Zaman
Tozutmak
İster paralel
evrenlerde, istersek tek ve biricik kâinatta zaman atına binip onu
dizginleyebileceğimiz bir an gelirse, ıssız otlaklarda başka atlılara da
rastlayacağımızı düşünüyorum.
Kâinat’ın dili matematiktir. Zamanda yolculuk yapılan bir öykü yazarken,
matematik formüllerinin ve kuantum mekaniğinin sarmaladığı bu alanı bir
okumakla anlaşılabilir bir öykü düzeyine indirirken, 1001 Gecevari bir masal düzeyine saplanma tehlikesi daima mevcuttur.
Zaman Tozları(2011) ve Gizemli Evren (Zaman Tozları 2 - 2012) kitaplarımı
yazarken bu bilinçle her kelimemi elden geldiğince süzgeçten geçirmekteydim. Zaman
Tozları 3 şu anda kurgu aşamasında. Bu alandaki düşüncelerimi yerli malı zaman
yolculuğu yazmayı isteyen ya da bu tür öyküleri okumayı sevenlerle
paylaşacağım.
H.G. Wells’in Zaman Makinesi adlı kitabından 1960 yılında
yapılan filmi görmüştüm yıllar önce. Rod Taylor, H. George Wells rolünü
canlandırmaktaydı. Burada George 1900 başlarında her nasılsa bir zaman makinesi
inşa etmişti. Çalışma prensibi belli değildi. Bayağı mekanik görünümlüydü
çağına uygun olarak. Makinenin takvim kısmına istediğin tarihi yazıyor ve aleti
çalıştırarak oraya gidiveriyordun. Alaattin’in sihirli lambasından çok farklı
değildi yani. Neredeyse yarım yüzyıl sonra yapılan bir film de benzer yöntem
kullanacaktı. Kelebek Etkisi - Butterfly
Effect (2004) adlı filmde de genç bir adam tuhaf olaylar yaşadığı
çocukluğunda tuttuğu bir defterdeki satırları okuyarak geçmişe gidiyor ve orada
bazı şeyleri düzene sokmaya çalışıyordu. Kendi çocukluğu ve yetişkin hali (doubleganger – farklı uzay ikizi) aynı
zaman frekansında bir arada bulunuyor ve bu bir sorun yaratmıyordu. Aynı yolculuğu defalarca yineliyordu.
Peki zamanda yolculuk gelecekte bir şekilde mümkün olacak
mıdır? Zamanın kendi akışını korumakta direneceğini varsaydığımızda ne
geleceğe, ne de geçmişe yolculuk yapabiliriz. Geçmişteki birini kurtarmak bir
yana oraya varlığımızı eklemlememiz bile sorun olacaktır. O halde zamanda
yolculuk işi asla başarılamayacaktır. Eğer böyle bir engel yoksa mazide ve
geçmişte her şeye müdahale edebileceksek, enerjinin sakımı bir yana sebep sonuç
ilişkisi bile yerinden oynar. İnanılmaz bir kaos oluşur. Gerçeklik dediğimiz
harmonik akış kendini iptal bile edebilir. O halde paradokslar aşılmazdır.
‘Zamanda yolculuk hoş bir hayaldi, hayal olarak kalacaktır’
diyemiyoruz. Çünkü bu yolculukları hayal etmeye teşneyiz. ‘Allah kuluna
başetmeyeceği bir şeyi vehmettirmez’ denir. Sözlü ve yazılı külliyatımızda
Tayyi Mekân ve Tayyi Zaman bazlı mesellerimiz bayağı fazladır. Ben bu alanda zihin parlatan bir teorik
fizikçi değilim, fizik formül ve matematik denklemlerin diliyle terennümüm
sınırlıdır. Laf denklem taşımaz ayrıca. Günlük
ağızla sözcük parlatınca da yazılanların masala evrilme tehlikesi mevcut. Biz
yine de paradoksları paspas yaparak sezgilerimizin yoluna devam edeceğiz. Ana
yoldan azıcık sapacak ve ilham ufukları sonsuza odaklı öyküler çatmaya devam
edeceğiz.
Zaman Tozları serisinin ilk kitabında zaman hakkında
şöyle bir diyalog yazmıştım:
“Zaman, çok
plastiksi bükülüp-katlanılabilen bir akıştır. Zaman olayının enerji alanlarına
bağlı titreşimsel bir ritmin yansıması olduğunu unutmayalım. Uzaya bağlı bu
farklı zaman frekanslarının uzayda yaratılacak güçlü elektromanyetik uyaranlar
karşısında birbirleriyle eşzamanlı ve hareketli hale gelebileceğini ve bu
frekansların üstüste binip çatışabileceğini ifade etmek istiyorum. Dev
elektromanyetik düzeneklerce yaratılan çatışma alanlarının ortasına düşen
insanlar ve cisimler, gemiler ve uçaklarda uzay-zamanın makroskopik ölçeklerde
kendi üstüne bükülüp- eğrilen çizgilerince zamanda ya da mekânda kaymalara
uğrayabilirler. Philadelphia deneyi böyle bir şeydi sanırım.”
“Zaman
dördüncü boyut olduğu için mi maddeyi, yani üç boyutu böyle etkiliyor?” dedi
Osman. Hocanın akıl yürütmesinin sonucundan korkmaya başlamıştı. Metin’in neden
olması muhtemel kaosun kaosun sınırları hızla genişlemekteydi.
“Aslında zamanın dördüncü boyutta asılı duran elektromanyetik bir frekanslar bütünü olduğunu kavradığımızda sahne gözlerimizin önünde açılıyor.” Dedi Hoca. “Katı sandığımız, gerçek dediğimiz tüm yaşamımızı paylaştığımız her şey, tüm binalar, bu dükkân, bu gezegen, yıldızlar, hatta uzay boşluğunun kendisi bile ve hatta tüm bunları yansıtan,içine alan ‘Geçmiş-Şimdi-Gelecek’ dediğimiz zaman kalıplarının bile dev bir elektromanyetik seraptan başka bir şey olmadığını idrak ederiz.”
“Aslında zamanın dördüncü boyutta asılı duran elektromanyetik bir frekanslar bütünü olduğunu kavradığımızda sahne gözlerimizin önünde açılıyor.” Dedi Hoca. “Katı sandığımız, gerçek dediğimiz tüm yaşamımızı paylaştığımız her şey, tüm binalar, bu dükkân, bu gezegen, yıldızlar, hatta uzay boşluğunun kendisi bile ve hatta tüm bunları yansıtan,içine alan ‘Geçmiş-Şimdi-Gelecek’ dediğimiz zaman kalıplarının bile dev bir elektromanyetik seraptan başka bir şey olmadığını idrak ederiz.”
“Rüyalarda
ulaştığımız gerçeklik.” Dedi Terra Fuat içini çekerek.
Evrenin belleği, levh-i mahfuz, Akaşik kayıtlar, bu kayıtlara
göz atmanın, kayıtları etkilemek anlamına geleceğini kuantum fiziğinin temel
ilkelerinden biliyoruz. Yani birinin siciline göz atmak dahi o sicilin
içeriğini etkileyecektir. Evren Google’ı sürekli yapılan bozulan, belleğimizin
içini bulandıran karmaşık bir yapıda olacaktır sanırım. Azınlık Raporu - Minorty Report (2002) filminin
kurgusundaki en arızalı yer de bu noktaydı. Kişiler henüz işlemediği suç
nedeniyle tutuklanıyorlardı. Eylemden son anda vazgeçmek ihtimali gözardı
edildiği için bu yöntemi kullanımdan kaldırmak gerekiyordu.
Paralel evrenler zaman yolculuğu yapanların geri
dönebilmesi için bir garanti gibi görünmekte. Sayısız mazilerden ya da
geleceklerden birinde yediğimiz bir halt nedeniyle bir yere hapis kalma, diğer
uzay ikizimizle hemhal olma veya iptal edilme sorununu bir nebze çözüyor
gibiyiz.
Gene Zaman Tozları kitabıma dönelim.
“Emin
değilim tabii, ama…” dedi Keten Hoca. “Bence yarattığı zaman anaforları paralel
evrenler arası geçişliliği artırıyor. Buzkırıcı bir gemi gibi. Yüzen birinin
hemen ardından yüzmek gibi ya da. Zaman çaldığı falan yok yani. Kulvar
değiştirmek için kullanıyor Metin gibileri. Bu bir tahmin. Asla kendi geçmişime
gitmemeliyim demek ki. Paralel geçmişlerden birinde bir şeyi değiştirdiğimizde
gelecekte bir etkisi olur. Kelebek ya da ejderha etkisi, ama ben kendi
değişmemiş geleceğimi yaşarım yolculuktan dönünce. Bu ne işe yarar? Belki his
olarak daha çok. Paralel beş ayrı evrende, beş ayrı gelecekte, beş ayrı erkekle
evlenmiş ve rengarenk çocuklar doğurmuş bir kadını hayal edin. Bu çocuklardan
birini severken dördünü de sezgisel olarak hissedecektir.”
Gizemli Evren (Zaman Tozları
2) ‘de başkahramanlardan biri diğer uzaydaki ikiziyle karşılaşır:
Belga
ikizini kapının ağzında görünce dizlerinin kesildiğini hissetti. Bu anın o
kadar hayalini o kadar kurmasına rağmen karnında buz küpçüğü üreten minik bir
makine çalışmaya başlamıştı. Mesanesi dolu değildi, ama birkaç damla sıvı
külodunu ıslatmıştı. Bunun farkında değildi henüz.
“Euzu billahi mineş şeytanir racim...”
İkizinin onu görünce şeytan tarafından
çarpıldığını sanması komiğine gitmişti. Bu kendini daha hızlı toparlamasına
neden oldu. Eğer kız paniğe kapılır kaçarsa bir daha hiç buluşamayabilirlerdi.
Sağa sola durumu anlatır ve adresi verirse iş kimbilir nerelere varırdı.
“Korkma. Gel içeri. Sana her şeyi anlatıcam.”
“Adresini annem verdi.”
Belga’nın gözleri doldu ve “Anladım. Gel
içeri.”
Diğer Belga karar veremiyordu. Eğer arada
annelerinin manevi varlığı aracı olmasaydı merdivenlerden deli gibi iner
giderdi belki. Bir de kıyafetleri farklıydı Allahtan. Pantolonlar benziyordu,
ama kazaklar ve ayakkabılar başkaydı. Tıpa tıp aynı şeyleri giymiş olsalardı
kız şimdi çoktan dış kapıyı boylamış olurdu. Belga sıfırdan gardrop düzerken
eski kıyafetlerini kısmen kopyalamıştı neyse ki.
“Adın ne senin?”
Belga o an minik bir yalan söylemeyi akıl
etti. “Biz aslında ikizmişiz. Beni doğduktan iki ay sonra evlatlık vermişler.
Bizden de saklamışlar.”
Dramı abartılı, uçuk dizi muhabbeti kızı
etkilemişti. Cinler ve şeytan tarafından çarpılmadığını düşünmeye başlayınca
rahatlamıştı. “Demek... Adın ne peki?
“Belgin.”
“Adımız da benziyor?”
Tanrı kimseye kolay kolay saftirikliğini
böyle yansımalı görme şansı vermezdi. Diğer Belga bu izahata inanmaya ne kadar
teşneydi.
“Orda mı durucan?”
“Telefonumu nasıl buldun peki?”
Karşısında duran kendiydi. Bu şok halinde
bile kafası hızlı çalışıyordu. Belga şimdi şiştik diye düşünürken aklına bir fikir
üflendi adeta. Facebook. Bir ara
facebook’a çok takılırdı. Facebook
adı Belg Tuncay’dı. Adından A’yı atınca Belçikalı anlamını kazandığını sonradan
birisi anlatmıştı.
“Facebook’tan”
Ve diğer uzaydaki
ikizle karşılaşmanın çok tekinsiz bir bedeli vardır.
“Tek vücut olacağız. Korkma.” Dedi. Sesi
bayağı peltek çıkmıştı.
İkizinin yüzü sapsarı olmuştu. Belga da
midesinin bulandığını hissediyordu. Düşünceleri kıpır kıpır olmasına rağmen
dili ağırlaşmıştı. Gözlerini yumdu ve açtı. Görüşü birden inanılmaz derecede
bozulmuştu. İkizi biribirine yapışmış olan kolları hariç sanki şeffaflaşmış
gibiydi. Ona bakınca hem odayı, hem de başka mekânları görüyordu. Farklı yerler
önünden hızla geçen tren vagonları gibiydi. Sırayla görüş alanına giriyor ve
çıkıyordu. Çocukluğu, mahalle oyunları, ilk okul sıraları, genç kızlık,
annesinin ölümü, sıkıntılı yıllar. Hepsi bildiği tanıdığı şeylerdi. Öyle hızlı
değişiyorlardı ki, birine bakıp dalmaya zaman bulamıyordu. Bu arada dudakları
kıpır kıpırdı, ama ne söylüyor olabileceği üzerine tek bir fikri bile yoktu.
Kulakları katmanlı bir uğultuyla doluydu, ama tek bir kelimesi bile anlamlı
değildi. Uğultuda tanıdık bir ses, ya da melodi de hak getireydi. Duyguları da
deforme olmuştu. Korku zihninde güç bela ayrımsadığı bir düşünce olarak
durmaktaydı...”
Ben şahsen hayal edilebilen hiçbir şeyin imkânsızlığına
inanmam. Yapılması zaman alır sadece. İster paralel evrenlerde, istersek tek ve
biricik evrende zaman atına binip onu dizginleyebileceğimiz bir an gelirse
ıssız otlaklarda başka atlılara da rastlayacağımızı düşünüyorum. O mutena
atların nal sesleri duyulana dek dünya saatlerine ve hayal kurgularına talim
edeceğiz.
Amsterdam 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder