AVRUPA HAYALİ
John Nicholas Gray'in gözünden
John Nicholas Gray'in gözünden
Bu metin 10 Nisan 2004 yılında De Groene Amsterdammer’da Aart Brouwer
imzasıyla yayımlanmış Hollandaca söyleşi ve çeşitli İngilizce kaynaklar temel
alınarak 2006 Ocağında kaleme alınmıştır. Bir derlemedir. Üst ve alt başlıklar, fotoğraflar benim seçimimdir. 11
yıl sonra her şey daha açık seçik görünüyor değil mi?
Jeopolitik bir terim olarak Avrupa diye bir şey mevcut değildir.
Bugünün
küreselleşme çılgınlığı yirminci yüzyılda akıl almaz yıkımlara neden olmuş
komünizm ve diğer hareketler cinsinden
bir
aydınlanma çarpıtmasıdır.
islamik
terör (El Kaide'yi kastediyor) ilhamını Avrupa’dan almış tipik modern öncü bir harekettir.
Ülkenin iç
güvenliği uğruna hukuki haklarımız ve özgürlüğümüzden feragat etmemeliyiz.
Çünkü terörizmin amacı da budur.
Avrupa
hukuki haklar ve özgürlüklerden fire vermemelidir. Avrupa’nın olağanüstü gücü
belki de terörizme demokratik kalarak dayanabilmesidir.
Yukarıdaki sözlerin sahibi olan İngiliz felsefe profesörü John Nicholas
Gray bütün dünyanın yanı sıra Hollanda’daki aydınlar tarafından da yakından
takip edilen bir düşünürdür. Aşağıda Avrupa kimliği, aydınlanma, küreselleşme,
aşırı sağ ve terör gibi güncel dünya olayları üzerine olan düşüncelerinden bir
demeti bulacaksınız.
Avrupa nefsi müdafanın kendi başına bir varlık
sürdürmenin ilk koşulu olduğunu unutmamalıdır. Biz şimdi bizi hırpalayan ve
istenmeyen bir duruma sürüklendik. Amerikalılarla birlikte dünyaya karşı nüfuz
şavaşı açtık, ama işin emeğini ve kârını Irak’ta gördüğümüz gibi parterimiz
üstlendi. Avrupa Balkanlardaki sorunları tek başına halledemeyeceğini de
göstermişti. Daha da kötüsü, İkinci Dünya savaşı sonrasında Avrupa birlik
olarak tek bir başarılı etkinlik sergileyememiştir.
Jeopolitik bir terim olarak
Avrupa diye bir şey mevcut değildir. Ortak bir dış politika geliştirmemiz bile
işe yaramayacaktır. Savunmasına daha fazla para harcamadığı sürece Avrupa bir
sanal terim olarak kalmaya mahkumdur.
Köktenaydınlanmacılık
Aydınlanma köktenciliği Berlin
Duvarı yıkıldıktan sonra neoliberal serbestpazar kılığında fasılasız her yere
burnunu sokan tipik bir Avrupa ideolojisidir. Sahte Şafak (False Dawn
1998) adlı kitabında bu ideolojiyi şöyle tanımlar. Bugünün küreselleşme
çılgınlığı yirminci yüzyılda akıl almaz yıkımlara neden olmuş komünizim ve
diğer hareketler cinsinden bir aydınlanma çarpıtmasıdır. En derinliklerinde
hıristiyanlığın laik bir negatifidir. Bilimin bizi evrensel bir medeniyete
götürdüğü inancı deneysel sonuçlara dayanmaktan çok monoteizmin bir
kalıntısıdır.
Benim aydınlanmaya eleştirim
Avrupalı ve Amerikalı düşünürlerin onu ancak tarih tarafından kurtarılabilecek
laik bir din haline getirmelerinedir. 18. yüzyılda Condorcet ve
Thomas Paine, 19. yüzyılda John Stuart Mill ve Karl Marks ve 20. yüzyılda da
Habermas ve Fukuyama. Bunlar bilimin ve teknolojinin gelişmesini ileriye gitmek
olarak yorumlamışlardır. Bu mesihvari kurtuluş sürekli suret değiştirerek
varlığını sürdürmüştür. Jakobenler, Bolşevikler ve şimdi de
neoliberaller. Tabii ki ironik olarak neoconlar da. Yani yeni muhafazakârlar.
Küreselleşme
ve Modernite Tusunamisi
Aydınlanma filozofları bizi küreselleşmenin mutlaka
demokratikleşme bilinci vermesi gerekmeyen bir şekilde bilimin ve teknolojinin
dünya çapında yaygınlık kazanması olduğuna inandırmak istiyorlar. Serbest
pazarın yaygınlaşmasıyla ilintili olarak bilginin artması sosyal uyumluluğa,
anenevi hasletlere ve sosyal kurumlara indirilen darbe olarak yepyeni yıkımlara
ve kararsız dengelere neden olacaktır.
Rusya , Çin ve Arap yarımadasını ele alalım. Bu ülkelerde modernite farklı
yollarda gelişmiştir. Ekonomik sistemleri kapitalizmin farklı farklı
yorumlarıdır. Demokratik olmayan örgütlenme biçimleri de oluşmuştur. Biz bu
olguyu ne kadar inatçılıkla reddedersek o şiddette jeopolitik çatışmalarla
cezalandırılacağız.
Avrupa bu hatadan sıyrılabilir mi?
Avrupa’nın bu hataları
yinelememesi mümkündür. Amerikalıların Irak’a liberal demokrasi getirme
çabasındaki başarısızlığı örnek alalım. İçinde iki ironi birden saklı.
Birincisi Irak’ta Batılı modelle şekillenmiş, merkeziyetçi, Türkiye ve Suriye
kadar laik devlet aparatının çökertilmiş olmasıdır. Irak İngilizler tarafından 1920lerde çeşitli
halklar ve mezheplerin suni olarak, tampon işleviyle bir araya getirilmesiyle
kurulmuş bir devletti. Şimdilerdeyse Şii çoğunluk nedeniyle ikinci bir İran
olma ihtimali var.
Rusları doksanlı yıllarda
liberalizme zorlayarak neden olduğumuz zarara bir göz atalım. Devlet aparatı serbest pazar adına iyice
çökertildi. Bunun yerine kleptokrasi(hırsızlık sistemi), mafyanın elinde sözüm
ona bir tekelci kapitalizm inşa edildi. Ve Ruslar 1990’larda dünyanın en Batıcı
halkıydılar. Son yıllarda bize karşı iyice yabancılaştılar.
Yeni şartlar ve terörizm
Berlin Duvarının yıkılmasından
sonra Soğuk Savaş yıllarında baskı altında tutulan güçlerin karşılıklı
dirilmesi devri başladı. Tarihin etnik çatışmalar ve dinler arası sürtüşmelerle
dolu klasik oyun alanına geri döndük. Çin ve Hindistan endüstrileri Big Game’de,
büyük oyunda yer aldılar. Durumu soğukkanlılıkla yeniden değerlendirmeliyiz.
Avrupa Amerika’nın her türlü
askeri girişiminde çekingen ve sakıngan davranmalıdır. Böyle yapmalıdır çünkü
El Kaide cinsi gruplar her türlü farklılığın yittiği dünya çapında bir silahlı
çatışma, din savaşı istemektedirler. Bunun yerine müslüman ülkelerle olan
ilişkilerimizde radikal gruplarla müslümanların çoğunluğunu ayrı kefelere
koymalıyız. Avrupa hukuki haklar ve özgürlüklerden fire vermemelidir.
Avrupa’nın olağanüstü gücü belki de terörizme demokratiklikten fire vermeden
dayanabilmesidir.
Uzun vadede
köktenaydınlanmacılığın Avrupa’da da yıkımlara yol açacağını düşünmekteyim.
Eurozone Amerikan milli pazarının bir kopyasını oluşturmak için tasarlanmış pek
demokratik olmayan bir projedir. Bu projeye katılan ülkelerin halklarının
farklı tradisyonlarıyla, değerleriyle ve milli duygularıyla çatışan bir
gelişmedir. Sonucu Avrupa’da aşırı sağın
yükselen bir değer haline gelmesidir. Bu serbest pazar projesi bu tür akımlara
ideal bir beslenme alanı vermektedir. Sadece huzursuz, hoşnutsuz gruplar olarak
değil, o konuda konuşacak tek kelimeleri bile olmamasına rağmen demokrasinin
gerçek temsilcileriymiş gibi de örgütlenebilirler. Hollanda’daki göçmenlik
yasası tartışmasındaki sert tonlarıyla kendilerini belli ettiler. Postfaşist
tehlike gündemdedir.
AB
genişlemesi ve Türkiye
Avrupa birliği bütün halinde zayıf bir kuruluş olduğu
için yeni ve potansiyel üyelerini dışlamamalıdır. Bu Türkiye için de
geçerlidir. Türkiye’nin birliğe girmesi Batı Avrupa için kaçınılmaz olarak bir
yabancı korkusu(xenofobe) darbesi olacaktır. İslama karşı çoğalan direnç
de patlayıcı durumlara yol açabilir. Fakat Türkiye’nin üyeliğe alınmaması en
azından bu derece risklidir. Türkiye’nin yirminci yüzyılda geçirdiği
modernleşme en iyi örneklerden biridir. Modernleşme Türk halkının gözünde
tamamiyle meşrudur. Türkiye’deki orta sınıfta kökleri derindir.
Türkiye’deki islamcı partiler dahi bu üyelik için çaba
göstermektedir. Biz Türkleri hıristiyan değiller diye AB dışında tutarsak
yüzlerini Orta Doğu’ya çevirmeleri mümkündür. Bu durumda müslümanlar
yelkenlerine ekstra rüzgar temin edeceklerdir. Türkiye’nin NATO’ya üyeliği
sonlanabilecektir. Bu sonuç Avrupa güvenliğinin köşe taşlarından birisini
kaybetmesi demek olacaktır. İki kötü arasından birisi seçilecektir yani.
Politikanın özü budur.
Amsterdam - Ocak 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder