Efnan Atmaca – Sadık Yemni
1 -
Sizinle ‘Yatır’ üzerine konuştuğumuzda romanlarınız türü için trildeme tanımını
yapmıştınız. Bu kez mistisizm ile sihiri dışarıda bırakıp sert bir gerçeklik
kurgusunu tercih ediyorsunuz. Neden bu kez böyle bir yola başvurdunuz?
Yatır söyleşimizin üzerinden tam on yıl
geçti. Ben bu arada Amsterdam’da dergicilik ve kendi kurduğum think tank
kulübünün moderatörlüğü yaptım. Kültürel organizasyonların idari kadrosunda yer
aldım. Mistisizm, bilimkurgu türlerinin yanısıra gazete ve dergilere siyasi
makaleler, denemeler yazdım. Röportajlar
yaptım. Tematik paneller idare ettim. Avrupa’daki göçmenlerin nabzını tuttum.
Gerçek dünyanın sesleriydi bunlar. Son polisiyelerimde siyaseti ve küresel
tezgâhları konu edindim. Böyle bakınca doğal bir gelişim, yönelim süreci gibi
görünüyor.
2-
Biraz önce de bahsettiğim gibi kitapta sert bir gerçeklik hakim. Paralel yapı
kitabın merkezine oturuyor. Son dönem
Türkiyesi’ni size göre ne kadar şekillendirdi bu siyasi yapı?
Paralel Yapı denilen şey bir Üst Akıl
projesi. Paralel derken cemaatın tamamını değil, bu yapıya ait piramidin üst kısmını, ‘Güdümlü
İhanet Departmanını’ kastediyorum. İran’daki Hümeyni devrimi ilham vermiş
olmalı bir yanıyla. Vesayet 2.0, Gladyo 2 gibi kod isimleri takıldı malum. Bu
yapılanma Cumhuriyet tarihinin en büyük dönüştürme projelerinden biri olmak
üzere planlanmıştı. Paralelin başı olan zatın bir ‘Kukla Halife’ olması
tasarlanmıştı. Oturacağı saray bile hazırdı. Bürokraside, ticarette, eğitimde
girmedikleri, sızmadıkları bir yer olmadığı için toplumsal ölçekte etkin
oldular. Genç beyinleri etkilediler.
İnsanları devlete karşı kullandılar. Hayati bilgileri toplayıp malum ülkelere
servis ettiler. İslami değerleri yozlaştırdılar. Sulandırdılar. Bulandırdılar
hatta. Bunun için bilumum takiye yöntemlerini kullandılar. Balyoz davası gibi
örneğin siyasi davaları yozlaştırdılar. Parayla, güçle baştan çıkarak
polis-savcı-hâkim üçlemesini kendi şahsi çıkarları için kullananlar oldu. Dokundukları her şeyi kirlettiler. İnsanlar
meyus oldu. Umarsızlığa kapıldı. Bu faaliyetleriyle halkta büyük bir öfke
biriktirdiler. Sonra halktaki birikmiş öfkeyle mücadeleci ruh birleşti ve
bugünlere geldik. Şu anda cemaat ülke içinde iflasın eşiğindedir. Kredisi çok
kötüdür. Bu haliyle belini doğrultması artık imkânsızdır.
3-
Siz neden Türkiye’nin son yıllarının en büyük hesaplaşmalarından birini
kitabınıza konu etmek istediniz?
Son on yılda Türkiye’ye dışarıdan bakarken,
yabancı gazete ve televizyonlardan Türkiye’yi okurken yavaş yavaş meseleye
uyandım. Büyük resim denen şeyi görebildim sonunda. Ben 2005-2012 yılları arasında Hollanda Türk
Yazarlar Kulübü başkanıydım. Gazetecilik dergicilik yaparken diğer siyası ve
toplum kuruluşlarının yanı sıra cemaati de tanıdım. Tanıdığım insanların
saflığından, samimiliğinden ve çalışkanlığından olumlu etkilendim. Türkçe
Olimpiyatları’nı matah bir şey sandım bir ara. Bir üçgenden söz edilir malum.
Alt tarafı ibadet, orta tarafı ticaret, üst tarafı hiyanet şeklinde
bölmelenmiştir. Ben alttan iki bölümü görebildim haliyle. İhanetin ölçeği,
kumpasın yıkıcı inceliği beni şoke etti sonradan. Bu şok gördüğünüz gibi hemen
bir kitaba dönüştü. Kayıp Kedi roman türünde ilk ‘Paralel’ konulu kitap oluyor.
Paralelcilerin zihninden onların iç dünyalarını gösteriyor. Behti Ülger
karakteri kayda değer bir iç çatışma yaşıyor örneğin. İmanını geri kazanmaya
çabalıyor. Kendi sistemlerini içeriden irdeliyor.
4-
Kitabın sürprizini kaçırmak istemem ama konu içinde ‘dış mihraklar’ oldukça
etkin. Siz politik tüm günahların suçunu dış mihraklara mı yüklüyorsunuz ya da
ne kadarını yüklüyorsunuz?
Dış Mihrak sözü zamanımızda biraz
anlamsızlaştı. Küreselleşen dünyada içiçeyiz; dış halkaları kesişen, sürtüşen,
yer yer füzyonlar oluşturan hayatları sürdürüyoruz. Ben kendim de dış öğeyim
bir yanıyla. Bir Avrupa ülkesinin pasaportuna sahibim. Ama adım soyadım yerli.
Bir ülkede aksaklıklar, mazlumlar yoksa ve ahali birlikse dış mihrak hiçbir
halt edemez. Her şey içle ilgilidir aslında. Dışı anlatmam içerisinin tasavvur
edebilmesini kolaylaştırmak içindir. İçeride algı yamukluğu, mukallitlikte
mutasyon, tektipleşme tsunamisi, analitik olmayan eğitim, tarih bilinci
zafiyeti, dil yetersizliği, değerler erozyonu vb. gibi arızalar var. Atılan
siyasi adımlar çok şeyi belirliyor. Şu anda Türkiye’de kapsamlı bir Alevi
açılımı bekleniyor örneğin. Bu yapılmazsa, Das Vierte Reich Amca ya da başka
bir merci Alevi-Sünni sürtüşmesinden medet umabilir. Rakibiniz niye zayıf noktamdan
vuruyor diye şikâyet edemezsiniz ki. Tedbir alınması gerekiyor.
5 -
Kitapta Türkiye’ye karşı kurulmuş büyük kumpasları ortaya çıkarmak için
görevlendirilmiş bir ekip var. Siz yurtdışında yaşayan biri olarak daha
objektif bir bakış açısına sahipsiniz. Dışarıdan bir gözle baktığınızda kurban
gibi mi görünüyor Türkiye yoksa bu kumpaslara gönüllü bir hali de var mı?
Emre Tuğrul yeni James Bond’umuz. Emperyal
(emperyalist değil) bakış ve donatımla mücehhez. Ben de böyle bakarım dünyaya.
40 yıl oturduğum coğrafyadan etkilendim tabii ki bir ölçüde. Dünyaya geniş
bakan, her yeri gören, uzun vadeli plan yapan bir zihniyet bu. Türkiye
dışarıdan bakıldığında dünyanın çok mutena bir yerinde bulunduğu, bu değerin (gaz
boruları, bor ve toryum değil sadece) bir başka ülkeyle kıyaslanamayacak kadar
özel olduğu açıkça görülüyor. Bunun ne olduğunu anlayabilmek için dinler
tarihini, paranın hikâyesini iyi bilmek, kendi yakın tarihini hatmetmiş olmak
ve yabancı medyayı okuma becerisini edinmek gerekiyor. Bunları ortalama
bilmeyen dünyada ne olup bittiğini kolay kolay çözümleyemez. Böyle baktığımızda
kumpaslara açıklık ve gönüllülük az önce değindiğim zaafiyet alanlarının
varlığından oluşuyor. Bu bölgede rekabet çok sert ve gaddar. Dünya yeniden
yapılanıyor. Güç paylaşımı mücadelesi çok acımasız ve kuralsız. Ayakta
durabilmek için kodları doğru okumayı becermek gerekiyor. Devletin bütün
kurumlarına olduğu gibi MİT’e de düşen görev bayağı çetin.
6 -
Mesela siz Gezi Olayları’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Durum 429 (2007 – Everest
Yayınları) kitabının yazarıyım. Şimdi
edeceğim ilk birkaç cümlemin gerçekliği ispatlı durumda yani. Anarşist damarı
çok önemserim. Bu olmazsa toplumun yaratıcı asabiyeti bitmiş tükenmiş demektir.
Ben sıradan bir üniversite öğrencisi olsaydım hem meraktan hem de özel hayata
baskı varmış algısına kapılarak öfkeyle Gezi’deki yerimi alırdım. Ağaç, Topçu
Kışlası, AVM, gaz ve tazyikli su bunun için yeterli olurdu. 31 Mart Vakası’nın
arka planını ve Topçu Kışlası’nın neyi sembolize ettiği okulda öğretilmediği
için bilmezdim haliyle. Daha iyi ve keyifli yaşayacağım bir şehir hayali için
meydana çıkardım. Damarlarımdaki deli kanın sürüklemesine bırakırdım kendimi.
Yani doğru bildiğim şeyler, tasavvur ettiğim portre gerçek olmasa da bu böyle
olurdu.
Gezi’de başlangıç buydu. Daha doğrusu
koçbaşı şeklinde sürüklenen kesim buydu. Hissiyatları, çoşkuları, öfkeleri,
enerjileriyle toplumun has bir damarıydı. Ama asıl kumpas Turuncu Devrimimsi
dış-iç ortak vesayet hamlesiydi. Ortaya çıkanların kim olduğu, ne yaptıklarına
bakınca hemen belli oluyor. CNN ve Das Spiegel ve Batı medyasının heyecanı
falan da artık kaymağı bunun. Şu anda her şey çok ortada. Ukrayna’nın hali
malum. Sokakta ortalığı kırıp dökenler ne kadar pişmandır. Kullanıldılar. Ülke
ikiye bölündü. IMF borç vermezse açlar. Gezi’nin arkasında da böyle bir plan
vardı. Filanca şunu dedi, şöyle yapılsa böyle olurdu gibi laflar ayrıntı
kabilinden fikir kıymıkları. Kıymeti harbiyesi yok. Önemli olan dev koçbaşı ve
onu kullanmak için plan yapmış kesim. Bunu görmek lazım.
7 -
Kitapta yüksek teknolojiye de oldukça yer veriyorsunuz. Size göre günümüzün ve
geleceğin en büyük savaş makineleri teknolojik ilerleme mi olacak? İnsanlara
ihtiyaç giderek azalacak mı?
İnsanlara ihtiyaç azalacak. Azaltılma
yönüne gidilecek. Şu anda yapılıyor zaten. Afrika tenhalaştırıldı. Maden yatakları
ve tarım alanları olarak Batılı elitler için bekletiliyor. Orta Doğu’nun hali
malum. Diğer yandan ilerleyen teknoloji namahrem bir hayata itikledi bizi.
Giderek alışmaya da başladık. Kitapta teknoloji kullanımı çok doğal.
Zamanımızda gruplar arasındaki kapışmada azami teknoloji kullanılıyor. En
ilginci de ‘Her şeyi gören ve duyan’ olmaya talepteki yoğun istektir. Adeta
dinsel bir yönelim. Böylelikle rakibi dinlemek, hamlelerini tahminin yanı sıra
izlemek hayati bir önemi haiz. Kayıp Kedi’de bu çabalara sıkça tanık oluyoruz.
8 -
Yine sürprizi kaçırmak istemem ama kitap sanki biraz ucu açık bitiyor. Bu
yarattığınız Seksek Ekibi’nin maceraları devam edeceği anlamına mı geliyor?
Yoksa Türkiye’nin paralelcilerle daha çok uğraşacağı anlamına mı?
Emre
Tuğrul gelecek serüvenlerde küresel siyasetin dümen suyunda serüvenler
yaşayacak. Bugünün en sıcak konularının göbeğinde duracak. Eskiden yazarlar
Batılı ajan gözüyle romanlarda bizi anlatırdı. Örneğin Ian Fleming’in Rusya’dan Sevgilerle adlı kitabında James Bond ilk kez
müşerref olduğu Türkleri şöyle tasvir eder:
Demek
ki modern Türkler şu gördüğü esmer, çirkin, mütevazı duruşlu memurlardı. Bir
müddet Bond onların kalın sesli harflerin ve U seslerinin bol olarak
kullanıldığı konuşmalarını dinledi, uysal, terbiyeli duruşlarını yalanlayan
canlı, kara gözlerini seyretti. Dağlardan henüz inmiş kızgın parlak, vahşi
gözlerdi bunlar. Asırlardan beri davar sürülerini gözlemeye, tozlu bozkır
ufuklarındaki en küçük hareketleri dahi sezmeye alışmış gözler. Bunlar eldeki
bıçağı görmeden sezen, yiyecek kırıntılarını ve kuruşları santimine kadar
sayan, satıcının titreyen parmaklarını farkeden gözlerdi. Sert,
itimatsız, kıskanç gözler.
Başak
yayınları. 1965. Sayfa 83.
Şimdi sıra bizde. Biz de onları yazacağız.
Cemaatın ‘Güdümlü İhanet Departmanı’na gelince, bu bir süreç. Tsunami vurdu
toplumumuza. Artçı depremler olacak ve esas hasarın onarımı uzun sürecek. Bir
nokta daha var. Paraleli, ‘Protestan Müslüman’ ve yurtdışındaki okullarda beyni
yıkanmış öğrenci yetiştirme makinesi gibi tasavvur ederseniz belli ölçüde
başarı kazandığını düşünebilir ve bu şartlarda misyonunu tamamladığını
söyleyebiliriz.
Bir anekdot anlatayım. Yıl 2004. Hollandalı
alt kat komşumla bir sohbette bana ‘Ilımlı Müslüman’ terimini kullanınca tepki
vermiştim. Post Modernizmde eşcinsellik aşırı vurgulanır malum. İtirazıma
şaşınca ona buradan yaklaştım. ‘Ilımlı eşcinsel deniyor mu?’ dedim.
Telaffuzundan bile korktu. ‘Tabii ki demeyiz.’ dedi. ‘Cinsel tercihi böyle
sınıflandırmıyorken, bin beş yüzyıllık bir dinin mensubunu nasıl kategorize
edebilirsin?’ deyince terimin abesliğini kavradı. Dinler Arası Diyalog da böyle
bir fesatlıktır. Neyse ki itibarı iyice söndü.
Yanı lafın kısası Vesayet 2.0’ın
kalıntıları ve yapımdaki Vesayet 3.0 kahramanımızın konusu olabilir ileride.
9 - Kitapta
sinematografik bir kurgu dikkat çekiyor. Böyle bir kurguyu neden tercih
ettiniz?
Ben iflah olmaz bir film âşığı olarak
sinematografik anlatımı otomatik olarak yaparım. Bütün romanlarımda böyledir.
Bazen daha yoğunlaşır. Bölümlerin kesimi sırasında kendimi bazen film montaj
aparatının arkasında oturur gibi hissederim. Kayıp Kedi’nin bir gün film
yapılmasını isterim tabii. O ünlü romanı ve filmini hatırlayın. ‘Kim korkar
hain kurttan?’
10 –
Kitaptaki kahramanlardan biri Borges çevirmeni. Borges de konu ediliyor
kitapta. Buna da biraz değinseniz.
Borges’in özellikle Alef adlı öyküsünü kitabın
içinde bir deneme gibi işliyorum. Alef’le kurguya bir katman daha ekleniyor. Merkezi
her yerde, çevresi hiçbiryerde olan bir küreyi hayal etmeye çalışın. Ana konuya
bayağı uygun. Bir de sert, acımasız dünyada edebiyatın teskin ediciliğine
sığınan kadın izleği oluşuyor. Daha başka noktalar da mevcut haliyle. Tlönlüler
gibi. Bunu keşfetmeyi Borgessever okura bırakalım.
11 -
Son olarak kitabınızı kediniz Fıkır’a ithaf ediyorsunuz. İlginç bir hikayesi
var bunun. Bundan da bahseder misiniz?
Bu kitabın kurgusunu hazırlarken adını
Kayıp Kedi olarak kararlaştırmamdan bir hafta sonra çok sevdiğimiz ve güç bela
yaşatarak büyüttüğümüz kedimiz Fıkır kayboldu. Aradan neredeyse bir yıl geçti.
Bu nedenle kitabı ona ithaf ettim. Başlık Kayıp Kedi, yayınevi Kırmızı Kedi,
ithaf kediye. 3 kedi bir araya geldi.
x