Kuzey Agarta Kutbu
Son zamanlarda Kutuplar dendiğinde akla gelen çok konu
var. Inferno, Agarta Uygarlığı, gizemli âlemlere açılan kapılar, yeraltı
mağaraları, UFO’lar, Naziler’in ‘İçi Oyuk Dünya’ araştırmaları, bakir enerji
kaynakları, ekonomik ulaşım ve yepyeni ticaret yolları. Kısacası bir ara
ulaşılmaz, soğuk, işe yaramaz ve uzak bir yer gibi görünen Kutuplar zamanımızda
giderek büyük bir önem kazanmakta. Bu gelişmeleri ele alıp yakın gelecek
tasavvurlarına geçmeden önce dikkatimizi o buz katmanlarının iyice altına yöneltelim.
Çünkü Kutuplar’ın altı ayrı bir gizemli âlem, üstü ise jeostratejik önemi her
geçen gün artan değerli bir alan.
Karanlıklar Âlemi Olarak Yeraltı
Çocukken büyükler bazen çok kızdıkları birisi için ‘Yeri Gayya Kuyusu olasıca’
diye ilenirdi. Sonradan araştırınca bunun yedi katlı cehennem tasavvurunun en
alt katı olduğunu öğrendim. Her kat belli bir ümmete ve kategori suçu işlemiş
kimselere aitti. Bu derin yapının en alt katı Gayya’ydı. Gayya’nın aslında
derin bir vadi olduğu görüşü de sık sık dillendirilmiştir.
Toplumların geçmişinde yeraltı kavramının önemli bir
yeri vardır. Haksız da değillerdi. Yeri sarsan, binaları yıkan korkunç
depremler ve şehirleri yakarak yok eden, insanları taştan cesetlere çeviren
volkan püskürmeleri oluyordu. Bazı yerlerden sıcak sular ve zehirli gazlar
püskürüyordu.
Eski zamanlarda Yeraltı ve Gök şeklinde iki
kategoride, aydınlık, rahman, ilahi olan göklere izafe ediliyordu. Yeraltı ise,
karanlık, kötülük, ceza çekme yeri,
bedensiz ruhların dolandığı karanlık mekânlar olarak tanımlanıyordu.
Sümer mitolojisinde günahkâr ruhların düşeceği yerin
adı Kur’du. Tanrıça İnanna ölüler âleminin de kraliçesi olmayı arzular ve bu
yeraltı âlemine yedi kapıdan geçerek inerdi. Kur çok katı ve sert uygulamaları
ile meşhur ölüm ve karanlıklar tanrıçası Ereşkigal tarafından yönetilirdi.
Helen uygarlığında Kur’un karşılığı Hades olmuştur. Hades
aynı zamanda yeraltının ve cehennemin tanrısıdır. Hades, Tartaros ve Erabos
olarak ikiye ayrılıyordu. Ölen insanlar ilk önce Erabos’a daha sonra dipsiz
kuyu Tartaros’a geçerlerdi.
Orta Asya’da, Şamanizm’de ise dünya, gök, yeryüzü ve
yeraltı olmak üzere üç kısma ayrılmaktaydı. İnanışa göre karanlık âlemi olan
yeraltında genellikle korkunç ve kötü ruhlar, örneğin Tümengi Töz yaşardı. Bu
kötü ruhların başında Türk ve Altay mitolojisinde Erlik Han bulunurdu. Erlik Han
insanın canını alıp yeraltına götürür ve sorguya çektikten sonra kendi emrinde
kullanırdı.
Inferno
Hıristiyan
inancında günahkârlar öldükten hemen sonra bir uçurum olan cehenneme iner ve
hem ruh hem de bedenleriyle azap
çekerler. Ünlü Dante Alighieri İlahi Komedya’sındaki cehenneminde, yani Inferno’da böyle katmanlar
mevcuttur. Hıristiyanlıkta cehennem için Hell, Hölle, İnferno ve sıfatları kullanılır. Hölle ‘çukur’, Inferno
‘aşağıda olan’ anlamına gelir.
İslam inancına göre Allah’ın
varlığını inkâr edenlerin, iman etmeyenlerin günahları ölçüsünde kalacakları
yer Cehennem’dir. Cehennem kelimesi Arapça kökenli olup ismini Kudüs’ün güneyinde
bulunan Hinnom Vadisi’nden, Ge-Hinnom’dan alır.
Dan Brown 2013 yılında yayımladığı Inferno adlı romanında
Dante’nin Inferno’su, İstanbul, Yerebatan Sarayı ve Ayasofya’dan esinlendi. Yıl
2013 ve başlık Cehennem. Yeni Dünya Düzeni’ndeki cehennemin kapısı İstanbul’da!
Aynı Dan Brown daha önce de Melekler ve Şeytanlar kitabında Vatikan’a
anti madde bombası yerleştirmişti. Bunu da hatırlayalım.
Görüldüğü gibi binlerce yıllık mitler, efsaneler ve masallardaki
semboller ve kavramlar zamanımızda hâlâ kullanımda. Bu kullanımın politik
referansları ve gönderimleri daha önplanda haliyle.
Yeraltı Uygarlıkları
Yeraltına izafe edilen kötülüğün ve ceza mekânı vasfının
tarihi insan tarihiyle yaşıttır. Peki ya yeraltında bambaşka âlemler varsa? Bunlar
ceza çekme yerleri değil de sefa mekânlarıysa? Büyük ve kadim uygarlıklar
yeraltında gizleniyor olabilir mi? Uzayın derinliklerine sonda yollayan yeryüzü
insanları yeraltından bihaber olabilir miydi? Çok iyi saklanan bir sır da
değildi üstelik. Yeraltı uygarlıkları hakkında sayısız söylenti, makale, düzmece
olması pek muhtemel fotoğraf, film ve kitap mevcuttu.
Ünlü
yazar Erich von Däniken 1968 yılında ilk insan kültürleri üzerindeki dünyadışı
iddalarını dillendirdiği Tanrıların
Arabaları adlı eserle adını bütün dünyaya duyurdu. Daha sonra kaleme aldığı
kitabında yetmiş başlarında Güney Amerika’daki ucu bucağı belirsiz yeraltı mağaralarını
ziyaret ettiği kitabı okuduğumda kafamda dağınık duran bir çok şey birleşmişti.
Masallarda ve efsanelerde sürekli konu edilen kavramdı yeraltı uygarlıkları.
Dünya
dört küsur milyar önce bir ateş topuydu. Zamanla soğudu. Kabuk bağladı. Bu
kabuk okyanus tabanında 5-10 kilometre, kıtalarda ise 30-70 kilometre
kalınlığındadır. Dünyanın çekirdeğinde de demir ve nikel ağırlıklı ergimiş bir
kütle var. Göbek sıcaklığı beş bin santigrat derece. Volkanlardan püsküren
mağma yeraltı ısısının kesin kanıtı. Klasik bilgimiz bu.
Naziler ve Oyuk Dünya Teorisi
1930
ve 40’larda Naziler yukarıda belirtilenden farklı olarak Oyuk Dünya’ya inanıyordu. Bu nedenle
kutuplara seferler düzenlemişler, oralarda ölçümler ve kazılar yapmışlardı. Theory
of Hollow World. Bir inanışa göre dünyanın içi bize anlatılanların aksine
boştu. Birbirlerine tünellerle bağlı birçok kent ve hatta ırklar mevcuttu. Bu
medeniyetlerden biri Agarta’ydı. Battığı rivayet edilen Mu ve Atlantis
medeniyetlerinden göçen bilim insanları tarafından kurulmuştu. Başkenti Şambala
adlı bir şehirdi.
Bilimkurgu
yazınında özellikle 1960’ların sonuna kadar sıklıkla vurgulanan konu günümüzde
kayda değer bir popülerlik kazanmış ve Oyuk Dünya Teorisi ile
ilişkilendirilmiştir. Dünyamızın çekirdeğinde binlerce derecede ergimiş nikel
ve demir çekirdek yerine küçük bir güneş ve iç çeperlerde bu güneşin yeşerttiği
kırları, ormanları olan bir yaşam mekânı hayal edin.
Bizim güneşe
uzaklığımız 150 milyon kilometre. Bu güneş ise azami altı küsur bin kilometre
uzakta olabilir. Demek ki mini bir güneş. Termonükleer enerjiyi kullanarak
yapay bir güneş oluşturabilecek teknolojiden, insan ya da dünya dışı zekâ
taşıyan bir ahaliden söz ediliyor. Bir iddiaya göre UFO’lar uzaydan değil,
yerin merkezinden geliyor. Kutuplar’daki deliklerden, kapılardan geçerek
atmosfere ulaşıyorlar. Oradan da uzaydaki yolculuklarını gerçekleştiriyorlar.
Böyle bir
tasavvura ‘hayal gücünün şeffaf kanatlarının hışırtısı’ der geçerdik; ama
aklımızı, mantığımızı ters köşe yaptıracak bazı kanıt ve olaylar mevcut.
Örneğin Naziler, Oyuk Dünya tezine de inanmışlardı. Kutuplarda yıllarca
araştırmalar yaptılar. Bazı bölgelerde delme eyleminde bulundular. V1, V2
roketlerini yapan, Von Braun’ları yetiştiren, soğukta çalışan motorları icat
eden, endüstride, fizikte, kimyada o sıralardaki en yüksek bilgiye sahip olan
bir ülkenin bilim insanları boş bir hayalin peşinde niye koşar? Büyük bir
savaşın hemen öncesinde ve sırasında enerjisini niye boş şeylere harcar? Kült yaratma
peşindelik, ezoterik çılgınlık gibi açıklamalar bana yeterli izahat olarak
görünmüyor. O yılların dünyadaki en yüksek teknolojiye sahip ülkesi Kutuplar ve
Himalayalar’da bir şey arıyordu. Bu şey bir kapıydı. Yüksek bir teknolojiye, ‘Dünyanın
Kalbi- Bilgeler Ülkesi’ diye nitelendirilen Agarta’ya açılan bir kapı.
Kapılar
Eğer yerin
altında yapay bir mini güneşle organik hayat tesis edebilecek bir medeniyet
mevcutsa kendi isteği dışında teknolojisini niye bizle paylaşsın? Bu silahça,
teknolojice zayıf Afrikalı bir ahali değil. Vurup kırıp sömürülebilecek bir
durum yok yani. Popomuzun altından fişeği çaktı mı kendimizi cümbür cemaat anında
Ay’da buluruz alimallah.
Zorla değil
ricayla olabilir tabii, ama esas meselenin bir zamanlar orada yaşamış ve çoktan
çekmiş gitmiş bir uygarlık beklentisi olduğunu düşünüyorum. Ardında kalan
yüksek teknoloji ürünü malzeme İkinci Dünya Savaşı sırasında onu ele
geçirenlere büyük bir üstünlük sağlardı. Ana hedef buydu muhtemelen. Naziler
çeşitli kapıları yokladılar. Başaramadılar.
Ayrıca bu
üstün medeniyet kalıntısının dünyamızın sadece kabuk bölgesinde mesken tutmuş
olması da muhtemel görülüyordu. O dev ve yekpare kayaları oyabilecek teknoloji
de azbuz bir şey değildi. Bugün bütün dünyayı saran mağaralar sistemine sıcak
bakanların sayısı bayağı çoktur. Anadolu bu bakımdan da zengin bir yapıya
sahiptir. Kapadokya bölgesi, Nevşehir’in Kaymaklı ve Derinkuyu kasabalarının
altındaki yeraltı kentleri ilk aklıma gelenler.
Dünya ölçeğinde birbiriyle bağlantılı, dev bir
mağaralar ve yeraltı şehirleri sistemi öngörülüyor. Bu mağaraların önemli bir bölümü Sibirya’da
ve Türklerin ağırlıklı olarak yaşadığı Orta Asya'da
görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki,
‘Ataların kutsal mağaraları’ ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan ‘Gizli Ülke’
inanışında Agarta'nın simgeleri de bulunmaktadır. Tibetliler bu yeraltındaki
mağaralarda gizlenen bilge kimselerin bir gün yeryüzüne çıkarak etrafı güllük
gülistanlık yapacağına inanıyor. Bugün bile yeraltından gelecek ihya ve hidayeti
bekleyenlerin sayısı hiç de az değildir.
Agarta'nın yeryüzüne açılan kapılarının
sayısı söylencelerde farklı. Birle yedi
arasında değişiyor. Bu kapıların adresi söz konusu olduğunda listenin başında
Kuzey Kutbu’nu görüyoruz. Bu kapılara henüz ulaşılamamış durumda. Yüksek
teknolojiye sahip ülkeler bu eşsiz yerleri bulabilmek için bütün güçleriyle
çabalamakta. Bu konuda Ruslar önde gibi görünüyor.
‘Dünyanın son sömürge
yarışının başlangıç atışı’
2007 yılının Ağustos başında Mir 1 adlı
mini denizaltı Kuzey Kutbu’nun 4261 metre derinliğindeki tabanına titanyumdan
yapılmış Rus bayrağını dikti. Ruslar ‘insanlığın tarihinde ilk kez Kuzey
Kutbu’nun altındaki deniz tabanına ulaştığını ve bunun Ay’a ilk kez insan
indirmek derecesinde önemli olduğunu’ belirtti. ‘İnsanlık için muhteşem bir
adım’ hali ikinci kez yaşandı.
Ruslar pratik olarak kapılardan en çok
bahsi geçene bayağı yakın durumda. Nazi rüyasını onların rakibi Ruslar devralmış
görünüyor. Batı medyasında çıkan çeşitli yorumlardan en ilginci Ruslar’ın bu başarısını
‘Dünyanın son sömürge yarışının başlangıç atışı’ olarak değerlendireni olmalı. Bu
çok doğal. Çünkü Rus bayrağının dikildiği bölge muazzam bir enerji deposu ve şu
ana kadar hiç dokunulmadı.
Bilimsel araştırmalar, dünyanın keşfedilmemiş petrol rezervlerinin
yüzde 13’ünün, yine keşfedilmemiş doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 30’unun bayrak
dikilen bölgede olduğunu gösteriyor. 2010 rakamlarına göre dünyada keşfedilen
yeni petrol-doğalgaz sahalarının yüzde 60’tan fazlası da burada. Önümüzdeki on
yılda alt yapı olarak buraya harcanacak paranın çeyrek trilyon dolar olacağı
tahmin ediliyor. Çok büyük ticari fırsatlardan söz ediliyor.
Kutuplardaki Türk Üsleri
Türkiye 2015 yılında Kuzey Kutbu’nda üs kuran ülkeler
arasına katıldı. Güney kutbu için de çalışmalar sürüyor. Neyse ki, ‘Ta oralarda
ne işimiz var?’ diyen sesler duyulmuyor. İnsanoğlunun elinin uzanabildiği uzay da dâhil
her yerin parsellendiği zamanlarda böylesine stratejik bir bölgenin haricinde
durmak akıl kârı değil çünkü.
Kuzey İpek Yolu
Enerji
dışında yeni bir jeopolitik alan da doğuyor. Kuzey Kutbu’ndaki buzların
erimesiyle dünyanın damı denen yerden geçen yepyeni bir ulaşım hattı oluşuyor.
Asya’nın doğusuyla Avrupa arasındaki deniz taşımacılığında büyük bir tasarruf
sağlamasının yanında kazanç da sağlayacak. Stratejik yanı da olan bu yeni deniz
güzergâhı Panama ve Süveyş Kanalı’nın önemini bir miktar azaltacak muhtemelen.
Bir örnek vereyim: Rotterdam ile Şangay arasındaki eski yol yarı yarıya
kısalacak. Binlerce millik bir kazanç söz konusu. Yeniden paylaşım savaşlarının
başladığı dünyamızda bu hat güneydekine göre daha güvenli olacağı için
özellikle tercih edilecek. Siyasi istikrarsızlıklıkların olduğu bölgelerden
geçilmeyeceği için gasp cinsinden riskler minimalize edilecek.
Kuzey
Agarta Kutbu ve Tapu Meselesi
Putin kutupların altından getirilen bir milyon yıllık
suyu yudumlarken bütün dünyaya bir mesaj verdi sanki. ‘Altı Agarta, üstü enerji yatakları, yüzeyi yeni ticari rota olan bu yerde
arslan payı benim.’
Muazzam enerji potansiyeli ve Kuzey İpek Yolu
alternatifi herkesin iştihasını kabartmış görünüyor. Bölge civarında iki süper
güç pozisyon almış durumda. Hemen çevrede komşu ülkeler var. Böylelikle ABD,
Rusya, Kanada, Danimarka ve Norveç başlıca hasımlar haline dönüşüyor. Bölgeye
daha uzak olan Almanya, İngiltere, Japonya ve kimi Baltık ülkeleri haris yarışa
katılıyor. Çin geri kalır mı? Yeni ve hızlı ulaşım yolları en çok onu
ilgilendiriyor. Geçen birkaç yıl içinde kutuplarda onlarca askerî tatbikat
yapılması boşuna değil.
Kuzey Kutbu’nun tapusu kimde?
Buzları eritenlerde mi? Bir ara onları da konuşmak
lazım aslında.
Bu oldukça teknik ve grift bir mesele. Şu an bu paha
biçilmez yerin bir sahibi yok. Tüm ülkeler bölgeye bilim adamlarını gönderiyor.
Ekipler ülkelerine hak sağlayacak bulguları topluyor. Belli bir süre sonra
uluslararası platformlar bu bilgileri tartışacak.
Sıfırıncı Meridyen
Ortadoğu, Kafkaslar ve Ortaasya’da bugün yaşanan
politik gerilimlerin ardında enerji savaşları önemli bir rol oynuyor. Merkez
Orta Doğu ve Orta Asya. Bu merkez bir süre sonra Kuzey’e kayabilir. Rusya,
Agarta Kapısı’nın yanı sıra Türkiye’nin Kapısı’nı da çalıyor. Türk Gazı işi
ciddi bir hamle. Zaten biz coğrafi olarak Kutuplar’dan uzak olsak da, İstanbul
‘Sıfırıncı Meridyen’in asli sahibi olarak merkezde duruyor.
Inferno – Cehennem
adlı kitabın ve yakında gösterime girecek filmin İstanbul’u, Ayasofya’yı ve
Yerebatan Sarayı’nı konu alması boşuna değil. Yerebatan Sarayı’nın önündeki
ünlü Milyon Taşı, Sıfırıncı Meridyen’nin nişan yeridir.
Bu gidişatın sonu çok bilinen masallardaki gibi olacak
sanırım. Şiddetli çekişmeler yaşanacak ve ardından kapılar içeriye az sayıda
seçilmişi buyur edecek.
Yazarın
sitesi: sadikyemni.com
----------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder