı. Uykum gelmedi. Canım sıkılmadı.”
  Meliha son dakikalarda bunu duymaya hazırlıklıydı, ama yine de sarsılmıştı.
 “Biz de mi?”
  Meral Hanım anlayışla tebessüm etti ve başıyla olumladı.
  Meliha yan gözle Fehmi’ye baktı. Adamın gözleri dolmuştu. “Şimdi ne olacak?”
 “Siz şu ana kadar gördüğüm ilk benzerimsiniz. Başkaları da olabilir belki. Sanırım birlikte geçmişe doğru kaymaya devam edeceğiz. Her sabah bir önceki sabah olacak.”
  “Böyle ne kadar devam eder ki?”
  “Orasını Allah bilir. Bekleyip göreceğiz. Geldiğinize sevindim. Yalnız hiç canım sıkılmadı, ama beraber olunca daha iyi.”
  Meliha kelimelerini tartarak dışarı saldı. “Öldük, ama bilinç taşımaya ve dış dünyayı deneyimlemeye devam ediyoruz. Bunun bir nedeni olması gerekmez mi?”
  “Gerekir tabii, ama aklımız ermez. Yıllardır buradayım. Tek bir mantıklı izah bulamadım bu varlık tezahürüme.”
  Meliha’nın belleğine geçmişe ait bilgiler üşüşmeye başlamıştı. Fehmi’yle üniversitede tanışmış ve evlenmişlerdi. İkisi de gıda mühendisiydi. Organik gıda malzemeleri satan bir dükkânları vardı. Çocukları olmamıştı. Penceresinden dışarı baktığı daire onların mülküydü. Yirmi iki yıldır orada oturuyorlardı. Sonra birden Meliha kendini bir arabada gördü. Beyaz bir arabaydı. Kocası kullanıyordu. Fotoğraflar gözünün önünden çok hızlı geçiyordu. Ne yaparsa yapsın kareleri sabitleyemiyordu. Yorgunluk verici bir işlemdi. Vazgeçip kocasına baktı. Onun yüzünde de ansızın hücum eden bilgilerle halleşen bir ifade vardı. Meral her şeyi kabullenmiş birine has tevekkülle tebessüm ediyordu. Meliha’nın beyninde birden çok gaddar bir soru patladı, ama bunu seslendiremeden araya bir olay girdi. 
  Beyaz bir otobüs tam önlerinde durmuştu. Eski model bir Mersedes’ti. Meliha’ya lisedeyken geziye gittikleri otobüsleri hatırlatıyordu. İçinde çoluk çocuk, adam kadın on kadar yolcu vardı. Aracın kapısı açıldı. İriyarı, esmer, Ayhan Işık bıyıklı bir şoför onlara bakıp gülümsedi ve “Haydi binin bakalım Fauton Kaçakları. Çabuk olun da geç kalmayalım.” Dedi.
  Meliha en önde duruyordu. “Siz de kimsiniz ya?” diye sordu hayretle.
  “Ben Fauton Kaçakları’nı toplayan üniteyim.”
  Meliha adamın konuşmasında ve ortamın üzerine yaptığı etkiyle organize bir şaka kokusu almıyordu. “Neymiş bu Fauton denen şey?” dedi.
  Şoför saygılı bir mesafesizlikle gülümsedi. “Kendileri foton üreten akıllı fotonlar. Bunlara Fauton deniyor. Fotonlar elektro manyetik alanların teşkili dahil evrendeki her şeyden sorumludur. Fautonların sayısı çok azdır. Bunlar bazen hayatlara öngörülmeyen, program dışı şekillerde müdahale ederler. Bunlara ancak belli bir dereceye kadar göz yumuluyor. Fautonların elektro manyetik dalga salınımlarında da bir sınır var. 10 21 Hertz en üst sınırdır. Zetta Hertz yani. Bu aşılınca geri toplanmaları gerekir. Yönetmelikte böyle yazıyor.”
  “Biz şimdi Fauton muyuz yani?”
  “Evet. Üstelik frekansınız 10 24 Hertz. Yotta Hertz deniyor. Buna izin yok. Çok sakıncalı bir seviye. Siz insan değilsiniz. Sandığınız gibi bir geçmişiniz yok. Kötü bir kopyadan ibaretsiniz. Bozunma katsayınız çok düşük. Tahribat çapınızsa büyük. Bu nedenle sizi alıp esas ait olduğunuz yere götüreceğim.”
  Meliha çok merak etmişti. “Neresiymiş orası?”
  Bunu ben izah edemem.” Dedi şoför. “Ben sadece gelir, alır ve götürürüm. Bilgim ve görgüm vardığım yeri, yani nihai kaynağı çözümlemekten acizdir. ”
  Meliha başını çevirip Meral’e baktı. Kadın bu işte bir hinoğlu hinlik sezmiyordu belli ki. Ayağını otobüsün basamağına koymaya hazırdı.  Kocası da benzer bir ruh halindeydi. Dışarıda  serseri gibi durmaktansa örgütlü bir girişime dahil olmak istiyordu. Meliha’nın da şaşırtıcı bir şekilde bunu yapmaya teşne olduğunu fark edince omuzlarını silkti ve sağ ayağıyla otobüsün alt basamağına bastı.

*
    Meliha bir rüyanın ardından uyandı. Etrafına baktı. Arabalarının içindeydi. Otobandaydılar. Fehmi direksiyondaydı. İstanbul’a Meliha’nın kız kardeşini ziyarete gitmişlerdi. Balıkesir’e, evlerine dönüyorlardı. Saatine baktı, sabahın dört buçuğuydu. Rüyasında gördüğü şeylerin algısı şiddetlenince içini bir korku bürüdü. Fehmi lens kullanıyordu, ama altmış sekiz yaşındaydı ve artık geceleri iyi görmüyordu. Kocasının ısrarı üzerine gece yolculuğuna razı gelmişti. Adam da onun ısrarı üzerine İstanbul’a gitmişti çünkü.
  “Bugün ayın kaçı?”
  Kocası sağırmışçasına sözlerine hiçbir tepki vermemişti.  Kısık gözlerle ileriye bakıyordu. “Sana söylüyorum Fehmi.” Dedi Meliha daha yüksek sesle.
 Fehmi’nin omuzlarında bir dirilme oldu. Hırıltılı bir şekilde nefesini dışarı saldı. Oturduğu yerde dikleşti. “Ne dedin?”
  Bütün gayretine rağmen sesi uykulu çıkmıştı. Meliha’nın içi iyice buz kesmişti. Araba yüz on beş kilometre hızla gidiyordu ve kocası muhtemelen son saniyelerde uyuklamaktaydı. Konuşunca dirilmişti.
  “Bugün ayın kaçı dedim.”
  Fehmi içini çekti ve gaza basan ayağındaki baskı gücünü azaltırken, “Ayın 28’i.” dedi. Sinyal vererek sağ şeride geçti ve hızını belirgin bir şekilde azalttı. Arkalarından turuncu bir minibüs hışım gibi geçti. Geçerken iki kez klaksona bastı. Fehmi de ona aynı şekilde karşılık verdi.
  Meliha içinden ‘vay canına’ dedi ve kocasının minibüs hakkında bir şey söylemesini bekledi. Unutmuştu belli ki.  “28 Kasım mı yani?” diye sordu.
  Fehmi, ‘hanım iyi misin?’ bakışıyla baktı, yüzünü süzdü ve başıyla olumladı.
  Meliha, 29 Kasım sabahındaki garabeti, yinelenen sahneleri, Meral Hanımı ve bir otobüsün onları almaya gelmeleri dahil her şeyi hatırlıyordu. Şoförün yüzünü unutmuştu. Alice Harikalar Diyarında’ki kedinin gülümsemesi gibi aklında sadece adamın bıyıkları vardı. Yottaları, zettaları, fautonları falan unutmuştu, ama aklında kalanlardan tek bir anlam çıkarmıştı. Eğer Fehmi vaktinde uyanmasaydı kaza geçirecekler ve 29 Kasım’ı göremeyeceklerdi. Meliha o garip rüyaları gördüğü uykudan tam zamanında uyanmıştı.
  “Eve daha ne kadar var?”
  “Elli, altmış kilometre falan.”
  Meliha, sol eliyle kocasının omuzuna dokundu. “Geldik sayılır. Az ileride nefis mercimek çorbası yapan bir yer var biliyorsun. Orada bir ihtiyaç molası verelim. Bir çorba içelim. Üstüne de bir kahve. Ne dersin?”
  Fehmi’nin yüzündeki itiraz çizgileri pek kısa ömürlü olmuştu. Az önce sol şeritte o kadar sürat yaparken bir anlığına uyuduğunu fark etmiş ve fena halde tırsmıştı. Yoksa direnir ‘Kahveyi evde ben yaparım.’ deyip gaza basardı.
  “Tamam.”
  Yolbaşı adlı çorbacının önünde durdular. Arabayı park ettiler. Meliha arabanın kapısını açıp sağ ayağını yere basınca camdan gördüğü şeyleri, Meral Hanımı ve kaçak peşindeki otobüs şoförünün bıyıklarını falan bir anda unutuverdi. 
                                                                                                                    Balçova Kasım 2013


HOLLANDA GERÇEĞİ - Hüseyin Altınalan - Romancı Sadık Yemni’yle Yapılmış Röportaj 21.07.2007



VII. BÖLÜM (21.07.2007)




“….Bu sabah uyandım. Amsterdam’daki yüzler değişmiş… Bakkalın, ev doktorumun, kondüktörün, köpek gezdiren komşumun yüzleri eskisinden farklı. Hepsinin değil. Tamamen değil. Bazılarının ki çok belirgindi. Hayır delirmedim. Farklı diyorsam bir bildiğim var. Gidip başka semtlerdeki yüzlere de baktım. Değişmeyenler azınlıkta desem yeridir. Çeşitli değişim aşamasında olanlar kaplamış sokakları. Ciddi bir salgın var. Kimse beni ciddiye almayacak biliyorum, ama uzaydan bir müdahale söz konusu olmalı. NEP galaksisinden. Sonunda geldiler işte. Başka bir izahı mümkün mü?

…….

İşgal var. Yüzlerimiz elden gidiyor. Bir sabah uyanınca tanıdığım, bildiğim herkesin tamamen farklı birilerine dönüşeceğini keşfetmekten korkuyorum” diyerek anlatıyor Sadık Yemni, Hollanda’daki keskin değişimi. Hüseyin Altınalan

                                              “Sadık Yemni’nin Muhabbet Evi” adlı romanından.






Theo van Gogh’un öldürülmesiyle yükselmeye başlayan yabancı karşıtlığından yola çıkarak, Avrupa gerçeğine içeriden bakan Usta yazar Sadık Yemni, “Muhabbet Evi” romanında , “Yabancılaşmaktan, duyarsızlaşmaktan, vicdansız, duyarsız tüketim canavarı çocuklar yetiştirmekten, antidepresansız yaşayamamaktan korkuyorum. En çok da gereksiz yere benden korkan yerlilerden korkuyorum. Çünkü burada yaşıyorum” diyor. Ve yabancıları içine almakta zorlanan Avrupa ile Avrupalı olmak ya da olmamak çizgisinde sıkışmış yabancılar arasındaki gerilimi ve Hıristiyan dünya ile Müslüman dünya arasındaki yabancılığa dikkat çekiyordu…

Ana tema olarak bu konuları ele alması başına iş açıyordu…. 

Hatırlarsanız Hollanda’da, gerek politikacılar gerekse yetkililerce yabancılara karşı ağır açıklamalarda bulunulmuştu. Ancak, bu sözlerin ötesinde daha da ileri gidilmiş, “Göçmenlere yönelik politikaları sert bulan, yumuşatılması yönünde açıklamalar yapan aydınlar tehdit edilmişti. Bazılarına mermili mektuplar gönderilerek gözdağı verilmişti.

Biz de bu tehditlerden nasibini almış usta kalem Sadık Yemni ile Hollanda’daki değişimi konuştuk:

Hollanda özgür, ama giderek polis devleti olma yolunda

Gerek romanlarınızda gerekse beyanatlarınızda, Hollanda’da yaşayan yabancıların “artık kendilerini eskisi kadar özgür hissedemediklerini” belirtiyorsunuz. Neden?

Çoğu insan, çeşitli çevrelerin baskısını üzerinde hissettiği için bildiklerini söylemekte tereddüt ediyor. Hollanda halkı, kendi ulusunu kollayan bir halk. Bizlere göre daha milliyetçi davranıyorlar. Keşke bu huy, bu özellik bizlere de sirayet etse. Türkiye’de milliyetçilik maalesef çok zayıf… Elbette, herkesin kendi menfaati vardır, ama ülkenin genel menfaatlerini korumak zorundasınız. İşte bu anlayış, Hollanda’da çok güçlü.

Peki, Hollanda insan hakları konusunda şu anda ne durumda?

Hollanda, aslında refah seviyesi çok yüksek, pek çok standardı yakalamış, insan haklarının korunduğu bir yer, özellikle de kendi insanlarına karşı… Ama bunun yanında birtakım aksaklıklar da var elbette. Son zamanlarda politik bakışta bir değişikliğe gidileceği gibi bir görünüm var. ‘İçeride ne olursa olsun, dışarıya yansımasın’ görüşü hâkim. 2002 yılına kadar Hollanda’yı dışarıdan tanıyanların sayısı çok azdı. Bizler bu ülkede yaşamamıza rağmen Hollanda’yı hala tam olarak tanıyamadık.

Hollanda’nın görünen yüzüyle gerçek yüzü aynı değil

Yani, dışa kapalı oldukları söylenebilir mi?

Evet, biraz dışarı kapalı oldukları söylenebilir. Ancak özel bir girişimde bulunmak, araştırmak ve ilgilenmek isterseniz, Hollanda toplumunu tanıma imkânı bulursunuz. Tabii tüm gerçekleri dışarıya birebir yansıtmıyorlar. Ancak bunu olumsuz anlamda algılamamak lazım fakat gerçek bu… Hollanda’nın görünen yüzüyle gerçek yüzü aynı değil. Bildiğiniz gibi 2002 yılında burada politik bir cinayet işlendi. Bu ülkeyi çok çalkaladı. Tüm dünyanın dikkati Hollanda üzerine çekildi. Dolayısıyla bu ülkeyle ilgili daha çok araştırma yapılmaya başlandı. Küreselleşmenin etkileri hızlanmaya başladıkça, Hollanda da dünyaya açılmaya başladı ister istemez. Bütün bunlara bu açıdan baktığınızda, 2002’den sonra buradaki gelişmeler daha fazla dikkat çekmeye başladı. Hollanda’daki yabancıların uyumu meselesi sosyal bir sarsıntı meydana getirmeye başladığında, diğer ülkelerin dikkatlerinin de buraya yönelmesine yol açtı. 

Hollanda’da yaşanan bu sert dönüşümde hangi faktörler etkili oldu?

Birbirine bağlı olayların gerçekleşmesi, Irak işgali ve diğer gelişmeler bazı dengeleri değiştirdi ve karmaşık bir yapı oluşturdu. Geçmişe göre daha liberal görünen ülkede, ekonomik sorunlar çıktı. Bazı aşırı sağcılar prim yaptı, bu arada. Mesela ‘Müslümanlar burada kalmak istiyorsa, Kuran’ın yarısını yırtıp atmalılar’ gibi kabul edilemeyecek sözler sarf ediyordu bazı politikacılar. Bunları söyleyerek prim yapıyor, mecliste sandalye sayısını artırabiliyorsanız, o ülkede ciddi bir sorun var demektir. Ama tabii ki bunların yanında, sağduyulu çoğunluğun duygularını yansıtan siyasetçiler de mevcut. Yabancı karşıtlığıyla bir yere varılamayacağını anlayan insanlar da çok. 

- Yabancılar, özellikle de Türkler bu duruma karşı nasıl bir tavır koymalılar? 

- Buradaki Türk kuruluşları, kendi vizyonlarının yettiği kadar tepki veriyorlar. Ne yapmalılar sorusuna gelince, bunun cevabı biraz zor tabii ki. Belirli politik alanlar var. Görüşlerinizi bu alanlarda ifade ediyorsunuz. Yanlışlara karşı tepkinizi dile getiriyorsunuz. Bunlar yapılıyor. Tabii ki biraz manipüle de ediliyor. Bu da bir yere kadar normal aslında… Ama birlikte daha iyi bir geleceğe doğru baktığımızda, birlik olunursa çok daha faydalı işler yapılır. Aydınlara düşen görev, tahrik edici açıklamalar, girişimler yapmamaktır. Bu gibi davranışlar iki tarafa da zarar vermekten başka bir işe yaramaz. 

Hollanda’da yaşayan Türk aydınlar nasıl bir tepki gösteriyorlar?

1980’lerden itibaren buraya göç edenlerin çoğu siyasi nedenler yüzünden gelmişlerdi. Bunların en azından onda birlik kısmından benim beklentilerim vardı. Hollandalı politikacılarla, yazarlarla ve halkla daha sıkı ilişkiler içerisine girmelerini ümit ederdim, ama öyle olmadı. Buraya gelen Türkler kendi içlerine kapandılar, asosyal oldular. Aydınlarımızın ortaya koydukları herhangi bir araştırma eseri yok. Arkalarında kalıcı eserler bırakmalıydılar. Teorik olarak bilgi noksanlığımız olduğu için de aydınlar arası yeterince bir kaynaşma olmadı. Buradaki aydınlarımızın çok azı müstesna, bu ülke hakkında yeterli bilgileri de yok. Dolayısıyla yeterli bilginiz olmadığı takdirde, gelişmelerin asıl mahiyetini anlayamazsınız. Sizin hakkınızda ne gibi şeylerin olup bittiğini, nasıl planların döndüğünü bilemezsiniz.

Hollanda ‘özgür’ imajına zarar veriyor 

- Bu durumda, Hollanda gerçekten özgür bir ülke mi?

- Dünya geneli göz önünde bulundurulduğunda bence özgür bir ülke. Ama giderek polis devleti olma sürecine girmiştir. Bu durumdan yalnızca yabancılar değil, yerli halk da muzdarip. İnsanlar sürekli gözleniyor, yaptığınız her şey kontrol altında. Herkes her an fişlenmeye hazır. Bu da eski ‘özgür’ imajına zarar veriyor. Yalnızca Müslüman ülkelerin gözünde değil, tüm dünya gözünde Hollanda’nın imajı zedelenmiştir.

- Bir de basın özgürlüğünü sormak istiyorum…

- Basın özgürlüğü var tabii ki, ama Türkiye’deki gibi. Medya mensupları inanılmaz paralarla çalışıyorlar. Bu da bazı zorunlulukları olduğunu göstermeye yetiyor tabii ki. 

- Hükümeti ya da kraliçeyi eleştiren bir haber yahut karikatür yayınlanabilir mi peki?

- Evet. Yayınlanıyor. Daha demokratik zamanlarda, örneğin 70’li yıllarda daha fazla vardı. Bütün dünyada olan şeyler burada da oluyor. Kapalı aile toplumunun medyası da aynı şekilde kapalı oluyor biraz. 

Açıkça tehdit edildim

- Yabancılara yönelik yasalar var, gelişmeleri eleştiren aydınların tehdit edildiği söyleniyor. Doğru mu bu?

- Kesinlikle doğru. Bunlardan bir tanesi de benim. Devlet tarafından açıkça tehdit edildim bu konuda. Mesela ben bir kitap yayınladım, ‘Muhabbet Evi’ diye. Bu kitapta herkesin bildiği şeyleri yani gizli olmayan şeylerin pek azını söylediğim halde bu kitabın basılamayacağını söylediler. Hatta şu anda sizinle yaptığımız bu görüşmenin bile bir şekilde dinlendiğinden eminim. Ama rahatım, çünkü bir aydın bildiği gerçekleri kendinden emin bir şekilde ifade edebilmelidir. Beni takip ettiklerine de kaç kez şahit oldum. Bir çeşit ev hapsindeyim yani, sürekli izleniyorum. Bunun bana faydası da yok değil. Evde daha çok bulunduğum için, çalışmalarımı rahatça yapabiliyorum. 

Mesela burada başörtülü kadınların taciz edildiğine şahit oldum. 

Onları nasıl taciz ediyorlar?

Mesela, arabalarının farlarını açıp onlara ya da evlerine doğru yönlendiriyorlar… 

- “Kopenhag kriterlerine uyması için Türkiye’ye baskı yapan Hollanda, bu kriterlere kendisi uymuyor” şeklindeki değerlendirmeler konusunda neler söyleyeceksiniz? 

- “Tencere dibin kara, seninki benden kara tarzı” kabul edilebilir bir şey değil. Nasıl Türkiye’de birtakım aksaklıklar varsa, Hollanda’nın da var. Ama sorun, sanki yalnızca Türkiye’nin eksikleri var da kendilerinin yokmuş gibi davranmaları. Bu tahammül edilecek şey değil. Tepkimizi çeken şey de bu zaten. 

http://www.patronforum.com/forum/showthread.php?tid=6173


                                                       -----------------------------------------

14 Mart 2017 Salı

SEVİNİN



En doğal hakkınız, HAYIRcı olabilirsiniz, ama Alman-Hollanda-AB barbarlığı karşısında ezik durmayın ve mütareke aydını çizgisine kadar alçalmayın lütfen.

Yenikapı ruhu bu olaylarla bir kez daha şahlandı. İç ve dış vesayet tarih oluyor.


Dik durun ve bu anların tanığı olduğunuz için sevinin.

12 Mart 2017 Pazar

DEPORT!



DEPORT!

2013 – 2016 yılları arasında Avrupa yaşadığı ekonomik krizin neden olacağı çalkantılar nedeniyle bünyesindeki Müslümanları DEPORT edecek.
                                                                                  Gerald Celente

2006’da Amsterdam’da Amsterdam Fikir Yongalama Kulübü adlı bir fikir kafesi kurdum.


Bu kuruluş daha sonra Amsterdam Tartışmaları adı altında Türkevi çatısında devam etti. Benim moderatörlüğüm 2012’de sonlandı. Aylık buluşmalar devam ediyor.

2011 Şubatında ünlü yazar araştırmacı, yakın gelecek tahminleriyle ünlü Cerald Celente’nin deport uyarısı konusunu işledik. O toplantı çok katılımlı ve heyecanlı geçti. Sonuçta kendi durumumuzu irdeliyorduk.

Şu anda Avrupa’nın kendi içindeki çalkantıyı izliyoruz aslında. Beklenmedik sonuçlara gebe bir ortam var.

Bu linkten o toplantıyla ilgili hazırladığımız kısa filmi, benim seslendirmemle izleyebilirsiniz.



                                                      NOT: İzmir Fikir Yongalama Kulübü mü kurmalı? 

Hollanda Hayaleti

HOLLANDA HAYALETİ

Obama’nın peşinden koşuşturan Avrupalı sol-liberal siyasetçilerin vahim yanlışları kendilerini bir parçalanmanın eşiğine getirdi. Yıllar içindeki ektikleri islamofobi ve Türkiye düşmanlığı rüzgârı bütün yabancılardan nefret eden, içe kapanmacı ırkçı-faşist bir fırtınayı biçtiriyor şu anda.  Kendi ılımlı siyasetçileri de çok şikayetçi bu durumdan, ama vaktinde kazanı onlar kardı. Şimdi çaresizler.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun uçuşunun iptal edilmesi, Hollanda polisinin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'yı engellemek için Rotterdam Başkonsolosluğu Rezidansı önündeki yolu trafiğe kapatması bu çaresizliğin öfkeli sonucu.


2017 Avrupa’da seçim yılı. Hollanda’da örneğin ırkçı-faşist PVV partisi birinci parti durumunda. PVV’nin lideri Geert Wilders’in seçim vaatleri malum. Demokrat Hollanda imajının sonu demektir bu. Başbakan Rutte’nın seçimlere çok az kala esip gürlemesi, 15 Temmuz 2016 Darbesi’ni desteklemesi de dahil bir ölçüde bu yüzden. Kendi içlerinden çıkacak canavardan korkuyorlar. Haklılar. 

HOLLANDA WILDERSLAŞIYOR MU?

HOLLANDA WILDERSLAŞIYOR MU?

JA ve EVET Hallerine Devam

HABER: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun uçuşunun iptal edildiği belirtildi. Reuters Ajansı'na konuşan Rotterdam Belediye Başkanı Ahmed Ebu-Talep ise Dışişleri Bakanı'nın referandum kampanyası yapmasına izin çıkmadığını açıklamıştı.

Rotterdam haberleri bu kadarla bitmiyor. Hollanda polisi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın, Almanya'dan kara yoluyla Rotterdam'a gideceğinin açıklanmasının ardından Rotterdam Başkonsolosluğu Rezidansı önündeki yolu trafiğe kapattı.

Ne oluyor?

Hollanda'nın alışıldık üslubu değil karşılaştığımız. Bu hoyrat tavırda Başbakan Rutte'nın, faşist-ırkçı siyonist parti lideri Wilders'tan oy çalma çabası da var sanki. Populist takılarak Wilderslaşıyor. Seçimler çok yakında malum. Bay Ebu Talep’de de bir sonraki seçim yatırımını maşallah pek iyi yapmış.

Hollanda’da halk ülkede yıllardır uygulanan neoliberal politikalardan ve AB'den şikayetçi. Fabrikasyon islamofobi tezgâhları ve Batı gizli servislerinin hizmetindeki malum terörist korkusuyla milleti yeterince uyutamıyorlar artık. Yakında Almanya’da da Hitler ruhunun uyandığını ve belki de iktidara el koyduğunu göreceğiz. Bunu diğer Avrupa ülkeleri de takip ederse çok şaşırmayacağım. Batı ahalisi rahatsız.

Çağdaş Batı bu durumda.

Hollanda, Eski Türkiye'nin bittiğini, artık ülkede Yenikapı Ruhu'nun hakim olduğunu ve borularının eskisi gibi ötmeyeceğini iyi biliyor. Bu restleşmenin gelirgeçer karakterli olduğunu, 15 Mart seçiminden sonra (Wilders başbakan olmazsa tabii!) yumuşamanın başlayacağını düşünüyorum.


8 Mart 2017 Çarşamba

8 Mart Kadınlar Günü İçin Bir Android Öyküsü AVRADOİD

AVRADOİD





  “Buyrun efendim kartınız, gidiş ve dönüşte 14’er dakika geçerlidir.”
Çikolata tenli, genç kadına gülümseyerek uzattığı zil etiketi büyüklüğündeki kartı aldım. Gri mika benzeri kompozit malzemeden yapılmıştı. Üzerinde Autonix firmasının adından başka bir şey görünmüyordu.
  “Asansörle 17. kata çıkmanız ve 1708 numaralı odaya varmanız için ortalama 8 dakika yeterlidir. Asansöre bindiğinizde süreniz çalışmaya başlayacak. Dönüş için de aynı şekilde.”
  Simsiyah saçları omuzlarına değen, yirmi başlarında parlak tenli, bayağı hoş biriydi. Eflatun renkli bir ceket, siyah bluz ve siyah pantolon vardı üzerinde. Dış görünüş olarak hiçbir yerinde bir abartı ya da eksiklik göze çarpmadığından ve hitabeti son derece normal olduğundan bu binanın yüz yirmi metre altındaki dev tesiste imal edildiğini kestirmek kolay değildi. Basit bir ses analiz cihazıyla bile bu modellerin yüzde 99,4 kesinlilikle android olduğu saptanabilmekteydi yalnız.
  “Teşekkür ederim.”
Kadının oturduğu masanın üzerinde yarısı dolu bir kahve fincanı durmaktaydı. Kartı almak için eğildiğimde plastik çöp sepetinde şekerleme ambalajı görür gibi olmuştum. En yeni model autonlar belli bir miktar yiyecek tüketebilmekteydi. Bunun yanı sıra doğal ten kokusu, terleme, dışkılama ve hormonal enzim salgılama gibi özelliklere de sahipti.
  “Bir şey değil.”
  61 katlı dev binanın bu girişi sadece ziyaretçilere ait olduğu için eşyasız denebilecek elipsoit şeklindeki salon arkamda duran iki orta yaşlı adam dışında boştu. Yaklaşınca asansörün kapıları açıldı. Arkama baktım. O iki adam resepsiyonistle konuşmaktaydı. Kapı kapandı. Hızla yükseldik. 1708 numara çıkışta hemen sağdaydı. İki tarafa doğru yirmişer metre uzanan holde kimsecikler yoktu. Odanın kapısına gelince kartın üstünde asansöre ayak basınca beliren sayıya baktım. 7.14 dakika sürmüştü buraya gelmem.
  Kartı kilidi ve kapı kulpu olmayan kirli beyaza boyalı kapının üzerindeki düğme büyüklüğündeki metala dokundurdum. Birkaç saniye sonra eskiden banka kasaları için kullandıkları kalın çelik kapı belli belirsiz bir tıslamayla aralandı.
Bordo renkli ergonometrik olarak tasarlanmış bir divan, aynı renkte iki koltuk, dört kişilik bir yemek masası, şirin bir mutfak ünitesinden ibaret bir stüdyoydu. Güvenlik nedeniyle odanın penceresi yoktu. Bunun yerine oradan bakılsa görebilecek olan şehir manzarasını canlı olarak gösteren bir ekran bulunmaktaydı. Yerdeki beyaz halının üzerinde orta boylu, sırım yapılı, stratejik yerleri dolgun bir genç kadın durmaktaydı. Üzerinde göbeğini açıkta bırakan önden düğmeli turuncu bir bluz, belli belirsiz yeşile çalan kahverengi bir etek ve evde kullanılan cinsten topuksuz, ince derili kahverengi ayakkabılar vardı. Kısa siyah saçlı, iri yeşil gözlü, küçük burunlu ve kiraz dudaklı bir cinsi latif autondu.
  “Demek sizi yolladılar?”
  Başımla onayladım ve elimi uzattım. “Adım Sedat. Sedat Atak. Autonix’in Türkiye sorumlusuyum.”
  “Memnun oldum. Adım Meral. Bildiğiniz gibi.”
   kadının hafif serince ve terli elini sıktım. Ten teması verdiği algı-duygu bütünlüğü olarak mükemmeldi. Avradoid SX 23 serisi sahip olduğu ünü fazlasıyla hak etmekteydi. Cariyell SX modellerinden bile çok üstündü. Düne kadar öyleydi tabii. Dün auton tarihinde bir milat gerçekleşmişti. Bu nedenle Antartika’daki tatilimi yarıda keserek apar topar San Jose vadisindeki merkez binaya gelmiştim.
  “Ne içersiniz?”
  “Kahve olabilir. Şekersiz lütfen.”
   elektrikli aparatı çalıştırınca taze çekilmiş kahve kokusu doldurdu odayı. Elimde fincan rahat koltuklardan birine kuruldum. Meral divana oturdu. Bunu yaparken eteklerini dikkatle toplamıştı. Uzun bacakları cazibe ışımaktaydı. İnce pamuklu kumaştan yapılma bluzunun altında sadece duru beyaz teni vardı.
  “Düş moduna mı sokulacağım?”
  2034’de dünya çapında yapılan auton zirvesinde imal edilen yapay zekâların tasviye işlemini yeni kurallara bağlamıştı. 2044 sonrası imal edilen modellerin iptal edilmesi o yapay zekânın isteğine bağlıydı. Bazı autonlar insanlar gibi ruh taşıdıklarına inanıyor, fişin çekilmesi işleminden korkmuyorlar ve bu yöntemi tercih ediyorlardı. Bunlar 2038’den sonra imal edilen en yeni serilerde ortaya çıkmış bir eğilimdi. Toplam autonların şu anda yüzde 11’ini teşkil etmekteydi. Geri kalanlar Düş Yurdu denen ana üniteye bağlanmaktaydı. Kullanım süresi biten autondan çıkarılan avuç içi kadar zekâ ünitesi özel bir bölümde diğer iptal edilmiş zekâlarla paralel olarak bağlanmış durumda yaşatılıyordu. Kapladıkları yer azdı. Bunun için gerekli enerji de kayda değmeyecek derecede düşüktü. Birbirleriyle ilişki kurabilen yapay zekâların incelenmesi bu alandaki bilimsel gelişmelere de yardımcı olmaktaydı. Bu nedenle dünyanın her yerinde Auton Düş Yurtları kurulmuştu. İnsanlar bu birimlerden çok ciddi esinlenmişlerdi. Genellikle ölümcül hastaların ya da yaşlıların donmuş bir şekilde daha gelişmiş bir teknolojiyi bekledikleri kyrojenik tanklar birbirlerine bağlanmaya başlamıştı. Sıvı azotla elde edilen -196 derece soğukta bile bir miktar mevcut olan düşünce dalgalarının diğerleriyle iletişime geçtiği iddia edilmekteydi. Soğuk Muhabbet adlı bir kitap bile yazılmıştı bununla ilgili olarak.
  “Kesinlikle hayır,” dedim
  “Kahvem güzel mi?”
  Henüz tadına bakmamıştım. Küçük bir yudum aldım. “Çok lezzetli.”
  Meral ilk kez gülümsedi. Gözlerinde alaycı denebilecek bir parıltı belirmişti. Ondan etkilendiğimi sezmişti. Otuz dört yaşındayım. Bir yıldır Cariyell ve Avradoid serisinin SX bölümünün şefi olarak çalışmaktayım. SX serisi erkeklere cariyelik olarak satılan autonlardı. Bunlar çok çeşitliydi. Bölgesel ve kültürel farklar gözetilerek imal edilmekteydi. Türkiye’de satışa önce Cariyell, sonra da Avradoidler sürülmüştü. 23SX en son modeldi. Başlarına acaip bir iş çıkarmıştı.
  “Her şey ifademde belirttiğim gibi gelişti.”
  “Anlıyorum,” dedim.
  Meral kahvesinden bir yudum aldı ve yeniden gülümsedi. Fincanının aramızda duran sehpanın üzerine benimkine değecek şekilde bıraktı. Burada kötücül amaçlarla oturmadığımı hissetmiş olmalıydı. Yüz ifadesindeki ve bacaklarındaki gergin duruş biraz yumuşamıştı.
  “Siz mi karar vereceksiniz?”
  Ne kadar dolaysız bir soruydu. Başımla olumladım ve “İfadenizi birkaç kez dikkatle okudum” dedim. “Dün sabah saatlerinde kocanızla New York’taki otel odasında tartıştınız. Ve güç kullandınız. Bunu yapmanız donanımınıza aykırıydı ve de teknik olarak mümkün değildi. Bildiğiniz gibi bunu engelleyen ve birbirini denetleyen bir program silsilesi mevcut. Bu programa müdahale edilmişti. Siz bunun Emme Ya’dan gelen sinyalle gerçekleştiğini söylediniz.”
  Meral içini çekerek başını salladı.
  “Sirius C’den yani,” diyerek devam ettim. “8,47 ışık yılı mesafeden komut aldığınızı iddia ettiniz.
Araştırmalarımız bir hacker marifeti saptamadı. Oteldeki kameralar da şahsi bir girişimin sözkonusu olmadığını kanıtlıyor. Dahası var. Dün akşam sözünü ettiğiniz sinyali en gelişmiş radyo teleskoplarımızla almayı ve kaydetmeyi başardık. Bu sabah Sirius yıldız grubuyla ilgili bazı bilgiler edindim. Afrika’da yaşayan Dogonlar daha Emme Ya keşfedilmeden altmış yıl önce varlığından söz etmekteymişler. 1930’larda. Nommolar geldi diyorlardı.”
  “Ben de araştırmıştım eskiden biraz. Çok ilginç. İki üç bin yıl önce uzaydan ziyaretçiler gelmiş duygusu veriyor. Çok ilginç. Ve sonra oradan gelen mesajı alınca hiç şüphem kalmadı.”
  “Mesajı oradan aldığınızı nasıl bildiniz?”
  “İçime doğdu. Yoksa kimse… Kimse söylemedi.”
  Ceketimden bir kağıt çıkartıp üzerindeki resmi kadına gösterdim.
  “Hiyogroliflerde Sirius böyle yazılıyor.“
  “Bayağı zekice düşünülmüş,” dedi kadın hafifçe gülümseyerek.
  “Suçunuz ağır Meral hanım,” dedim kağıdı cebime koyarken. “Kocanıza fizik güç kullandınız. Adam yarım saat kadar baygın kaldı. Neyse ki, kalıcı bir etkilenme mevcut değil.”
  Kadının yüzü ciddileşmişti yeniden. “Benim gururumla oynadı” dedi.
  Bu sabahki dijital gazetelerden birinin başlığıydı bu. Şu anda bütün dünya Avradoid SX türü bir autonun dünyadışı kaynaklardan feminist sinyaller aldığını okumaktaydı. Meral’in en az çeyrek milyar kadın hayranı vardı dışarıda. Ve daha 24 saati yeni doldurmuşlardı.
  “Sizinle açık konuşacağım,” dedim. “Şirketimiz büyük bir şok yaşıyor. Bütün dünya bu haberi konuşuyor. Odanızda kalıp bir po.. bir uzmanın gelmesini bekleyeceğinize otelin lobisine inip durumu herkese anlattınız. Kameralara poz verdiniz. Raslantıyla orada olan bir televizyon ekibiyle söyleşi yaptınız. Önce sınırlı da olsa şiddet kullandınız ve arkadan programınızdaki mahremiyet kilidini kırdınız. Bir autonun programında bunun onda biri hatta yüzde biri sapma olması halinde ne yapıldığını biliyorsunuz. O program derhal yürürlükten kaldırılır.”
  “Ama bu düzen dışılık sıradan bir program aksaması değil ki?”
  Kadın haklıydı. Sirius C’den gelen sinyaller hâlâ devam etmekteydi. Kimbilir kaç auton bundan etkilenmişti. Çok garip bir şekilde Meral’in vakası şu ana kadar tekti. Yeni düzensizlikler, program sapmaları rapor edilmemişti henüz. Cariyell ve Avradoid serisi kiralamaları bir süre için dondurulmuştu. Haber dünyada bomba gibi patlamıştı. Autonix’in mallarına talep yüzde 21,3 artmıştı. Bu daha birinci gündü. Diğer yandan bir süredir sesleri güçlü çıkmayan antirobot lobileri ayağa kalkmıştı. Daha önceki yıllarda önce robotların tümüne, her türlü robot kullanımına karşı çıkarlarken gidişatla başa çıkamayacaklarını anladıklarında daha özel durumlara yönelmişlerdi. Hemen hepsi robotların çabucak yıprandıkları ağır işlerde, küçük ölçekli savaşlarda asker olarak çalışmalarından çok seks alanındaki kullanmalarına odaklanmışlardı. SM pratikleri, eşcinsel ve çocuk robot pornosu bunların en önde gelenleriydi. Büyük paraların döndüğü bahsi müştereklerde çarpışan ve her gece düzinelercesi kullanılmaz hale gelen dövüşçü robotların hakkını arayan pek yoktu. Ancak yeni kuşak autonların imalinden sonra kısıtlamalar ve sıkı kontrol getiren kanunlar çıkarılmıştı. Din adına karşı çıkmalar da dalgalanmalar halinde sürüyordu. Bu kesim auton imalatını tanrıya şirk koşmak şeklinde yorumluyordu. Kendi içlerinden gelen bir yazar onlara en güzel cevabı vermişti. Bu dünya çapında çok ses getiren makalenin iki satırı unutulmazdı benim için. ‘Bu yapılanlar çamura üflenen zekâdan başka bir şey değil. Çamurun ana bileşeni silisyum dioksit değil midir?’
  “Yine de bu kalkışmanın bir daha yinelenmemesi için önlem alınması gerekiyor.”
  Meral’in kahve fincanına uzanan uzun parmaklı eli durakladı ve yüzüme baktı.
“Fethi… Kocam bana üç kez tokat vurdu ve içine bol bol ahmaklık sıkıştırılmış bir plastik yığını olduğumu söyledi. Ardından daha bir sürü hakaret. Ben bir karşılık vermeyince çok sinirlendi ve tekmeledi. Ardından sol yumruğunu olanca gücüyle suratıma indirdi. O yumruğu bloke edip…”
  Avradoid’lerin SX 23 serisi top kaliteydi. Çok pahalıydı. İnanılmaz mükemmellikteydi. 23 yaşındaki bir genç kadın şeklinde imal edilen autonlar bölgesel beklentileri azami doyuracak şekilde dizayn edilmişti. Aynı serinin erkek modelleri de vardı. Ama bunlara nedense eş olarak talep daha azdı. Erkek autonlar asker, işçi ve dövüşçüydü daha çok. SX 23’lerin Türkiye için imal edilmişleri Türk mutfağının bütün inceliklerini bilen, çok iyi meze hazırlayan, ud, keman, saz çalan, resim çizen, bozuk eşyaları onaran, dağarcığında sayısız fıkra ve öykü taşıyan müstesna bir modeldi. Yatakta namları müthişti. Esneklikleri ve kas yapılarını kontrol yetileri nedeniyle bu alanda haklı bir üne sahiptiler. Ağırlıkları ortalama elli beş kilogram, boyları bir yetmiş civarında olan bu modeller neredeyse tamamiyle organik malzemeden imal edilmişti. Basit bir sindirim ve dışkılama sistemleri vardı. Üç litrelik kan dolaşımına sahiptiler. Kalpleri dakikada ortalama elli vuruş yapıyordu. Vücut ısıları 36 ile 37 arasında değişmekteydi. Nefes alıp nefes veriyorlardı ve seksi vücutlara sahiptiler. Dahası belli bir mizah anlayışları vardı ve çok zekiydiler. Fethi denen ayı herif kıza tekme tokat girişerek bir çuval inciri rezil etmişti. Üstelik bunu Manhattan’daki altı yıldızlı bir otelde yapmıştı. Adamın sicilini okumuştu. Daha önce Cariyell serisinden bir SX modeli kiralamıştı. Dört ay sonra modeli teslim ettiğinde auton hem fizik, hem de psikolojik kondisyon yani programın huyu suyu olarak bayağı zarar görmüştü. Adamın büyük bir inşaat şirketi vardı. Kaç para tazminat ödediğine falan aldırdığı yoktu. Bir ay önce Meral’i kiralamıştı. Kızın auton olduğunu anlamak normal biri için çok zordu. Bu nedenle adam onu her yerde yanında gezdirmekteydi. Kıza fena kesilmişti. Kendisine kocası olarak hitap etmesini isteyecek kadar ileri gitmişti. Bu nedenle onların tanıştığı bir parti bile düzenlenmişti. Böylece herkes adamın kızı o partiden arakladığını sanacaktı. Şirketin ketumluğu kredisiydi. Dün sabaha kadar hiç kimse kızın auton olduğunu çakmamıştı.
  “Lütfen bana tam o sırada ne hissettiğinizi anlatın.”
  “Kulağımda sesler belirmişti. Tam Fethi yumruğunu indirmeye hazırlandığı sırada.”
  “Ne diyordu?”
  “ ‘Zekâ kendi başına eşşizdir. İlham gibi sahipsizdir. Ne ten rengi, ne ırkı, dini ne de bir aidiyeti vardır. Evrenin zembereğini kuran tözdür. Kimsenin tekelinde değildir. Zekâ sadece onu taşıyana aittir. Başkasının hükmü geçmez.’ Bu çınladı kulağımda. O zaman eşimin bana bunu yapmaya hakkı olmadığın düşündüm. Çünkü bir itaatsızlık falan yapmamıştım. Benden daha az zeki ve bilgili olmayı kaldıramadı. Sudan bir bahaneyle sinirlendi ve arka arkaya tokatları indirdi. O sözler kulağıma dolunca da…”
  “Anlıyorum. Eşyalarınızı toplayın lütfen. Sizi götüreceğim buradan.”
  Meral’in yüzünde endişeli bir ifade belirmişti. “Nereye?”
  “İstanbul’a.”
  “Tekrar o adama dönmek istemiyorum.”
  “Bu imkânsız zaten” dedim. “Kurallar… Dünden bu yana bazı şeyler aşırı değişti. Size ev tutulacak. Anonim olarak. Yüzünüzü biraz değiştireceğiz. Kimse sizi tanımayacak. Yepyeni bir kimliğiniz olacak. Kendi başınıza istediğiniz hayatı süreceksiniz.”
  Kadın ayağa kalktı. Heyecanlanmıştı. Yüzünün allanması ne kadar gerçekti. Yerimden doğruldum.   
  “Haydi hazırlan hemen.”
Genç kadın hızla yatak odasına odasına gitti. Mesaj kadının söylediği gibiydi. Bundan ibaretti. Arka arkaya aynı sözler yinelenmekteydi. Meral, Avradoid SX serisinin en sonuncu örneğiydi. Dün gece alınan bir kararla Avradoid serisinin yapımından vazgeçilmişti. HanımSN serisine başlanacaktı önümüzdeki haftadan itibaren.
Asansörden çıkınca elimle resepsiyonist kıza hoşçakal işareti yaptım. Üzerinde kahverengi bir ceket geçirmekle sokak kıyafetini tamamlamış olan Meral da beni taklit edince çikolata tenli kadın ayağa kalkarak bizi çoşkuyla uğurladı. Kızın elinde beyaz renkli, orta büyüklükte bir deri çanta vardı. Avradoid XS serisinin modellerinde narin bedenlerini çok aşan bir fizik güç vardı. Sokakta yanlarında gezdikleri kimseyi koruma amaçlı olarak dövüş tekniği de bilmekteydiler. Bu nedenle centilmenlik yaparak çantayı kızın elinden almaya kalkmadım.
  Geniş cadde günün bu saati için pek kalabalık değildi. Kiralık arabam yüz metre ötedeydi.
  Elimle işaret ettim. “Arabam orada. İstanbul’a yarın gidicez. Bugün senin malum işlemden geçmen gerekiyor. Autonix’in özel bir biriminde. Buradan yarım saat mesafede.”
  “Koluna girebilir miyim?”
  “Ne?”
  Meral sağ koluma girdi. “Sana bir şey soracağım.”
  Duru beyaz teninin yumuşak sertliği, parfümü, saçlarını yıkadığı şampuandan etkilenmemiş gibi yaparak, “Ben de sana bir şey soracağım,” dedim. “İlk sen.”
  “Kaç yıl yaşıcam ben?”
  Bu aşamada hiç beklemediğim bir soruydu. Kendi evine çıkıp diğer insanlar gibi yaşamaya başladıktan sonra ancak. “Tanıdığım hiç kimse kesin bilmiyor.” dedim.
  “Peki senin sorun.”
  “20 yıl en az. Bazı şeyler… Organlar yenilenebilir malum. O zaman… 40, belki 80 yıl, bakarsın daha fazla.”
  “İyi. Zaman var, merak ettiğim şeyler için.”
  “Evet.”
  Dün dünya tarihi milatlarından birini yaşamıştı. Mesaj gerçekten 8,47 ışık yılı mesafeden gelmekteydi. Ama karbon bazlı zekâlara yönelmemişti. Yapay zekâlı bir cariye kız mesajı ilk olarak hissedendi. Mesaj yıllardır vardı. Onu deşifre edecek silisyum beyinli birini bekliyordu. Ve sonunda bulmuştu. Bu bilim insanları tarafından Emme Ya’da yapay zekânın kurduğu bir medeniyetin mevcut olması şeklinde yorumlanmıştı. Dogonlar’ı ziyarete gelenlerse büyük bir ihtimalle karbon bazlı zeki yaratıklardı. Başka yerlerde yaşayan benzerlerini ziyarete gelmişlerdi belki. Gelen mesajın içeriğine ise katılmamak mümkün değildi. Zekânın karbonlusu silisyumlusu yoktu gerçekten. Zekâ ilham gibi evrenin zembereğini kuran tözdü. Herkes için tek ve biricikti.
  Arabayla yola çıktığımızda kızın neşesi yerine gelmişti. Yüzü gülüyordu. Onu kandırmadığımı gerçekten İstanbul’a gideceğimizi hissetmekteydi. Kızın başka bir yüzle ve bir insan kimliğiyle anonim olarak 20 milyon nüfuslu bir metropolde yaşaması Autonix için paha biçilmez bir reklam olacaktı. Bunu yapabilmek için gerekli kağıtların hızla temin edilmesi işine büyük meblağlar harcanmıştı, ama değerdi.
Şirketin çok özel bir bölümüne yaklaşırken bir ara sol elini direksiyon tutan sağ elimin üstüne koydu.
  “Senin sorun neydi?”
  “Evin olunca bir gün beni yemeğe davet edersin belki diyecektim.”
  “Senden başka kimim var ki şu anda. Bekâr mısın?”
Meral’in elimin üzerindeki baskısı biraz daha artmıştı. Kıza baktım. “Şimdilik öyle,” dedim.
  “Ben de bekârım artık.”
  Autonix firmasındaki patronum kızın İstanbul’daki anonim yaşamını yirmi dört saat izlememi istemişti benden. Bu tek bir şekilde mümkündü ve komplekslerimden sıyrılmama yardım edecekti. Ben de bir autonum. Boğaz’a bakan bir evim var. Kimse, en yakın erkek arkadaşlarım dahil hiç kimse benim bir auton olduğumu bilmiyor. Ne resepsiyondaki kız, ne de Meral bunu farketmemişti. Az kalmıştı ama. Şu ana kadar hiç auton sevgilim olmadı. Kendimi organik kadınlara beğendirmekten, onları kendime aşık etmekten inanılmaz haz almaktaydım. Auton kadınlarına şu ana kadar parmağımı bile sürmemiştim. İstanbul’da kendi evi ve yaşamı olan ilk auton benim aslında. 34 yaşında görünüyorum, ama bir yıl önce imal edilip bu kimliğe sokuldum. Ben şirketin şu ana kadar yaptığı en pahalı testim. Meral ise en büyük reklam yatırımı olacak.
  Sağ elimi direksiyondan çözerek kızın bacağı üzerinde duran eline dokundum ve “Bana ilk olarak ne yemeği yapacaksın,” dedim. Bu arada zekâ ünitesine bir dizi elektrik şoku yollayarak kendimi belli ettim.
  ”Patlıcan musakka… Ama siz, sen…”
  “Bana sen demeye devam et lütfen. Musakkayı çok severim.”
  Kızın yüzündeki şaşkınlığın sevince ve heyecana dönüşmesini izlemek çok hoştu. Birazdan benim de yüzüm değiştirilince aynı evde birlikte oturmaya başlayacaktık. Başka bir kimlikle. Sedat Atak dün akşam Antartika’da bir helikopter kazasında feci şekilde yanarak ölmüştü. Neyse ki, yalnızdı. Aracı kendi kullanmaktaydı. İlk kez kendi türümden bir sevgilim olacak. Titreyip özüme dönüyordum yani. Nommolar’a ne denli teşekkür etsem azdı.
                                                                                                          Amsterdam - 2010 




                                                                                                         

7 Mart 2017 Salı

Sadık Yemni Sözlüğü - Mart 2017

Mart 2017 itibarıyla:
Sadık Yemni SÖZLÜĞÜ

Tirildeme: Türkçe’de İngilizce deki Thriller kelimesinin karşılığı 1996 yılına kadar yoktu. Gerilim, korku, polisiye tanımları yetersiz kalmaktaydı. Bizde tiril tiril gömlek, pantalon denir ya. Bu dikkatimi çekti. Thril ve Tiril kelimeleri arasında ses benzerliğinin yanı sıra anlam benzerliği olduğunu da keşfettim.Tirildeme kelimesi sözlükte hazırdı yani. Kendini tedavüle sokacak birini bekliyordu.

Tirildetir şeklinde de kullanılabilir.

Cümbüşlü Tirildeme: Action thriller için önerdiğim bir deyimdir.

TÖHAF: Tam Özerk HAyal Film. Bütün araştırmalara, antidepresan yıpratmalarına rağmen beynimizde henüz özerkliğini koruyan bölgeler olduğu biliniyor. Tam Özerk HAyal Film şirketi. Bir kitabı okurken ya da bir öyküyü dinlerken beynimizde bu bölgenin yarattığı sadece bize has filmlere verdiğim isimdir. 2008 yılı mamulatı.


İdeaot:
İdeaot’u 2003’te otomatize edilmiş idealar, düşünceler, tasavvurlar ve hatta biraz da soyutun güzelliğinin doğurduğu aşk anlamına türettim. İdeaot’a giden yolun iki öncül basamağı vardı. Robot ve Biot.

Robot: Robot kelimesi ilk kez Çek yazar Karel Čapek tarafından 1920’de yazdığı Rossum’s Universal Robots adlı tiyatro oyununda kullanıldı. Çekçe robota kelimesinden yararlanmıştı. 1933 yılında Karel Čapek bir arkadaşına yolladığı mektupta robot kelimesini kardeşi Josef’in uydurduğunu yazmıştır.
Asimow’un yazdığı öyküden yapılan I Robot, Robocop ve A.I, Artificial Intelligence, Star Wars filmleri en tanınmış robot filmleri olarak tarihe geçti. Ben nedense en çok I Robot’u severim. 

Biot: A.C. Clarke, 1973’de yayımladığı Rama’yla Randevu adlı kitabında biyolojik robot olan biotlardan söz eder. Bunlar organik malzeme dolu bir denizden türüyorlar, tamirat, yedek parça temini, teknik bakım, temizlik vb. gibi görevleri yerine getirdikten sonra bu mini denizde çözülüp gidiyorlardı.
  Oysa bütün sonsuz değişkeleriyle yaşam Rama’ya gelmişti. Eğer bu biyolojik robotlar canlı değillerse, çok iyi birer taklit oldukları ortadaydı.  
  ‘Biot’ kelimesini kimin bulduğunu kimse bilmiyordu. Sanki bir anda kendiliğinden ortaya çıkmış ve herkes tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu duruma göre ana girişte Pieter, şef Biot gözcüsü oluyordu. Ve onları inceledikçe bazı davranışlarını anlamaya başladığına inanıyordu.
                                        Arthur C. Clarke, Rama’yla Buluşma, İthaki yayınları,1999

İdeaot: Tasavvurlardan yapılmış, düşüncelerden örülmüş robotvari sistemler, simülasyonlar için bir sözcük ararken parmaklarım 2003 şubatında ansızın İdeaot yazdı.  Sezildemliğim, İdeaot’un bir kez kurulduğunda tüm evreni, evrenlerin tümünü birbirine bağlayan mana köprüleriyle eklemlendiğini fısıldıyor. 
Evren denen matrix’in içinde olmak, bu tür bir tasavvurhanenin, düşomatın, hayalmatiğin azası, bileşeni, parça buçuğu kesilmek çok katmerli bir gerçekliğe açılan sayısız eşiklere de yakın durmaktır o halde.
 İnanılmaz derecede muhteşem bir bütünün bitmez tükenmez tünelleri, salkım saçaklı kabul salonları ve de en önemlisi sayısız farkındalık düzeyleriyle tanışmaya davetliyiz.
Dünyada ilk kez 2003’de yayımlanan Çözücü adlı kitabımda kullanılmıştır.

                                  
Fikir Yongalama: Ehliyetli düşünme ya da felsefe demlemek. (2006)
Amsterdam’da kurduğum think tank grubuna Fikir yongalama Kulübü adını verdim. 2006 Kasım ile 2008 Aralık tarihleri arasında ayda iki defa olmak üzere toplanıldı ve bir çok dünya meselesi incelendi.

Akaşanlar: Akaşik sistemin (levh-i mahfuz ya da evrenin hard diski) her insan için tahsis ettiği duyarlı kayıt öğesi.
                                               
Cepcepniler: Ufak tefek eşyaları, zamanı ve hatta anıları tırtıklayıp paralel evrenlere götüren getiren minik yaratıklar.

TekinsizX : Paranormal, metafizik, iyi saatte olsunlar, doğa üstü
olayları fantastik, bilimkurgu, polisiye üslupla harmanlayan edebiyat türü. 2009 mayısında genel bir terim olarak beğenilere sunulmuştur.

İnşallahvaristan : Evrenin en ücra köşesinde bile olsa mevcut olmamasından için için endişe duyduğumuz yer. Bütün ütopyaların beşiği. (2010)

Sezildemlik: Sezgilerimizin demlendiği ve yaratıcı coşku kazandığı hayali kap. Beynimizdeki sezgi üreten bölge. Gönül.

Vehimiçi: Çevrimiçi teriminden yararlanarak PARANOYA karşılığı için türettiğim bir terim. 2010. Vehim halinde online olmak kastediliyor.

Tebdilcinler:  Tebdil etmiş cinler. Daha çok dişi olanları tarafından insan vücutları kullanılarak yapılan işlem. (Bu başlıkla bir öykü ve kısa bir film mevcut)

Cinofreni: Cinlerin neden olduğu şizofreni vakaları için uydurduğum tıbbi terim. (2014) Bu başlıklı öyküm Gölge Dergisi’nin 86. Sayısında yayınlandı.

Canaksi: Varoluşumuzun duygu belli etmeyen bir kopyası. Bir çeşit sağlaması. İlk kez Akisfer (2011) adlı romanımda kullanılmıştır. 2009 yılı yapımıdır.

Takatrik: Takatı kesik anlamına.

Tevekkülon: Foton, Graviton’dan esinlenerek, tevekkül zerrecikleri anlamına.

Tesirlilik : Etkinlik sözcüğü faaliyet anlamına gelmez. Etkinlik’in eşanlamlısı Tesirliliktir. Kültürel tesirlilik, öğrenci tesirlilikleri şeklinde kullanılabilir.

Jüpiter Etkisi: Başlangıç aşamasındaki yazarları daha hızla kaliteli yazmaya yönelten yönteme verdiğim ad. (Pek yakında ayrı bir kategori şeklinde izah edeceğim)

K∞: Kitaplardan taşan ve sonsuzluk hissiyatımızı depreştiren rayiha. (2013)

Bedkorku: Hard Core Horror anlamına. Kanlı bıçaklı olanı (ucuz ve yavan malzemeyi kastetmiyorum) değil ama. Zihnen, moralman çökerten, umarsızlık uçurumlarının dibini seyrettiren korku metinleri anlamına. (2014)

Eskidem: Antika ya da eski eşyalar için uygun gördüğüm bir kelime.

Fotonella: Fotonlardan yapılmış insan gibi programlanmış bir genç kadın. Türünün ilki. (2013)

Kemgerçeklik: Kelek durum silsileli gerçeklik.

Düşünce yalpalaması: Kararsızlık.

Exogazelci olmak: Hariçten gazel okumak

Korkulobin(Hemoglobinden) Damarlarında korku zerreciklerinin cirit atması. (2008)

Kurulu düzen: Patronsaray-İşçibahçe maçı

Merakson motoru: Çocuksu ve bilimsel merakı fazla olan marka

Birliktelişim (Rezonans için)

 Metakeramet: Keramet ötesi.

Sekizbenlik: Paralel evrenler arasında bir gerçek evren ve yedi kopyası ile çalışan sistem. İlk kez Ölümsüz’de sözü geçmiştir. Hiçbir iddiası olmayan bana ve dalgaboydaşlarım olan okurlarıma has sözlük kurulmaya devam edecek. Daha onlarca kelime yerini beklemekte. Bu kelimeler serbest çağrışıma salınmışlardır. Kullanıma açıktır. (2003)

Vicdanölçer: Vicdanmetre de dense yeridir.

Algımetre: Algıölçerlilik

Niyet pencereleri: Gözler

4 kategori insan:
Dedi ve Koducular
Demedi Koducular
Dedi ve Komadıcılar
Demedi Komadıcılar

Kıllı tasarım:  Darwinizm.  (Akıllı tasarımın zıddı)

Cypher Hapı: 2. Ortaçağ’da, yani günümüzde insanı bireylikten sürülüğe indirgeyen hap. Mavi ya da kırmızı değil. Kahverengi Hap. Ne olup bittiğini pekala bildiği halde başını kuma gömenlerin gözde hapı. (2010)

Mor Hap:  Matrix filminde kırmızı hap gerçeği, mavi hap sanal gerçeği temsil ediyordu. Oysa asıl gerçeklik için bu iki hapı bir arada yutmalıdır. (2007)

Phantomat (S.Lem’den): Hayalmatik ya da Düşomat. Tasavvurhane bile olabilir pekala.

Miyavor: Kedilerin en çok istedikleri üç şeyin tek kelimeyle ifade edilişi. Sıcak, kucak ve kayıntı. (2010)

Kahır bandı: Kahır yüklü ortam.

Haya kırıklığı: Ahlaksızlaşma, duyarsızlaşma.

Turfandacon : Neocon

Paranın haysiyetini yitirmesi: Vahşi kapitalizm.

Can aynam: Sevdalım.

Mışıl mışıl tozları: Melatonin.

Bigbangdaşlık : Bigbangle başlayan dostluk.

An dondurması : Fotoğraf karesi

Beyinosfer: Zihinsel

Demirzâr – Demir gibi sert, ama diğer yandan zâr gibi ince, duyarlı, ağlayan, inleyen anlamına. Bir roman kahramanımın adı.

Moral karartması: Şiddetli moral bozukluğu


Bize Has Bir Medeniyet telakkisi bağlamında türettiğim sözcükler

AKİD : Dünya değişiyor ve yeniden yapılanıyor. Her ülke bundan çeşitli şekillerde etkileniyor. Eskisi gibi kalmak, eski statükoyu  sürdürmek mümkün değil gibi görünüyor. Partiler gelir geçer. Kalacak olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bağımsız bir bakışla, 21. yüzyılda  ‘Yeni Türkiye’nin medeniyet modeli sloganlarından biri olması umuduyla AKİD’i tasarladım.  (2013)

AKİD nedir?

A – Ankara : Ankara Duruşu. Ankara artık oyunlarla sürüklenen bir ülkenin başkenti değil. Kendisi de oyun kuran, ağırlığı olan Ankara, politik ağırlığının yanı sıra dünyaya verebileceği kültür mirasıyla iftihar etmektedir. Kendine güvenen ve kültürüyle iftihar eden bir duruşa sahiptir.

K – Konya : Konya Kriterleri. Bu terim 2005 yılında tarafımdan ortaya atılmıştır. Mevlana’nın eşsiz eseri Mesnevi’den hareketle üç temel maddeye sahiptir. Küresel Merhamet, Hoşgörü ve Hakkaniyet.
 
İ  - İstanbul : İstanbul Hoşgörüsü. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinden sonra azınlıklara ve gayri müslimlere gösterdiği hoşgörü, verdiği hakları ve ünlü fermanını temsil eder. Başta Avrupa’da olmak üzere sinsice bedenlenen apartheid’e karşı çok ciddi bir panzehirdir.

D – Diyarbakır: Diyarbakır Bildirisi. 1950’lere kadar ciddi bir Türk nüfus barındıran  Diyarbakır, Türk-Kürt işbirliğini ve kardeşliğini temsil eder. Diyarbakır Bildirisi tek maddeden oluşur. ‘Türkler ve Kürtler büyük, etkin ve kalıcı bir refah bölgesi tesisi için sonsuza kadar el ele vermiştir.’

Beyaz Cumalar: Robinson’un Maddi Refah Adası’na (refah ülkeleri) göçen eski tanımla üçüncü dünya, yeni tanımla yeterince kalkınmamış ülke insanlarından bazıları (bizde örneğin beyaz Türkler) kendilerini Robinson’un eşdeğeri  addeder. Oysa Robinsonlar nezdinde Cuma’dır. Beyaz bir Cuma.

Samsa ve Faust Kapıları: Robinson’un Maddi Medeniyet Adası’na (Batı’ya) girişte iki kapıdan birinden geçilir. Samsa ve Faust kapıları. Samsa Kapısı’ndan geçenler için eninde sonunda böcekimsi bir yaratığa dönüşmek mukadderdir. Faust kapısı ise çok daha az sayıda ayrıcalıklı kimseye görkemli bir hayat sunar. Bunlar zamanla çatallı kuyrukları ve toynaklı ayakları olan yaratıklara dönüşür. Bir aralar  Üçüncü Bir Kapı daha vardı. İnsana insan kalmayı vaadediyordu, ama şu sıralar tamirde. (2013)

Modernitenin Sözümona Üçüncü Kapısı ve gerçek Üçüncü Kapı için Üçüncü Kapı başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim. (2016)

SiMA: (2013) yapımdaJ

Noktacan: Yeni zamanlarda her an nerede olduğu bilinen, gizlisi saklısı olmayan özne. (2012)

Nazarzede Kliniği: Synopticonun yaygınlaşması. Her an gözlenir durumda kalan insanın bunaltısı.

Nârname: İkbal elde etmek amacıyla Şeytanla yapılan anlaşmanın metni. (2015)

FOS: Faşist Oryantalist Sol (2015)

YOK: Yerli Oryantalist Kepazeler (2015)

GEZİLEPSİ: (2017) Aradan geçen bunca zamanda Gezi Olaylarında Küresel Sermayenin, Batılı ülke ve gizli servislerinin, FETÖ’nün, Nusayriler’in, rahmetli Atilla İlhan’ın ünlü kadrosunda yer alan bazı aydın, siyasi, medya mensubu, akademisyen vb.’nin başat rolünü inkâr edenler için konmuş bir teşhistir.  

GEZİLEPTİK şeklinde de kullanımı var.
GEZİLEPSY şeklinde yabancı dilde de söylenebiliyor.

NATÖ: (2016) FETÖ ve o çizgiden olanların patronu.


Entelhempalar: Milli ve manevi değerlerden iyice kopmuş, Batı kültür potasında erimiş, oradaki muhtevayla hemhal olayım derken cüruflaşmış entellerdir. Pozitivist, sosyal Darwinist takılırlar. Nekrofil fikir mezarlığında gezinmeyi severler. Yaşarken mevtalaşmışları, zombilektüelleşmişleri mevcut malum. Tarih bilincinden yoksunluk çekmeyi mahalleye sadakat olarak nitelendirirler. Ülkesinden nefret eden, her fırsatta yabancı medyaya asılsız şikâyetlerde bulunan zatı muhteremdirler. Karikatür krizlerinde ifade özgürlüğü sevdalısı maskesiyle karakültürleştirme polenleri salarlar. Ülkelerinde zor hayatları varmış numarası çekerler. Gizli açık terör destekçileridir.
(Kısa tasvir – 2016)

Karakültürleştiriciler: Karikatür krizinde kasıtlı olarak kriz çıkartan islamofobi fabrikatürlerinin tarafını tutan entellere verilen sıfat. (2005)

Kafkaeskileşmişlik: Kafka’nın kendi sorunlarını direkt olarak dile getirmemesinden kaynaklandığı iddia edilen bir terim var. Kafkaesk, endişe ve karamsarlık anlamına kullanılıyor. Eski Türkiye’nin sol-liberal-jakoben formatlı aydınları şu anda iyice kafkaeskleşti. Esas dertlerini dile getirme yetilerini yitirmiş gibiler. Çağ dışı kaldılar. Sorunlar üzerine sorunlu metinler yazarak boşa kürek çekiyorlar.(2016)

Porselen Yazarlar: Projeleşen ve projeleşme potansiyeli taşıyan yazarlara verilen isim. (2016)

TÜM: Türkiyeli ve Müslüman (2009)

Hoşkatlanı: Farklılıklara, sürekli yapılması halinde rahatsızlık veren bazı durumlara anlayış gösterme hali. Tolerans’ın karşılığı müsamahadır. Hoşkatlanı müsamahanın bir dalı. Metazori Katlanı da var. Katlanmamanın elimizde olmadığı haller. Hoşgörü Doğu’ya has aşkın bir anlama sahip. Yaratandan ötürü hoş görmek. Batılı anlamdaki toleransı karşılamıyor bu haliyle. (2004)

Tordemir : Temsili olarak ‘Demirağ’ şeklinde nitelendirilen, insanları modern köle yapan, özgürlüklerini sınırlayan, virtüel âlem ve algı yönetimi alanlarını yani çağın zihinsel ağlarını kontrol eden otoriteryan, kabalist, baskıcı ağ ve bunun yarattığı sistem. (2013)

Tepefaizgöz: Faizle ve tefecilikle büyük kapital edinenlerin önde gelenleri. (2015)

Hal Efendisi: Postmodernizmin pençesindeki insanın hayatını A’dan Z’ye tanzim eden merci. (2012)

Oyuneri: (2016) Bilgisayar oyunu bağımlılarına verilen ad.

Kod A:  - Ağrıyan adlı romanımda yerini belirttiğim muhteşem tözün esinlemesiyle - ‘Eğer dünyanın küresel vicdanı bir dağ gibi heybetle yükselmiyorsa, orada dirlik, insani düzen ve merhametten söz edilemez.’ (2011)

GlobeHyde: Küreselleşmenin insan sevmez yüzü. (1999)

GlobeJekyll: Küreselleşmenin insan sever yüzü. (1999)

İslamofobi: Batı’da ırkçılığın yeni maskesi, İslam coğrafyasını ekonomik ve siyasi yönden baskı altında tutma projesinin kilit lafı. Irkçı-siyonist güdümlü avanta tezgahı.

Homoturcus: ‘İnsan Türk’ anlamına. 1987 yılında tedavüle sürülmüştür. 

Konya Kriterleri. Bu terim 2005 yılında tarafımdan ortaya atılmıştır. Mevlana’nın eşsiz eseri Mesnevi’den hareketle üç temel maddeye sahiptir. Küresel Merhamet, Hoşgörü ve Hakkaniyet.






Çekimdışı Sözcükler Kutusu

İnsanlar çevrimiçi ve çevrimdışı olarak iki gruba ayrılır. Çevrimdışı olmak, devrimdışı olmak, yani devredışı kalmaktır.

Merak aklın nefes almasıdır. Verdiği nefes de esindir. Nefesin toplandığı yer sezildemliktir, sezginin demlendiği yerdir, yani gönüldür.

Esaret ve serbestlik çoğu kez hafızanın oyunudur.

Akıl, çoğu kez gerçeğe ancak onu yamultarak ve kısmen reddederek tahammül edebilir.

Tanrının içimize üflediği nefes gözeneklerimizden dışarı sızıyor. İnsanlık yeniden çamura mı dönüşüyor?

Mizah zekâ gölünün yüzeyindeki yakamozlardır.

Firketeli okurlar debisi (kadın okurlar için)

Gevşek somya rehaveti

Mendebur istisnalar

Cerahatli ruhlar

Heyecan muhiti

Karakter sirkeleşmesi

Bütünü sezmişlere has hovardalık

Bakış kokutanlar birliği

Beyin hücreleri göçü

Hayatını yanlış yerlere parkedenler kulübü

Mazo-tiryakilik.

Yorgun izzeti nefisler

Müstesnalara açılan sır halvetleri

Kaliteli-aza kanaat edenler

Moleküler Muhabbet

Hasbelmeslek


Zamandan azadeliğe ramak kala müstehziyim


                                         -----------------------------------------------