Amsterdam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Amsterdam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2022 Pazartesi

Sadık Yemni'nin Hayat Öyküsü - Ayrıntılı Kesim

 

Sadık Yemni

 

Nisan – 2022

 


 


 


  Sadık Yemni 1951 yılında İstanbul, Kurtuluş’ta (Tatavla), Sopalı Hüsnü (şu andaki adı Eşref Meriç) sokakta doğdu. İki buçuk yaşında ailesi İzmir’e taşındı. Böylece 1954 yılında kaldırılan tramvaylara son demlerinde binme şansını elde etti. İlkokulu Sadık Bey troleybüs durağındaki Hâkimiyeti Milliye İlkokulu’nda okudu. Öğretmeni Muzaffer Öniz bey beş yıllık süreyi ‘Sadık yıldızlar gibi bir parlıyor, bir sönüyor; ama varlığı her an hissedilir durumda’ cümlesiyle özetledi.

 

  Daha on yaşına gelmeden üç şeyde marifetli olduğu anlaşılmıştı ayrıca: Yaramazlık, Matematik ve Edebiyat.

 

  Ünlü hamamın yakınındaki Karataş Ortaokulu’nu bitirdi. O yıl devlet liselerinin belki de tarihinde tek bir kez sınavlı olacağı tutmaz mı? Neyse, Salah Birsel’in, Samim Kocagöz’ün ve Atilla İlhan’ın da okulu olan Atatürk Lisesine girmeyi başardı. Altı yıl sürecek olan olan lise yılları hem kendi, hem arkadaşları ve de okurları için unutulmaz olacaktı.

 

  Lisede kimyaya merak saldı. Hibeler ve düşeşlerin yardımıyla evinde bir kimya laboratuvarı kurdu. Kendisine kısa zamanda nam kazandıran roketlerinin yanı sıra kimya şakalarına da başladı. Kendi kendine tutuşan mendiller, suda yanan taşlarla falan kimya sihirbazı lakabına layık görüldü.

 

  Lise sıralarında bu yaşa kadar sürdüreceği birkaç işe birden bulaştı. Muntazam idman yapmak, fizik, kimya, matematik dersi vermek ve alengirli düş kurmak.

 

  1969 yılında 18 yaşındayken Kimya hocasının yokluğunda üç sınıfa kimya dersleri vererek okulun tarihindeki en genç öğretmen olma sıfat ve şerefine erişti.

 

  1972-1975 yılları arasında Alsancak’ta Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndeki dairesinde namı şehrin sınırlarını zorlayan olaylar yaşandı. Bütün bunlar Emanet Apartmanı alt başlıklı bir romanda ele alındı. Son tashih için sırasını bekliyor.  

 

  4 Kasım 1975 tarihinde Ege Üniversitesinde Kimya Mühendisliği’nde 3. sınıf öğrencisiyken kısa bir hava değişimi için Amsterdam’a gitti. Gidiş o gidiş.

 

  Amsterdam’da ilk olarak dayısının konfeksiyon atölyesinde çalıştı. Ağır kot kumaş toplarını sırtında üçüncü kata çıkarmak, beş yüz buruşuk yeleği bir saatte ütülemek, polis baskına geldiğinde oturumu olmayan terzilerin arka taraftan iple sarkılarak kaçabilmeleri için adamları oyalamak gibi yeni beceriler edindi.

 

  1977’de eskiden butik olan dükkân börekçiye çevrildi. Adı Alsancak Börekçisi’ydi.  Sabahın ilk müşterileri Türk kumarbazlardı. Bütün gece oyundan sonra böreklerini yiyip, ayranlarını içip yatmaya giderlerdi. Onlarda Türk yeraltı dünyasının özet haberlerini bulmak mümkündü. Sabah on-onbir civarında Amsterdam’ın ilk kuşak Türk restoran sahipleri düşer, palavracılık sanatından seçme eserler saatleri yaşanırdı. Adam öldürmüş kabadayılar, jigololar, daha o yıllarda kaşarlanmış işsizler, iş arayan kaçaklar, hırsızlık malı satan bitirimler, o biçimler, örtülü parlakçılar, acemi dolandırıcılar ve daha bin çeşit müşteri dükkâna arzı endam eyleyerek günü renklendirirdi.

 

  Yetmiş sonlarında Amsterdam hâlâ hippi devrini yaşamaktaydı. Yazarımız ünü yurt dışına taşan The Festival of the Fools gösterilerini asla kaçırmazdı. O yılların Melkweg’ini, orada iş tutan Türkleri, George (Cüneyt) Arkın’ın Kara Murat filmlerini oynatan Rex sinemasını 2013 yılının Kasım’ında yayımladığı Alsancak Börekçisi adlı anı-romanda ayrıntılarıyla anlattı.

 

  1978 –1981 yılları arasında Rozengracht’taki belediyeye ait spor mekânının ünlü siması oldu. Gönüllülük bazında bu yıllarda yeni başlayanlara antrenörlük yaptı. Sonra gözde bir idman yeri olan Splash’e kapılandı. Burada yıllarca yarışmalarda jürilik yaptı. Sonunda bir ara 1985’te fitnıstan bıktı ve Wushu’ya (kung fu) başladı. Beş yıl sonra yeniden fitnıs idmanlarına döndü.

  Sadık Yemni 1978 –1980 yıllarında pazarlarda döner satma, mobilya taşımacılığı, temizlik işleriyle iştigal ettikten sonra nihayet bir baltaya sap oldu. Bulduğu iş demir yollarında köprücülüktü.

 

  Gene o yıllarda babasının eskiden verdiği iki altın öğütü de dinlemeyerek hem memur oldu hem de evlendi.  1980 – 1989 yılları arasında demiryollarında çalıştı. Yazları bikinili kızların bolluğu nedeniyle pek keyifli bir iş olan köprücülük sonbahardan itibaren kesintisiz bir kimsesizlik pelerinine bürünmekteydi. Yemni bu kimsesizlik saatlerini okuma, yoğun düşünme ve yazmayla doldurdu.

 

  1984 yılında Amsterdam’da kurulan Haber Gazetesi’nde aylık makaleler yazmaya başladı.

Aynı yıl Amsterdam’da Türkçe yayın yapan MTV’de, Migranten TV- Göçmenler Televizyonu’nda çalışmaya başladı. Söyleşiler ve sanatçı portreleri yapıyordu. İki işi de gönüllü olarak icra ediyordu.

 

  1985 yılında Utrecht şehrinde kurulmuş olan İlke Dergisi’nde yazmaya başladı. Söyleşiler ve makaleleler, arada da öyküler yayımlıyordu. 1986 yılında Hollanda çapında yapılan belediye meclisi seçimlerine Türkler de katıldı. Çeşitli bölgelerden 14 kişi seçildi. Yemni o sırada Hollanda Devlet Demiryolları’nda çalışıyordu. Trenler bedavaydı. Bu nedenle iş ona havale edildi. Böylece belediye meclisine seçilen üyelerin 14’üyle de yaşadıkları yerlerde teke tek söyleşi yapma şansına erişti. Yıllarca Türkçe medyanın önemli bir direği olan İlke Dergisi o yıllarda kapandı.

 

  Bu arada iki kez Amsterdam’dan temelli kaçma girişiminde bulunmayı ihmal etmedi. Bu tebdili mekân harekatının ilki Avustalya’ya, Sydney’ye icra edildi. Yemni bir seri serüvenin ardından gözü arkada kalarak Amsterdam’a geri döndü.

 

  1984’te Brezilya’nın Rio de Janeiro şehrinde karnavaldan fena halde etkilenerek sürekli kalmak için bir deneme daha yaptı. Neredeyse başarıyordu. Gene olmadı. Kıl payıyla Amsterdam kazandı.

 

  1985’te ilk kez baba olma saadetine erdi. Bunu 1987’de basılan ilk kitabı olan Demirden Gaga (De ijzeren snavel) izledi. Çoğu demiryolu işçilerinin hayatlarını anlatan sekiz öyküyle edebiyat arenasına çıktı.

 

  1987 yılında İlke Dergisi bir öykü yarışması düzenledi. Bu yarışmayla beraber Yemni (1987-2012) Hollanda’da Türkiyeli göçmenler için yapılan yapılan bütün yarışmalarda jüri üyesi ya da jüri başkanı oldu. Çeyrek yüzyılda yapılan bütün yarışmaların kara kutusudur.

 

  1993’te Amsterdam’ın Gülü (De Roos van Amsterdam) ve 1994’te Amsterdam’ın Şövalyeleri (De Ridders van Amsterdam) başlıklı polisiye kitapları yayımlandı. Bu kitaplar Euro-Türk’ün göçmenlik tarihindeki ilk dedektifi olan Orhan Demir’i yarattı. Bu kitaplar vesilesiyle umuma sunduğu görünür ve görünmez Türkler - zichbaar, onzichbaar Turken, kasıtlı cahillik - opzettelijke onwetendheid vb. terimleri göçmenlik tarihinde yerini almıştır.

  Hollanda Sağlık Bakanlığının inisiyatifiyle yazdığı on skeç, filme çekilip TRT-INT tarafından defalarca yayınlandı.

 

  Gene o yıllarda şu anda artık mevcut olmayan Opstap projesi kapsamında 4-6 yaşları arası çocuklar için öyküler yazdı. Bu öyküler Türkçe ve Hollandaca olarak yayımlandılar.

  Bunu takip eden yıllarda Yemni’nin Hollanda’da ikisi Şaban Ol, biri Nahit Güvendi tarafından sahneye konmuş Karagöz Hollanda’da, Gece Vardiyası ve Paradigma adlı üç tiyatro oyunu vardır.

 

  1995’te yayımlanan De Amulet (Muska) adlı kitabı göçmen Türkiyelilere bir ilki yaşattı. Bu kitap 305 kitap arasından seçilerek çok prestijli edebiyat ödülü olan AKO Edebiyat Ödülü’nün aday listesine girdi.

 

  Muska 1996 yılında Metis Yayınları tarafından basıldı ve Türk edebiyatında fantastik edebiyatı okura edebiyat değeri olarak kabul ettiren ilk kitap oldu. Bu türün kapılarını ciddi okura açtı. Tanınmış yazarları bu alanda da eser vermeye teşvik etti.

  1996-97 yıllarında Türkiye’nin X Files’ı denebilecek olan bir dizi için Sır Dosyası senaryoları yazdı. Elinde kullanılmamış 26 öykü bulunduğu için bunları bir gün Türkiye’de dizi yapma hayalini hâlâ muhafaza etmektedir.

 

  2000 yılında Hollandaca olarak yayımlanan De Vierde Ster - Dördüncü Yıldız adlı romanı zamanın ruhunu faş eden ve Daha Yeni Dünya Düzeni’nin habercisi bir yapıt olarak değerlendirildi.     

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                              

  2001-2004 yılları arasında lise öğrencilerine fizik ve kimya dersleri vererek eski mesleğini yad etti. İkinci kuşak göçmen gençlere Türkçe dersleri verdi.

 

  2002, 2003 – 2004 yıllarında birçok derneğin bir araya gelmesiyle oluşan ortak panellerin organize ettiği öykü ve Şiir yarışmalarında jüri üyesiydi.

 

  Türkiye’de 2002 yılında Metros, 2003’te Çözücü, 2004’te Ölümsüz ve 2005’te Yatır adlı romanları (Everest Yayınları) yayımlandı.

 

  2005 Şubat’ında Türkiye’de ilk kez yayımlanan (Metis yayınları) 1002. Gece Masalları adlı fantastik öykü derlemesinde Bekleme Odası adlı öyküsüyle katıldı.

  2005 yılında UETD-Avrupa Türk Demokratlar Birliği çerçevesinde Hollanda Türk Yazarlar Birliği Başkanı oldu.

 

Bu süre içinde çeşitli etkinliklerinin içinde en kayda değenleri şunlardır:

2006’da Hollanda’daki ilk Türk think tank’i olan Fikir Yongalama Kulübü’nü kurdu. Yıllarca moderatörlüğünü üstlendi. Avrupa’da benzeri çok az olan bu kulüp şu 2011’de Amsterdam Tartışmaları adını aldı ve şu anda faaliyetlerine devam etmektedir.

 

2005 yılında Kopenhag Kriterleri’nin yanı sıra Konya Kriterleri’nin de konuşulması gerektiğini savunan bir yazı yayımladı. Arama motorlarından bu konu hakkında kolaylıkla bilgi edinebilirsiniz.

 

2007 yılı başında yazar Atilla İpek’in teknik yardımıyla ODA Edebiyat ve Felsefe Dergisi’ni kurdu. İki ayda bir yayınlanan dijital dergi bünyesinde özellikle genç yazarları barındırdı. www.odasanat.org’tan eski sayılara göz atılabilir.

 

2009 yılında Platform Dergisi’nin katkısıyla Hollanda’da Türkçe yazan yazarlar tarihinde ilk kez buluştu. Birinci Türkçenin Yazarları Platformu 30 küsur Türkçe yazan yazarı bir araya getirdi.

 

  İki politik cinayetin ardından 2002-2006 yılları Hollanda’sının gerilimli havasını, yabancı düşmanlığının suni olarak körüklenmesini anlatan Muhabbet Evi adlı romanı 2006 yılında Everest Yayınları tarafından basıldı.

 

  2006 yılında Yemni bir yıllığına köşe yazarlığına döndü. Ayda bir kere yayımlanan Hollanda Zaman Gazetesi’nde o zamanın ruhunu yansıtan makaleler döktürdü. Bir yıl sonra yollar çatallanınca yazılara son verdi. 

 

  2007 yılında Yemni lise anılarını baz aldığı Durum 429 (Everest Yayınları) kitabını yayımladı.

 

  2009 yılında Hayal Tozu Gölgecisi (Everest Yayınları) adlı öykü kitabı yayınlandı.  

  O yıllarda çeviri yapmaya başladı. Bernleff’in Buiten is het Maandag- Dışarısı Pazartesi adlı kitabını Türkçeye kazandırdı. Bunu Sandra Roeloff’un Bir İdealistin Anıları adlı kitabı ve 5 ünlü Hollandalı öykücüden birer öykü çevirisi takip etti.

 

  2009 yılı başında Gölge e- Derginin editörü Ahmet Yüksel yazardan öykü yazmasını istedi.  Azami sayfa adedi 6 sayfa olacaktı. Tepe Dünyaya Taklak adlı öykü derginin 18. sayısında yayımlandı. Bir başladı pir başladı. Romanların, diğer işlerin yanı sıra beyninde adeta bir öykü fabrikası açılmıştı. Ocak 2016’ya, 100. Sayıya kadar tek tük aralarla tahminen 70 civarında öykü yazdı. 113. sayıyla dergi yayınına son verdi. Yemni Gölge e-Derginin nicel ve nitel olarak ele alındığında baş yazarı olduğunu düşünüyor. Ona bu şansı tanıdığı için Ahmet Yüksel ve derginin ana taşıyıcısı illüstratör Mehmet Kaan Sevinç’e teşekkürlerimi sunmayı bir borç biliyor.

 

Bu dergi çizerlerin yanı sıra genç yazarların da kendilerini geliştirdiği, öykü ortamını soluduğu, ilham ufkunu genişlettiği bir beşik oldu. Bugün ortalama sayıları otuz kadar olan yerli bilimkurgu yazarımızın bir kısmı bu ortamdan yetişmedir. Bazı genç yazarların arka kapak metinlerini yazdı, öykülerini okuyup önerilerde bulundu, birlikte dijital öykü kitapları çıkardılar. Çok verimli geçen yıllardı.

 

Yine 2009 yılında iki genç yazarın yardımıyla K2rik ve Gece adlı altı öykülük bir dijital kitap yayınladı. Bu kitap Türkiye’de bir ilkti. Bilimkurgu-Fantastik janrındaki kitapta altı öykü vardı ve altı farklı kadın başkahraman rol oynuyordu. Sırf kadın kahramanlara tahsis edilmiş öykü kitabıydı. Yazarın şöyle bir özet tanıtımı vardı:

 

"Önümüzdeki yirmi-otuz yıl içinde hayatımız şu anlara oranla bayağı bilimkurguvari bir kıvama gelecek. Bu nedenle de edebiyatımızda kadın okuyucuları daha çok saran, onlara daha etkin rol veren, aşırı erkeksi bakıştan sıyrılmış öykülerin daha sık yazılması gerekmektedir.

Türk edebiyatında K2rik ve Gece kadın kahramanların bilimkurgu ve fantezi türünde başat rol oynadığı bir öykü seçkisi olarak bir yeniliktir. Hoş bir esintidir. Bu seçkinin dünyamızda insan bekasını üstlenmiş olan kadınları giderek hem okuyucu hem de yazar olarak bilimkurgu-fantastik alanına davet edecek mütevazı bir örnek olacağını düşünmekteyim."

  2009 -2011 yıllarında yine eski mesleğine döndü. Hollanda’da Türkçe olarak yayımlanan Platform Dergisi’nde dosya yazıları, denemeler yazdı. Dergi için söyleşiler yaptı. Mizah yazıları döktürdü.

 

  Bunca değişik iş deneyimi ve medya geçmişi Yemni’ye Avrupa’nın, Türkiyeli göçmen toplumunun nabzını tutma şansını verdi. İslamofobi Tezgâhı, Çokkültürlülük Mavalı, Dinler Arası Diyalog Fesadı, yabancıların temel sorunları, Türk girişimcilerin dinamizmi, yeniden canlanan İpek Yolu, Türkçe icra edilen medyanın gücü, üçüncü ve hatta dördüncü kuşağın vizyonu, Türkiye imajının grafiği, Neo-Oryantalizm, Yeni Haçlı Seferleri, yabancı, envai  çeşit vesayet yapılanması  vb. konularına daha derinlemesine bakabildi.

 

  Yemni 4 Kasım 2012 tarihinde Amsterdam’a ayak bastıktan tam tamına 37 yıl sonra Ha gayret-cumburlop yöntemini kullanarak İzmir’e döndü. 40. yılına girdiğinde Amsterdam’da otuz yıl ikamet ettiği evini boşalttı. Malının mülkünün bir kısmını hibe etti. Kalanını doğaya teslim ederek 6 Kasım 2014 yılında bu hayatta sahip olduğu fiziki nesneleri 1m3’lük bir hacme sığar hale getirdi. Böylece yeni bir mahlas kullanmaya hak kazandı. ‘Bir Metreküplük Adam.’   

 

  2012 yılında Arafor, Ağrıyan, Zihin İşgalcileri, Sınav Hortlağı, Korkulobin, Zaman Tozları-2 ve Kuşadası’ndan Sevgilerle başlıklı 7 kitap yayımlayarak eski rekorunu aşarak kendini bile şaşırttı. Bunlardan Arafor K2rik ve Gece’nin daha kapsamlı olanıdır ve dünyada bir ilktir. Bilimkurgu ve fantastik dalında 15 öykü ve 15 farklı kadın kahraman.

 

  2013 yılında ise Nar Kitap’tan 5 kitap yayımladı. Muska, Yatır ve Çözücü’ye yeni baskılar yapıldı. Yazarın listesine iki yeni kitap katılmıştı. 20. kitap İfrit 18.19 ve 21. kitap olan Alsancak Börekçisi.

 

  2013 Mayıs sonunda patlak veren Gezi Olaylarında arka plandaki gizli servis parmağını gördüğü için çevresini uyarmak istedi. Bu yüzden sosyal medyada yazar ve okur çevresinin ağır hakaretlerine maruz kaldı. Sonrasında görmezden gelinmeye başladı ve kitapları raflarda nadiren raslanır hale geldi.

 

  O yılın 17 – 25 Aralığında hükümete karşı girişilen hukuk darbesiyle ikinci şokunu yaşadı. Bu sarsıntıyla 2014 yılında iki roman döktürdü. Bunlar 2015’te basıldılar. Yeni Türkiye romanlarından ilki olan Kayıp Kedi (Nisan 2015 – Kırmızı Kedi Yayınları) Türk edebiyatındaki ilk FETÖ karşıtı romandır. Nazarzede Kliniği (Ekim 2015 – Erdem yayınları) ise bir çeşit modern Faust romanıdır. İstanbulda kurulan Dijivesayet - Metaversel ortamı faş eder. Bugünlerin ve yakın geleceğin esintisidir.

 

 2015’te eski kitaplarından bazıları da yayımlandı. Bunlar: Amsterdam’ın Gülü (2015 – Palto Yayınları) – Zaman Tozları, Sokaklar Benim Yeniden ve Durum 429)

 

  2016 Martında Ela adlı yapay zekâ romanı Erdem Yayınlarından çıktı. Müslümanlığı seçmiş bir yapay zekâ konusunu işler ve Türk edebiyatında (Muhtemelen dünyada da) bir ilktir.

 

  Aynı yıl İtibar Dergisi’nin 54. sayısında Üçüncü Kapı adlı medeniyet telakkisi muhteviyatlı yazısı yayımlandı. Böylece dünyada ilk kez modernitenin insanlığı buyur ettiği üç kapı; Samsa kapısı, Faust Kapısı ve Sahte Kurtuluş Kapısı şeklinde kategorize edildi. Derginin Nisan sayısında yine bu bağlamda Balonlu Vadi adlı yazısı yayınlandı.   

 

  15 Temmuz 2016 gecesi darbe ortamında tanığı olduğu olayları yayınladığı 93. Yıl Marşı adlı darbe karşıtı bir öyküde bütün açıklığıyla anlattı. On yıldır üzerine çöreklenen örgütlü ilgi ancak bu tarihten sonra azaldı ve daha nadir hissedilir hale geldi.

  

  2018 yılında Ketebe Yayınlarından Hayalet Kapısı adlı kitabı çıktı. Romanda yüksek teknolojinin yardımıyla muhafazakâr kesimi içerden çürütme konusu işleniyordu.  Bir ilktir.

 

  Aynı yıl Cins Dergi’de yazmaya başladı. Enteloid, Silisyum ve Türkler, Kapı Meseli, Zihin Küreyici, Muhayyer Gerçeklik, Geleceği Hatırlayanlar Dergahı, Borges ve Kemeraltı, Uzun Yürüyüşe Devam bunlardan birkaçıdır.

 

  2019 yılında yine Ketebe Yayınlarından Çağrılan adlı kitabı çıktı. Bu kitap ülkesel ve dünya ölçeğinde bir çok yönden ilkleri barındırıyordu. Yapay zekâ ve din-insan ilişkisi derinliğine işlenmiştir. Sadık Yemni edebiyatımızda akademik kriterlerin ışığında sufi bilimkurgu türünün ilk yazarı oldu. 2022 Haziranında Manchester University Press den çıkacak olan Religious Futurism kitabında bir bölüm kendisine ayrılıyor.

 

  2020’de 2012 yılında İthaki yayınlarınca basılan Ağrıyan adlı romanını çok ciddi anlamda yenileyerek güncelledi. Kitap Transnational Press tarafından basıldı. Bu distopik romanda Ağrı dağı insanlığın vicdan merkezi konumunda.

 

  2021 yılında Sümeyra buran editörlüğünde Edebiyatta Poshumanizm (Transnational Press) adlı akademik bir eser basıldı. Yemni bu esere Posthüman Aşkın Ezgisi: Phantomat ve Bedensizlik Özlemi başlıklı yazısıyla katıldı. Kitap bu konuda yazılmış ilk Türkçe eserdir.

 

  2020 sonlarında araştırmacı yazar Ömer Faruk İspir’le Fikir Yongaları adlı instagram yayını yapmaya başladı. Nisan 2022’de fikir yongalamaya devam ediyor.

 

  Yazarın Sadık Yemni Sözlüğü son on beş yılda güncellenerek bugüne kadar geldi. Dijital ortamda okunabiliyor.

 

Sadık Yemni'den Fikir Yongaları : Sadık Yemni Sözlüğü - Şubat 2022 itibarıyla (sadikziyayemni.blogspot.com)

 

  Yazarın edebiyatımıza kazandırdığı sözcüklerden bazıları şunlardır: Dijital İnsanat Bahçesi, Terminatör Kültü, Homo Kul, Paraverse, Das Global, Miyavor.

 

İnsanlar çevrimiçi ve çevrimdışı olarak iki gruba ayrılır. Çevrimdışı olmak, devrimdışı olmak, yani devredışı kalmaktır. - 2010

 

Tanrının içimize üflediği nefes gözeneklerimizden dışarı sızıyor. İnsanlık yeniden çamura mı dönüşüyor? - 2005

 

Mizah zekâ gölünün yüzeyindeki yakamozlardır. 2009

 

 

 Yemni, Anadolu’nun, Türklerin medeniyet telakkisi bağlamında dünyaya edecek sözü olduğuna ve  Yeni Türkiye davasına inanıyor.  Türklerin uyanışı için çabalıyor ve Türkiye’nin yepyeni bir paradigmanın beşiği olması ihtimalinden büyük bir heyecan duyuyor

                                                                                                                                                                                                                                

Ve hayat yazı makamında devam ediyor.

                                                                                                                                  B

 

                                               ----------------------------------

 

Müzmin Bağlantısız olarak kısa bir Sadık Yemni Portresi

Yemni kendini müzmin bağlantısız biri olarak görüyor. Kendisinin tuttuğu bir futbol takımı yok. Hiç olmadı. Ülkede eğitimle atılan standart format dışında bir ideolojiye kapılanmadı. O bahsi geçen formatttan kurtulalı, yani Kemalist Matrix’ten de çıkalı bir hayli oluyor.

 

Yemni, Marksist, Stalinist, Maocu, solcu, sağcı, milliyetçi vb. de olmadı. Tarikatı, kulübü, cemaatı, partisi de olmadı. Liberal ve demokrat tanımlarına yakın durdu. Bu serbestiyet sayesinde zaman zaman onurlu asgari müştereklerde farklı görüş ve mensubiyetten insanlarla işbirliği yapabildi. Bunlardan en öğündükleri güzel Türkçemizin gurbette yaşatılması ve zengin kullanım kazandırılması için içinde yer aldığı organizasyonlardır.

 

Yemni, Anadolu’nun, Türklerin medeniyet telakkisi bağlamında dünyaya edecek sözü olduğuna ve  Yeni Türkiye davasına inanıyor.  Türklerin uyanışı iiçin çabalıyor ve Türkiye’nin yepyeni bir paradigmanın beşiği olması ihtimalinden büyük bir heyecan duyuyor. 

13 Aralık 2017 Çarşamba

Amsterdam'da 8. Türkevi Konuşması

8. Türkevi Konuşmaları Amsterdam’da yapıldı.


Moderatör: Veyis Güngör

Türkevi Topluluğu’nun geleneksel ‘Türkevi Konuşmaları; Söyleşi-Seminer’ faaliyetinin 8.si Amsterdam’da gerçekleştirildi. Toplantıya uzun yıllar Hollanda’da yaşayan ve Türkiye’ye dönüş yapan yazar Sadık Yemni misafir konuşmacı olarak katıldı. Yemni konuşmasında Türkiye’ye geri döndüğünde karşılaştığı sosyal olaylara ve İsrailli yazar Harari’nin son kitabı Homo Deus – İnsan Tanrı başlıklı kitabına ve bu kitap için kaleme aldığı ‘Ahir Zaman Kehaneti’ başlıklı incelemesine değindi. Kalabalık ve farklı bir dinleyici grubuna hitap eden Sadık Yemni, hem Hollanda’daki eski dostlarıyla hasret giderdi hem de insanlığın geleceği ile ilgili bir fikir alışverişinin yapılmasına vesile oldu.

Sadık Yemni uzun yıllar Hollanda’da yaşamış bir Avrupalı Türk gözüyle Türkiye’deki sosyal gelişmelere geçmeden önce, dönüş hikayesini özetledi. Türkiye’ye geri dönüş yaparken herhangi bir hesap kitap yapmadığını, Hagayretcumburlop metoduyla, ha gayret diyerek geri dönüş yaptığını söyledi.

Tam tamına 37 yıllık bir Hollanda tecrübesine sahip olan Sadık Yemni, bir Kasım ayında Hollanda’ya geldi ve yine bir Kasım ayı Hollanda’dan ayrıldı. Her sokağında farklı, özellikle her parkında spor aktiviteleri anıları olan Sadık Yemni zaman zaman kısa da olsa Hollanda’yı ziyaret ediyor.

37 yıl sonra Türkiye’ye dönen Sadık Yemni’yi ilk etkileyen ve şoke eden olay 31 Mayıs Gezi olaylarının yaşadığı kente yansımasıdır. Sadık Yemni haziran başında bir akşam 169 nolu belediye otobüsüyle Balçova’ya giderken yaşadıklarına bir anlam veremez. Olaylara romancı gözüyle bakan Yemni, sanki halkta ‘ortalık yansın, batsın, ne olursa olsun’ mantığı olduğunu gözlemler. ‘Önce Vatan’ gibi asgari müştereklerden filan bahsetmek abesle iştigaldir adeta. Çünkü bazı gruplarda öyle öfke vardır ki, anlamak mümkün değil. Kendine has sözlüğü olan Sadık Yemni Gezizekâlı kavramı yerine, Gezileptik kavramını geliştirdi. Bu diğerine göre en azından tedavisi mümkün bir arızdır.  

Sadık Yemni ikinci şoku 17- 25 Aralık Hukuk Darbesi sırasında yaşar. Olaylar öyle aşikardır ki, resmen devletin varlığına yapıan bir hain girişimdir. Bir şeyler yapılması gerektiğini düşünür. Harekete geçer ve 2014 yılına bu konuları işleyen ‘Kayıp Kedi’ romanını yazar ve 2015’te yayınlar. Bu roman Türk edebiyatındaki ilk FETÖ karşıtı romandır. Ancak metindeki mesaj daha sonra anlaşılacaktır.

Üçüncü şok ise, 15 Temmuz kanlı kalkışmasıdır Sadık Yemni’nin Türkiye gözlemlerinde. O akşam Yemni, bir grup arkadaşıyla skype’den durum muhasebesi yapıyordur. Dışarıda bir hareketlilik vardır. Komşuları grup halinde sevinçle 10. Yıl marşını söylemektedirler. Komşuları Erdoğan ve iktidarının sona ereceği için sevinçlidirler. Fetöizmin yıkıcı tehlikesinin bilincinde değillerdir. Yemni bu sevince bir anlam veremez. Ancak kalkışma bastırılınca, komşularının büyük bir hayal kırıklığına uğradıklarına şahit olur. Ve Sadık Yemni yaşananları anlatmak üzere 93. Yıl marşı öyküsünü kaleme alır ve yayınlar. Yemni’nin gözlemi bu tür kimselerin örselenmiş bir bilince sahip oldukları şeklindedir. Öfke ve kinleri’tavan yaptığı için doğru ile yanlışı ayırd edemez duruma düşmüşlerdir.

Toplantının ikinci bölümünde Sadık Yemni, İsrailli tarihçi Yuval Noah Harari’nin ‘Homo Deus – Yarının Kısa Bir Tarihi’ adlı kitabına verdiği cevaplar üzerinde durdu. Yemni dünyada çok satan kitaplar arasında yer alan Homo Deus – İnsan Tanrı (2015) adlı kitap İnsanlığı yarınlarda bekleyen akıl almaz gelişmelerden söz ediyor. Yazar kısa şöyle betimliyor:
Bunun yanı sıra Homo Sapiens’in geçmişi, tarih, siyaset, evrim teorisi, modernite, kapitalizm, hümanizm, dinler vb. de ana meselenin bileşeni durumunda’ diyor. Yemni şöyle devam ediyor: ‘Kitap bilişsel bilimlerin önemli kavramlarının başlıcalarını ustalıkla ele alıyor, ama bu kitabın yaptığı toplam etkiyi çok etkilemiyor.  Özellikle iktisadi ve siyasi konulardaki acemi işi kestirimleri, Müslümanlara karşı takındığı hasmane tavır ve kasıtlı cahilliği kitabın kalitesini düşürüyor.
Sadık Yemni, Harari’ye cevap verirken, 3. Kapı adlı bir tez ortaya atıyor. Bu aslında moderniteye, Batı Medeniyeti’ne  verilen bir cevaptır. Yemni’ye göre birinci kapı Samsa kapısıdır yani değişim kapısı. Kafka’nın Dönüşüm adlı öyküsünden esinlenmiştir. Roman kahramanı Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini kocaman bir böceğe dönüşmüş bulur. Modernite de insanları bütün vaadlerine rağmen fıtratından sıyırarak böceğe çeviriyor.

İkinci kapı ise Faust kapısıdır. Dr Faust’un ünlü hikâyesinden esinlenilmiştir. Genç ve güçlü olabilmek için ruhunu şeytana satan adamdır. Güç ve iktidar için her şeyi yapabilen, etik değerleri inkâr edebilen ihtiraslı kimselerin kapısı. Yazarın makalesinden bir alıntı yapayım:
Spengler’a göre “Faustvari medeniyeti kuran Batılı insan gururludur, bu trajik bir durumdur, o çabalar ve yaratırken için için gerçek hedefe hiçbir zaman erişemeyeceğini bilir. ‘Eğer optimizm ödleklikse, bu medeniyetin en üstün başarısının Faustvari kışta gerçeklikten kaçış olduğu anlamına gelir.” Yani Faustvari Medeniyet kaçınılmaz olarak çöküşünü, büzülüşünü, güç kaybını sembolize eden kış sezonuna girmişti. Ona göre Batı insanı individualist, rasyonalist, emperyalist, sekülarist, huzursuz (restless) ve ırkçıydı. Bu onun Faustvari ruhunun özellikleriydi. Bu ruh Hıristiyanlığa dönüşmüş ve böylelikle Faustvari – Hıristiyan bir ahlak oluşmuştu. Kısaca Harari’nin moderniteyi insanın ruhunu şeytana satması şeklinde ifade etmesi bu kitaba ve meslektaşı Spengler’ın 100 yıl önceki kehanetinin doğru çıkmasının belirtilerinin göründüğü bugünlere göndermedir. Fakat nedense yazar modernitenin kuşatıcı, belirleyici zembereği olan siyonizmden söz etmez.

Üçüncü kapı ise Kurtuluş Kapısı’dır. Bu kapı sonu izm’le biten ideolojilerin ve içlerindeki hakkı arama cevherini yitirerek kültüre evrilmiş dinlerin de yeridir. Bunlar bir zamanlar  insanları kurtuluşa erdireceklerini vaad etmişlerdi. Fos çıktı. Ancak bu kapı şu sıralar tamirat dönemindedir ve büyük hayal kırıklıkları yaşatmıştır. Yeniden açıldığında içinden spirtüalizm, transhümanizm, insanlık 2.0 çıkacak ve dünyadaki yaşam bir başka mertebeye evrilecektir.

Son olarak Sadık Yemni’nin ortaya attığı 4. Kapı, aslında esas 3. Kapı, gerçek Kurtuluş Kapısı ise ‘Hakikat Kapısı’dır. Yemni’ye göre bu kapının da durumu pek iyi değil. Ama bir ümit bulunmaktadır. İnsanlık için yegâne umuttur hatta. Anahtarı da İstanbul’dur. Yani ‘21.yüzyılın ilahiyatçıları bu çağın bilimsel gelişmelerini bilen ve dini metinleri yeniden yorumlayabilen özelliklere sahip olmak zorundadır’.

Veda Hutbesi geleceğin sırlarını vermektedir aslında:  ‘Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın Arab olmayana, Arab olmayanın da Arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız ondan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahi bir köle başınıza emir olarak tayin edilse sizi Allahın kitabıyla idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz.’

Sadık Yemni bizi kim kurtaracak sorusuna şu cevabı veriyor: ‘Allaha iman eden, takva sahibi, bunun yanı sıra bilgiyle de mücehhez olan Kul İnsan – Homo Kul’dur. Homo Kul, iblisin kumandasındaki kötücül Homo Deus’a karşı çıkacak’.

                                                                                      Veyis Güngör - Amsterdam 1  Aralık 2017

15 Mart 2017 Çarşamba

HOLLANDA GERÇEĞİ - Hüseyin Altınalan - Romancı Sadık Yemni’yle Yapılmış Röportaj 21.07.2007



VII. BÖLÜM (21.07.2007)




“….Bu sabah uyandım. Amsterdam’daki yüzler değişmiş… Bakkalın, ev doktorumun, kondüktörün, köpek gezdiren komşumun yüzleri eskisinden farklı. Hepsinin değil. Tamamen değil. Bazılarının ki çok belirgindi. Hayır delirmedim. Farklı diyorsam bir bildiğim var. Gidip başka semtlerdeki yüzlere de baktım. Değişmeyenler azınlıkta desem yeridir. Çeşitli değişim aşamasında olanlar kaplamış sokakları. Ciddi bir salgın var. Kimse beni ciddiye almayacak biliyorum, ama uzaydan bir müdahale söz konusu olmalı. NEP galaksisinden. Sonunda geldiler işte. Başka bir izahı mümkün mü?

…….

İşgal var. Yüzlerimiz elden gidiyor. Bir sabah uyanınca tanıdığım, bildiğim herkesin tamamen farklı birilerine dönüşeceğini keşfetmekten korkuyorum” diyerek anlatıyor Sadık Yemni, Hollanda’daki keskin değişimi. Hüseyin Altınalan

                                              “Sadık Yemni’nin Muhabbet Evi” adlı romanından.






Theo van Gogh’un öldürülmesiyle yükselmeye başlayan yabancı karşıtlığından yola çıkarak, Avrupa gerçeğine içeriden bakan Usta yazar Sadık Yemni, “Muhabbet Evi” romanında , “Yabancılaşmaktan, duyarsızlaşmaktan, vicdansız, duyarsız tüketim canavarı çocuklar yetiştirmekten, antidepresansız yaşayamamaktan korkuyorum. En çok da gereksiz yere benden korkan yerlilerden korkuyorum. Çünkü burada yaşıyorum” diyor. Ve yabancıları içine almakta zorlanan Avrupa ile Avrupalı olmak ya da olmamak çizgisinde sıkışmış yabancılar arasındaki gerilimi ve Hıristiyan dünya ile Müslüman dünya arasındaki yabancılığa dikkat çekiyordu…

Ana tema olarak bu konuları ele alması başına iş açıyordu…. 

Hatırlarsanız Hollanda’da, gerek politikacılar gerekse yetkililerce yabancılara karşı ağır açıklamalarda bulunulmuştu. Ancak, bu sözlerin ötesinde daha da ileri gidilmiş, “Göçmenlere yönelik politikaları sert bulan, yumuşatılması yönünde açıklamalar yapan aydınlar tehdit edilmişti. Bazılarına mermili mektuplar gönderilerek gözdağı verilmişti.

Biz de bu tehditlerden nasibini almış usta kalem Sadık Yemni ile Hollanda’daki değişimi konuştuk:

Hollanda özgür, ama giderek polis devleti olma yolunda

Gerek romanlarınızda gerekse beyanatlarınızda, Hollanda’da yaşayan yabancıların “artık kendilerini eskisi kadar özgür hissedemediklerini” belirtiyorsunuz. Neden?

Çoğu insan, çeşitli çevrelerin baskısını üzerinde hissettiği için bildiklerini söylemekte tereddüt ediyor. Hollanda halkı, kendi ulusunu kollayan bir halk. Bizlere göre daha milliyetçi davranıyorlar. Keşke bu huy, bu özellik bizlere de sirayet etse. Türkiye’de milliyetçilik maalesef çok zayıf… Elbette, herkesin kendi menfaati vardır, ama ülkenin genel menfaatlerini korumak zorundasınız. İşte bu anlayış, Hollanda’da çok güçlü.

Peki, Hollanda insan hakları konusunda şu anda ne durumda?

Hollanda, aslında refah seviyesi çok yüksek, pek çok standardı yakalamış, insan haklarının korunduğu bir yer, özellikle de kendi insanlarına karşı… Ama bunun yanında birtakım aksaklıklar da var elbette. Son zamanlarda politik bakışta bir değişikliğe gidileceği gibi bir görünüm var. ‘İçeride ne olursa olsun, dışarıya yansımasın’ görüşü hâkim. 2002 yılına kadar Hollanda’yı dışarıdan tanıyanların sayısı çok azdı. Bizler bu ülkede yaşamamıza rağmen Hollanda’yı hala tam olarak tanıyamadık.

Hollanda’nın görünen yüzüyle gerçek yüzü aynı değil

Yani, dışa kapalı oldukları söylenebilir mi?

Evet, biraz dışarı kapalı oldukları söylenebilir. Ancak özel bir girişimde bulunmak, araştırmak ve ilgilenmek isterseniz, Hollanda toplumunu tanıma imkânı bulursunuz. Tabii tüm gerçekleri dışarıya birebir yansıtmıyorlar. Ancak bunu olumsuz anlamda algılamamak lazım fakat gerçek bu… Hollanda’nın görünen yüzüyle gerçek yüzü aynı değil. Bildiğiniz gibi 2002 yılında burada politik bir cinayet işlendi. Bu ülkeyi çok çalkaladı. Tüm dünyanın dikkati Hollanda üzerine çekildi. Dolayısıyla bu ülkeyle ilgili daha çok araştırma yapılmaya başlandı. Küreselleşmenin etkileri hızlanmaya başladıkça, Hollanda da dünyaya açılmaya başladı ister istemez. Bütün bunlara bu açıdan baktığınızda, 2002’den sonra buradaki gelişmeler daha fazla dikkat çekmeye başladı. Hollanda’daki yabancıların uyumu meselesi sosyal bir sarsıntı meydana getirmeye başladığında, diğer ülkelerin dikkatlerinin de buraya yönelmesine yol açtı. 

Hollanda’da yaşanan bu sert dönüşümde hangi faktörler etkili oldu?

Birbirine bağlı olayların gerçekleşmesi, Irak işgali ve diğer gelişmeler bazı dengeleri değiştirdi ve karmaşık bir yapı oluşturdu. Geçmişe göre daha liberal görünen ülkede, ekonomik sorunlar çıktı. Bazı aşırı sağcılar prim yaptı, bu arada. Mesela ‘Müslümanlar burada kalmak istiyorsa, Kuran’ın yarısını yırtıp atmalılar’ gibi kabul edilemeyecek sözler sarf ediyordu bazı politikacılar. Bunları söyleyerek prim yapıyor, mecliste sandalye sayısını artırabiliyorsanız, o ülkede ciddi bir sorun var demektir. Ama tabii ki bunların yanında, sağduyulu çoğunluğun duygularını yansıtan siyasetçiler de mevcut. Yabancı karşıtlığıyla bir yere varılamayacağını anlayan insanlar da çok. 

- Yabancılar, özellikle de Türkler bu duruma karşı nasıl bir tavır koymalılar? 

- Buradaki Türk kuruluşları, kendi vizyonlarının yettiği kadar tepki veriyorlar. Ne yapmalılar sorusuna gelince, bunun cevabı biraz zor tabii ki. Belirli politik alanlar var. Görüşlerinizi bu alanlarda ifade ediyorsunuz. Yanlışlara karşı tepkinizi dile getiriyorsunuz. Bunlar yapılıyor. Tabii ki biraz manipüle de ediliyor. Bu da bir yere kadar normal aslında… Ama birlikte daha iyi bir geleceğe doğru baktığımızda, birlik olunursa çok daha faydalı işler yapılır. Aydınlara düşen görev, tahrik edici açıklamalar, girişimler yapmamaktır. Bu gibi davranışlar iki tarafa da zarar vermekten başka bir işe yaramaz. 

Hollanda’da yaşayan Türk aydınlar nasıl bir tepki gösteriyorlar?

1980’lerden itibaren buraya göç edenlerin çoğu siyasi nedenler yüzünden gelmişlerdi. Bunların en azından onda birlik kısmından benim beklentilerim vardı. Hollandalı politikacılarla, yazarlarla ve halkla daha sıkı ilişkiler içerisine girmelerini ümit ederdim, ama öyle olmadı. Buraya gelen Türkler kendi içlerine kapandılar, asosyal oldular. Aydınlarımızın ortaya koydukları herhangi bir araştırma eseri yok. Arkalarında kalıcı eserler bırakmalıydılar. Teorik olarak bilgi noksanlığımız olduğu için de aydınlar arası yeterince bir kaynaşma olmadı. Buradaki aydınlarımızın çok azı müstesna, bu ülke hakkında yeterli bilgileri de yok. Dolayısıyla yeterli bilginiz olmadığı takdirde, gelişmelerin asıl mahiyetini anlayamazsınız. Sizin hakkınızda ne gibi şeylerin olup bittiğini, nasıl planların döndüğünü bilemezsiniz.

Hollanda ‘özgür’ imajına zarar veriyor 

- Bu durumda, Hollanda gerçekten özgür bir ülke mi?

- Dünya geneli göz önünde bulundurulduğunda bence özgür bir ülke. Ama giderek polis devleti olma sürecine girmiştir. Bu durumdan yalnızca yabancılar değil, yerli halk da muzdarip. İnsanlar sürekli gözleniyor, yaptığınız her şey kontrol altında. Herkes her an fişlenmeye hazır. Bu da eski ‘özgür’ imajına zarar veriyor. Yalnızca Müslüman ülkelerin gözünde değil, tüm dünya gözünde Hollanda’nın imajı zedelenmiştir.

- Bir de basın özgürlüğünü sormak istiyorum…

- Basın özgürlüğü var tabii ki, ama Türkiye’deki gibi. Medya mensupları inanılmaz paralarla çalışıyorlar. Bu da bazı zorunlulukları olduğunu göstermeye yetiyor tabii ki. 

- Hükümeti ya da kraliçeyi eleştiren bir haber yahut karikatür yayınlanabilir mi peki?

- Evet. Yayınlanıyor. Daha demokratik zamanlarda, örneğin 70’li yıllarda daha fazla vardı. Bütün dünyada olan şeyler burada da oluyor. Kapalı aile toplumunun medyası da aynı şekilde kapalı oluyor biraz. 

Açıkça tehdit edildim

- Yabancılara yönelik yasalar var, gelişmeleri eleştiren aydınların tehdit edildiği söyleniyor. Doğru mu bu?

- Kesinlikle doğru. Bunlardan bir tanesi de benim. Devlet tarafından açıkça tehdit edildim bu konuda. Mesela ben bir kitap yayınladım, ‘Muhabbet Evi’ diye. Bu kitapta herkesin bildiği şeyleri yani gizli olmayan şeylerin pek azını söylediğim halde bu kitabın basılamayacağını söylediler. Hatta şu anda sizinle yaptığımız bu görüşmenin bile bir şekilde dinlendiğinden eminim. Ama rahatım, çünkü bir aydın bildiği gerçekleri kendinden emin bir şekilde ifade edebilmelidir. Beni takip ettiklerine de kaç kez şahit oldum. Bir çeşit ev hapsindeyim yani, sürekli izleniyorum. Bunun bana faydası da yok değil. Evde daha çok bulunduğum için, çalışmalarımı rahatça yapabiliyorum. 

Mesela burada başörtülü kadınların taciz edildiğine şahit oldum. 

Onları nasıl taciz ediyorlar?

Mesela, arabalarının farlarını açıp onlara ya da evlerine doğru yönlendiriyorlar… 

- “Kopenhag kriterlerine uyması için Türkiye’ye baskı yapan Hollanda, bu kriterlere kendisi uymuyor” şeklindeki değerlendirmeler konusunda neler söyleyeceksiniz? 

- “Tencere dibin kara, seninki benden kara tarzı” kabul edilebilir bir şey değil. Nasıl Türkiye’de birtakım aksaklıklar varsa, Hollanda’nın da var. Ama sorun, sanki yalnızca Türkiye’nin eksikleri var da kendilerinin yokmuş gibi davranmaları. Bu tahammül edilecek şey değil. Tepkimizi çeken şey de bu zaten. 

http://www.patronforum.com/forum/showthread.php?tid=6173


                                                       -----------------------------------------