17 Kasım 2016 Perşembe

Vehmin Distopik Çıkmazı

Vehmin Distopik Çıkmazı

Geçmişi denetleyen geleceği, şimdiyi kontrol eden geçmişi kontrol eder.
                                                                                                             Orwell – 1984

Özgürlük mutsuzluğa gebe olmak zorunda değildir.
                                                                                              Yevgeni Zamyatin - Miy

İnsan gerçekliğe ancak onu yeniden yaratarak tahammül edebilir.

Esaret ve serbestlik çoğu kez hafızanın oyunudur.

Köle ile Kul arasında elmastan yapılmış ve saç teli kalınlığında bir duvar bulunmaktadır.
                                                                                                                  Yazi Meyyın



İkiz Tepeler

 İki tepe ve aralarında yemyeşil ormanlarla kaplı bir vadi hayal edin. Birinci tepenin üstünde yaşayan ahalinin oluşturduğu sistem bireylerin tek tek mutluluğunu inşa etmeye soyunmuş olsun.  Bunu kolektifçi zihniyetle, müksüzleştirerek, mükemmel bir işbölümü, tıkır tıkır çalışan gönüllülük düzeniyle ve herkesi eşit kılmaya çalışarak yapabileceği gibi, Huxley’nin Cesur Yeni Dünya kitabında olduğu üzere sınıfların varlığını memnuniyetle kabul ettirerek, insanları sanrı verici, kaygılardan uzaklaştırıcı ilaçların yardımıyla bilim ve sanattan azade bir şekilde hayal âleminde yaşattığı bir ortamla yapsın. Sonuç kaçınılmaz olarak er ya da geç aşağı kayıp hızla o vadiden geçip karşı tepenin üstündeki diğer sisteme taşınmaktır. İkinci tepeyi anlatmaya başlamadan önce ünlü Matrix (1999) filminin bir sahnesindeki Ajan Smith’in, Neo’ya söylediği şeyleri hatırlayalım.

‘Birinci Matrix’in, içinde kimsenin acı çekmediği, herkesin mutlu olduğu mükemmel ve insani bir dünya olarak tasarımlandığını biliyor muydun?’

Tanınmış İngiliz felsefeci John Gray Matrix filmi üzerine kaleme aldığı denemesinde şunları söyler:

‘Ananevi şekilde süren sosyal kontrol bitip gittiğinde cürümle mücadele için video kameralarını ikame ettik. Terörizme destek veren ülkelere karşı akıllı bombalar, hayal kırıklığı ve depresyon gibi insani tepkilere karşı prozak. Çevreye kafayı takmamak için de MP3.

Aslında gerçekliğin, problemlerimizin çoğunun çözümsüz durduğu bir pazarı yoktur. Matrix filminin bir mesajı varsa teknolojinin sihir olmadığıdır. Filmin konusu daha iyi bir dünya için doğallıktan uzaklaşmış istek ve arzuların en gelişmiş teknolojiyle kaçtığı rotadır. Teknoloji gerçekte insan hayatını değiştiremez.’

İkinci tepede de Yevgeni Zamyatin’in aşırı ‘Biz’leştirilmiş toplumu ya da George Orwell’ın 1984’ündeki gibi bir ortam yaratılmış olsun. ‘Biz’ de ortak amaçlar ve tek doğru var. Bunun dışına çıkan ve bir gelecek hayali olan hain. Teknoloji ve bürokrasi cenderesi tarafından sıkıştırılmış bir toplum. Cinsellik kararlaştırılmış saatlerde birlikte yaşanıyor. Sözümüze 1984 ile devam edelim. ‘Savaş barıştır. Özgürlük köleliktir. Bilgisizlik kuvvettir’ sloganlarıyla kurulmuş bir düzen. Tek partinin mutlak hükümranlığı söz konusu. Çift taraflı televizyonlar. Her saniye gözetlenme. Uykusuzluk. Düşsüzlük. Sürekli savaşma atmosferinin neden olduğu manevi harabiyat. Dağarcıklardaki kelimelerin giderek azalması. Sevgisiz, gammazcı, köle ve sadist birey imalathanesi ortamı. Totaliteryen rejimin her an ve her köşeden bireyin üstüne çullanması. Bitimsizce kuşatılmışlığın uyuşturucu, zihinsel olarak kötürümleştirici etkisi. Ve tabii o anlı şanlı ‘Büyük Birader’.

2011 yılında Roman Kahramanları dergisi için kaleme aldığım bir denemede ‘Büyük Birader’le pek de hayali sayılamayacak! bir söyleşi yaptım. Bu konuya girmeden önce İkiz Tepeler’in yamaçlarına ait film ve kitaplara kısaca değinmek istiyorum.


Distopik Yamaçlar

Yevgeni Zamyatin’in 1920’li yıllarda yayımladığı Biz adlı romanı daha sonra gelecek eserler için örnek teşkil etmiştir.  Ayn Rand’ın 1938 yılında yayımladığı Ben (Anthem) adlı kitabı buna örnek gösterilir. A. Huxley 1932 yılında Cesur Yeni Dünya’yı yayımladığında kendisine yöneltilen aynı eleştiriyi reddetmiş ve ‘Biz’i bu eseri yazdıktan yıllar sonra okuduğunu söylemiştir. G. Orwell’in kırk sonları yayımladığı 1984’ünde kendinden önceki yapıtlardan esinlendiği çok açıktır. Bu son derece normaldir. Bir intihal söz konusu olmadıkça esinlenme zinciri yapıtların tekamülü için çok sıhhatli bir olgudur. 

Fahrenheit 451 ve yıllar sonra yeniden çekilen versiyonu olan Equlibribrium üzerine çok yazıldı. Burada yamaçlarda ışıldayan ve bahsi pek az geçen yapıtlardan bazılarına eğileceğim.

Logan’s Run - Bunlardan biri William Francis Nolan ve George Clayton Johnson’ın aynı adlı kitabından 1976 yılında yapılmış olan Logan’s Run (Türkiye’de Hayal Şehir adıyla gösterildi) adlı filmdir. 23. yüzyılda artan çevre kirliliği kitlesel ölümlere neden olmuş ve sağ kalanlar için yalıtılmış ve steril bir ortam kurulmuştur. Burada yaşayanlar doğumlarından itibaren bu kapalı ortamda tabiri caizse vur patlasın, çal oynasın şeklinde bir hayat sürdürürler. Yaş sınırı otuzdur. Otuz yaşına gelenler bir törenle yok edilir. Herkesin elinde kalan zamanını gösteren sayılar vardır. Bir grup bu yaş sınırına karşı çıkmak için örgütlenmiştir. Polislerden biri bu kimseleri yakalamak ister, ana bilgisayar tarafından bu iş için görevlendirilir, ama dışarıdaki dünyanın çekimine girer ve hayatında ilk kez tabiatı, doğan güneşi, ağaçları görür. Onlar içeride yaşarlarken kirlenen doğa kendini yenilemiş ve yeniden içinde yaşanır hale gelmiştir. Polisin şimdi yapacağı iş bu bilgiyi içeridekilere anlatmak ve herkesi dışarıya çıkarmaktır.

The Long Walk – Stephen King 1979 yılında Richard Bachman müstear adıyla yayımladığı otoriteryen ve distopik bir romandır. 1966 ile 2000 arasında gençler için yayımlanmış en iyi 100 roman içindedir. Yakın gelecekte ABD’de şu andakinden epey farklı bir rejim vardır. Her yıl yüz genç Uzun Yürüyüş denen bir yarışa katılır. Halk tarafından milyarlarca dolar bahislere neden olan çok popüler bir yarıştır. Bu yarışta kurallar çok basittir. Yüz genç bir noktadan yürümeye başlar. Uyumak yoktur. Yemek içmek yürürken yapılmaktadır. Hacet gidermenin ise saniyeler içinde bitirilmesi gereklidir. Gençleri yol boyunca jipli askerler takip etmektedir. Duran, yere yıkılan, yürüyemeyen üç ikazdan sonra infaz edilmektedir. Bu yarışı bir kişi kazanacaktır. Geriye kalan doksan dokuz genç ölüme mahkûmdur. Kazanana ömrü boyunca arzu ettiği her şey sağlanacak ve haliyle çok ünlü olacaktır.

The Running Man -  Stephen King’in 1982 yılında yine Richard Bachman müstear adıyla yayımladığı otoriteryen ve distopik bir romandır. Yakın gelecekte ABD’de çevre epey kirlenmiştir. Rejim şirketokrasi ile idare edilmektedir. Hükümet yerine General Atomics’in adı geçer. Televizyon yayınları halka yalan yanlış haber vermekte ve yarışma programlarıyla milleti uyutmaktadır. Ben Richards adlı kahramanımız bu şirketin aleyhine konuştuğu ve eleştirdiği için iş bulamamaktadır. Küçük kızı hastadır. Ona ilaç alamamaktadır. Bu nedenle adam ‘Zirveye Tırmanış’ adlı ölümcül bir oyunda yer almaya karar verir. Bu oyunda yarışanlar önce halka tanıtılmakta, aleyhinde tanıtım yapılmakta ve şehirde bir yere bırakılmaktadır. Serbest kaldıktan on iki saat sonra av başlayacaktır. Silahlı profesyonel izsürücüler onu takip edecek ve buldukları yerde kameraların önünde işini bitireceklerdir. Sağ kaldığı fazladan her saat ve öldürdüğü her izsürücü için fazladan para kazanacaktır. Otuz gün yakalanmazsa av sona erecektir. Tabii böyle bir şey şimdiye kadar hiç gerçekleşmemiştir. Ben sanılandan güçlü çıkar. Bazı kimseler tarafından gammazlandığı gibi, yardım gördüğü de olur. Zaman zaman yakalanmasına ramak kalır. General Atomics’in halktan sakladığı sırları öğrenir. Bunu faş eder ve öykünün sonunda bir uçağı ele geçirerek bunu televizyon binasına doğru sürer. Bu öykü aynı başlıkla filmleştirildi, ama yapılan ağır distopik ortamı minimalleştirmekten, karikatürleştirmeden başka bir şey değildi. Yetmiş beş kilo ağırlığındaki verem eşiğindeki Ben Richards rolünü yüz on beş kiloluk Arnold Schwarzenegger’in oynamasından bile bu belli olmaktadır. 

Battle RoyalThe Long Walk’un ABD’de filminin çekilmemesi çok ilginçti.  Running Man filminin kitabın okurlarında yarattığı hayalkırıklığından sonra belki o da benzer sonuca ulaşırdı, ama yapılmaması çok ilginçti. Kitabın yayımlanmasından yirmi yıl sonra Japonlar Koushun Takami’nin romanı Battle Royale’i filme çektiler. Yönetmen Kinji Fukasaku’du. Japonya’da otoriteryen rejim iş başındadır. Anarşi kol geziyor. 42 adet öğrenci iradeleri dışında bir adaya götürülüyor. Burada ellerine tuhaf ve alakasız silahlar tutuşturup birbirlerini öldürmeleri söyleniyor. Kırk bir kişi ölecek ve ancak bir kişi adayı canlı olarak terk edebilecektir. Battle Royale, The Long Walk- Uzun Yürüyüş’ün yirmi yıl sonra Japonya’da kendine has kültürel renklerle ortaya çıkışıdır.


Büyük Birader

‘Büyük Birader Sizi Gözlüyor ‘ sloganı artık film ve kitaplarda yer alan bir sözcük değil. Televizyon programlarının yanı sıra kelimenin tam anlamıyla hayatımızın çok önemli bir yanını muştuluyor. 1984’ün yazarının ülkesinin başkentinde dünyanın adam başına en çok gözetleyici kamerası düşmekte. Londralılar sabah akşam her saniye gözetleniyor. Kredi kartlarımız alışveriş topografyasını, telefonlarımız konuşma metinlerimizi ve koordinatlarımızı bildiriyor.

Buna gönüllü olarak katlanıyoruz. Kendi özgür irademizle kredi kartımızı ve telefon markamızı seçmekteyiz.

Peki kimdir bu Büyük Birader? Benle yaptığı hayali söyleşide bir sorum üzerine şöyle demişti:

‘İnsan iradesi komut almayı ve vermeyi özgürlük telakki eder. Çünkü özgür düşünce geçmişi yoktur. Ben bir ütopya özüyüm. Seçilmiş, ince elenmiş bir fikirler yumağı. Bilimi ve tekniği kullanarak mükemmel, tepeden tırnağa kontrolü, hiçbir şeyin aksamadığı, tek merkezden idare edilen, durağan sistemleri özleyen hastalıklı yanlarla  beslenirim. Petrolü, ham maddeyi, gıdayı, suyu ve havayı kontrol araçtır. Esas öz ütopik girdaptır. Ben, biz buyuz. Sizler bunu hayal edersiniz, ben uygularım.’

Bizim hayallerimizi uygulayan ve geniş bir ekrana aksettirerek bize izleten büyük abiler!


Bize ait bir yer

Ünlü distopik film ve romanların belli ülkelerden çıktığı görülmekte. İngiltere, Amerika, Rusya ve Japonya. Endüstri, teknoloji, atom bombası, emperyalizm, turbo kapitalizm, Faustvari Batı medeniyeti ve sosyalizm.

Dünyada doğal kaynaklar azalıyor, nüfus çoğalıyor. Çevre kirliliği giderek artıyor. Tohumlar büyük biraderlerin depolarında korunuyor. Kıymetli metaller, su, petrol vb. savaş nedeni olmaya devam ediyor. Dünya ülkeleri kaynakları bölüşme denklemi merkezli olarak bölgesel bazda yeniden yapılanıyor. Yakın gelecekte bizi gerçek anlamda distopik ortamların beklediğini anlamak için çok efor harcamaya gerek yok. Yolda olanın ayak sesleri şu anda bile duyulmakta.

Bir zirvede uyuşturulmuş, bu nedenle mutlu, kafasını hiçbir şeye takmayan, küçük şeylerin esiri olduğunu farketmeyen, bilime, sanata kapalı bir hayat içinde sadece haz peşinde koşan bir dünya var. Diğer zirvede sürekli bir düşmanın varlığı söylemiyle nefretin, korkunun esiri olmuş, insanlıktan iyice sıyrılmış, totaliter, otoriter bir rejimin kıskacında, her saniye duyguları ve hareketi kontrol altında olan bunalmış insanların dünyası bulunmakta. Yüz gencin uzun yürüyüşe çıktığı, anne ve babalarının bununla gurur duyduğu, üzerlerine bahislerin oynandığı, kırk iki genç kız ve erkeğin bir ıssız adadan canlı çıkabilmek için kırk birini öldürdüğü acımasız ve sarp yamaçlar var. Korku hâlâ dağları bekliyor yani.

Peki o sözünü ettiğim vadi? 

Yakın gelecekte insanları distopik yamaç ve zirvelerden sakındıracak, hakkaniyetli ortamları tesis eden bize ait bir yer olacak mı?

                                                                                                                                                               2014 - Balçova

                                         ------------------------------------

   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder