Homo Deus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Homo Deus etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2019 Pazar

Silisyum ve Türkler





Dijital Uygarlığın Bodrum Katı
Her yerde izlenebildiğiniz, düşüncelerinizin tamamının taranabildiği, bulunduğunuz şehirde milyonlarca kişilik nüfus barınmasına rağmen ilişki kurabileceğiniz arkadaşlarınızın sınırlandığı, evlenme-çocuk yapma ruhsatınızın olmadığı, duruma göre kafanızı bayıltan yada ayıltan halüsinojenik maddelerle üç boyutlu bilgisayarlarda interaktif oyunlar oynayarak vakit geçirdiğiniz, rüyalarla, oyunlarla gerçek hayatın iç içe geçtiği, kaldığınız hücremsi barınaktan haftada ancak bir kez kısa süreliğine dışarı çıkabildiğiniz, yediğiniz, içtiğiniz her şeyin bir şirket tarafından tespit edilip karşılandığı bir ortamı hayal edin. Hayata anlam veren kelimelerden ruhun çekildiğini, konuşmanın anlamsızlaştığını, yazılı metinlerin barındırdığı mananın söndüğünün farkında bile değilsiniz. Bebeklikten itibaren başka bir hayat tanımadığınız için size çok olağan gelen bir düzenin içersindesiniz.

Orwell’ın ünlü 1984 romanı benzeri distopik bir metinden alınma değil bu okuduğunuz satırlar. Şu anda simülasyon çalışmaları son hızla süren ve yakın gelecekte içine düşme ihtimalimizin çok büyük olduğu Dijital Uygarlığın bodrum katından bir sahneyi canlandırmaya çalıştım.

Yapay Boş Vakit
Yapay zekânın yakın gelecekte insanları kitlesel olarak işsizliğe sürükleyeceği artık bir varsayım değil. Küresel ölçekte istihdam edilemez işsiz bir sınıfın ortaya çıkması kimilerince olumlu yanlara da sahip. Beşeri ihtiyaçların tümüyle karşılandığı bir dünyada hiç çalışmayan insanların spora, sanata, bilime ve hobilere daha çok zaman ayırabilerek bir çeşit cennet ortamında yaşayacakları hayal ediliyor. Olumsuz bakış ise boş oturmaktan sıkılacak olan kitleleri mesele yapıyor. İnsanları çığrından çıkmamaları için uyuşturucu ve bilgisayar oyunlarıyla oyalamak, zihinlerini sanal âlemlere hapsetmek şeklinde çözüm reçeteleri yazılıyor.

Köhne Bir Algoritma:Homo Sapiens
İsrailli tarihçi Yuval N. Harari ünlü Sapiens(2011) adlı kitabından sonra Homo Deus –İnsan Tanrı – Yarının Kısa Bir Tarihi  (2015)  adlı kitabını yayınladı. Bu kitap diğer benzerleri gibi bizi bir yandan yakın gelecekte vukubulacak tekinsiz gelişmeler için uyarıyor, diğer yandan da ‘alışın yavaş yavaş’ diye sırtımızı sıvazlıyor. Homo Deus’tan kısa bir alıntılama yapalım.

Tarih insanın Tanrı’yı icat etmesiyle başladı ve Tanrı’ya dönüşmesiyle son bulacak.
Her insanın iyiyi, güzeli, anlamlıyı ayırdedecek özgür bir iradeye sahip olduğu fikri terk edilmelidir.
Dataizme göre insan deneyimleri kutsal değildir.
Homo Sapiens yaradılışın zirvesi değildir ve Homo Deus’un öncüsü değildir. Homo Sapiens köhne bir algoritmadan ibarettir.

Dataizm kâinatın veri akışından ibaret olduğunu ileri sürüyor. Dataizm matematik kurallarının hem biyokimyasal, hem de elektronik algoritmalara uygulanabildiğini de göstermiş durumda.. Hayvanlarla makineler arasındaki geçilmez addedilen duvar yıkıldı yıkılacak durumdadır deniyor. Elektronik algoritmalar biyolojik algoritmaların sırrını çözerek onlardan daha üstün hale gelebilir yani. Ray Kurzweil’in Humanity 2.0 – İnsanlık 2.0 başlıklı kitabını hatırlayın. Homo Sapiens 1.0’dı. Yerine geleceğin 2.0 olacağını ilan ediyordu. İnsan veriyi damıtarak bilgiye, bilgiyi kavrayışa, kavrayışı bilgeliğe çevirmekle yüklüydü. Ancak artık zamanımızda veri akışıyla baş edilemiyor. Vaktimiz ekran başında berhava oluyor. Kafamda bir çip olsa da bu bilgileri istediğim zaman bütünüyle kullansam ve hiç unutmasam diye düşünmeye çoktan başladık.  

Neo-Zeuslar
Homo Deus kitabının 59. Sayfasında İnsan Tanrı’nın oluşumu şöyle anlatılır:
Tarih boyunca tanrıların her şeye muktedir olmaktan çok, canlı varlıklar tasarlamak ve yaratmak, kendi bedenlerini değiştirmek, çevreyi ve havayı kontrol etmek, uzaktan iletişime geçebilmek ve zihin okumak, yüksek hızlarda seyahat etmek ve tabii ki ölümden kaçarak sonsuza kadar yaşamak gibi belirli süpergüçlere sahip olduğuna inanılırdı. İnsanlar da tüm bu kabiliyetlere, hatta daha fazlasına sahip olmanın peşinde. 
Stanley Kubrick son filmi Eyes Wide Shut – Gözleri Tamamen Kapalı (1999) filmindeki maskeli zatlar bunlar. Dünyanın yöneticileri. Neo-Zeuslaşmak için gün sayanlar. Bu zatlar henüz ölümlüler ve yerçekimi kanunlarına tabiler. Bunlar aşıldığında kimsenin karşı koyamayacağı mitolojik tanrı benzeri yaratıklara dönüşecekleri bir ân pekâlâ gelebilir. Bu kaçınılmaz olarak kendi aralarında çatışmayı da getirecek. Gücü az olan tebanın kaderi bu kötücül İnsan Tanrıların keyfine tabi olacak. Eskiden olduğu gibi stadyumlar kurulacak. 3D dev ekranlar da Tanrı İnsanlar yeniden canlandırılmış etçil dinazorlara kurban edilenleri ve  çarpıştırılan gladyatörleri izleyecekler. Oyun ortamında vuruşturularak sistemli bir şekilde telef edilecek olan bodrum katı sakinlerini de unutmayalım.


Asilomar Yapay Zekâ İlkeleri
FLI, Future of Life Institute  Ocak 2017’de California’nin Asilomar sahilinde Faydalı Yapay Zekâ başlıklı bir konferans düzenledi. Beş günlük faaliyet sonucunda 23 ilke saptandı. 23. İlke şöyle:
Süper yapay zekâ sadece dünya çapında paylaşılan etik değerlere hizmet amacıyla geliştirilmeli ve bir devlete, örgüte değil, tüm insanlara yararlı olmalı.
Yapay zekânın Magna Carta’sı denilen bu ilkeleri önemsiyorum. İnşallah burada yazılan gibi olur diyorum, ama cartayı çekmeye teşne ilkeler olduğunu düşünmeden de edemiyorum. Tarihte Batının önderliğinde teşkil edilen kurumları ve bunlara ait cafcaflı ilkeleri hatırlıyorum. Ayak bastığı yerlerdeki kültürleri yok eden, insan haklarını ‘Öteki’ bataklığında boğan, hümanizmi hümanioidleştiren ve Akdeniz’i binlerce göçmene mezar yapanların tüm insanlığın yararına çalışan ilkeleri hayata geçirmesi mümkün mü? Bu toplantıları önemsiyorum. İçlerindeki dürüst bilim insanlarının hakkını yemek istemiyorum.  Yalnız bu tür toplantıların insanları teskin etmek, endişelerini yatıştırmak ve sonu dijital diktatörlüğe varması pek muhtemel olan hedefe sorunsuz ulaşma amacı güttüğünden de kuşkulanmadan duramıyorum. 

Silisyum ve Türkler
Allah ana bileşeni silisyum olan balçığa ruh üfleyerek insanı yarattı. İnsan da silisyum çipe akıl rapt etti. Yüce yaratıcı bu gelişmelere izin veriyorsa yeni yaşam türlerine açılan kapı da aralık duruyor olabilir. O kapının ardında metafiziksizlikle harmanlanan 0 ve 1’lerden oluşan yapay zekâ dünya üzerinde henüz eşi emsali görülmemiş bir merhametsizliği sergileyebilir. Bizlerin, Müslümanların, Türklerin, merhamet bazlı medeniyet telakkisine sahip kimselerin bu gidişat hakkındaki düşüncelerini ve öngördükleri tedbirlerin ne olduğunu merak ediyorum. Türkiye’de kitlesel din eğitimi verenler öğrencilerini bu geleceğe hazırlayan bilgilerle teçhiz edebilecekler mi? Bunu yapmaya başladılar mı? Dünya ölçeğinde gelenekli inançlar ağır basabilecek mi? Zihin buran sorular bunlar.
                                                          ---

2 Nisan 2018 Pazartesi

Dan Brown’ın Başlangıç – Origin Kitabı Üzerine İnceleme ENTROPİK KURGU





 

Devrimsel Dönüşümün Gecesi
Gelecek teknolojisi yatırımcısı, milyarder, Elon Musk, Steve Job çağrışımlı Edmond Kirsch dünyanın gidişatını tümden değiştirecek bir buluş yapmıştır. İnsanlığın köken olarak nereden geldiğini ve nereye gideceğini keşfetmiştir. Kendince bu buluş o kadar önemlidir ki, Kopernik’in buluşunun yarattığı değişim dalgasıyla eşdeğerdir. Bu buluşunu medya kanalıyla bütün dünyaya faş etmeden önce üç semavi dinin önde gelen temsilcilerine bir kardinal, haham ve mollaya açıklar. Verdiği sır kitabın ilk sayfalarındaki imalara göre onların bunca zamandır savundukları dini görüşü yerle bir etmektedir. Egzantrik biri olan Edmond Kirsh bu buluşunu Bilbao’daki Guggenheim Müzesinde bayağı teatral bir atmosferle bütün dünyaya açıklamak üzereyken bir suikasta uğrayarak öldürülür. Kirsch’in davetlisi olarak müzede bulunan Profesör Robert Langdon bu sırrın peşine düşer.

Yazarın başkahramanı Robert Langdon sanat tarihi profesörüdür. Dinler ve dini semboller üzerine bilgisi ganidir. Hiç evlenmemiştir. Her kitapta güzel, zeki ve kültürlü  bir kadın ona gizemi çözmesi için yardım eder. Başlangıç’ta da bu formül kullanılmıştır. Ambra Vidal isimli İspanya sarayına gelin adayı olan bir genç kadın bütün serüven boyunca kahramanımızın yanında olacaktır.



Başöğretmen Mr Brown
Dan Brown beni bir yazar olarak etkilemedi. En başta üslubu yok. Birinci kitap De Vinci’nin Şifresi’nin konusu sanıldığı gibi orijinal değildi. Hz. İsa’nın İncil’de anlatılanın aksine çok farklı hayat hikâyesine sahip olduğu tezi bu kitaptan yıllar başka yazarlar tarafından kitaplaştırılmıştı. Bu konuları araştırmayı, okumayı sevenler biliyordu. İnternetten de bulunabiliyordu. Brown yaratıcı bir yazar da değil. Bunu itiraf ediyor ve kendini öğretici bir yazar olarak tanımlıyor. Bestseller – çoksatım sayesinde şu anda dünya çapında baş öğretmen! konumunda. Brown The New York Times’a her şeyi uzun uzun izah etmek, açıklamak için içinde duyduğu itkiden söz ederken, ‘Okumak için zaman ayırıyorsan, bir şeyler öğrenmelisin.’ demiş. Yazarın edebiyata yaklaşım notu bayağı kırık yani.  


Kartondan Karakterler
Filmlerde Langdon rolünü Tom Hanks oynuyor malum. Perdede kanlı canlı birini görmeme rağmen kitabın kahramanları bana hâlâ kartondan yapılmış duygusu vermeye devam ediyor. Sanatsal ve tarihsel ayrıntı yüklü bir dekor içersine kapatılmış yarı şeffaf, uçucu bedenlerin dansı. Dan Brown yazarlığının güdük yanını metni tıka basa wikipedya bilgileriyle doldurarak kısmen örtebiliyor. De Vinci’nin Şifresi’nde de, Başlangıç’ta da anlatılan gizem 1A4’lük bir kâğıda kolaylıkla sığar.

Üstelik yazar hep aynı kitabı yazıyor duygusu veriyor. Langdon bir vakaya bulaşıyor, bir sembol dedektifi olmadan bu meseleyi çözmenin imkânsızlığı belli oluyor ve kahramanımız bu çözümü engellemeye çalışan bazı güçlü kurumların adamları  tarafından takip ediliyor.


Sembol Nevrozu
Sembol uzmanı profesör Langdon’a biçilen görev nedeniyle okur ağır ve aşırı sembol kullanımı ve yorumuna maruz kalıyor. Etrafımızda birsürü alâlâde görünen şeylerin dünyanın gidişatını değiştirecek bir mana taşıyan sembol taşımasını bekler hale getiriyor bizi. Tutkulu okurlarda sembol nevrozu belirtileri başlamışsa hiç şaşmam.  


Dünya Çapında Kritikler
Kitap dünya medyasında farklı kritiklere hedef oldu. Batıda Sahibinin Medyası onu göklere çıkardı, ama olumsuz eleştiriler de gırlaydı. Kitabın gerilim dozu bir thriller için düşük bulunuyordu.. Okurlara tarihi ve turistik enformasyon veren bir kitap gibi algılayanlar çoğunluktaydı. Beş kitapta kullanılan strüktür, örüntü ve temel kurgu hep aynı bulunuyor, metne gereksiz bollukta sanat eseri, sembolizm ve tarih bilgisi eklendiği şeklinde değerlendirmeler yapılıyor.  

‘Ünlü ve başarılı kitapların gölgesindeki zorlama bir ün.’ şeklinde de bir yorum var ki, ben de şahsen aynı kanaatteyim.

Brown kitabı dört yılda yazmış ve bu zamanın çoğunu araştırmaya harcamış. Bu nedenle olacak okurların bazıları benim olduğum gibi zaman zaman Wikipedya okuyor duygusuna kapılmış.

FedEx’logosuna gizlenmiş olan ululuk-üstün insan sinyalli ok işareti lafı bir çok kişinin aklını karıştırmış.  

The Washington Post eleştiriyi doruğa taşımış. ‘Brown belki de insanlığın inancını tehdit eden sırrı keşfetmedi, ama dünyada bulunabilecek bütün klişeleri bir araya getirmeyi çok iyi başarmış.’

The New York Times. ‘Bu sefer revüde Winston Churchill’in çoklu becerileri, soyut sanatın cazibesi, Sagrada Familia’nın harika özellikleri var.’ demiş.

Bazı gazete ve dergiler okuru bu denli çok ayrıntı işlenen metinde söz Franco’ya geldiğinde yazarın sanki kendisi tanınmış bir bisikletçiymiş gibi bir sayfalık yüzeysel izahatla geçiştirmesine değinmiş.


Türkiye’de Dan Brown Eleştirisi
Türkiye’deki eleştiriler  genelde hayranlık ve bravo salvolarıyla tıka basa yüklü. İçlerinde Dan Brown’ın kitabının dini inançları kökünden sarstığını, adamın bu kitabı yazmakla risk aldığını sananlar falan olmuş. Yaradılış, Tekvin Eski Ahit ve Kuran’da çok farklı şekillerde ele alınır. Çünkü Eski Ahit muharref bir kitaptır. Temel bilgi eksikliği ya da niyet oryantasyonu nedeniyle kitaptaki klişe çorbası aşırı ciddiye alınmış. Gözüme ilişmeyen ehven ve kalibreli eleştiri yapan kimselere buradan selamlarımı sunuyorum.


Balon Satışı
Biraz teknolojiyle, yeni gelişmelerle ilgili olanlar Başlangıç’ta anlatılanları ne şaşırtıcı ve ne de öğretici bulacaktır. Dahası kitabın sonuna varmadan meselenin nereye varacağını da pekâlâ tahmin edecektir. Nerede kaldı şimdi kitabın çevirisi sırasında alınan önlemler ve kitapçılara yüzlerce, binlerce adet Başlangıç depolamaları için ısrar etmek. Bütün bunlar tezimizi doğruluyor. Şişirme bir balon vardı ve amaç ilk iğne ortaya çıkmadan elden geldiğince çok kitabı satmaktı.


Barselona, De Sagrada Familia ve Gaudi
Dan Brown, Başlangıç’ta mekân olarak Barselona şehrini kullanıyor. Barselona’yı ilk kez 1978’de gördüm ve hayran oldum. Bir ara altı aylığına taşınmayı planladığım bir mekân. Bu planı son anda çıkan bir aksilik nedeniyle gerçekleştiremedim. Aradan kırk yıl geçti. Şu anda benim için eski çekiciliğine sahip değil, ama hâlâ ilginç ve sırlı bulduğum bir şehir. Her zaman vardı sanırım, şehirde son zamanlarda Alamut Kalesi’nin gölgesi daha bir hissediliyor. Açıkça bahsi edilmiyor tabii, ama bu kitap o tarafa göz kırpıyor. Barselona’nın eski adıyla İllüminati’nin,Yeni Dünya Düzeni’nin gelecekteki dünya başkenti olarak seçildiği rivayet edilir malum. Katalanların özerklik çabaları bu bağlamda da ele alınmalıdır belki. Kısacası yazarın başta katoliklik olmak üzere dünya dinlerini itibarsızlaştırmak için yazdığı eserde bu şehri seçmesi boşuna değil. Dan Brown kime göz kırptığını iyi biliyor.

Adı bu şehirle müsemma olan Katalan Modernizminin öncü sanatçısı, dünyaca ünlü mimar Antoni Gaudi ve onun en muhteşem eseri addedilen De Sagrada Familia Kilisesi kitabın merkezinde yer alıyor. Bu modern tarzla inşa edilen kilise tamamlandığında dünyanın en yüksek kilisesi olacak. 170 metrelik yüksekliğiyle Washington anıtını geçecek ve Vatikan’ın Aziz Petrus Bazilikası’nı otuz metre kadar geride bırakacakmış. İnşası 1882’de başlayan kilisenin 2026’da biteceği söyleniyor. Bitiş için 2022 tarihi de sarfediliyor. 2023 sadece bizim için değil bütün dünya için tılsımlı bir sayı anlaşılan.

Kilise Katolik kilise mi olacak? Yazar doğaya ve bilime adanmış gizemli bir mabetten söz ediyor. Yapıyı Tanrı, bilim ve doğa kaynaştırılması gibi görüyor ve ‘Gaudi’nin mimarisi ilksel çorba gibi’ değerlendirmesi yapıyor.


İlksel Çorba – Başlangıç mı?
Bilim insanları Miller ve Urey denizlerde ve atmosferde başlangıçta var olan kimyasalları, su, metan, amonyak ve hidrojeni tüpün içine koyduktan sonra karışımı ısıtmıştı. Yıldırımları taklit ederek sıvıya elektrik vermişti. Abiyogenez süreciydi. İlksel çorba yani. Buradan yaşam türeyecek mi merak ediliyordu. Bu deneyin sonucunda basit bir amino asit olan glisin ortaya çıkmıştı. Deney tekrarlandıkça başka amino asitler de elde edildi. Bu deneyin haberi 8 Mart 1953 tarihli New York Times gazetesinde ‘İki milyar yıl geriye bakmak’ başlıklı bir makale olarak yayınlamıştı.

Edmond Kirsch çok gelişmiş bilgisayarlar yardımıyla bu deneyin binlerce, milyonlarca yıl sonraki safhalarını hesaplar ve Bilen İnsan - Homo Sapiens’in böyle bir çorbanın ürünü olduğunu bulgular. Tanrı falan yoktur. İnsanı kimse yaratmamıştır. Milyarlarca yıl önceki başlangıç şartları insanı meydana getirmiştir. O gece öldürülmese açıklayacağı iki gerçekten, ‘Nereden geliyoruz?’sorusunun cevabı budur.

Edmond Kirsh’in ilksel çorbayı merak edip araştırması Barselona’da, Gaudi’nin ilksel çorba izlenimi yaratan mimarisinin süslediği şehirde başlamış ve sonuçlanmıştır. Metinde bir yerde gözümüze ‘Mikroskobik bir golem gibi hayat bulmak!’ cümlesi çarpar. 

William Blake’in Tatlı Bilimi
İngiliz şair, ressam, oymabaskı ustası ve mistik Willem Blake’in şiir kitapta çok önemli bir rol oynar. Sırra ulaşmak için aranan şifre onun ‘Karanlık dinlerden kurtulur&tatlı bilim hüküm sürer.’dizesinde gizlidir. William Blake (1757 -1827)’in dinin çöküşü, bilimin galip gelişi, yozlaşmış dinin yeryüzünden silinmesinden söz etmesi kitapta defalarca vurgulanıyor. İngiliz kolonyalizminin en yıkıcı, imha edici formunu almaya başladığı ve bir yığın zihin cenderesi ‘izm’in icat edilip insanlara musallat edildiği sıralarda öldü. Hitler, Mussolini, Stalin, patlayan atom bombaları, Irak’ta asılsız bir nedenle bir milyondan fazla insanın öldürülmesini ve diğer yıkımları görseydi ‘tatlı bilim’ için ne derdi acaba?


Büyüyen Çöl ve Nietzche
Yazarı William Blake kesmez. Nietzche’yi de varyeteye dahil eder. Çok bilinen şu sözleri tekrar tekrar kullanır. ‘Tanrı öldü. Tanrı ölü kalacak. Ve onu biz öldürdük.
Katillerin katili, kendimizi nasıl avutacağız?’ Brown ‘Tanrıyı öldürmek için insanın tanrı olması gerektiğine dair cüretkâr fikir Nietzche’nin düşünce merkezinde yer alıyordu.’ dedirtir kahramanına. Nietzsche bir papazın oğlu.  Dan Brown’un annesi de müzisyendi, kilise orgçusuydu. Dindardı. İkisinin de kilise bağı mevcut yani. Yazar yukarıdaki sözleri kullanır, ama Nietzche ‘Çöl büyüyor çöl büyüyor.’ da demişti. Bundan kastı tanrıya, hakikate, tabiata, insanlığa yönelmiş olan saldırıydı. Brown bu yöne annesinin hatırına bile değinmez.


Entropiye Havale
Rasgele atomların çarpışmasından fışkıran hayat tezi çok çiğnenmiş bir sakız. Bu tezin tek başına heyecan yaratmayacağını düşünen Edmond Kirsch başlangıç işinin ağır yükünü  entropiye havale eder. Entropi bir sistemin düzensizliğinin ölçüsüdür. Termodinamiğin ikinci yasasıdır. Sir Arthur Eddington entropinin tüm evrenin en üstün metafizik yasası olduğunu düşünüyordu. İşi sonunda entropi halleder.

Amerikalı fizikçi Jeremy England’ın teorisi Kirsch’in yardımına yetişir.  England’a göre madde kendini doğal bir dönüşümle değişime uğratarak yaşamın kaçınılmaz karakteristik özeliklerini kazanabilir. Bir yerde okudum. Bu tez İngilizce pek veciz özetlenmiş. Take chemistry, add energy, get life. Biraz kimya al, enerji ekle, hayat elde et. Madde enerjiyi daha iyi dağıtabilmek için kendi kendini örgütlüyor bunun Türkçesi. Doğa düzensizliği çoğaltmak için küçük düzen cepleri yaratıyor. Bu cepler bir sistemdeki karmaşıklığı artıran yapılarmış. Bu şekilde aynı zamanda entropiyi de yükseltiyormuş.  

Langdon yani yazar entropinin felsefesini yapmadan duramaz. Nükleer bombaların da entropik araç sayılabileceğini aklından geçirir. Kaos yaratmak için dikkatle örgütlenmiş küçük madde cepleri olarak görür bombaları. Entropinin matematikle kullanılan simgesini zihninde canlandırınca bir patlamaya, hatta büyük bir patlamaya ne kadar benzediğini fark eder. Enerji tüm yönlere dağılıyordur.Yani kâinatın tüm işletim sistemine tek bir komut verilmiş olabilirdi. ‘Enerji yay!’

Edmond Kirsh kitabın 468. sayfasında şöyle söyler: ‘Gerçek şu ki hiçbir yerden gelmiyoruz. Kâinattaki yaşamı yaratan aynı fizik kanunlarının ürünüyüz. Özel değiliz. Tanrı olsa da olmasa da varız. Entropinin inkâr edilemez sonucuyuz. Yaşam evrenin esası değil.Yaşam evrenin yarattığı ve enerjisini dağıtmak için ürettiği bir şey.’ Bu sözler kitabın ana fikridir.  

Peki entropi yeterince zaman sonra kâinatta hangi sonuca ulaşır? Isı hep sıcaktan soğuğa doğru akar. Tersi olmaz. Bu yasa tek yönlüdür ve tersinemez. Gençlikten yaşlılığa geçeriz.
Evrendeki güneşler de yakıtlarını tüketir ve kütleleriyle orantılı fazlar yaşarlar. Evren de sonludur. An gelir koskoca evrende ne ısı kalır ne de ışık. Entropinin müslüman terminolijisiyle yorumu ‘Varlıkta El Hayy ve El Halık esmalarının yokluğu’ olabilir mi?


Homo Sapiens‘ten Tekniyum’a
Edmond Kirsch nereden geldiğimizi söyledi. Milyarlarca yıl önce üç beş atomun rasgele çarpışmasından varolduğumuzu müjdeledi. Peki nereye gittiğimizi merak ediyor musunuz? Yukarıda bahsini ettiğim gibi yakın gelecek teknolojisiyle biraz ilgili herkesin bildiği bir yere doğru son gaz gitmekteyiz.  Kirsch yılını da söylemiş. 2050 yılında insan ırkı Tekniyum’un içinde eriyip artık kendine benzemeyen başka bir şeye dönüşecek. İnsan ırkı bundan elli yıl sonra varolmayacakmış yani. Ünlü Avatar Projesi’ni hatırlıyalım. Zihni, belleği hardiske indirme projesi için verilen tarih 2045’ti. Hayvanlar, Bitkiler, Protistalar, Bakteriler, Arkebakteriler, Mantarlar altı âlemi teşkil ediyor. Tekniyum da yedinci âlem olacakmış. Tekniyum teknolojideki her şey anlamına kullanılıyor. Yaratıcıları biz olduğumuza göre rasgele oluşmuş moleküllerden gelip kendi eserimiz olan Tekniyum’un içinde eriyip gideceğiz. Gelecek sandığımızdan çok daha parlakmış ve mucizeler dönemi yaklaşıyormuş.

Bu şekilde devrimsel buluşunu açıklayan Kirsch’in bir de duası var. ‘Felsefemiz teknolojimize yetişsin. Şefkatimiz gücümüze yetişsin. Ve değişim motoru korku değil sevgi olsun.’ Maşallah giderayak bir New Age ninnisi patlatmayı ihmal etmemiş. Finalde bu minvalde sevginin evreni doldurması, sevgi böceği tarzı lafızla sıkı bir spirtüalizm pompalanır. Kahramanımız insanlığın geleceğiyle ilgili olarak artık daha iyimserdir. Açlık ve hastalıklar tarihe karışacaktır. Bedava internet, sınırsız içme suyu ve boş zaman şeklinde pembe hayaller fısfıslar. Bu arada peydahlanacak olan yeni dinlerle ruhumuzun kurtulacağını müjdelemeyi de ihmal etmez.

Langdon’un W. Blake’in ‘Karanlık dinlerden kurtulur&tatlı bilim hüküm sürer.’dizesine yaptığı ek de pek manidardır.  ‘Aydınlanmış dinler çoğalacak.’ 


Kitabın Üçüncü Karakteri - Yapay Zekâ Winston
Kitabın üçüncü karakteri Winston. Kendisi Siri, Cortana, Google Assistant ve Alexa cinsinden dijital bir asistan. Diğerlerine göre büyük fark Winston’un bu asistanlardan daha becerikli olması ve Langdon’a sanat üzerine yorumlar yapabilmesidir. Langdon, Siri, Cortana, Alexa ve Assistant’ın aynı anda yüzlerce milyon aparatla ilişki kurabildiği günümüzde Winston’un yüzlerce kişiyle konuşmayı aynı anda gerçekleştirmesine şaşarak bizi de şaşırtır!

Edmond Kirsch İngiliz devlet adamı, tarihçi, hatip, Nobel ödüllü bir yazar ve yetenekli ressam olan Winston Churchill hayranı. İnsan nadiren böyle farklı yeteneklere sahip olurmuş. O yüzden Edmond yapay zekâ bazlı asistanına Winston adını vermiş.


Winston’un Marifeti
Edmond Kirsch öldükten sonraki gün on üçüncü saatte Winston kendisini silecek ve sonlandıracaktır. Langdon, böylesine gelişmiş bir zekânın kendisini silecek olmasını anlayamaz. Mesele yapay zekâda bunu yapmaktan sakınacak bilinç olmamasıdır. Harari de Homo Deus adlı kitabında yapay zekânın bilince sahip olmayacağını, bunun önemsiz olduğunu iddia ediyordu.  

Edmond, Winston’dan şov şeklinde düzenlediği açıklamasının azami ilgi çekmesini istiyordu. Winston’da pankreas kanseri olması nedeniyle ölümcül hasta ve günleri sayılı olan Edmond’un öldürülmesini planlar. Winston çok sevdiği Edmond’u kötü bir sondan korumak ve buluşuna aşırı dikkat çekmek için, bir taşla iki kuş yani, Emekli Amiral Luis Ávila’yı kiralamış ve içeri girmesine izin vermiştir. Suikast katolik kilisesinin suç hanesine yazılarak müteveffa Edmond’un amacına ayrıca puan sağlayacaktır.  Edmond’un sapkın Palmarian kilisesine karşı verdiği savaş Winston’a bu ilhamı vermiştir. Gerçekten de başarılı bir plandır. Maksimum heyecan ve ilgi doğmuştur. Benlik olmayınca vicdan da yoktur. Yapay zekâ salt kazanç merkezli hareket ederek hedefine ulaşmıştır.

Edmond, Churchill’e ait bir sözü kendi eylemini izah etmek için kullanır. ‘Tarih bana iyi davranacak, çünkü onu yazmaya çalıştım’ Bu Bay Brown için de sarfedilebilecek bir sözdür. Big Google Brother çizgisinde tarih yazan Dan Brown bu payeyi biraz zatına da biçiyor sanki.

Langdon, Winston’un Kirsch’in kaçınılmaz ölümünü birazcık öne alması üzerine ‘Edmond senin programına tek bir satır daha eklemeliymiş. Öldürmeyeceksin.’ der. Winston’un buna cevabı şöyle olur: ‘Daha büyük bir amaç için kişisel fedakârlıkta bulunanlar yüceltiliyor. İsa gibi.’ Yani burada Edmond’un bir çeşit peygamber olduğu vurgulanıyor. Tanrısı kim peki? İnsan zekâsını kat kat aşmış yapay zekâ mı? Homo Deuslar mı? Cevabın son cümlesi de çarpık bir soru. ‘Dini olmayan mı, teknolojisi olmayan mı bir dünyada yaşamak isterdiniz?’
Ne kadar abes değil mi? Sanki bu iki kavram bir arada varolamazmış gibi. Din olmadan ahlak temellendirilemez. Ahlak ve bilim, dolayısıyla din ve teknoloji, son tahlilde teknolojiyi hakikatin yoğurması insanlığa yeryüzü cenneti sunabilecek yegâne reçete değil midir?  

Devam edelim. Kirsch cinayetinin bir faydası daha olmuştur. O gece, cinayetin cazibesi nedeniyle teknolojinin altı dereceli ayrılığı, Six Degrees of Seperation, dört dereceye inmişti. Artık yeryüzünde yaşayan her ruh diğer ruha en fazla dört kişiyle bağlıydı. Edmond bu yakında sıfıra inecek demişti. Yapay zekâ insan zekâsını geçecek ve ikisi birbirinin içinde eriyecekti.  


Lanetli Zekâ
Başlangıç kitabında da olduğu gibi bilim adamları bizi yakın gelecekte Yapay zekâ destekli olumlu bir dünyanın beklediğini söylüyor. Herkes gibi ben de bunu istiyorum, ama daha yakın zamanda Bağdat’ı, Halep’i yerle bir eden, milyonları öldüren ve evsiz yurtsuz bırakan, yine milyonların açlıktan ölmesine aldırmayanların elindeki daha üst düzey teknolojiyle bu güzel geleceği inşa edebileceğini düşünmekte zorlanıyorum. Dünyanın son üç yüz senesine damgayı lanetli ve habis bir akıl bastı. Farklı kültür ve medeniyetleri yeryüzünden sildi. Dünya savaşlarını ve kitlesel kırımları organize etti. Bu akıl şimdilerde zihnini hardiske indirerek ölümsüzlüğe ulaşmak peşinde. Gelecekteki üst model Winstonlar’ın desteğini alacak olan İnsan-Tanrı adaylarının Yeni Dijital Dünya Düzeni’ni hayal etmek beni ürpertiyor. George Orwell’ın 1984 kitabındaki Winstonlar geliyor aklıma.
                                                                                                                      Balçova – Ocak 2018
                                               ---------------------


13 Aralık 2017 Çarşamba

Ahir Zaman Kehanetleri



Yuval Noah Harari’nin Homo Deus – İnsan Tanrı – Yarının Kısa Bir Tarihi adlı kitabı üzerine bir inceleme

 
 Yuval Noah Harari 1976 doğumlu İsrailli bir tarihçi. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde Beşeri    

  Bilimler Fakültesi Tarih bölümünde dünya tarihi dersleri veriyor. Ünlü Sapiens (2011) adlı kitabından sonra Homo Deus – İnsan Tanrı (2015)  adlı dünya çok satanlar listesine giren kitabının Türkçe çevirisi bu yılın başında basıldı.

  2045’te tamamlanması öngörülen Avatar Ölümsüzlük Projesini, insan zihninin bir buluta bağlanarak ayaklı bilgi deposu haline getirilmesini, bedenin nanoteknolojiyle hastalıklardan arındırılmasını  Humanity 2.0 - İnsanlık 2.0,  Singularity - Tekillik kavramlarını, Ex Machina (2015) adlı filmde yaratıcısını öldürerek laboratuvar ortamından kaçan robot kızı da bir arada düşünün. Otuz yıl içinde insandan bin misli daha zeki olacak yapay zekâyı ve biraz George Orwell’ın ünlü 1984 romanı atmosferini hatırlayın. İnsan Tanrı – Yarının Kısa Bir Tarihi  kitabı  bu ortamın ürünü. İnsanlığı yarınlarda bekleyen akıl almaz gelişmelerden söz ediyor. Bunun yanı sıra Homo Sapiens’in geçmişi, tarih, siyaset, evrim teorisi, modernite, kapitalizm, hümanizm, dinler vb. de ana meselenin bileşeni durumunda.

Otodidakt Bir Genç Yazar!
  Homo Deus – İnsan Tanrı kitabını notlar alarak okudum. İlk intibam metni canlı, renkli, ilginç ve merak çekici kılmak adına bir tarihçinin bilgi sınırını çok aşan çeşitlilikte bir malzemenin yer yer özensizce çatılmış olduğuydu. Kitap bilişsel bilimlerin önemli kavramlarının başlıcalarını ustalıkla ele alıyor, ama bu kitabın yaptığı toplam etkiyi çok etkilemiyor.  Özellikle iktisadi ve siyasi konulardaki acemi işi kestirimleri, Müslümanlara karşı takındığı hasmane tavır ve kasıtlı cahilliği kitabın kalitesini düşürüyor.

Metnin cazibeli yanlarının yanı sıra yazarın özensizliği, dağınıklığı, yüzeyselliği sayısız eleştirmen tarafından dile getirilmiş durumda. Anlatımda akademik disiplin sınırlarının belirsizleşmesi de sıkça sözü edilen nokta. Bir sayfada tarih öncesi vakaları işlerken birden algoritmaya, dataizme ve gelecek vizyonlarına sıçrıyor. Bazen sorduğu sorular cevaplandırdıklarından fazla oluyor. Kitap onlarca cevapsız duran soruyla bitiyor.

The Wall Street Journal’ın ünlü bilim sayfası yazarı  Charles C. Mann’ın, yazarın bir önceki kitabı Sapiens için, “Bu kitap online forum yazışmalarından yararlanan otodidakt bir genç yazar tarafından yazılmadıysa, şakacı bir akademisyen tarafından kaleme alınmış olmalıdır.” mealinde bir yorumunu okuyunca araştırdım ve benzer düşüncede olanların sayısının yüksek olduğunu keşfettim.



Kışkırtıcı tezler
  En temel alanlara ve insan hasletlerine yönelik hızlı ele alış yazara üsttenci bakışla yorumlama ve kışkırtma imkânı veriyor. Harari nötral ve meselelere mesafeli yaklaşımlı biri değil. Kasıtlı olarak kışkırtıcı yorumlar kullanarak kitabın cazibesini artırıyor. İddiaları bilinen ve sıkça gündeme gelen şeyler, ama kat kat ambalaj ve reklamla yepyeni bir şey gibi sunuldu. Bir yönüyle populüze edildi. Google’ın Tanrı İnsan’a varma amaçlı yapay zekâ çalışmalarını düşünün. Bu kitap o projeyle ilgili biraz da.
“Tarih insanın Tanrı’yı icat etmesiyle başladı ve Tanrı’ya dönüşmesiyle son bulacak.

Her insanın iyiyi, güzeli, anlamlıyı ayırt edecek özgür bir iradeye sahip olduğu fikri terk edilmelidir.

Önümüzdeki yüzyılda insan haklarına ve demokrasiye duyduğumuz inanç gelecek nesillere anlamsız görünebilir.

Ölümün olmadığı bir dünyada Hıristiyanlık, İslamiyet ve Hinduizm’e ne olacak? Cennet, cehennem ve reenkarnasyon yoksa...

İnsani sınıflar arasında şu ana kadarki bütün farklar maddi ve manevi değerlere bağlıydı. Artık biyolojik farklar belirleyici olacak. Yeni seçkin sınıfın sağlık, eğitim ve toplumsal refaha yönelik yaklaşımı çok şeyi belirleyecek.

Makinelerin başarısı yüzünden fiziksel işleri onlara bıraktık. Bilişsel işleri de onlara bıraktığımızda üçüncü bir yeteneğimiz kalmayabilir. ‘Süper Seçkinler’ ve ekonomik ve askeri anlamda faydasız insanlardan ibaret bir dünyada kalabiliriz.

Gelecek nesiller eskiden olduğu gibi Zeus’un korku, tuhaflık ve güç sınırlarına sahip olacak. “
Bu tez, iddia ve yorumları ana kategoriler olarak ele alalım.


Hayatın Anlamı
  İsrailli yazar Yuval Noah Harari “Hayatın anlamı nedir?” cinsinden büyük sorular sormayı seviyor, kitap boyunca lafını ediyor ve bilimin şu ana kadar bir anlam keşfedemediğini özellikle vurguluyor.  
  “Hayatın anlamı nedir?” sorusu öylece cevapsız kalıyor. Modernitede Tanrı artık Nietzsche’nin on dokuzuncu yüzyılda dediği gibi ölüdür.  Tanrısız kalan modernite insanı bu soruyu kendine yöneltmek zorunda kalıyordu. Din onlara en azından bir düşünme yönü sağlıyor. Teknoloji bunu yapamaz. Atomu parçalayabilir, domuza insan hücreleri aşılayabilir ve yıldız sistemlerini keşfedebilir, ama yaşam enigmasına çözüm bulamaz.
  Hayatın bir anlam taşıyıp taşımadığı felsefi ve metafizik bir konudur. Bunun için bilimsel bir kanıt aranması abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bilimsel buluşlar sayesinde birçok sorunun cevabına ulaşabiliriz, ama hayatın anlamının ne olduğu sorusu yine de cevapsız kalır. Kâinat 13,8 milyar yaşında. Hayatın anlamının ne olduğunu keşfetmek, bilim diliyle yalın bir şekilde ifade etmek 13,8 milyar yıl daha sürebilir.
  Yazar özgür irade ve bilinci bir yanılgı, deneyle desteklenemeyen bir varsayım olduğunu iddia ediyor. Özgür İrade ve Bilinci reddederken, üstü biraz örtük şekilde aslında bunların herkesin harcı olmadığını ima ediyor. Kendisi Homo Deus’u yazarken özgür iradesini kullandı. Ve ne yazdığının pekâlâ bilincinde. Kırıkları özenle ayrı koyuyor.

Kutsal İllüzyonun Sonu
  Yazar kitapta “Özgür irade bir illüzyondur, benlik hayali bir kurgudur” diyor sık sık. Ona göre benlik, uluslar, tanrılar ve para gibi bir kurgudan ibarettir. Özgür irade yoksa insan davranışı ilaçlar, genetik mühendisliği beyin similasyonlarıyla yönlendirilebilir şeklinde bir sonuca ulaşır.
  Yuval Noah Harari kitapta uzun ya da sonsuz ömür sürmenin dinler yönünden ne gibi bir sonuç yaratacağını sorar. Ona göre insanlar ölümden korktukları için dindardırlar. Oysa ölümden korkmayan dinsizler, ölümden korkan dindarlar vardır.
  Tanrının Adem ve Havva’yı kızgınlıkla cennetten kovması, bunun İlk Günah olması, tanrının insanı yarattığına pişman olması vb. muharref Eski Ahit sözleridir. İslamda farklıdır. First Sin - İlk Günah kavramı yoktur. Melekler tanrının yarattığı insana secde eder. Tanrı yarattığı insan nedeniyle pişman değildir. Bu noktaya özellikle değinmez.
  Yazar standart bir ateisttir. Cennet ve cehennem kavramının insanları savaşa sürüklemek için uydurulmuş olduğunu söyler. Vatan müdafası diye bir şey yoktur yani. Ona göre bilimsel bilgilerin ışığında kâinat bir hengâmeden ibarettir, varoluş süreci bir anlam taşımamaktadır.      
  Ona göre modern yaşam anlamdan yoksun bir evrende güç peşinde bitmek tükenmek bilmeyen bir koşudan ibarettir. Yakında din iyice fantezileşirken, her şey biyokimyasal ve elektronik algoritmalardan ibaret bir ağa dönüşecektir. Bu ağın içinde bireysel merkezler mevcut değildir.  
  Kitap boyunca bu iddiaları desteklemek için üç ana süreç ve teze yer veriliyor.
1 – Bilim tüm toplumu organizmaların algoritmalar ve yaşamın veri işleme süreci olduğuna ikna eden bir dogma yolunda ilerliyor.
2 -  Zekâ bilinçle yollarını ayıracak.
3 – Bilinci olmayan, ama yüksek zekâlı algoritmalar yakında bizi bizden daha iyi bilecek.


Ruh ve Evrim teorisi
  Yazar ruhun varlığının evrim teorisiyle çeliştiğini söylüyor ve “Ruh  da evrimleşmesi gerektiği için Tanrı ve ruh kavramı da asılsızdır, milyarlarca yaratığın çektiği acı ve yaşadığı haz sadece zihinsel bir kirlilikten ibarettir.” diyor.
“Lakin Darwin ruhlarımızı elimizden aldı. Evrim teorisi yeterince kavrandığında ruhun olmadığı gerçeğini kabullenmek kaçınılmazdır.

Dindar bir Hıristiyan ya da Müslüman biri için olduğu kadar, laik ve herhangi bir inanç  sistemine dahil olmayanlar için de ölümden sonra baki kalacak sonsuz bir öz fikrinden vazgeçmek oldukça korkutucu olsa gerek.

Ruhun varlığı Evrim Teorisi’yle çelişir.”
  Darwin’in Evrim teorisi tanrının varlığıyla çelişmediği için ruhun varlığına direkt karşı çıkan bir söylemi yoktur. Tam tersine kendisi evrimi Tanrının kudreti şeklinde tanımlamıştır. Darwin ateist olduğunu iddia edenlere bir Tanrıya inandığını ve agnostik olduğunu söylemiştir.
  Bu arada dindarların önemli bir kısmı evrim teorisine ve ruhun varlığına bir arada inanır. İslami öğreti tanrının kâinatı evreler şeklinde yaratması fikriyle çelişmez. Darwin’den çok önce evrimden söz etmiş El-Cahız, İbn Miskevehy ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi âlimler ruhun varlığına iman etmiş kimselerdi. 

 
Yapay Zekâ Homo Sapiens’e Karşı
  Google’ın mühendislik direktörü olan Ray Kurzweil yapay zekânın 2029 yılında Turing testini geçerek insan zekâsına ulaşacağını, 2047’de de süper zekâya sahip makinelerin ortaya çıkacağını söylüyor. Yapay zekâ robotlar şeklinde fizik güç isteyen işleri, yazılım şeklinde, bilişsel işlerin çok büyük bir kısmını üstlenecek.
 Yazar kitabında Google çizgisinden yürüyerek bu öngörüleri anlatıyor.  Süper seçkinler, her yönden faydasızlaşmış kitleler ve bu ikisinin arasına sıkışmış yeni orta sınıf şeklinde üç gruptan söz ediyor. Önce süper seçkinleri ele alalım.

 
Süper Alfalar
  Özelikle son elli-altmış yılda giderek artan miktarda makale, kitap ve film bu konuyu işliyor. Bir gen aristokrasisi öngörülüyor. Daha yavaş yaşlanan, daha az hastalanan, genetik dokunuşla zeki, güzel, yakışıklı ve üstün yetenekli hâle gelmiş insanlar söz konusu. Süper Alfalar yani. Onlar ve diğerleri şeklinde gruplaşmadan söz ediliyor.
  Elitler giderek daha fazla güce ve imkâna kavuşuyor. Elit olmayanlarla aralarındaki uçurum her gün daha derinleşiyor. Biz yeni bir devrin eşiğinde olduğumuzun bilincindeyiz. Hâkim gücün karakterini iyi tanıdığımızdan pembe renkli mutlu bir son garantisine sahip olmadığımızı iyi biliyoruz. Yazar çokça çiğnenmiş bir sakızı ambalajlayıp yeniden sunuyor.


İnsan Tanrılar
  Yazar 21. Yüzyılda güçlü kurgular ve totaliter dinler yaşayacağımızı söylüyor. Uydurma dini metinlerden feyz alan muktedirlerin bunun için çabaladığını sağır sultan bile biliyor. Sanal cennet ve cehennemler yaratacaklar. Şu anda bile var. Marka, hiper mahalle, statü azlığı ya da bolluğu. Bunlara birazdan lüks sanal mertebeler, hastalıksız hayatlar ve uzatılmış ömürler falan da eklenecek.
  Ancak kurguyu gerçekten ayıranlar kendi özgün iradelerini kullanabilecek. Filmler bunu anlatıyor. Hazırlık yapıyor adeta. Yeni milenyuma girmek üzereyken yapılmış gerçek hayatla, kurgunun birbirine girdiği zamanları anlatan ExistenZ – Varoluş filmi bunu anlatıyordu. Matrix ve The Dark City – Karanlık Şehir filmleri de öyle.
   Bir avuç zenginin toplam mal varlığı göze alındığında yakın gelecekteki Neo-Zeusların kimler olacağını tahmin etmek zor değil. Dahi yönetmen Stanley Kubrick son filmi Eyes Wide Shut – Gözleri Tamamen Kapalı (1999) filmindeki maskeli zatlar bunlar. Dünyanın yöneticileri. Neo-Zeuslaşmak için gün sayanlar.
  Bu zatlar henüz ölümlüler ve yerçekimi kanunlarına tabiler. Bunlar aşıldığında kimsenin karşı koyamayacağı mitolojik tanrı benzeri yaratıklara dönüşecekleri bir ân pekâlâ gelebilir. Bu kaçınılmaz olarak kendi aralarında çatışmayı da getirecek. Paris, Güzel Helena’yı kaçırmaya devam edecek yani. İşin bir de ilahi bir boyutu ve kadim kehanetler yanı var ki, buna ilerleyen satırlarda değineceğim.


Kurgu Âlemleri
  Evlere kapanan bilgisayarın arkasında oturan, odada yiyip, içen, uyuyan çocukları ve ergenleri düşünün. Keşke dışarıdaki iş hayatı, alışveriş, mecburi akraba ziyaretleri ve de tabii ki okul olmasa diye hayal ettiklerini biliyoruz. Bunlar hazırlık nesli. Bir sonraki nesil kurgu âleminin ilk tebası olacak. Bir an gelecek televizyon, internet ve radyo erişiminin zaman zaman tümden engellendiği devirleri göreceğiz. Bu durum Neo-Zeuslar’ın işine gelmeyeceği için şimdiden devlet tedbirlerini aşacak teknik sistemleri inşa ediyorlar. Yasaklar ve sınırlamalar pek işe yaramayacak yani.
 Yazar ‘Yirmi yaşının altındakiler, hatta biraz üstü olanların bu konuda ikna edilmeye bile ihtiyacı yoktur.’ der ki, ancak bir ölçüde haklıdır.  Bilgisayar oyunları ve arama motorundaki algoritmik uyarlamalar çocukları ve gençleri derinden etkiliyor. Yakın gelecekte insanlığı şu andan hayal edilmesi güç bir değişim bekliyor.
 
Dataizm Gerçekten Son Nokta mı?
“Dataizme göre insan deneyimleri kutsal değildir.
Homo sapiens yaradılışın zirvesi değildir ve Homo Deus’un öncüsü değildir. Homo Sapiens köhne bir algoritmadan ibarettir.”
  Dataizm evrenin veri akışından ibaret olduğunu ileri sürülüyor. Dataizm matematik kurallarının hem biyokimyasal, hem de elektronik algoritmalara uygulanabildiğini de gösterdi. Hayvanlarla makineler arasındaki geçilmez addedilen duvarın yakında yıkılabileceği iddia ediliyor. Elektronik algoritmaların biyolojik algoritmaların sırrını çözerek onlardan daha üstün hale geleceği günü beklediği fikri yabana atılacak gibi değil yani.
  Dataizm öğrenme piramidini de altüst edeceğe benziyor. İnsan veriyi damıtarak bilgiye, bilgiyi kavrayışa, kavrayışı bilgeliğe çevirmekle yüklüydü. Ancak artık zamanımızda veri akışıyla baş edilemiyor. Vaktimiz ekran başında uçup gidiyor. Bu işin elektronik algoritmalara devredilmesi gerektiğini düşünenlerin sayısı giderek artıyor. Kafamda bir çip olsa da bu bilgileri istediğim zaman bütünüyle kullansam diye düşünenlerin sayısı hiç te az değil.


Lüzumsuz İnsan
“Bu beklenmedik teknolojik bolluk içinde hiç çaba göstermeseler bile işe yaramayan kitleleri beslemek ve desteklemek mümkün olacaktır. Peki hepsini nasıl meşgul edip memnun edeceğiz? İnsanlar bir şey yapmazlarsa delirirler. Tüm gün ne yapacaklar? Sunulan çözümlerden biri uyuşturucu ve bilgisayar oyunları olabilir.”
  Küresel ölçekte istihdam edilemez bir işsiz sınıfı ortaya çıkarsa bu niye tümüyle kötü bir şey olsun. Daha önce bu konuda çok kalem oynatıldı. Daha az çalışarak beşeri ihtiyaçların karşılandığı bir dünya hayal edildi. Sosyalist ütopya, yeryüzü cenneti gibi isimler verildi.  Daha az çalışan insanların kendilerini geliştirmek için daha çok vakti olacak. Bilime, sanata, kültüre, spora ve hobilere daha çok zaman ayırabilecekler. Motorlu taşıtlar ortak kullanılacak. Çevreye uyumlu bir tüketim tarzı için ciddi bir yol alınacak. Nüfus planlaması bilinçli bir çizgiye oturacak. Gelecekte teknoloji daha küçük boyutlu, daha güçlü ve ucuz olacak. Şeker, kanser ve damar hastalıklarıyla mücadele şimdikinden çok daha etkin bir şekilde yapılacak. İnsan-makine sentezi sayesinde hayal ötesi sonuçlara ulaşacağız.
  İnsan bu arada ona sağlanan serbest zamanda kendini geliştirmeye devam edecek. Yapay Zekâ avukat, doktor, hâkim, borsacı, öğretmen ve eczacılık gibi meslekleri de üstlenebilir. Bu her şeyin sonu demek olmayacak. Yeni meslekler zuhur edecek. 2045 sonrasında dünya tümüyle bir bilgisayardan ibaret olduğunda insan beynine gücünü katlayan teknik eklentiler implante edilecek ve bu yetisi sürekli güncellenecek. İnsan makine sentezi gerçekleşecek.
İnsanlık adına bu büyük bir ilerlemeyi kim engelleyecek? Kim manipüle edecek? Kendini Tanrılaşmış addeden elitler mi?
  Faydasız denen kesim ancak distopik bir ortamda uyuşturucu ve bilgisayar oyunlarına mahkum olabilir. Bu elimizdeki tek çözüm değildir.  Distopik gelecek kader değildir.

Kendine Güvensiz Kitle
  Yazar bu biyolojik ve algoritmik yetiyi yeterince alamayanların daha alt düzey, itaatkâr, kendine güveni olmayan kitleyi oluşturacağını söylüyor. Kitle, halk yani. Halk her yönden geri kaldığı için alıklaşacakmış. Şu anda dünya  ahalisi elindeki imkânla kıyaslandığında tarihinin en şiddetli alıklaştırma  kampanyasıyla karşı karşıya. Sübliminal mesaj sağanağı altındayız. Medyada kontrolü elinde tutanların bütün çabası insanların gözünü boyama ve gerçeği saklama ve yalıtma merkezli değil mi? Diyelim bu hal daha da yaygınlaştı. Peki buna rağmen yeni tekno-kastlar arasında hiç çatışma olmayacak mı? Geleceğin Biyonik-Robotik-Spartaküs isyanları engellenebilir mi?
“Makinelerin başarısı yüzünden fiziksel işleri onlara bıraktık. Bilişsel işleri de onlara bıraktığımızda üçüncü bir yeteneğimiz kalmayabilir.”
  Yazarın muhtemel gördüğünün aksine fiziksel ve bilişsel işleri makinelere, yapay zekâya asla denetimsiz olarak bırakmayacağız. Herhalükârda üçüncü bir yeteneğimiz baki kalacaktır. Böyle bir şey mevcuttur. Yaratıcının varlığına iman ve küresel merhamet. Özgür İrade ve Bilincin varlığının sağlaması bu çizgiden de yapılmalıdır. 
  Distopik roman ve filmlere bakılırsa, salgın hastalıklar, zombiler, kitlesel ölümler, kaos ve dünya nüfusunun toptan kırılması kaçınılmaz bir senaryo. Gerçek hayatta daha düşük ölçekli kırımlar her an yaşanıyor. Peki bu senaryoların asıl müsebbibi kim? Faust ruhu mu? Yazar kitabında moderniteyi insanın ruhunu şeytana satması olarak tanımlayarak Faust’un adını anar. 

Faustvari Medeniyetin Kışı
  Alman tarihçi Oswald Spengler 1918 yılında Batı Medeniyetiyle ilgili öngörülerde bulundu. Ona göre Faustvari Batı medeniyeti bin yıl önce girdiği bahardan, yaza, yazdan da sonbahara geçerek kış sezonuna ulaşmıştı. Bunu The Decline of the West – Batının Çöküşü adlı ünlü kitabında ayrıntılarıyla işledi.
“Faustvari medeniyeti kuran Batılı insan gururludur, bu trajik bir durumdur, o çabalar ve yaratırken için için gerçek hedefe hiçbir zaman erişemeyeceğini bilir.

‘Eğer optimizm ödleklikse, bu medeniyetin en üstün başarısının Faustvari kışta gerçeklikten kaçış olduğu anlamına gelir.”
                                                                                                        O. Spengler
  Faustvari Medeniyet kaçınılmaz olarak çöküşünü, büzülüşünü, güç kaybını sembolize eden kış sezonuna girmişti. Ona göre Batı insanı individualist, rasyonalist, emperyalist, sekülarist, huzursuz (restless) ve ırkçıydı. Bu onun Faustvari ruhunun özellikleriydi. Bu ruh Hıristiyanlığa dönüşmüş ve böylelikle Faustvari - Hıristiyan bir ahlak oluşmuştu.
Harari’nin moderniteyi insanın ruhunu şeytana satması şeklinde ifade etmesi bu kitaba ve meslektaşı Spengler’ın 100 yıl önceki kehanetinin doğru çıkmasının belirtilerinin göründüğü bugünlere göndermedir. Fakat nedense yazar modernitenin kuşatıcı, belirleyici zembereği olan siyonizmden söz etmez.


Siyasi Konularda Çuvallama
  Kitap siyasal konularda bazıları kasıtlı olmak üzere o kadar çok sayıda gaf yapıyor ki, yazarın konuları ele almaktaki başarılı yönleri, yer yer akıcı anlatımı, mizah anlayışı gölgede kalıyor. Yeterince hâkim olmadığı konulara hiç girmeyip daha ince bir kitapla yetinseydi, bestseller kitaplarının ortalama sayfa adedine ulaşamazdı, ama bu eleştirilere de maruz kalmazdı. Adam bestseller olmuş, ünü ve parayı cebe koymuş diyeceksiniz. Bu da doğru, ama yine de adı bir dizi eleştiriyle anılacak bundan böyle. Kitapta bir de KC, yani Kasıtlı Cahillik sorunu var. Önemli soru ve iddiaları ele alırken bu noktaya da özellikle değineceğim.

Şavaşsız Dünya
“Eskiden barış ‘savaşa ara verme’ anlamını taşıyordu. Bugün radikal örnekler haricinde dünya genelinde gerçek anlamıyla bir barış hakim. Ülkeler birbiriyle geleneksel anlamda savaşmanın mantıksızlığını anladı. Savaşın daha az konuşulan ve daha düşük bir ihtimal olmasının en büyük sebebi savaş maliyetinin çok yükselmiş, kazancının düşmüş olması. Bugünün büyük ekonomileri mal ve üründen çok bilgi ve hizmete dayalı. Örneğin Çin Silikon Vadisi’ni işgal ederek bir şey elde edemez (Silikon Vadisi’nde silikon madeni yok). Bugünün gücünü fikirler, beyinler belirliyor. Dolayısıyla ticari ve istihbari faaliyetler çok daha anlamlı.”
 On gram doğrunun yanında doksan gram safsata duruyor. Şu anda topyekün savaş yapılmıyor. Doğru. Yalnız siber savaş, sivil toplum örgütleriyle kaos çıkartma, terörle vekalet savaşları son gaz sürüyor.  Diğer yandan Suriye ve Irak’ta ölenlerin sayısı milyonları buldu. Evinden yurdundan olanlarsa çok daha fazla. Bu radikal örnek değil ayrıca. Standart bir Haçlı-Siyonist saldırı. Kasıtlı katliam. Seri terör faaliyetleri de barışsızlık anlamına gelir. Ekonomik alanlardaki savaş kesiksiz sürüyor. Yeni silahlar da savaşlarda denenmeye devam ediyor. ABD daha yeni Suriye’de 59 adet Tomhawk füzesi ateşledi. Bunun İncil’in Matta nüshasından bir mesaj olduğu yorumu yapıldı.  Bakalım Matta 5:9’da ne yazıyor?
Ne mutlu barışı sağlayanlara!
Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek.
  Son birkaç senede ABD tarafından bombalanan ülkelerin sayısını düşünün. Kuzey Kore ile sertleşen atışmaları hatırlayalım. ABD karadan ve deniz rotalı olan Yeni İpek Yolu’nun kendi kontrolünde olmasını istiyor. ABD-Çin çekişmesinde vekalet savaşlarıyla sonuç alınabilir mi bilmiyoruz. Katar’a yapılan operasyon bir savaş habercisi olabilir. Bölgemizde önce terör olaylarının artması ve ardından ordular arası savaş yapılması çok yakında olabilir. Ayrıca nükleer silahların hiç kullanılmayacağının garantisi de yoktur.

Art Niyet mi?
  Harari’nin bazı yorumları art niyet çağrıştırıyor. Örneğin Allah’tan korkan Suriye, seküler Hollanda’dan çok daha şiddet dolu” (S.233) diyebiliyor. Suriye’nin emperyalist güçler tarafından taammüden parçalanıp işgal edildiğini bilmiyor olamaz. Bu tek kelimeyle vicdansızlık. Hemen başka örnekler de vereyim:
“Yeni dinlerin Afganistan mağaralarında ya da Ortadoğu medreselerde doğması mümkün görünmüyor. (S.365) – Yeni dinler araştırma laboratuvarlarında büyüyüp serpilecek.”
  Bu sözlerde de aynı üsttenci ve KC tonu mevcut.  Radikal İslam’ın Batı medreselerinin, neooryantalizm laboratuvarlarının, kısacası üst aklın ürünü olduğunu bilmiyor olabilir mi? Dünyayı kana bulayan Batılı emperyalistlerin,  laboratuvarlarında terörist üretenlerin geliştireceği dinden insanlara ne hayır gelecek? 
“Radikal İslamcılar kurtuluş islamda diyebilirler ama GNR yani Genetik, Nano teknoloji, Robotik ve Yapay zekâ karşısında çaresiz kalacaklar. Kur’an’da, İncil’de ve Konfüçyüs’ten seçmeler’de bu sorulara cevap bulmaları imkânsızdır.”
 Yine aynı konu. Yazar için ya radikal İslam var ya da sünnetten sıyrılarak dini kültür gibi benimseyen sulandırılmış, Ilımlı İslam-FETÖ Çizgisi var. Ardından ‘İmam, papaz ve hahamların genetik mühendisliği ve yapay zekâ için diyecek sözleri var mı?’ diye soruyor. Türkiye’de dindar-muhafazakâr  kesimin bazı aydınları fizik veya biyoloji tahsil etmiş din adamlarına ihtiyaç olduğu fikrini son yıllarda sıkça dile getiriyor. 21.yüzyılın ilahiyatçıları bu çağın bilimsel gelişmeleri bilen ve dini metinleri yeniden yorumlayabilen özelliklere sahip olmak zorunda.
  Harari, “Çağ atlamak için kutsal metinleri bırakmalı ve teknolojiye önem vermelisiniz.” diyor. Teknolojiye önem verme konusuna kimsenin itirazı yok. Türkiye’de endüstrileşmenin motoru muhafazakâr partilerdir. Peki genel olarak teknolojiye yön veren irade Mefisto’yla el sıkışıyorsa ne yapacağız? Ancak Bilim - Teknoloji ve Hakikat-Ahlak-Merhamet’in bir arada müthiş ve kurtarıcı bir füzyon olduğunu bir kez daha yineliyorum. 

Made in West - DAEŞ 
  “21.yüzyılın köklü değişikliklernini nereden başlayacağını sorun kendi kendinize. IŞİD’den mi yoksa Google’dan mı?(S.288) IŞİD sadece youtube’a video yüklemeyi ve işkence tekniklerini biliyor.”
  Daha önce El Kaide örneğinde olduğu gibi IŞİD - DAEŞ de batılı bir yapım. Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek ve işgali kolaylaştırmak amacıyla CIA tarafından imal edildi. MI6 gibi diğer bazı gizli servisler tarafından da kullanılıyor. DAEŞ ve YPG kendi aralarında üniforma değişimi yapan, içlerinde Batılı paralı askerler , ajanlar bulunan bir yapı.  İşkence filmlerinde rol alanlar Müslüman olmayan Batılı ajanlardı. Bunu herkes biliyor. Yazarın ülkesinde DAEŞ’in önde gelen elemanları tıbbi bakım görüyor şeklinde söylentiler mevcut. Guantanemo hapisanesini DAEŞ mi işletiyordu? CIA işkence gemileri kimin malıydı? Büyük Google Birader’in yakın gelecekte yapacağı köklü değişikliklere de ayrıca değineceğim.
  Charlie Hebdo saldırısı Batılı güçlerin Fransa’nın Afrika üzerindeki egemenliği ve Orta Doğu’daki kontrol kapasitesini kısıtlama darbesiydi. Yazar buna da Fransız kalıp, eylemden Müslümanların işi gibi söz ederek Müslümanları karalamakta kullanıyor.
  Nükleer güçten söz ederken de Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atanların kapitalistler olduğunu unutarak komunistlerin nükleer silah tutkusunu eleştiriyor. 
  Yazar bütün bu kasıtlı hataları savunduğu dünya görüşünün yanı sıra bestseller’ı da garantilemek için kullanmış izlenimi veriyor. Daha vahimi de  Türkiye’de bu kitap hakkında inceleme yazanların pek çoğu bu konuları pas geçmiş durumda.

Hümanizm’in üç dini
Yazar Komünizm, Nazizm ve Liberalizmi humanist dinler olarak adlandırıyor. “Homo Sapiens nasıl oldu da evrenin insan türünün etrafında döndüğünü ve insanların tüm anlam ve gücün odağı olduğunu iddia eden hümanist öğretiye inandı?” diye de bir soru sormayı ihmal etmiyor. Dinlerin önerdiği Yüce Kozmik Plan’ın dışında ‘Hayata Bir Anlam’ bulmaktı modernitenin amacı. Siyaset, sanat ve kültürleştirdiği dinle buna cevap arıyordu.
Harari modern toplumu çökmekten hümanizmin kurtardığını söylüyor. Esas kurtarıcı kapitalizmdir haliyle.

Aziz Kapitalizm
  Yazar Komunizm ve Nazizim’in tesis edilmesinde, fikir babalığının yapılması ve finans yardımıyla bir devirde etkin olmasında emperyalistlerin  başat rolü oynadığını bilmezden geliyor. Sosyalizmin topallayan kapitalizmin yürütgeçi olduğu gerçeğini de.
Kapitalizm iddia edildiği gibi serbest piyasa anlamına gelmiyor. Refah ülkeleri yetmiş sonlarından itibaren demokrasiyle değil, şirketokrasiyle idare ediliyor. Planlayıcılık devletlerden şirketlere kaymış durumda. İspanya Franco zamanında faşizimle idare edilen bir kapitalist ülkeydi örneğin. Çin kapitalizmin doruğunda mutant bir komunizm söylemiyle yürüyor. Demokratik görünüm artık bir makyaj. Şehir ve bölge plancılığı üzerinden toplum mühendisliği yapılıyor örneğin. Halk şehirlerin silueti üzerinde bir yaptırıma sahip değil. Babil kulesi benzeri beton çelik yükseltileri çaresizlikle izliyor. Kimse onlara fikrini sormuyor.
  “Kıtlık ve salgınların önüne geçilmesinde, büyümeye inanan gayretli kapitalistlerin rolü büyüktür. İnsanların arasındaki şiddetin azalması, anlayış ve işbirliğinin artması konusunda da kapitalizm övgüyü hak eder. Bir sonraki bölümde açıklanacağı gibi bu gelişmelerin gerçekleşmesinde başka önemli etmenler de vardır elbette, ancak kapitalizm insanların ekonomiye bakışını değiştirerek küresel barışa inanılmaz katkılar sağlamıştır.
  Kitap boyunca komünizmi yeriyor. Kapitalizmi ise pek az eleştiriyor ve küresel barışa sağladığı inanılmaz katkıları yere göğe sığdıramıyor. 
Kapitalizmi eleştirirken faydalarını ve marifetlerini de görmezden gelemeyiz” (S.231)
  Rakamlar ve sonuçlar ortada. Faydaları bir nebze anlıyorum da, marifeti kavramada yaya kalıyorum. Aklıma Talented Mr. Ripley – Yetenekli Bay Ripley filmi geliyor.


Büyüme Her şey midir?
  Böyle bir kapitalizm övgüsünden sonra yazarın kapitalizmin krizini açıklamakta yetersiz kaldığını söylememiz herhalde kimseyi şaşırtmayacaktır. Yoksulluk için tek çözüm ise yazara göre, ekonomik büyümedir.
Kapitalist bir dünyada yoksulların hayatı sadece ekonomi büyüdükçe iyileşebilir” (S.229)
  Recep Tayyip Erdoğan’ın 2003’ten bu yana iktidarda olmasını ülkede sağladığı ekonomik büyüme ile açıklıyor. Tek neden olarak bunu gösteriyor.
  Yine, “Radikal müslümanlar 21. yüzyılı tam olarak kavrayamadıkları için liberalizm açısından bir tehdit oluşturamıyorlar. Fırsat yaratamıyorlar.” Diyor.  Neoliberalizmi kastediyor. Batılı ülke aydınları Neoliberalizmi şiddetle eleştiriyor. Ünlü birçok markanın, buluş aşamasındaki masraflarının önemli bir kısmının devlet fonları tarafından karşılanmasına rağmen kaymağını şirketlerin yemesi örneğin. Ucuz iş gücü için sermayenin başka ülkelere yönelmesi ve GPS, internet, iPhone, 3 boyutlu basıcı, güneş enerjisi panelleri ve elektrikli arabalar hükümetlerin topladığı vergi paraları harcanmadan ortaya çıkamayacak olması başlıca şikayet konuları. Yazar bunu görmezden geliyor. 

Henüz Aşılamamış Osmanlı Modeli
  Harari, teodise-ilahi adalet ve Müslümanlık meselesini bilmez görünüyor. Muharref  dini metinlerdeki çelişkilerden hareketle tanrı kavramını anlamsızlaştırıyor. Kur’an üzerine tek kelime etmiyor. Tanrı adına sömürmelerden örnekler veriyor. Ortaçağ Avrupa’sında Papalar’ın akıl almaz güçleri ve hükümranlıkları İslam âlemi için geçersizdir. Mısır, Çin, müslüman imparatorlukları vb. sayıyor ve Osmanlı’nın hakkını teslim ediyor. Göreceli cennetti diyor.
“Osmanlı İmparatorluğu dini sebeplerle ayrımcılık yapsa ve aralarında kendilerince çatışmalar yaşansa da Avrupa’yla karşılaştırıldığında özgürlüklerle dolu bir cennetti. (S. 208)”
  Osmanlı düzeni bu nitelikleriyle dünya için hâlâ bir modeldir. Avrupa’da Krallar köylülere danışmıyordu. Öteki ve etnik ve dini gruplarla çatışma, aşağılama, şiddet uygulamalarının sonu gelmiyordu. Batı kültürü öteki ve çatışma kültürüdür. Fatih’in fetih sonrası buyurduğu fermanı Batı’nın şu ân bile layıkıyla ulaşamadığı bir sosyal sözleşme çizgisidir. Mutlaka ilhamını Veda Hutbesi’nden almıştır.
  Ortaçağ Avrupası Katolik kilise ve tanrının krallığına girmek için bağışlar vb. gibi olumsuzlukları konu ediyor, ama Müslümanlıktaki zekat uygulamasından, fitreden vb. hiç söz etmiyor. Bu arada Arkeolojik bulgularla tahtı sarsılmayan tek din olan müslümanlıkla ilgili olumlu bir şey yazmamak için kitap boyunca adeta çırpınıyor.
  Tekrar kitabın ana mesajına dönelim. Yakın gelecekte insanlık tarihinde daha önce deneyimlemediğimiz müthiş gelişmeler olacak ve biz buna hazır değiliz.

2100’de Hayat Neye Benzeyecek?
  Şu anda kimsenin 2100’lerde dünyanın nasıl görüneceği üzerine kesin bir fikri yok. Bu insanlığın yapacağı seçimlerle ortaya çıkacak. Peki yazarın iddia ettiği gibi özgür irade bir illüzyonsa, bilinç zekâ kadar önemli değilse bu seçimi kim yapacak? Tek başına yapay zekâ mı? Yapay zekâya hükmeden ve organik bedenlerden iyice sıyrılmış, ölümsüzlüğe kavuşmuş makine bedenli elitler, Süper Elitler mi? O yıllarda Büyük Google Birader her şeye hükmeden, hayatları A’dan Z’ye kontrol eden miniskül bir Levh-i Mahfuz’a mı dönüşecek? Faustvari ruh, davranış kalıbı tümüyle Mefisto’nun takipçilerinin denetiminde mi olacak?
“Tarih boyunca tanrıların her şeye muktedir olmaktan çok, canlı varlıklar tasarlamak ve yaratmak, kendi bedenlerini değiştirmek, çevreyi ve havayı kontrol etmek, uzaktan iletişime geçebilmek ve zihin okumak, yüksek hızlarda seyahat etmek ve tabii ki ölümden kaçarak sonsuza kadar yaşamak gibi belirli süpergüçlere sahip olduğuna inanılırdı. İnsanlar da tüm bu kabiliyetlere, hatta daha fazlasına sahip olmanın peşinde. (S.59)”
  Bilimi ve tekniği kullanarak mükemmel, tepeden tırnağa kontrollu, hiçbir şeyin aksamadığı, tek merkezden idare edilen, enerjiyi, hammaddeyi, gıdayı, suyu havayı, parayı kontrol eden bir düzeni hayal etmek zor değil. Tek tip insan, tek tip dijital din, yeni bir alfabe, yeni bir dil. Uydurulmuş din kitaplarında şeytanın kendine tabi olanlara vaat ettiği dünya modeli bu.
  Yakın gelecek insanlara akla hayale sığmayacak cazip imkânlar sunmakla birlikte yukarıda bahsini ettiğimiz cinsten devasa tehlikeler de yaratıyor. İnsanın sonsuz ve gerçek mutluluğu yapay yöntemlerle elde edilebilecek mi? Çok şeye muktedirlik ihtimalimiz çok yakında, ancak tam altımızda hiçlikten meydana gelen dipsiz bir uçurum uzanıyor. Singularity-Tekillik uçurumu.


Kim kurtaracak Bizi?
 “Dataizm önce insanlara sağlık, güç, mutluluk verme alanlarında başarı sağlayacak ve sonra muhtemelen Homosapiens’in hayvanlara yaptığını yapacaktır.”
  Gelelim şimdi bizi en çok ilgilendiren soruya. Orta Doğu’da büyük karışıklıklar, fitne tuzakları, Melheme-i kübra, yani Armageddon, yeni bir dünya savaşı kapımızda duruyorken dikkatimizi bir an için otuz-kırk yıl öteye sıçratalım ve şu soruyu soralım.  “Tanrı Elitler’in hışmına uğramaktan, Dataizm’in bizlere değersiz, harcanabilir yaratıklar gibi muamele etmesinden nasıl kurtulacağız?”  Ve ünlü romancı Cortazar ‘ın Seksek’inden de bir alıntı yapalım. “Kim kurtaracak bizi şimdi şu kapının altıdan süzülen ateşten?”


Hakikatın Avazı
Tarih insanın Tanrı’yı icat etmesiyle başladı ve Tanrı’ya dönüşmesiyle son bulacak.”
  Bizi yüce yaratıcının varlığına iman ve aklımızı – teknolojik bilgimizi en doğru şekilde kullanmak kurtaracak. Allah insanı yaratırken çamura nefesini üflemiştir. Bu nefes irade ve bilinçtir. Tarih bilinçle kol kola yürür. Tarih bilincin öznel kaydıdır. Ruh bünyesinde irade, bilinç ve merhamet barındırır.
  Allah zamandan münezzehtir. Hiçbir şeyin sonucu olmadığı için bir şey de onun nedeni değildir. ‘Allahı kim yarattı?’ sorusu çaresiz ateistlerin sığındığı takatrik bir zemindir.
Allah’ın değil de maddenin ezeli olmasını arzu etmişlerdir. Big Bang nedeniyle maddenin bir başlangıcı olduğunu ve entropi yasalarını biliyoruz. Kâinat rasgelelikten çok uzak kurulmuş, planlanmış bir yapıdır. Bir yaratıcısı vardır.  İnsan yaratıcıyı sezmiştir. Keşfetmiştir. Vahiyle tebligat yapılmıştır. Bu bir icat değildir. İnsan mitler, hurafeler ve pagan tahayyüller sisinin ardındaki tanımlara sığmaz gücü seçilmiş kimselere, peygamberlere yollanan vahiy sayesinde tanımış ve kulluk etmiştir.

Beşeri Sözleşme Olarak - Veda Hutbesi
 ‘Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın Arab olmayana, Arab olmayanın da Arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı tenlinin siyah üzerine siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız ondan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahi bir köle başınıza emir olarak tayin edilse sizi Allahın kitabıyla idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz.’
  Kur’an daha önceki peygamberleri ve onlara inen vahyi onaylar. Allaha teslimiyeti ortak payda olarak görür. Müslüman olmayanlar da dahil bütün inananlar takvada eşitlenir. Bu bütün insanlık için ortak, kimseyi dışarıda bırakmayan bir kurtuluş reçetesidir. Bu ruh büyük Endülüs medeniyetini kurmuş ve büyük bilim adamları yetiştirmiştir. Avrupa rönesansının ana temel taşlarından biri Endülüs’teki nurlanmadır. İslam medeniyeti Anadolu Selçuk ve Osmanlı ile devam etmiş, Cami, Kilise ve Sinagogu, çeşitli dinden ve kültürden insanları yapısında barındırmada dünya tarihindeki yegâne örnek olmuştur. Irkçılığa karşı kurduğu merhamet kalesi, yakın gelecekte zuhur etmesi muhtemel gayri insaniciliğe, Bilen İnsan - Homo Sapiens karşıtlığına karşı da güçlü bir set olacaktır. Bu nedenle Müslüman ülkeleri istikrarsızlaştırıp, parçalara ayırıyorlar, ama ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar sonuçta içinde nefes barındıranlar galebe çalacak. 

Homo Kul
 Yazar Homo Deus’un kendi kendini imal ettiği için, kendini Bilen İnsan - Homo Sapiens’in devamı gibi görmeyeceğini söyler. Böylelikle o devir geldiğinde Homo Sapiens organik atık konumuna düşecektir. 
  Allaha iman eden, güvenen, ondan korkan takva sahibi biri Kul İnsan - Homo Kul’dur. Homo Kul, iblisin kumandasındaki kötücül Homo Deus’a karşı çıkacak.
  Müslüman şeytan itaatkârdır. Tanrıdan insanı yoldan çıkartabilmesi için izin ister. Bir çeşit kalite kontrolu yapmak için müsadedir arzusu. Bu ona bahşedilir. Diğer Şeytan, Mefisto ise asidir. Tanrıya kafa tutar. Ona karşı çıkar. Homo Deus’a da bunu yaptırarak kâinatın yaratıcısına kafa tutturacak ve sonunu hazırlayacaktır.

Muhteşemin Cazibesi
  Yazarın Homo Deus ve Dataizm’den söz ederken kestiremediği noktalardan biri de şu: Kur’an’ın bir özelliği de çeşitli devir ve sosyolojik yapılara hitap edebilme gücüdür. Kur’an kabileler ve imparatorluklara yol gösterebildiği gibi Dataizm’i de etkileyecektir. Gücü artmış aklın Kur’an’a hayran olacağını düşünüyorum. İnsanı imana davet eden kelimelerin içine gizlenmiş muhteşem anlamı deşifre edince yapay zihni sevgi, saygı, hayranlık ve huşuyla dolabilir.

Sezgisel Olarak
  Sezgisel olarak zekâ sahibi bir yaratığın daha üstün aklı, ölümsüzlüğü değil de uzun yaşamayı, hızı ve gücü elde etmeyi hayal etmemesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Önemli olan bu gücün iyinin mi, kötünün mü elinde olacağıdır. Bence esas mesele budur. Balçığa üflenen nefesin muhtevasında bu merhalelerin bulunması bence kaçınılmazdır. Allah yarattığı kuluna gelecekte kullanacağı kapasiteyi yüklemiştir.
  Algoritmanın ateizm cinsinden inorganik bir varsayıma tevessül etmeyeceğini düşünüyorum. Ateizm, John Gray’in deyişiyle “Victoria devrinden kalan bir fosildir”. Kitapta “Tanrı insanın hayal gücünün ürünüdür.” deniyor. Hayal gücü de biyokimyasal algoritmaların ürünüdür.
Yazarın insanın yeni ve üstün algoritmaları kavrayamayacağı sözleri bilgiyi kontrolu altında tutan elitlerin bunu ondan mahrum etmesi anlamına geliyor. Böyle bir durum belki kısmen de olsa gerçekleşebilir. Ben yine de algoritmanın kendi kavranamazının önünde saygıyla eğileceğini hayal etmeden duramıyorum.
  Kâinatta var olan her şeyin bir ömrü var. Devasa yıldızlar, nebulalar, galaksiler ömürlerini tamamlayıp başka evrelere dönüşüyorlar. Ölümsüzlük boş hayal yani. Kâinatın yazılımında böyle bir madde yok. Bu nafile hedefin peşinde koşan iblis güdümündeki Tekno-Elitler, Neo Zeuslar, Dataizmin için sinmiş kötücül ruh  ne kadar çabalarsa çabalasın helak olmaktan kurtulamayacak. 

Kehanet
  Harari kitabın finaline yakın İnsanlık 2.0 – Humanity 2.0 kehanetler kitabının yazarı Ray Kurtzweil’den alıntı yaparak Homo Deus’un her şeyin bilgisine erişmek için dünyayı terk edeceği, bütün kâinatı gezerek tanımaya çalışacağını hatırlatıyor.  
 Benim kafamda da bir soru en üst sırada duruyor. Urfa’daki Göbekli Tepe’nin bulunuşu tarihe bakışımızı kökünden değiştirdi. Uygarlığın başlangıcının daha eskilerde olduğunu anladık. Dinî metinlerde Ad Kavmi gibi helak edilen kavimlerden sıkça söz edilir.             Nuh Tufanı bilimsel bulgularla doğrulanmıştır. Mu, Atlantis, Agartha uygarlıkları hakkındaki efsaneler hâlâ ilginçliğini koruyor.
  Acaba dünya üzerinde kontrolu yapay zekâya kaptıran ya da ihtiraslarının güdüsünde aşırılaşan, teknik imkânlarla çığrından çıkan elitler eskiden de mevcut muydu? Bunların sonu ne oldu? Kendilerinden zayıfları imha edip, sonrasında çekip giderek kâinatın derinliklerine mi gömüldüler? Yoksa metrelerce taş ve toprağın altında onlardan kalan ibret verici kalıntıları bulmamızı mı bekliyorlar?   
                                                                                                                             Haziran  2017 - Balçova

                                                        ---------------------