Fauton Dizisi :1
Kadının adı Meliha’ydı. İkinci katın camından
dışarıya bakıyordu. Gün içinde trafiği kanlı canlı olan caddede normal olmayan
bir şeyler fark etmişti. Bu nedenle gözlerini kısmıştı. Saniyeler aktı gitti. Bir şey olmayınca dönüp
hemen arkasındaki sandalyede arkası dönük oturan kısa beyaz saçlı adama baktı.
Gazete bulmacasına dalmıştı yine.
Meliha tam ona caddeyle ilgili bir şey
diyeceği sırada hissikablelvukuyla başını caddeye çevirdi. O şey yine oluyordu.
Kadın caddenin karşı tarafında sola doğru giden iki bölmeli kırmızı otobüsün
hemen arkasından gelen beyaz BMW’yi görünce nefesini tuttu. İçinden ‘Araba
şimdi otobüsü sollayacak ve karşıdan gelen şu turuncu minibüsle çarpışmasına
ramak kalacak’ diye geçirdi.
Soluk almadan akan giden saniyeler sonrasında
tuhaf bir şey hariç her şey düşüncesi doğrultusunda gerçekleşti. Turuncu
minibüs vaktinde fren yapınca çarpışma son anda engellendi. Karşılıklı ateş
eden silahşörler gibi araçların klaksonları çaldı ve sustu. Meliha bu sahneyi
defalarca görmüştü. Farklı olan camın tam karşısında karşı kaldırımda duran
lacivert tişörtlü, uçuk mavi pantolon giymiş kumral bir kadındı. Çok genç
durmuyordu. Elli başları falan diye tahmin etti Meliha. Kilosunu iyi korumuş
ama. Sol elinde dondurma vardı. Bakışları karşılaşınca sağ elini havaya
kaldırarak kendisine neşeli bir selam verdi. Vitrininde beyaz harflerle Libase
yazılı bir butiğin önünde duruyordu. Aralarındaki mesafe taş çatlasa yirmi beş
metreydi. Meliha gayri ihtiyari aynı hareketi yineleyince kadın ‘Gelsene aşağıya’
işareti yaptı.
“Meliha, uskumrugiller ailesinden iri bir
balık. Yedi harfli. Üçüncü harfi K.”
Kadının ‘gel’ çağrısı ve kocası Fehmi’nin son
bir saat içinde belki yirmi defa tıpatıp aynı şekilde söylediği sözler bir
arada uyuşuk duran bilincinde bir sıçrama yaptı.
“Fehmi gel şuraya bir bak.”
“Balığın ismi ne olacak peki?”
Meliha, ‘Orkinos’ demekten son anda vazgeçti
ve “Çabuk dedim. Gel bak şuraya.”
Adam ses tonundaki heyecan tınısından
etkilenmişti. Elindeki kurşun kalemi gazetenin üstünde bırakıp ayağa kalktı ve
aheste adımlarla yanına geldi. O gelene kadar turuncu minibüs, beyaz BMW ve
otobüs iyice uzaklaşıp görünmez olmuşlardı. Ona el sallayan kadın el kol
hareketi yapmayı bırakmış aynı yerde duruyordu. Meliha kadını çok merak
etmişti, ama önce ondan daha yakıcı bir düşünceyi test etmek istiyordu. Kadın
ve meçhul niyeti şimdi ikincil önemdeydi.
“Ne var?”
“Biraz bekle. ”
“Neyi bekleyeyim?”
“Biraz sabırlı ol ve dinle. Birazdan şu
taraftan kırmızı renkli uzun bir otobüs gelecek. Arkasından hızla bir BMW
yetişecek, yeni model beyaz bir BMW, onu sollayacak ve de karşıdan gelen
turuncu bir minibüsle çarpışmalarına ramak kalacak. Karşılıklı korna çalıp
gidecekler.”
“Nerden biliyorsun?”
Meliha içini çekerek lacivert tişörtlü kadına
baktı. Ellerini göğsünde kavuşturmuş bekliyordu. Kadını hiçbir yerden
tanımıyordu, ama zihninde bir aşinalık akısı parlamıştı. Nefesini tutup
bekledi. Hımbıl saniyeler isteksizce akıp gitti ve ansızın sağ taraftan kırmızı
renkli iki parçalı otobüs göründü. Sol taraftan da turuncu minibüs gelmekteydi.
Meliha kocasına baktı. Adamın yüzü hayret yüklüydü. Beyaz BMW otobüsün
arkasından gelip solladı. Klaksonlar çaldı ve araçlar yollarına devam etti.
Kocası apışmış durumdaydı. Meliha da ondan aşağı kalır durumda değildi.
Lacivertli kadına baktı. Aynı şekilde duruyordu. Meliha kadınla konuşmaya can
atar olmuştu birden.
“Nasıl bildin bunu?”
“Durmadan aynı şey oluyor da ondan. Sen bana
kimbilir kaç defa Orkinos’un K’sini sordun.
Fehmi’nin yüksek tansiyon nedeniyle hep
kırmızı olan yüzü bir ton daha kızarmıştı birden. “Vay canına!” dedi. “Ben de
bu cama gelip kaç defa baktım. Kırmızı otobüs, beyaz araba ve turuncu minibüs.
Bu ilki değildi.”
Meliha kulakları uğuldayarak kocasına baktı.
Belleğindeki belli belirsiz kıpırtılar kocasının haklı olduğunu söylüyordu.
Başlangıç noktası sandığı yerde değildi. Karşı kaldırımdaki kadına baktı. Sırtı
dönüktü bu defa. Butiğin vitrinine bakıyordu. İçinden bir ses ‘O biliyor. O
biliyor. Git konuş.’ diyordu.
“Ne yapıcaz?”
Bu sözler üzerine kadın içini çekerek oturma
odasına baktı. Sokak kapısına yakın duran iki mukavva kutu, bir masa, iki
sandalye dışında oda boştu. Beyninde dayalı döşeli bir salon fotoğrafı belirdi
ve kayboldu. Bordo koltuk takımları, divan, el örgüsü halılar, klasik tarzda
sehpalar, büfeler, kristal kül tablaları ve duvardaki yağlı boya tablo.
Fehmi’nin gençliğinde yaptığı Osman Hamdi’nin ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’
tablosunun bire bir kopyası. Herkes hayran oluyordu becerisine. Beş bin liraya
alıcısı bile hazırdı. Peki odanın böyle boş olması ne demekti?
“Ben korkmaya başladım Meliha.”
Meliha ‘ben de’ anlamına başını salladı ve
masanın üzerindeki gazetenin tarihine baktı. 29 Kasım 2013 tarihli bir
gazetenin bulmaca ekiydi. Kadının uyanan belleği bu odada meydana gelmiş çok
tatsız bir şeyin ön bilgisini yollamıştı.
“Bir şey yapmamız lazım.”
Kadın kocasına baktı. Adam haklıydı. O kadın,
o kadın biliyordu. Yardım edebilirdi.
“Dışarı çıkalım.”
Eskiden portmantonun olduğu yer boştu.
İkisinin de ayaklarında ev terliği vardı. Dışarıda hava sıcaktı. İnsanlar ince
giyimliydi, ama ayakkabı giymeden, üzerine ya da eline bir şey almadan dışarı
çıkılır mıydı? Cüzdansız, kimliksiz, makyajsız. Birbirlerine baktılar ve ânında
‘başka çare yok’ fikrinde anlaştılar. Kocası mimikleriyle ‘sen yap’ mesajı
yollayınca Meliha elini kapının tokmağına uzattı ve kapıyı kasaya bağlayan dili
çözdü.
*
Kapının karşı kaldırıma ve lacivertli kadının
hemen dibine açılmasına çok şaşamadılar. Yüklendikleri şok nedeniyle şaşırma
kotaları dolmuş ve hissiyatları bir anlığına kilitlenmişti.
Lacivertli kadın sandığından daha uzun boylu
ve daha yaşlıydı. Yetmişine merdiven dayamıştı; ama dinç görünümlüydü. İri ela
rengi gözleri, boyalı gür saçlarıyla hoş bir havası vardı.
“Geldiniz sonunda.”
“Ne oluyor? Bir fikriniz var mı?”
“Tanışalım önce. Adım Meral.”
“Ben Meliha, kocam Fehmi.”
Meral konuşkan ve sempatik biriydi. Ellerini
sıktı. “Memnun oldum. Belediyenin bilgisayar kursunu başarıyla bitirdim. Beyin
kanamasından ölmeden bir gün önce. Sonra kendimi burda buldum. Sabah akşam.
Geceleri donuk akışlı bir bilinçle. Gündüzleri cadde trafiği hızıyla. Ama
geriye doğru.”
“Geriye doğru mu?”
“Evet. Ben 2015yılının Şubat’ında öldüm ve
neden bilmiyorum bu caddeye geldim.”. Kadın eliyle biraz ilerideki mini
marketin önünde duran gazeteleri işaret etti. “Şu anda 2013 yılının 29
Kasım’ındayız. Şu elimdeki dondurmaya bak. Ne bir tek kez yaladım ne de bir
damlası eridi aktı. Bunca zamandır böyle. Karnım acıkmadı. Uykum gelmedi. Canım
sıkılmadı.”
Meliha son dakikalarda bunu duymaya
hazırlıklıydı, ama yine de sarsılmıştı.
“Biz de mi?”
Meral Hanım anlayışla tebessüm etti ve
başıyla olumladı.
Meliha yan gözle Fehmi’ye baktı. Adamın
gözleri dolmuştu. “Şimdi ne olacak?”
“Siz şu ana kadar gördüğüm ilk benzerimsiniz.
Başkaları da olabilir belki. Sanırım birlikte geçmişe doğru kaymaya devam
edeceğiz. Her sabah bir önceki sabah olacak.”
“Böyle ne kadar devam eder ki?”
“Orasını Allah bilir. Bekleyip göreceğiz.
Geldiğinize sevindim. Yalnız hiç canım sıkılmadı, ama beraber olunca daha iyi.”
Meliha kelimelerini tartarak dışarı saldı.
“Öldük, ama bilinç taşımaya ve dış dünyayı deneyimlemeye devam ediyoruz. Bunun
bir nedeni olması gerekmez mi?”
“Gerekir tabii, ama aklımız ermez. Yıllardır
buradayım. Tek bir mantıklı izah bulamadım bu varlık tezahürüme.”
Meliha’nın belleğine geçmişe ait bilgiler
üşüşmeye başlamıştı. Fehmi’yle üniversitede tanışmış ve evlenmişlerdi. İkisi de
gıda mühendisiydi. Organik gıda malzemeleri satan bir dükkânları vardı.
Çocukları olmamıştı. Penceresinden dışarı baktığı daire onların mülküydü. Yirmi
iki yıldır orada oturuyorlardı. Sonra birden Meliha kendini bir arabada gördü.
Beyaz bir arabaydı. Kocası kullanıyordu. Fotoğraflar gözünün önünden çok hızlı
geçiyordu. Ne yaparsa yapsın kareleri sabitleyemiyordu. Yorgunluk verici bir
işlemdi. Vazgeçip kocasına baktı. Onun yüzünde de ansızın hücum eden bilgilerle
halleşen bir ifade vardı. Meral her şeyi kabullenmiş birine has tevekkülle
tebessüm ediyordu. Meliha’nın beyninde birden çok gaddar bir soru patladı, ama
bunu seslendiremeden araya bir olay girdi.
Beyaz bir otobüs tam önlerinde durmuştu. Eski
model bir Mersedes’ti. Meliha’ya lisedeyken geziye gittikleri otobüsleri
hatırlatıyordu. İçinde çoluk çocuk, adam kadın on kadar yolcu vardı. Aracın
kapısı açıldı. İriyarı, esmer, Ayhan Işık bıyıklı bir şoför onlara bakıp
gülümsedi ve “Haydi binin bakalım Fauton Kaçakları. Çabuk olun da geç
kalmayalım.” Dedi.
Meliha en önde duruyordu. “Siz de kimsiniz
ya?” diye sordu hayretle.
“Ben Fauton Kaçakları’nı toplayan üniteyim.”
Meliha adamın konuşmasında ve ortamın üzerine
yaptığı etkiyle organize bir şaka kokusu almıyordu. “Neymiş bu Fauton denen
şey?” dedi.
Şoför saygılı bir mesafesizlikle gülümsedi.
“Kendileri foton üreten akıllı fotonlar. Bunlara Fauton deniyor. Fotonlar
elektro manyetik alanların teşkili dahil evrendeki her şeyden sorumludur.
Fautonların sayısı çok azdır. Bunlar bazen hayatlara öngörülmeyen, program dışı
şekillerde müdahale ederler. Bunlara ancak belli bir dereceye kadar göz
yumuluyor. Fautonların elektro manyetik dalga salınımlarında da bir sınır var.
10 21 Hertz en üst sınırdır. Zetta Hertz yani. Bu aşılınca geri
toplanmaları gerekir. Yönetmelikte böyle yazıyor.”
“Biz şimdi Fauton muyuz yani?”
“Evet. Üstelik frekansınız 10 24
Hertz. Yotta Hertz deniyor. Buna izin yok. Çok sakıncalı bir seviye. Siz insan
değilsiniz. Sandığınız gibi bir geçmişiniz yok. Kötü bir kopyadan ibaretsiniz.
Bozunma katsayınız çok düşük. Tahribat çapınızsa büyük. Bu nedenle sizi alıp
esas ait olduğunuz yere götüreceğim.”
Meliha çok merak etmişti. “Neresiymiş orası?”
Bunu ben izah edemem.” Dedi şoför. “Ben
sadece gelir, alır ve götürürüm. Bilgim ve görgüm vardığım yeri, yani nihai
kaynağı çözümlemekten acizdir. ”
Meliha başını çevirip Meral’e baktı. Kadın bu
işte bir hinoğlu hinlik sezmiyordu belli ki. Ayağını otobüsün basamağına
koymaya hazırdı. Kocası da benzer bir
ruh halindeydi. Dışarıda serseri gibi
durmaktansa örgütlü bir girişime dahil olmak istiyordu. Meliha’nın da şaşırtıcı
bir şekilde bunu yapmaya teşne olduğunu fark edince omuzlarını silkti ve sağ
ayağıyla otobüsün alt basamağına bastı.
*
Meliha bir rüyanın ardından uyandı.
Etrafına baktı. Arabalarının içindeydi. Otobandaydılar. Fehmi direksiyondaydı.
İstanbul’a Meliha’nın kız kardeşini ziyarete gitmişlerdi. Balıkesir’e, evlerine
dönüyorlardı. Saatine baktı, sabahın dört buçuğuydu. Rüyasında gördüğü şeylerin
algısı şiddetlenince içini bir korku bürüdü. Fehmi lens kullanıyordu, ama
altmış sekiz yaşındaydı ve artık geceleri iyi görmüyordu. Kocasının ısrarı
üzerine gece yolculuğuna razı gelmişti. Adam da onun ısrarı üzerine İstanbul’a
gitmişti çünkü.
“Bugün ayın kaçı?”
Kocası sağırmışçasına sözlerine hiçbir tepki
vermemişti. Kısık gözlerle ileriye
bakıyordu. “Sana söylüyorum Fehmi.” Dedi Meliha daha yüksek sesle.
Fehmi’nin omuzlarında bir dirilme oldu.
Hırıltılı bir şekilde nefesini dışarı saldı. Oturduğu yerde dikleşti. “Ne
dedin?”
Bütün gayretine rağmen sesi uykulu çıkmıştı.
Meliha’nın içi iyice buz kesmişti. Araba yüz on beş kilometre hızla gidiyordu
ve kocası muhtemelen son saniyelerde uyuklamaktaydı. Konuşunca dirilmişti.
“Bugün ayın kaçı dedim.”
Fehmi içini çekti ve gaza basan ayağındaki
baskı gücünü azaltırken, “Ayın 28’i.” dedi. Sinyal vererek sağ şeride geçti ve
hızını belirgin bir şekilde azalttı. Arkalarından turuncu bir minibüs hışım
gibi geçti. Geçerken iki kez klaksona bastı. Fehmi de ona aynı şekilde karşılık
verdi.
Meliha içinden ‘vay canına’ dedi ve kocasının
minibüs hakkında bir şey söylemesini bekledi. Unutmuştu belli ki. “28 Kasım mı yani?” diye sordu.
Fehmi, ‘hanım iyi misin?’ bakışıyla baktı,
yüzünü süzdü ve başıyla olumladı.
Meliha, 29 Kasım sabahındaki garabeti,
yinelenen sahneleri, Meral Hanımı ve bir otobüsün onları almaya gelmeleri dahil
her şeyi hatırlıyordu. Şoförün yüzünü unutmuştu. Alice Harikalar Diyarında’ki
kedinin gülümsemesi gibi aklında sadece adamın bıyıkları vardı. Yottaları,
zettaları, fautonları falan unutmuştu, ama aklında kalanlardan tek bir anlam
çıkarmıştı. Eğer Fehmi vaktinde uyanmasaydı kaza geçirecekler ve 29 Kasım’ı
göremeyeceklerdi. Meliha o garip rüyaları gördüğü uykudan tam zamanında
uyanmıştı.
“Eve daha ne kadar var?”
“Elli, altmış kilometre falan.”
Meliha, sol eliyle kocasının omuzuna dokundu.
“Geldik sayılır. Az ileride nefis mercimek çorbası yapan bir yer var
biliyorsun. Orada bir ihtiyaç molası verelim. Bir çorba içelim. Üstüne de bir
kahve. Ne dersin?”
Fehmi’nin yüzündeki itiraz çizgileri pek kısa
ömürlü olmuştu. Az önce sol şeritte o kadar sürat yaparken bir anlığına
uyuduğunu fark etmiş ve fena halde tırsmıştı. Yoksa direnir ‘Kahveyi evde ben
yaparım.’ deyip gaza basardı.
“Tamam.”
Yolbaşı adlı çorbacının önünde durdular.
Arabayı park ettiler. Meliha arabanın kapısını açıp sağ ayağını yere basınca
camdan gördüğü şeyleri, Meral Hanımı ve kaçak peşindeki otobüs şoförünün
bıyıklarını falan bir anda unutuverdi.
Balçova Kasım 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder