15 Kasım 2016 Salı

Avrupa Hayali

AVRUPA HAYALİ

John Nicholas Gray'in gözünden

Bu metin 10 Nisan 2004 yılında De Groene Amsterdammer’da Aart Brouwer imzasıyla yayımlanmış Hollandaca söyleşi ve çeşitli İngilizce kaynaklar temel alınarak 2006 Ocağında kaleme alınmıştır. Bir derlemedir. Üst ve alt başlıklar, fotoğraflar benim seçimimdir.  11 yıl sonra her şey daha açık seçik görünüyor değil mi?


Jeopolitik bir terim olarak Avrupa diye bir şey mevcut değildir.

Bugünün küreselleşme çılgınlığı yirminci yüzyılda akıl almaz yıkımlara neden olmuş komünizm ve diğer hareketler cinsinden
bir aydınlanma çarpıtmasıdır.

islamik terör (El Kaide'yi kastediyor) ilhamını Avrupa’dan almış tipik modern öncü bir harekettir.

Ülkenin iç güvenliği uğruna hukuki haklarımız ve özgürlüğümüzden feragat etmemeliyiz. Çünkü terörizmin amacı da budur.

Avrupa hukuki haklar ve özgürlüklerden fire vermemelidir. Avrupa’nın olağanüstü gücü belki de terörizme demokratik kalarak dayanabilmesidir.

Yukarıdaki sözlerin sahibi olan İngiliz felsefe profesörü John Nicholas Gray bütün dünyanın yanı sıra Hollanda’daki aydınlar tarafından da yakından takip edilen bir düşünürdür. Aşağıda Avrupa kimliği, aydınlanma, küreselleşme, aşırı sağ ve terör gibi güncel dünya olayları üzerine olan düşüncelerinden bir demeti bulacaksınız.


Avrupa nefsi müdafanın kendi başına bir varlık sürdürmenin ilk koşulu olduğunu unutmamalıdır. Biz şimdi bizi hırpalayan ve istenmeyen bir duruma sürüklendik. Amerikalılarla birlikte dünyaya karşı nüfuz şavaşı açtık, ama işin emeğini ve kârını Irak’ta gördüğümüz gibi parterimiz üstlendi. Avrupa Balkanlardaki sorunları tek başına halledemeyeceğini de göstermişti. Daha da kötüsü, İkinci Dünya savaşı sonrasında Avrupa birlik olarak tek bir başarılı etkinlik sergileyememiştir.


Jeopolitik bir terim olarak Avrupa diye bir şey mevcut değildir. Ortak bir dış politika geliştirmemiz bile işe yaramayacaktır. Savunmasına daha fazla para harcamadığı sürece Avrupa bir sanal terim olarak kalmaya mahkumdur.

Köktenaydınlanmacılık

Aydınlanma köktenciliği Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra neoliberal serbestpazar kılığında fasılasız her yere burnunu sokan tipik bir Avrupa ideolojisidir. Sahte Şafak (False Dawn 1998) adlı kitabında bu ideolojiyi şöyle tanımlar. Bugünün küreselleşme çılgınlığı yirminci yüzyılda akıl almaz yıkımlara neden olmuş komünizim ve diğer hareketler cinsinden bir aydınlanma çarpıtmasıdır. En derinliklerinde hıristiyanlığın laik bir negatifidir. Bilimin bizi evrensel bir medeniyete götürdüğü inancı deneysel sonuçlara dayanmaktan çok monoteizmin bir kalıntısıdır.

Benim aydınlanmaya eleştirim Avrupalı ve Amerikalı düşünürlerin onu ancak tarih tarafından kurtarılabilecek laik bir din haline getirmelerinedir. 18. yüzyılda Condorcet ve Thomas Paine, 19. yüzyılda John Stuart Mill ve Karl Marks ve 20. yüzyılda da Habermas ve Fukuyama. Bunlar bilimin ve teknolojinin gelişmesini ileriye gitmek olarak yorumlamışlardır. Bu mesihvari kurtuluş sürekli suret değiştirerek varlığını sürdürmüştür. Jakobenler, Bolşevikler ve şimdi de neoliberaller. Tabii ki ironik olarak neoconlar da. Yani yeni muhafazakârlar.

Küreselleşme ve Modernite Tusunamisi

Aydınlanma filozofları bizi küreselleşmenin mutlaka demokratikleşme bilinci vermesi gerekmeyen bir şekilde bilimin ve teknolojinin dünya çapında yaygınlık kazanması olduğuna inandırmak istiyorlar. Serbest pazarın yaygınlaşmasıyla ilintili olarak bilginin artması sosyal uyumluluğa, anenevi hasletlere ve sosyal kurumlara indirilen darbe olarak yepyeni yıkımlara ve kararsız dengelere neden olacaktır.  Rusya , Çin ve Arap yarımadasını ele alalım. Bu ülkelerde modernite farklı yollarda gelişmiştir. Ekonomik sistemleri kapitalizmin farklı farklı yorumlarıdır. Demokratik olmayan örgütlenme biçimleri de oluşmuştur. Biz bu olguyu ne kadar inatçılıkla reddedersek o şiddette jeopolitik çatışmalarla cezalandırılacağız. 


Avrupa bu hatadan sıyrılabilir mi?

Avrupa’nın bu hataları yinelememesi mümkündür. Amerikalıların Irak’a liberal demokrasi getirme çabasındaki başarısızlığı örnek alalım. İçinde iki ironi birden saklı. Birincisi Irak’ta Batılı modelle şekillenmiş, merkeziyetçi, Türkiye ve Suriye kadar laik devlet aparatının çökertilmiş olmasıdır.  Irak İngilizler tarafından 1920lerde çeşitli halklar ve mezheplerin suni olarak, tampon işleviyle bir araya getirilmesiyle kurulmuş bir devletti. Şimdilerdeyse Şii çoğunluk nedeniyle ikinci bir İran olma ihtimali var.

Rusları doksanlı yıllarda liberalizme zorlayarak neden olduğumuz zarara bir göz atalım.  Devlet aparatı serbest pazar adına iyice çökertildi. Bunun yerine kleptokrasi(hırsızlık sistemi), mafyanın elinde sözüm ona bir tekelci kapitalizm inşa edildi. Ve Ruslar 1990’larda dünyanın en Batıcı halkıydılar. Son yıllarda bize karşı iyice yabancılaştılar.

Yeni şartlar ve terörizm

Berlin Duvarının yıkılmasından sonra Soğuk Savaş yıllarında baskı altında tutulan güçlerin karşılıklı dirilmesi devri başladı. Tarihin etnik çatışmalar ve dinler arası sürtüşmelerle dolu klasik oyun alanına geri döndük. Çin ve Hindistan endüstrileri Big Game’de, büyük oyunda yer aldılar. Durumu soğukkanlılıkla yeniden değerlendirmeliyiz.

Avrupa Amerika’nın her türlü askeri girişiminde çekingen ve sakıngan davranmalıdır. Böyle yapmalıdır çünkü El Kaide cinsi gruplar her türlü farklılığın yittiği dünya çapında bir silahlı çatışma, din savaşı istemektedirler. Bunun yerine müslüman ülkelerle olan ilişkilerimizde radikal gruplarla müslümanların çoğunluğunu ayrı kefelere koymalıyız. Avrupa hukuki haklar ve özgürlüklerden fire vermemelidir. Avrupa’nın olağanüstü gücü belki de terörizme demokratiklikten fire vermeden dayanabilmesidir.


Postfaşizm

Uzun vadede köktenaydınlanmacılığın Avrupa’da da yıkımlara yol açacağını düşünmekteyim. Eurozone Amerikan milli pazarının bir kopyasını oluşturmak için tasarlanmış pek demokratik olmayan bir projedir. Bu projeye katılan ülkelerin halklarının farklı tradisyonlarıyla, değerleriyle ve milli duygularıyla çatışan bir gelişmedir. Sonucu Avrupa’da  aşırı sağın yükselen bir değer haline gelmesidir. Bu serbest pazar projesi bu tür akımlara ideal bir beslenme alanı vermektedir. Sadece huzursuz, hoşnutsuz gruplar olarak değil, o konuda konuşacak tek kelimeleri bile olmamasına rağmen demokrasinin gerçek temsilcileriymiş gibi de örgütlenebilirler. Hollanda’daki göçmenlik yasası tartışmasındaki sert tonlarıyla kendilerini belli ettiler. Postfaşist tehlike gündemdedir.


AB genişlemesi ve Türkiye

Avrupa birliği bütün halinde zayıf bir kuruluş olduğu için yeni ve potansiyel üyelerini dışlamamalıdır. Bu Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’nin birliğe girmesi Batı Avrupa için kaçınılmaz olarak bir yabancı korkusu(xenofobe) darbesi olacaktır. İslama karşı çoğalan direnç de patlayıcı durumlara yol açabilir. Fakat Türkiye’nin üyeliğe alınmaması en azından bu derece risklidir. Türkiye’nin yirminci yüzyılda geçirdiği modernleşme en iyi örneklerden biridir. Modernleşme Türk halkının gözünde tamamiyle meşrudur. Türkiye’deki orta sınıfta kökleri derindir.

Türkiye’deki islamcı partiler dahi bu üyelik için çaba göstermektedir. Biz Türkleri hıristiyan değiller diye AB dışında tutarsak yüzlerini Orta Doğu’ya çevirmeleri mümkündür. Bu durumda müslümanlar yelkenlerine ekstra rüzgar temin edeceklerdir. Türkiye’nin NATO’ya üyeliği sonlanabilecektir. Bu sonuç Avrupa güvenliğinin köşe taşlarından birisini kaybetmesi demek olacaktır. İki kötü arasından birisi seçilecektir yani. Politikanın özü  budur.
  
                                                                                                                 Amsterdam - Ocak 2006


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder