13 Kasım 2016 Pazar

Kuzey Agarta Kutbu

Kuzey Agarta Kutbu


Son zamanlarda Kutuplar dendiğinde akla gelen çok konu var. Inferno, Agarta Uygarlığı, gizemli âlemlere açılan kapılar, yeraltı mağaraları, UFO’lar, Naziler’in ‘İçi Oyuk Dünya’ araştırmaları, bakir enerji kaynakları, ekonomik ulaşım ve yepyeni ticaret yolları. Kısacası bir ara ulaşılmaz, soğuk, işe yaramaz ve uzak bir yer gibi görünen Kutuplar zamanımızda giderek büyük bir önem kazanmakta. Bu gelişmeleri ele alıp yakın gelecek tasavvurlarına geçmeden önce dikkatimizi o buz katmanlarının iyice altına yöneltelim. Çünkü Kutuplar’ın altı ayrı bir gizemli âlem, üstü ise jeostratejik önemi her geçen gün artan değerli bir alan.


Karanlıklar Âlemi Olarak Yeraltı
Çocukken büyükler bazen çok kızdıkları birisi için ‘Yeri Gayya Kuyusu olasıca’ diye ilenirdi. Sonradan araştırınca bunun yedi katlı cehennem tasavvurunun en alt katı olduğunu öğrendim. Her kat belli bir ümmete ve kategori suçu işlemiş kimselere aitti. Bu derin yapının en alt katı Gayya’ydı. Gayya’nın aslında derin bir vadi olduğu görüşü de sık sık dillendirilmiştir.
Toplumların geçmişinde yeraltı kavramının önemli bir yeri vardır. Haksız da değillerdi. Yeri sarsan, binaları yıkan korkunç depremler ve şehirleri yakarak yok eden, insanları taştan cesetlere çeviren volkan püskürmeleri oluyordu. Bazı yerlerden sıcak sular ve zehirli gazlar püskürüyordu.

Eski zamanlarda Yeraltı ve Gök şeklinde iki kategoride, aydınlık, rahman, ilahi olan göklere izafe ediliyordu. Yeraltı ise, karanlık, kötülük, ceza çekme yeri,  bedensiz ruhların dolandığı karanlık mekânlar olarak tanımlanıyordu.

Sümer mitolojisinde günahkâr ruhların düşeceği yerin adı Kur’du. Tanrıça İnanna ölüler âleminin de kraliçesi olmayı arzular ve bu yeraltı âlemine yedi kapıdan geçerek inerdi. Kur çok katı ve sert uygulamaları ile meşhur ölüm ve karanlıklar tanrıçası Ereşkigal tarafından yönetilirdi.

Helen uygarlığında Kur’un karşılığı Hades olmuştur. Hades aynı zamanda yeraltının ve cehennemin tanrısıdır. Hades, Tartaros ve Erabos olarak ikiye ayrılıyordu. Ölen insanlar ilk önce Erabos’a daha sonra dipsiz kuyu Tartaros’a geçerlerdi.

Orta Asya’da, Şamanizm’de ise dünya, gök, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere üç kısma ayrılmaktaydı. İnanışa göre karanlık âlemi olan yeraltında genellikle korkunç ve kötü ruhlar, örneğin Tümengi Töz yaşardı. Bu kötü ruhların başında Türk ve Altay mitolojisinde Erlik Han bulunurdu. Erlik Han insanın canını alıp yeraltına götürür ve sorguya çektikten sonra kendi emrinde kullanırdı.

Inferno
Hıristiyan inancında günahkârlar öldükten hemen sonra bir uçurum olan cehenneme iner ve hem ruh hem de  bedenleriyle azap çekerler. Ünlü Dante Alighieri İlahi Komedya’sındaki cehenneminde, yani Inferno’da böyle katmanlar mevcuttur. Hıristiyanlıkta cehennem için Hell, Hölle, İnferno ve sıfatları kullanılır. Hölle ‘çukur’, Inferno ‘aşağıda olan’ anlamına gelir. 

İslam inancına göre Allah’ın varlığını inkâr edenlerin, iman etmeyenlerin günahları ölçüsünde kalacakları yer Cehennem’dir. Cehennem kelimesi Arapça kökenli olup ismini Kudüs’ün güneyinde bulunan Hinnom Vadisi’nden, Ge-Hinnom’dan alır.
Dan Brown 2013 yılında yayımladığı Inferno adlı romanında Dante’nin Inferno’su, İstanbul, Yerebatan Sarayı ve Ayasofya’dan esinlendi. Yıl 2013 ve başlık Cehennem. Yeni Dünya Düzeni’ndeki cehennemin kapısı İstanbul’da! Aynı Dan Brown daha önce de Melekler ve Şeytanlar kitabında Vatikan’a anti madde bombası yerleştirmişti. Bunu da hatırlayalım.

Görüldüğü gibi binlerce yıllık mitler, efsaneler ve masallardaki semboller ve kavramlar zamanımızda hâlâ kullanımda. Bu kullanımın politik referansları ve gönderimleri daha önplanda haliyle.


Yeraltı Uygarlıkları
Yeraltına izafe edilen kötülüğün ve ceza mekânı vasfının tarihi insan tarihiyle yaşıttır. Peki ya yeraltında bambaşka âlemler varsa? Bunlar ceza çekme yerleri değil de sefa mekânlarıysa? Büyük ve kadim uygarlıklar yeraltında gizleniyor olabilir mi? Uzayın derinliklerine sonda yollayan yeryüzü insanları yeraltından bihaber olabilir miydi? Çok iyi saklanan bir sır da değildi üstelik. Yeraltı uygarlıkları hakkında sayısız söylenti, makale, düzmece olması pek muhtemel fotoğraf, film ve kitap mevcuttu.

Ünlü yazar Erich von Däniken 1968 yılında ilk insan kültürleri üzerindeki dünyadışı iddalarını dillendirdiği Tanrıların Arabaları adlı eserle adını bütün dünyaya duyurdu. Daha sonra kaleme aldığı kitabında yetmiş başlarında Güney Amerika’daki ucu bucağı belirsiz yeraltı mağaralarını ziyaret ettiği kitabı okuduğumda kafamda dağınık duran bir çok şey birleşmişti. Masallarda ve efsanelerde sürekli konu edilen kavramdı yeraltı uygarlıkları.

Dünya dört küsur milyar önce bir ateş topuydu. Zamanla soğudu. Kabuk bağladı. Bu kabuk okyanus tabanında 5-10 kilometre, kıtalarda ise 30-70 kilometre kalınlığındadır. Dünyanın çekirdeğinde de demir ve nikel ağırlıklı ergimiş bir kütle var. Göbek sıcaklığı beş bin santigrat derece. Volkanlardan püsküren mağma yeraltı ısısının kesin kanıtı. Klasik bilgimiz bu.

Naziler ve Oyuk Dünya Teorisi
1930 ve 40’larda Naziler yukarıda belirtilenden farklı olarak Oyuk Dünya’ya inanıyordu. Bu nedenle kutuplara seferler düzenlemişler, oralarda ölçümler ve kazılar yapmışlardı. Theory of Hollow World. Bir inanışa göre dünyanın içi bize anlatılanların aksine boştu. Birbirlerine tünellerle bağlı birçok kent ve hatta ırklar mevcuttu. Bu medeniyetlerden biri Agarta’ydı. Battığı rivayet edilen Mu ve Atlantis medeniyetlerinden göçen bilim insanları tarafından kurulmuştu. Başkenti Şambala adlı bir şehirdi.

Bilimkurgu yazınında özellikle 1960’ların sonuna kadar sıklıkla vurgulanan konu günümüzde kayda değer bir popülerlik kazanmış ve Oyuk Dünya Teorisi ile ilişkilendirilmiştir. Dünyamızın çekirdeğinde binlerce derecede ergimiş nikel ve demir çekirdek yerine küçük bir güneş ve iç çeperlerde bu güneşin yeşerttiği kırları, ormanları olan bir yaşam mekânı hayal edin.

Bizim güneşe uzaklığımız 150 milyon kilometre. Bu güneş ise azami altı küsur bin kilometre uzakta olabilir. Demek ki mini bir güneş. Termonükleer enerjiyi kullanarak yapay bir güneş oluşturabilecek teknolojiden, insan ya da dünya dışı zekâ taşıyan bir ahaliden söz ediliyor. Bir iddiaya göre UFO’lar uzaydan değil, yerin merkezinden geliyor. Kutuplar’daki deliklerden, kapılardan geçerek atmosfere ulaşıyorlar. Oradan da uzaydaki yolculuklarını gerçekleştiriyorlar.

Böyle bir tasavvura ‘hayal gücünün şeffaf kanatlarının hışırtısı’ der geçerdik; ama aklımızı, mantığımızı ters köşe yaptıracak bazı kanıt ve olaylar mevcut. Örneğin Naziler, Oyuk Dünya tezine de inanmışlardı. Kutuplarda yıllarca araştırmalar yaptılar. Bazı bölgelerde delme eyleminde bulundular. V1, V2 roketlerini yapan, Von Braun’ları yetiştiren, soğukta çalışan motorları icat eden, endüstride, fizikte, kimyada o sıralardaki en yüksek bilgiye sahip olan bir ülkenin bilim insanları boş bir hayalin peşinde niye koşar? Büyük bir savaşın hemen öncesinde ve sırasında enerjisini niye boş şeylere harcar? Kült yaratma peşindelik, ezoterik çılgınlık gibi açıklamalar bana yeterli izahat olarak görünmüyor. O yılların dünyadaki en yüksek teknolojiye sahip ülkesi Kutuplar ve Himalayalar’da bir şey arıyordu. Bu şey bir kapıydı. Yüksek bir teknolojiye, ‘Dünyanın Kalbi- Bilgeler Ülkesi’ diye nitelendirilen Agarta’ya açılan bir kapı.

Kapılar
Eğer yerin altında yapay bir mini güneşle organik hayat tesis edebilecek bir medeniyet mevcutsa kendi isteği dışında teknolojisini niye bizle paylaşsın? Bu silahça, teknolojice zayıf Afrikalı bir ahali değil. Vurup kırıp sömürülebilecek bir durum yok yani. Popomuzun altından fişeği çaktı mı kendimizi cümbür cemaat anında Ay’da buluruz alimallah.

Zorla değil ricayla olabilir tabii, ama esas meselenin bir zamanlar orada yaşamış ve çoktan çekmiş gitmiş bir uygarlık beklentisi olduğunu düşünüyorum. Ardında kalan yüksek teknoloji ürünü malzeme İkinci Dünya Savaşı sırasında onu ele geçirenlere büyük bir üstünlük sağlardı. Ana hedef buydu muhtemelen. Naziler çeşitli kapıları yokladılar. Başaramadılar.   

Ayrıca bu üstün medeniyet kalıntısının dünyamızın sadece kabuk bölgesinde mesken tutmuş olması da muhtemel görülüyordu. O dev ve yekpare kayaları oyabilecek teknoloji de azbuz bir şey değildi. Bugün bütün dünyayı saran mağaralar sistemine sıcak bakanların sayısı bayağı çoktur. Anadolu bu bakımdan da zengin bir yapıya sahiptir. Kapadokya bölgesi, Nevşehir’in Kaymaklı ve Derinkuyu kasabalarının altındaki yeraltı kentleri ilk aklıma gelenler.

Dünya ölçeğinde birbiriyle bağlantılı, dev bir mağaralar ve yeraltı şehirleri sistemi öngörülüyor. Bu mağaraların önemli bir bölümü Sibirya’da ve Türklerin ağırlıklı olarak yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, ‘Ataların kutsal mağaraları’ ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan ‘Gizli Ülke’ inanışında Agarta'nın simgeleri de bulunmaktadır. Tibetliler bu yeraltındaki mağaralarda gizlenen bilge kimselerin bir gün yeryüzüne çıkarak etrafı güllük gülistanlık yapacağına inanıyor. Bugün bile yeraltından gelecek ihya ve hidayeti bekleyenlerin sayısı hiç de az değildir.  

Agarta'nın yeryüzüne açılan kapılarının sayısı söylencelerde farklı.  Birle yedi arasında değişiyor. Bu kapıların adresi söz konusu olduğunda listenin başında Kuzey Kutbu’nu görüyoruz. Bu kapılara henüz ulaşılamamış durumda. Yüksek teknolojiye sahip ülkeler bu eşsiz yerleri bulabilmek için bütün güçleriyle çabalamakta. Bu konuda Ruslar önde gibi görünüyor.


‘Dünyanın son sömürge yarışının başlangıç atışı’
2007 yılının Ağustos başında Mir 1 adlı mini denizaltı Kuzey Kutbu’nun 4261 metre derinliğindeki tabanına titanyumdan yapılmış Rus bayrağını dikti. Ruslar ‘insanlığın tarihinde ilk kez Kuzey Kutbu’nun altındaki deniz tabanına ulaştığını ve bunun Ay’a ilk kez insan indirmek derecesinde önemli olduğunu’ belirtti. ‘İnsanlık için muhteşem bir adım’ hali ikinci kez yaşandı. 

Ruslar pratik olarak kapılardan en çok bahsi geçene bayağı yakın durumda. Nazi rüyasını onların rakibi Ruslar devralmış görünüyor. Batı medyasında çıkan çeşitli yorumlardan en ilginci Ruslar’ın bu başarısını ‘Dünyanın son sömürge yarışının başlangıç atışı’ olarak değerlendireni olmalı. Bu çok doğal. Çünkü Rus bayrağının dikildiği bölge muazzam bir enerji deposu ve şu ana kadar hiç dokunulmadı.

Bilimsel araştırmalar, dünyanın keşfedilmemiş petrol rezervlerinin yüzde 13’ünün, yine keşfedilmemiş doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 30’unun bayrak dikilen bölgede olduğunu gösteriyor. 2010 rakamlarına göre dünyada keşfedilen yeni petrol-doğalgaz sahalarının yüzde 60’tan fazlası da burada. Önümüzdeki on yılda alt yapı olarak buraya harcanacak paranın çeyrek trilyon dolar olacağı tahmin ediliyor. Çok büyük ticari fırsatlardan söz ediliyor.


Kutuplardaki Türk Üsleri
Türkiye 2015 yılında Kuzey Kutbu’nda üs kuran ülkeler arasına katıldı. Güney kutbu için de çalışmalar sürüyor. Neyse ki, ‘Ta oralarda ne işimiz var?’ diyen sesler duyulmuyor.  İnsanoğlunun elinin uzanabildiği uzay da dâhil her yerin parsellendiği zamanlarda böylesine stratejik bir bölgenin haricinde durmak akıl kârı değil çünkü.

Kuzey İpek Yolu
Enerji dışında yeni bir jeopolitik alan da doğuyor. Kuzey Kutbu’ndaki buzların erimesiyle dünyanın damı denen yerden geçen yepyeni bir ulaşım hattı oluşuyor. Asya’nın doğusuyla Avrupa arasındaki deniz taşımacılığında büyük bir tasarruf sağlamasının yanında kazanç da sağlayacak. Stratejik yanı da olan bu yeni deniz güzergâhı Panama ve Süveyş Kanalı’nın önemini bir miktar azaltacak muhtemelen. Bir örnek vereyim: Rotterdam ile Şangay arasındaki eski yol yarı yarıya kısalacak. Binlerce millik bir kazanç söz konusu. Yeniden paylaşım savaşlarının başladığı dünyamızda bu hat güneydekine göre daha güvenli olacağı için özellikle tercih edilecek. Siyasi istikrarsızlıklıkların olduğu bölgelerden geçilmeyeceği için gasp cinsinden riskler minimalize edilecek.

Kuzey Agarta Kutbu ve Tapu Meselesi
Putin kutupların altından getirilen bir milyon yıllık suyu yudumlarken bütün dünyaya bir mesaj verdi sanki. ‘Altı Agarta, üstü enerji yatakları, yüzeyi yeni ticari rota olan bu yerde arslan payı benim.

Muazzam enerji potansiyeli ve Kuzey İpek Yolu alternatifi herkesin iştihasını kabartmış görünüyor. Bölge civarında iki süper güç pozisyon almış durumda. Hemen çevrede komşu ülkeler var. Böylelikle ABD, Rusya, Kanada, Danimarka ve Norveç başlıca hasımlar haline dönüşüyor. Bölgeye daha uzak olan Almanya, İngiltere, Japonya ve kimi Baltık ülkeleri haris yarışa katılıyor. Çin geri kalır mı? Yeni ve hızlı ulaşım yolları en çok onu ilgilendiriyor. Geçen birkaç yıl içinde kutuplarda onlarca askerî tatbikat yapılması boşuna değil.

Kuzey Kutbu’nun tapusu kimde?

Buzları eritenlerde mi? Bir ara onları da konuşmak lazım aslında.

Bu oldukça teknik ve grift bir mesele. Şu an bu paha biçilmez yerin bir sahibi yok. Tüm ülkeler bölgeye bilim adamlarını gönderiyor. Ekipler ülkelerine hak sağlayacak bulguları topluyor. Belli bir süre sonra uluslararası platformlar bu bilgileri tartışacak.


Sıfırıncı Meridyen
Ortadoğu, Kafkaslar ve Ortaasya’da bugün yaşanan politik gerilimlerin ardında enerji savaşları önemli bir rol oynuyor. Merkez Orta Doğu ve Orta Asya. Bu merkez bir süre sonra Kuzey’e kayabilir. Rusya, Agarta Kapısı’nın yanı sıra Türkiye’nin Kapısı’nı da çalıyor. Türk Gazı işi ciddi bir hamle. Zaten biz coğrafi olarak Kutuplar’dan uzak olsak da, İstanbul ‘Sıfırıncı Meridyen’in asli sahibi olarak merkezde duruyor.

InfernoCehennem adlı kitabın ve yakında gösterime girecek filmin İstanbul’u, Ayasofya’yı ve Yerebatan Sarayı’nı konu alması boşuna değil. Yerebatan Sarayı’nın önündeki ünlü Milyon Taşı, Sıfırıncı Meridyen’nin nişan yeridir.

Bu gidişatın sonu çok bilinen masallardaki gibi olacak sanırım. Şiddetli çekişmeler yaşanacak ve ardından kapılar içeriye az sayıda seçilmişi buyur edecek.
                                                                                                                Yazarın sitesi: sadikyemni.com


                                                  ----------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder