Yeni Bir Medeniyet Tezi Olarak
ÜÇÜNCÜ KAPI
1975
yılının Kasım’ında modernitenin neşet edildiği coğrafyanın bir parçası oldum.
Kırk yıla yakın süren bir tecrübeydi. Birazdan bahsini edeceğim kapıların imal
edildiği yerlerde bulundum. Kapı bekçileri ve müdavimleriyle sonu gelmez
diyaloglar icra ettim. Tartıştım. Kapıların çağrısına kapıldığım oldu. Kendimi
sorguladım.
1999’da
basılan bir romanımda ve 2013’te yayımlanan Alsancak Börekçisi adlı kitabımda bu
kapıların bahsini ettim. Şimdi burada bir kez daha dile getirmeye çalışacağım.
Modern
zamanlarda kapılar aslında üç tanedir. Bizlerin, müslümanların gözüyle bakınca dört
adetmiş gibi görünür. Çünkü Batıda -Avrupa’da Üçüncü Kapı olarak takdim edilen
şey asılsızdır. Sağlam bir temele oturmayan kurtuluş vaadidir. Sanal bir
yapıdır.
Batı
uygarlığı maddi bir uygarlıktır. Zamanında insanların dünyevi beklentilerine ve
ihtiyaçlarına önemli ölçüde karşılık buldu. Bunu yaparken kendi dışındaki kültürleri
yok etti, ülkeleri yağmaladı, insanları maddiyat bağımlısı yaptı ve tek tip
kalıptan geçirdi. Çıkardığı savaşlarla 100 milyondan fazla insanı öldürdü. Milyonlarca
insan evsiz barksız kalıp göçmek zorunda kaldı. Dünyaya çok büyük acılar
yaşattı. Demokrasi ve insan hakları kalesi olma iddialarına rağmen Sömürgeci ve
Ötekileştirici yanı hâlâ çok baskındır ve kesintisiz bir süreklilik arz
etmektedir. Batının kendine has bir ahlak değeri yoktur. Ödünç aldığı değerleri
çürütmüş, asılsızlaştırmış ve bazılarını da mumyalanmış şekilde müzelerde
teşhire arz etmiştir.
Son zamanlarda sıkça dile
getiriliyor. Aydınlanma - Seküler sistem model olmaktan çıktı ve sistemin her
derde devalık iddiası da temelden çöktü. Kullanım süresi kısa ideolojiler kafa
ilaçları, antidepresanlar, fabrike haberler medyası, sanal dünyalar ve sosyal
medyanın geyik ekranları sayesinde bu durumu gizlemeye çabalıyor; ama
başaramıyor. Seküler söylem çıkmaza saplanmış durumda. Demokrasisi diktatör
Sisi’ye kırmızı halı seriyor. Aydını ölmelerine aldırmadığı Suriyeli göçmenlerin
ahlakdışı karikatürlerini yayımlıyor.
Bir balon düşünün. Aydınlanma
ve sekülerleşme gazıyla dolu bu balon irtifa kaybediyor. Safralar atılıyor.
Modası geçen, göz kamaştırmayan, umut verme hassasını yitirmiş, değersizleşmiş
ideolojiler ayaklar altında. Jakobenizm, Komünizm, Stanilizm, Leninizm, Maoizm,
Materyalizm, Pozitivizm ve diğer izm’lerin kıymeti harbiyesi sıfır.
Aydınlanmış yerlerde Rab ve
Allah yakan fırınları gördüm. Bacalarından çıkan dumanları soludum. Bacadan
çıkan kurumların rüzgârla uçuşup dört bir yana yayıldığını ve memleketimizde
insanların giysilerine, yüzlerine ve dillerine yapıştığını gördüm. Kutsal
yakıcılara duyulan hayranlık, bunların kaleme aldığı metinlere atfedilen
ehemmiyetle formatlanmıştım. İçine doğuştan sokulduğum Matrix’ten sıyrılınca esas
portre gözümün önünde açılıverdi. Modernite etkinliğini yitirince yerine
postmodern kuleler dikilmişti, ama bacalar tütmeye devam ediyordu. Çünkü üçüncü
bir kapı vardı. Selametin yegâne kapısı. Bu kapı dünyanın efendileri için çok lanet
bir şeydi. Habis düzenlerini tehdit eden bir selamet eşiğiydi.
Seküler düzen Ortadoğu’da
zuhur eden kurtuluşu, selameti Avrupa’da fırınlarda yakmayı denemiş ve ciddi
ölçüde başarı kazanmıştı. Eksikli bir zaferdi. İnsanların maddi taraflarını
tatmin eden düzen kiliselerin içlerini boşaltmıştı belki, ama Rab kalplerde
yaşıyordu. İnsanlar sanal kapı dümenini çözmüşlerdi. Eskisi kadar itibar
etmiyorlardı. Asıl Üçüncü Kapı bu nedenle onlar için yana yakıla aradıkları
vahadır. Vahanın ne olduğunu dile getirmeden önce modernitenin biri sanrı ürünü
olan üç kapısına bir göz atalım.
BİRİNCİ KAPI
Samsa Kapısı
Gregor
Samsa malum Kafka’nın ünlü öyküsünün kahramanı. Kendisi bir memurdur. Bir gün
ansızın böceğe dönüşür. Böcek olarak kalır ve öyle ölür. Samsa Kapısı’ndan
geçiş böcekliğin, modern köleliğin karşılığında Batı’da refah toplumunun
ikincil, üçüncül nimetlerini sunar. İpotekli evin, araban, işsizlik sigortan,
sağlık sigortan, kaza sigortan ve cenaze masrafları sigortan olur. Açık hava hapishanesinde,
kurallar manzumesi içinde yaşarsın. Emekli olunca eğer üst düzey işlerde
çalışmamışsan, hele kendine bir ev edinmeyi başaramamışsan boğaz tokluğuna
yaşar ve lambayı söndürüp gidersin.
Bunun
Türkiye’de bire bir karşılığı var. Ayrı bir konu şeklinde incelenmeye değer.
Modernite bütün dünyada olduğu gibi bizde de benzer böcekleşmeyi ve Samsa Kapısı’nı
oluşturdu. Natürel oryantalist olan mukallit Batıcıların kahir ekseriyeti bu
kapının müdavimidir. Cumhuriyetin ilk evresinde memurdan türetilen elit ve
burjuva projesi bu kategoriden insan yetiştirmek için tasarlanmıştı. Oligarşik
bürokrasi de böcekleşmeyi yaşam tarzı olarak sunan bir kuluçkaydı. Bazı Altın
Böcek statüleri falan yok değildir, ama yanıltıcıdır. Bu Batı mukalliti çakma
elitlerin pek az bir kısmı Faust Kapısı’ndan içeriye buyur edilmiştir. Geri
kalanlardan kendine ilericilik izafe edenlerin Sözümona Üçüncü Kapı’ya
rağbetleri daha çok bu hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır.
Yeni zamanlarda Avrupa
ahalisini de esir almış olan aç gözlü küresel finans ağaları Samsa Kapısından
geçenleri giderek daha büyük ölçüde elimine etmeye başladı. Buna kendi
aralarında dünyanın böceksizleştirilmesi diyorlar. Savaşların, kukla
teröristlerin kıyımının, kıtlıkların yanı sıra, GDO’lu gıdalar, rafine şeker,
hormonlu besinler, emulgatörler, trans yağlar, kirli su ve havayı haşere ilacı
gibi kullanıyorlar.
İKİNCİ KAPI
Faust Kapısı
Faust
Kapısı’ndan geçiş farklıdır. Şeytanla yaptığın kontrattaki karşılığı kadar
olmak üzere sana dünya nimetlerini daha bol miktarda verir. Prestijin yüksek
olur. Şartların gereği bu kesim sayıca diğerinden çok daha azdır. Bunların
içinden seçilmiş bir grup daha da üst mertebe olan ve aralarında Yüce Işıltı
Odası adını verdikleri ihtişam beldelerinde ağırlanır. Samsa Yolu’ndan Faust
Yolu’na sapmalar çok ender ve tuhaf raslantılar sonucudur, ama tersi daima
mümkündür. Bulunduğu yeri ve dereceyi sindiremeyenler alt katlara sürgüne gönderilirler.
Faust kapısından girip maddi ihtişamın göbeğine
dalmak için artık bizzat Şeytanla görüşüp kontrat imzalamak gerekmiyor. Kontratlar
Lucifer’in dünyadaki sağ kolu olan, küresel refahın büyük kısmını mülküne
geçirmiş az sayıdaki seçilmişin ittifakla uygun bulduğu o kimse, Tepefaizgöz
takma adlı malum zat adına düzenleniyor.
SÖZÜMONA ÜÇÜNCÜ KAPI
Chomsky Kapısı
Modernitenin bu kapısının
sabit bir ismi yok. İlk iki kapının adında ittifakla mutabakat olmasına rağmen
bu kapı için belli bir isim üzerinde uzlaşılamıyor ve her kafadan bir ses
çıkıyor. Buradan bile asılsızlığı belli oluyor aslında. Kapının aynı anda yirmi
değişik isimle anıldığı oluyor. Bunlar ilk zamanlarda toplumlara kurtuluşu vaat
eden yolları-yöntemleri-sistemleri işaret eden filozof ya da liderlerin
adlarıydı. Sovyetler’de ‘Yoldaş Kapısı’ deniyordu bir aralar. Komunist düzende
‘Böcekleşmeden’ söz etmek yasaktı. Sibirya’nın soğuğu isyankâr ruhlu haşereleri
dize getiriyordu. Yoldaş Kapısı’nın ılgasından sonra soldan müstafi ateistler bu
muhayyel kapıya String, Akıllı Tasarım, Bencil Gen Eşiği, Aziz Raslantı gibi
adlar verdiler.
Balondan safralar atıldıkça bu
kapı iyice itibar yitirdi. Son zamanlarda dünyaca popüler entelektüellerin adları daha sıkça
kullanılıyor. Ben de bu kapıya bir dakikalığına Chomsky adını verdim. Bir orijinalitesi
yok. Benden önce sayısız kereler ve daha uzun sürelerle kullanılmıştı.
Kullanılmaya da devam edecek gibi. Benim bu ismi şu an için yeğleme nedenim,
Chomsky’nin ‘Kürtler birlik olmalı, dağlarından başka kimseye güvenmemeli,
eline geçen fırsatları değerlendirmeli.’ sözleridir. Başkaları da var. Çok var,
ama bu laf tek başına yeterli.
Sözümona Üçüncü Kapı şaibeli
bir yapı. Son üç yüz senede nice boş umutlar yarattı. Samsa Kapısı’ndan geçmek
istemeyenler için sahte bir liman oldu. Körleştiren, hedef saptıran, oyalayan
bir yığın tezler ve teoriler üretti. Hepsi fos çıktı. Bir çeşit yem borusu. Uyuşturucu
yanı da var. Mücadele azmini söndürüyor. Teskin ediciliği pek kısa sürüyor. En
yeni malzemeleri üretenler dünyaca popüler filozoflar, bilim insanları.
Durmadan yılmadan yeni faraziyeler türetmeye devam ediyorlar.
Bunların en popülerlerinden
biri din ile solun füzyonuydu. Kilise maneviyatta, insana dairlikte bütünü
kucaklayamıyordu. Aydınlanma maddi sorunları bile çözmede tekliyordu. Birleşirlerse
ideal çözüm bulunmuş olurdu. Oyalama, teskin etme, karşılıksız umut yeşertmeden
başka bir şey değil. Abesle iştigal. Bir ara sözü ediliyordu. Bugünlerde böyle
bir sentezden medet umuyorlar. Yakında ambalajlayıp reklamına başlayabilirler.
Aydınlanmacı seküler ruh zamanında
kilise arazilerine elkoymuştu. O zaman ve şimdilerde Avrupa’nın doğusunu ve
güneyini (Afrika) sömürüyor. Bu sömürü onun hayat iksiriydi. Ölümsüzlük
beratıydı. Sömürü için ötekileştirme şarttı. Ötekileştirmeden burada aşırılaşmış,
çok canlar yakmış kötücül bir eylemi, yani ırkçılığı kastediyorum. Bu düzen
yüzlerce yıl sürdü. Şimdilerde ömrünün sınırlı olduğu çıktı ortaya. Teklemeye
başladı. Seküler balonun sıcak havası kesilince yere vurdu.
Türkiyeli göçmenler Avrupa’da
bu fırınlara karşı direndiler. Zaiyat verildi, ama ana gövde teslim olmadı. Bir
ara yerde gökte yankılanan ‘entegrasyon’ çığlıkları bu direnç yüzündendi. Aynı
anda Türkiye’de bu sekülerin arızalı bir türevinin vesayet şeklinde
cisimlendiğini ve kutsalı korumak isteyenlerin ensesinde boza pişirmeye devam
ettiğini görüyordum. Bu paralax view,
iki farklı bakış noktam beni ayıktırdı.
Bizdeki Batıcı vesayet
kumkumalarının üç temel tezi vardı:
1 – Tanrı inancı artık
gereksizdir. Bilim onun yerini alacak.
2 – Her türlü gelişimin,
devrimin, kurtuluşun anahtarı vesayetçilerin elindedir.
3 – Kutsalı savunanlar silme eblehtir.
Onlardan ne han olur ne de hamam.
Memleketimizde solcular bu
üçüncü tezi ‘Solcular ilericidir, devrimcidir; sağcılar külliyen gericidir ve
her türlü kalkınmaya karşıdır.’şeklinde terennüm ediyordu. Bu tezler son yıllarda
hızla hurafeleşti. Şehir efsanesi oldu. Depresyona giren solcularımızın ciddi
bir kısmı küresel sermayenin ve sekülerin puslu yamaçlarına sığındı. Dine ve
milli duruşa karşı verdikleri mücadelede sürekli olarak hezimete uğradılar.
İçlerinde basiretli olanlar mensubu olduğu nezih! azınlık cephesini terk edip halkın
tarafına geçti.
2015’te yayımladığım Kayıp Kedi adlı romanımda önde gelen
kahramanlardan biri olan eski solcu Cüneyt şöyle diyordu:
“Bir araya geleceğiz.” dedi. “Ortaya
yığışacağız. Dindarı, dinsizi, ayyaşı, liberali, solcusu, deisti, mütedeyyini
ve EYAM’ın, En Yeni Asgari Müşterek’in bütün aykırılıkların, benzeşmeyen,
örtüşmeyen alanların üstünde olduğunu göreceğiz. Nedir bu?”
Deniz’in güzel ve elemli gözleri merak
doluydu. “Nedir?”
“Anadolu, bütün dinlerin beşiği olan bu
toprak bütün dünyaya yeni bir ahlak dikte edecek. Artık din, dil, ırk, mezhep
farkı çatışma nedeni olmayacak. Vahşi kapitalizmin etki alanından çıkılacak.
Faiz sıfırlanmadan emek değerlenmez. Fakirliği yüceltme yerine kanaat ve
bereket diyen, huzur tanımında inancın damgası bulunan bir sol bekliyorum.
Seküler bir dünya cehennemindeyiz şu anda. Bundan çıkılacak. Maddiyat ve
maneviyat ikili sarmal gibi olacak yeniden. Maddi dünyayı kullanımda bir sınır
bulunacak. Ahlaki bir sınır. Çok ideal bir söylem, biliyorum. Saf bir yanı da
var belki. Özellikle bu konjonktürde. Süleyman Tapınağını üçüncü kez inşa
ederek Armageddon’u başlatma, tanrıyı kıyamete zorlayarak The Mehdi’ye davet
çıkarma fikrinden çok daha olgun, gerçekçi ve insansever bir fikir ama.”
Kayıp Kedi – 2015 – Kırmızı Kedi Yayınları
Seküler burjuvazi Afrika’da ve
Orta Doğu’da savaşları kasıtlı olarak sürdürüyor. Kendi seçtirdiği,
silahlandırdığı diktatörleri kolluyor. Avrupa’da güvenlik önlemleri nedeniyle
demokrasinin güç kaybetmesine aldırmıyor. Savaşlardan türeyen milyonlarca
mültecinin kaderi ise onu hiç ilgilendirmiyor. Gaspla edindiği finans gücünü
sürdürmekten başka bir şey düşünmüyor. Şu anda ateşin direkt olarak dokunmadığı
yerlerde oturanlar yakın gelecekte ortaya çıkacak olan büyük felaketi görüyor. Sol
formatlı ünlü liberal düşünürler bu felaketin esas müsebbibini asla merkez mesele
olarak ele almıyor. Bahislerini ederlerse bu, sade suya tirit kabilinden ve
anlamları bulanık cümlelerle oluyor. O yüzden asılsız üçüncü kapıya adlarının
verilmesi fevkalade hakkaniyetli oluyor.
Dünya ahalisinin hangi dinden
ya da görüşten olursa olsun daha yaşanır bir dünya telakkisi temelinde, asgari
müşterekte bir araya gelinmesi gerektiğini hiç bu kadar derinden
hissetmedikleri bir devirdeyiz. Bu bir ihtiyaç. Asıl Üçüncü Kapı bu ihtiyaca
cevap verecek yegâne yapıdır. Ayrıca bu kapı hiçbir kültüre de yabancı
değildir. Çünkü İslam bilimi modernitenin en ciddi bileşenlerinden biridir. Hakkı
yenmiştir.
2005 yılında ‘Beşinci Sütun’
adlı bir deneme yayımlamıştım. Dört sütun üzerine oturduğu addedilen Avrupa –
Batı kültüründeki eksik sütuna değiniyordum. Roma, Yunan, Hırıstiyan, Musevi
sütunlarına İslam kültürü sütununu ekliyordum. Avrupa uygarlığında İslam bilim
ve kültürünün, romandan şiire, haritadan usturlaba, mimariden tıbba, kimyadan
fiziğe katkısı olmadığı hiçbir alan yoktur. Başta büyük âlim Fuat Sezgin olmak
üzere bu alanda verilen eserlerle Beşinci Sütun’un varlığını inkâr yolu sonsuza
dek kapanmıştır.
Yeni zamanlarda Batı’da ve
geri kalan dünyada ‘BBHH, Bencil Birey- Hızlı Haz’ hattı çok revaçta. Bu düşüşe
hangi yapı dur diyecek? Sözümona Üçüncü Kapı düşünürleri çözüm değil oyalama
reçeteleri sunuyor. Batı yapımı bir kıyamet beklenirken bunlar vahim durumu
maskeleme işlevi görüyor.
Kilisede var kalan kutsal
yoğunluk, seküler kültürdeki birikim hayatın anlamının bütünüyle insanın
ufkunda belirmesini sağlayamıyor. Çünkü kutsal yakan fırınlar inanç ve
değerleri küle çevirdi. Külden yeniden doğulamıyor. Bunun için bir tılsım
lazım. Ünlü felsefe taşından daha felsefik bir taş. Ancak Asıl Üçüncü Kapı bunu
sağlayabilir.
Bu vahanın model olması ihtimali
Seküler Burjuvazi için çok tehlikeliydi. Bu nedenle gnostik zarla ambalajlanmış
şekilde topyekün geliyorlar. Amaçları bütün dünyayı selamete kavuşturabilecek Hayırlı
Kapı’yı yıkmak. Yıkamazlarsa gözden düşürmek, karalamak ve inandırıcılığını
zedelemek istiyorlar.
ÜÇÜNCÜ KAPI
Dindar Kulların
Selamet Kapısı - HAKİKAT
Üçüncü Kapı bize peygamber efendimizin
araladığı ve emanet ettiği kapıdır. İrfan ve hikmete verdiği ehemmiyetle Matüridîlik
Batı akılcılığını sollamıştır. Modernite üstü bir mertebedir. Şimdi
yapılması gereken bu cevheri yeni bir medeniyet telakkisi şeklinde
modellemektir. Modelleme yapılamazsa bu hareketin karakteri yerli yerine
oturmaz. Zamanla dağılmak, zayıflamak mukadder olur.
Ya
yaradana kul olunacak ya da modern böcek köle olunmaya devam edilecek. Kul
hakkı ziyası ile Lucifer’in hayırsız ışığı arasında seçim yapılacak. Tabiata ve
maddi yapıya yeni bir gözle bakılacak. Küresel
Merhamet - Vicdan, Hoşgörü ve Hakikat temelli, muhtevasında ekonomiyi yeniden
değerlendiren bir modele bütün dünya aç. Hasretle bekliyorlar.
Kapının
düşmanı malum cephe var gücüyle bunu engellemeye çalışıyor. İçerideki işbirlikçiler
ve kıt bilgili enteller buna destek veriyor. Bu eşsiz modelin dünyaya sunumu
İstanbul’dan yapılacak. Dan Brown’ın Inferno’sunda cehenneme açılan kapının
İstanbul’da olduğunun yazılması boşuna değil. Kimin adına kaleme alındığı
belli. Deli gibi çırpınıyorlar. Panik içindeler.
Yeni
model din, dil, ırk, inanç ayırmadan, ortak bir selamet kuramının temel
bileşeni, belki de çekirdeği olacak. Seküler burjuvazi bunu biliyor. İçimizdeki
yerleştirilmişlerle, devşirilmiş, gözleri kamaştırılmış adamlarıyla bunu
engellemeye çabalıyorlar.
Bu
hayırlı kapıdan feyz almış bir modelin ilânı er ya da geç Sıfırıncı
Meridyen’den, İstanbul’dan yapılacak. Benim inancım ve temennim budur.
Balçova- Ocak 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder