16 Haziran 2017 Cuma

Yüzümün Son Kitabı (öykü)

 

Bu dünyada kendi adıyla açılmış diğer bir facebook hesabını keşfetmiş ilk kimse ben değilim haliyle. Bazı isimlerden on, on beş farklı hesap bile var. Yalnız benimki çok garipti. Garip ötesiydi hatta. Dilaver Ferit Kepekçioğlu. Bu benim adım. Bu üç kelime yan yana pek raslanan bir kombinasyon değildir. Daha da benzersizleştirmek için hesap açarken kendimi Dilaver Ferit Z. Kepekçioğlu adıyla kaydettirmiştim. Z harfinin adımı facebook’ta yegane tutmaktan başka bir işlevi yoktu. 
  Bir gün Google’da kendi adımın peşinden olta atarken raslantıyla Facebook’da bir adaşımın olduğunu keşfedince çok şaşırdım. Hemen kontrol ettim. Doğruydu. Z’si de dahil benim adımda biri vardı. Hesap yeniydi. Dört arkadaşa sahipti. Dışarıya açık penceresindeki bilgiler benimkilerle ciddi ölçüde örtüşmekteydi. 
İstanbul’da yaşıyor.
Yıldız Teknik’de okudu.
İmge fabrikatörü. Evinde çalışıyor.
Tülin Tan ile ilişkisi var.
Ortak arkadaşlar 4 adet. Tülin Tan, Hamdi Barış, Salih Kurt ve Ayla Fidancı.
Fotoğraf 1 adet.
  Fotoğraf yerine son yaptığım illüstrasyonlardan biri olan Sırıtan Siyam adlı renkli çizimim kullanılmıştı.
  Önce Tülin’in şakası sandım haliyle. Kızla bir hafta önce icra ettiğimiz son tartışmanın ardından ayrılmaya karar vermiştik. Ayrılırken beni bir daha görmemek konusunda çok ciddi gibi görünmekteydi. Bunu giderken yanında götürdüğü bavul ve torbalardan çok ağlamamasından anladım. Ağlamalı ayrılmalarımız birkaç gün, en fazla bir hafta sürerdi. Bu nedenle kızın böyle bir şaka yapacağını ve kendini benle ilişkisi var şeklinde belirteceğini hiç sanmıyordum. Salih Kurt ve Ayla Fidancı zaten normal hesabımda arkadaşımdı. Hamdi Barış’ın mevcudiyeti ise ancak beni gıcık etmek için olabilirdi. Kız Hamdi’ye hangi nedenle kıl olduğumu iyi biliyordu. İçin için benle ilişkisini devam ettirmek isteyen biri böyle bir tahriğe kalkışmazdı.
  Tülin’i çok sevmekteydim. Kızın da öyle olduğunu düşünüyorum. Bana kızgınlığı nefret şeklinde değil, bıkkınlık şeklinde tezahür etmişti. Benim gece gündüz çizim masama yapışık olarak yaşamamdan sıkılmıştı. O birlikte sık sık dışarı çıkmamızı, evde eş dost ağırlamamızı ve sabahlara kadar sohbet etmemizi istiyordu. Bense ekmek parası peşinde bir işten diğerine koşuşturup durmaktaydım. Tepemde sürekli olarak teslim tarihi denen kılıçlar asılıydı. Durumu biraz değiştirsem ilişkimiz kaldığımız yerden devam edebilirdi. Mesele buydu. Kızın benim için özel bir hesap açmasının bir esprisi yoktu yani.
  Her şey böyle kalsa sorun yoktu. Meseleyi salakça bir şaka gibi görür defteri kapatırdım, ama bir gece elimdeki işimi bitirmiş ve teslim etmiş olmanın keyfiyle gelen maillerimi kontrol ederken öbür Dilaver’in benim arkadaşlık teklifimi kabul ettiğini bildiren e-postayı gördüm. Sinirlerim tepeme çıkmıştı, ama meraktan da gebermekteydim. Bu bana yönelmiş bir oyundu artık. Şaka kısmını geçmiştik.
  İkinci Dilaver beyin hesabını ziyaret etmemem mümkün değildi. Bunu yaptım ve çarpıldım.   
  En üstteki haber 10 Eylül Salı tarihliydi. 
  Uzun zamandır beklenen çocuk kitabı Ejderha Nefesi kitapçılarda.
 Bu haberin altında yaptığım kapak resmini görmek bir şoktu. Çünkü bu öğle üzeri yayıncıyla konuştuğumuzda kitabın basıldığını ve bana kargoyla üç adet yolladığını söylemişti. Henüz almadığım bir kitabın duyurusunu nasıl yapabilirdim? Bunu kim yapabilirdi? Matbaadan bir kitabı aşıran ve benim yerime facebook’tan ilan eden şakacı birini hayal edemiyordum. Ayrıca tarihi nasıl ayarlayabiliyordu? Şu anda saatler sonrasında gerçekleşecek bir bildiriye bakmaktaydım.
  Ayrıntıların zihin çökertici virajlarını daha sonra keşfedecektim. Hemen alttaki kayıt manyakça bir çöküştü benim için.  İlk izlenimim derin bir şoktu. Şokun neden olduğu öfke yelpazesi ve hemen arkada duran yıvışık ve soğuk bir korku perdesi. Nedense korkum daha önplandaydı. Bu okuduğum şeyleri şaka etiketinden sıyırmaktaydı. Yani bu tür bir şakayı yapabilecek birini tanımıyordum. Üst düzey bir ataktı. Korku basamaklarını hızla tırmandıran bir buluştu.
            Canım Sevgilim Tülin’in Hatırasına.
  Bu yazının altında Tülin’in beş altı hafta önceki 22. yaş günü için yaptığım kara kalem portresi vardı. Kız bunu çok beğenmiş ve çerçeveleterek oturma odamıza asmıştı. Kızla ayrılmadan önce sekiz aydır sürekli olarak beraber kalmaktaydık. Evlenme planları içersindeydik. Konuya geleyim, şakayı yapanın şu anda hâlâ yerinde asılı olan bu çizimi ele geçirmeden facebook hesabında kullanması mümkün değildi. Dijital bir kopya ben de bile mevcut değildi. 
  Bir alttaki haber tek kelimeyle korkunç bir darbeydi. Tülin’in aylar önce benim çektiğim portresinin altında şu yazı vardı. 
Üç gün önce araba kazasında kaybettiğim biricik sevgilim Tülin’imi bugün toprağa verdik. Hatırası hep benle birlikte olacak. Bugün beni yalnız bırakmayan bütün eşe dosta ve arkadaşlarıma teşekkürlerimi iletiyorum.
  Son günlerde çok yoğun çalıştığım için facebook’la ilgilenememiştim.  Tülin’in ölüm ilanı tarihi 19 Eylül çarşamba günüydü. Hem cep telefonum, hem de bilgisayarım o anda saatin 00.29, tarihin de  10 Eylül Pazartesi olduğu konusunda hemfikirdi. Bu hesapça kız 6 gün sonra, yani 16 Eylül Pazar günü geçirdiği kazada ölmüş ve 19 Eylül Çarşamba günü gömülmüş oluyordu. Sapığın teki uyduruk bir geleceği buraya monte etmişti. Elinde oturma odasındaki kara kalem çizim, şu anda kargoda olan kitap vardı. En manyakça olan nokta aslında bu ayrıntılardı. Gerçeküstü tokat ayrıntılarda gizliydi yani.
  Bu haberime hiç yorum yapılmamıştı. O hesaptaki yegane arkadaşlarım Hamdi Barış, Salih Kurt ve Ayla Fidan niye bir reaksiyon vermemişlerdi acaba?
  O gece sabah beşe kadar gözüme uyku girmedi. Nette gezinerek bir ipucu aradım. Google ve diğer arama motorları kazadan bihaberdi. Bunları kontrol etmem saçmaydı haliyle. Çünkü o habere göre daha gerçekleşmesine altı gün vardı. Yine de bunu yapmadan duramadım. Sanki daha dünyada mevcut olmayan bir şeyi keşfedecektim. Google Nearby Future. Yakın gelecekten haber veren bir arama motoru amma cümbüş yaratırdı ha. Yalan yanlış haberlerin bolluğu nedeniyle dünyanın çivisi bir anda çıkıverirdi.
  Sonra Ardından elimde bloknot rahat koltuğuma oturdum ve ‘Ne yapabilirim’i yazarak düşünmeye başladım. Ucu iyi açılmış bir kurşunkalem kadar kafamı hızlı çalıştıran bir şey mevcut değildir. Beynim yorulup kepenkleri indirince koltukta sızdım kaldım. Birbirine tuhaf alaka köprüleriyle bağlı bir sürü rüyanın ardından sabah onu on üç geçe uyandığımda kafamda tek bir fikir vardı. ‘Kızı bu durumdan haberdar et’
  Bu sandığım kadar kolay olmayacaktı. Tülin o sırada üniversitede okuduğu bölümde ders almıyordu. Tek sınavı kalmıştı. Onu verirse sayısının on binleri geçtiğini tahmin ettiğim işsiz işletmecilerden biri olacaktı. Bir ara ek gelir için çalıştığı muhasebe bürosundan da ayrılmıştı. Ailesi İstanbul’da değil Ege’nin küçük bir sahil kasabasında yaşıyordu. İlişkilerimizi tasvip etmedikleri için aram onlarla limoniydi. Kız ayrıldığımızın ertesi günü telefon numarasını değiştirmiş olmalıydı. Eski numarası her aramamda ‘Bu numara kullanım dışı’ sinyali vermişti. Geriye ortak tanıdıklarımız kalıyordu ki, bunların neredeyse tamamı yeni facebook hesabımdaki arkadaşlarımdı. Benim kendi arkadaş çevrem doğal olarak yazar, çizer tayfasından oluşmaydı. Onların içinde Tülin’in nerede olabileceğini bilen biri bulmam mümkün değildi.
  O gün kargoyla gelen kitaba dokunduğumda gözlerim doldu. Bir şekilde o diğer hesapta gördüğüm ölüm ilânının doğru olduğunu hissetmekteydim. Eğer bir şey yapmazsam Tülin beş gün sonra geçireceği bir trafik kazasında ölecekti. Acaba kız neredeydi şu anda? İstanbul’da mıydı? Nerede kalıyordu? Ayla’yla belki. Pek sanmıyordum. Ayla’nın evinde üç tane kedisi vardı. Tülin kedi kılına karşı alerjikti. Gidip orada kalması ihtimal dışıydı. Salih ve Hamdi aileleriyle birlikte oturmaktaydı. Hamdi kızın uzaktan akrabasıydı, ama onunla kalması da mümkün değildi. Tülin büyük bir ihtimalle ailesinin yanına gitmişti. Havalar güzeldi. Ne okul, ne de iş zorunluluğu vardı. Birikmiş parasının olması da cabasıydı. Denize girer ve bol bol ilişkimizin geleceğini düşünürdü.
  Çağımız iletişim çağı. Sosyal medya bir devrim. Çevrimiçi olmak aşkın mertebe. Buna rağmen 14 Eylül günü kıza ulaşmayı hâlâ başaramamıştım. Ona yolladığım maillerim geri gelmişti. Facebook’taki arkadaşlarım arasında da değildi artık. Bir şeye bozulup aylar öncesinden silmişti kendini. Böylece o kanal da kullanım dışıydı. Hamdi ve Salih’in telefonlarını bile denedim çaresizlikten. Hamdi açmadı. Salih kızın nerede olduğunu bilmiyordu. Geriye Ayla kalmıştı. Telefon etmek yerine kızın kaldığı eve gittim. Çünkü kızla Tülin’in yaşgünü partisinde uyduruk bir nedenden tartışmıştık. Telefonu suratıma kapatabilirdi yani. Ayrıca ‘Gelecekteki bir facebook hesabıma baktım.’ diye başlayan bir cümlenin bir sonuç alması ise hiç mümkün değildi. Bu işi yüz yüze halletmek en iyisiydi.
  Ayla içimizde en yaşlı olandı. Üç dört ay önce yirmi sekize basmıştı. Bekardı. Erkek arkadaşı yoktu. Bir firmada lojistik işinde çalışıyordu. Konusu açıldığında ‘İşim başımdan aşkın’ derdi hep. Bu doğruydu. Evine geldiğinde saat gecenin on birine gelmekteydi. Arabada iki saate yakın beklemiştim. Apartman kapısını açarken bir koşuda yanına gittim. Beni koşarak geliyor görünce önce tanımadı. Korkmuştu. Tanıyınca bunu acilen ödetecek bir ruh haline büründü. Tülin’in yeni telefon numarası vardı, ama bana veremezdi maalesef. Kızın izni olmadan yani. Bilmiyorum neden ona 16 Eylüldeki muhtemel kazadan söz etmedim. Oysa her saniye dilimin ucundaydı. İnanmayacak ve her şey daha kötü olacak sezgim çok güçlenmişti. Kızla görüşebilmek için başka bir mazeret uydurdum. Bir iş başvurusu yapmıştı. Oradan görüşme teklifi geldi. Bunu haber verecektim dedim. Ne yazık ki, mektup yanımda değildi. 
  Ayla yüzüme kızı görebilmek uğruna böylesine mesnetsiz bir yalan savurduğum için acıyarak baktı. Yakın arkadaşı önemli bir iş başvurusu yapsa mutlaka bileceğini düşünüyordu haklı olarak. İnce uzun boylu, biraz iri çeneli, uzun çehreli, hoş parlak gözlerine rağmen kaknemce bir genç kadındı. Eylül sıcağında giydiği kalınca pardesüyle daha da uzun durmaktaydı. Saçları ıslak elli bir basketbolcu tarafından tepesine yapıştırılmış gibi durmaktaydı. Benim kıvrımları onunkilerle taban tabana zıt olan kadınları çizip durduğumu biliyordu. Kıvrımları bayağı hoş olan sevgilimden ayrılmış olmamdan bu nedenle de biraz zevk alıyordu sanki.  
  Onunla partideki sudan tartışmamızı hatırladım. Ben Ayla’nın ‘Kadınlar Venüs’ten, erkekler Mars’tan özdeyiş nakline, ‘Bazı kadınlar da Uranus’tandır. Soğuk ve donuk. Ayrıca Venüs atmosferinde acaip bir basınç var. Makyaj dağıtır valla.’ diye taş koymasaydım belki o anda daha iyimser bir ortamda konuşurduk. Bilmiyorum. Emin değilim. Daha yirmi beş yaşındayım ve kadınları iyi tanımıyorum. Ayla’dan da bir iş çıkmadı sonuçta.
  Böylece 16 eylül gününün ilk saatine vardım. Evde oturmuş kukumav kuşu gibi düşünmekteydim. İki şey yapabilirdim.
  1 – Bütün bunlar bilgisayardan iyi anlayan, beni de tanıyan birilerinin çok boktan bir oyunuydu. Kaza maza olacağı yoktu. Sırf bana bu altı gün içinde cehennem azabı yaşatmak için ayarlanmış sofistike bir şakaydı. O halde şimdi gönül huzuru ile yatabilir, 10 Eylül gününün Tülin’in hayatına dokunmadan geçip gitmesini bekleyebilir ve kendime mükellef bir yemek ziyafeti çekerek kutlayabilirdim.
  2 – Sezgilerim birinci olasılığa hiç şans tanımamaktaydı. Eğer müdahale etmezsem kız bugün ölecekti. Az önce tuvalette ıkınırken aklıma gelen fikrin lambası da 1000 watlık bir ışımaya sahipti. Eğer geleceği gösteren bir facebook hesabı varsa, bu sağ duyuya ne kadar aykırı olursa olsun olağanüstü başka işlevlere de sahip olmalıydı. Aklıma gelen şeyi test etmemem mümkün değildi yani.
  Gelecekten haber veren hesabım ilk gördüğüm haliyle durmaktaydı. Hiçbir şey eklenmemiş ve çıkarılmamıştı. Aklıma gelen fikir birkaç soru işaretine basarak gelmişti. Eğer kız 16 eylül günü bir kazada ölmüş ve gömülmüşse. Üç yakın arkadaşı niye o haberin altına taziye notu yazmamıştı? İşin içinde ölüm olunca benden gıcık kapmaları bir engel olabilir miydi? Ayrıca Salih’le aramız iyiydi. Ayla’nın da benden nefret ettiğini sanmıyordum. Hamdi’yle Tülin’i elde etmek için dürüstçe yarışmıştık. Aramızdaki husumet bundan ibaretti.
  İkinci soru daha kritikti. ‘Taziye mesajı yazmamalarının sebebi acaba bunu yazacak durumda olmamalarıyla izah edilebilir mi?’ Tabii bu hesap onların farkındalıklarına  kapalı da olabilirdi. Bu hâl ikinci soruyu anlamsız kılardı. Üçüncü soru ise aslında aklıma ilk gelendi. ‘Buradan onlara bir mesaj yollasam acaba ellerine varır mıydı?’Eğer özel bir kapalılık söz konusu değilse neden olmasındı.
  Bilgisayarın başına oturdum ve Tülin’e ne yazmam gerektiğini düşündüm. Eğer kelimeleri iyi seçmezsem, tek şansımı heba edebilirdim.
Tülin Merhaba,
Seni çok hayati bir şey için arıyorum. İlişkimiz hakkında tek kelime etmeyeceğim. Ne olur beni hemen ara. Duyunca çok şaşıracaksın.
Dilaver.
  Nefesimi tutarak arkadaş listemde duran Tülin Tan isminin üzerinde farenin sol yanını tuşladım. Aylar kadar uzun gelen saniyeler aktı. Bir an olmayacak sandım ve sonra Tülin Tan’ın hesabına girdim. Heyecandan kalbim yerinden fırlayıp döşemenin üzerinde break dansı yapacakmış gibiydi. Kızın hesabı tarih ve diğer ayrıntılar açısından normal görünmekteydi. Son bildirisi 3 Eylül tarihliydi. Bir ay sonra verilecek olan Ajda Pekkan konserine gideceğini bildirmişti. Beş kişi yorum yazmış, yirmi bir kişi de beğenmişti. Kızın bu bildiriyi yazdığı anı çok iyi hatırlıyordum. İki bavul, üç çöp torbası ve iki çanta doldurarak evi terketmesine neden olan tartışmanın başlamasına dakikalar vardı.
  Notumu kızın mesaj kutusuna yazıp yolladım. Beklemek çok ağrılıydı. Bu mesaj belki Hiçbiryeristan’a gitmişti. Sanal âlemler arası boşlukta 0 ve 1 kümesi. Dakikalarca bekledikten sonra çizim masama gidip işime koyuldum. En iyi zaman geçirme aracım buydu. Zamanı işe çeviriyor, karşılığında para, nam ve can sıkıntısız hayat epritme brövesi ediniyordum. 
  Bir kapak çizimiyle yarım saat kadar uğraştım. Bilgisayardan gelen bir ‘Blip’ sesi üzerine hemen o tarafa yöneldim. Facebook hesabında bir sohbet penceresi açılmıştı.
  Ne istiyorsun?
  Nerdesin?
  Seni ilgilendirmez. Ne istediğini söyle.
  Tülin benim iki yıllık sevgilimdi. Onu çok iyi tanıyordum. Eğer her şeyi olduğu gibi anlatsaydım hattı hemen keserdi. Bilimkurgu ve fantastik kitapların kapaklarını resimleyen biriydim ben. Taktik yapmalıydım.
  Bir rüya gördüm.
 Kız rüyalara inanırdı. Pek belli etmezdi, ama batıl itikatları çok güçlüydü. Dindar bir yanı vardı. Kadere inanırdı. Ona kaderi muallak tarafından, yani bizim irademizle şekil verebileceğimiz yönden yaklaşmalıydım.
  Eeee?
  O rüyaya göre bugün öleceksin Tülin. Bir araba kazasında.
  Ne diyorsun sen ya?
  Ne dediğimi duydun. Bugün geçireceğin bir araba kazasında öleceksin.
  Sarhoş musun?
Masanın üzerindeki boş bira şişesine baktım. Bir tane içmiştim.
  Hayır.
  Hepsi bu mu diyeceğinin?
İçimden geçen hiçbir şeyi yazmadım. Yalvarmadım. Lafı uzatmadım. İçimdeki güdüme uygun sözcükleri yazdım.
  Evet. Açıkça gördüm. Bugündü. Gerisi senin bileceğin iş.
  Hiç istemediğim halde hattı kestim. Şartlar elverse kızla saatlerce çet yapardım. Bu ters etki yapardı. Çok kısa konuşmayı başararak inşallah içinde bir şüphe uyandırmıştım. Yapabileceğim başka bir şey yoktu. Bilgisayarı kapattım ve rahat koltuğuma kurularak müzik dinlemeye başladım. Kızla çet yapabilmek içimi acaip rahatlatmıştı.
  Kapının zili içinde gezdiğim rüya ortamını kırıştırdı ve gözlerimin açılmasına neden oldu. Yine giysili olarak koltukta sızmıştım. Duvar saatine göre saat beşi iki geçmekteydi. Sabahın köründe uykuya dalmış ve bu kadar uzun uyumuştum. Yerimden doğruldum. Kaslarım tutuktu. Terliklerimi aramadım. Çoraplarla yürüdüm. Çok çişim gelmişti, ama biraz sabredecektim çaresiz. Birisi alacaklı gibi kapıyı çalmaktaydı. Holde yürürken dirilen bilincim kapının ardında kötü bir haberin durduğunu söyleyince içim titredi. Midem buz gibi olmuştu.
  Daire kapısını açınca karşımda Tülin’i buldum. Kızın gözleri şişti. Ağlamaklıydı. Dudakları titriyordu. Bu hali yüzünden sevincim siyah bir şalla örtülüvermişti birden.
  “Ne oldu Tülin?”
  “Kazada öldüler.”
  “Kim?”
  “Ayla, Hamdi ve Salih. Arabayla... Hamdi sürüyormuş. İnanılmaz bir şey. Haberlerde de verilmiş. Ben az önce duydum. Salih’in abisi... Ve buraya geldim.”
  Sonra bana sarıldı. İçinde seyrettiğim şoka rağmen sevincim harlıydı. Tülin sağdı ve galiba onu ben kurtarmıştım. Az sonra ayrıntıları duyunca yepyeni şok mertebeleri deneyimledim. Salih bana yalan söylemişti. Tülin’in yerini biliyordu. Ayla da. Dün, 15 Eylül Cumartesi günü öğle üzeri hep birlikte Hamdi’nin babasının arabasıyla Salihlerin Şile’deki yazlık evine gitmişler. Bugün öğlene doğru yola çıkacakları sırada gece Tülin ile Ayla arasında yapılan tartışma alevlenince kız bunu bahane ederek onlarla gitmemiş ve geri dönüş için otobüse binmişti. Arabayla gidenlerin üçü de morgdaydı şu anda. Kırmızıda geçen kum yüklü bir kamyonun kurbanı olmuşlardı.
  Tülin’in arabaya esas binmeme nedeni gece gördüğü rüyaydı. Rüyasında benle Facebook üzerinden çet yaptığını görmüş ve ona verdiğim mesajdan etkilenerek arabaya binmemişti. Kız bunun için bana ayrıca müteşekkirdi, ama olanları rüyayla sınırlı sanmaktaydı.
  Tülin tuvalete gittiğinde yıldırım hızıyla bilgisayarımda o gelecek parfümlü facebook hesabına girmek istedim. Başaramadım. Google’da kaydı da yoktu. O gizemli kapı kapanmıştı belli ki. Böylesi daha iyiydi. Kız olanlara ancak benim gibi olayın ilanını gerçekleşeceği tarihten önce görebilseydi inanırdı. Yoksa o ölüm ilanını falan benim yoz bir şakam zannederek alınabilirdi. Bu bizi ebediyen ayırabilirdi üstelik. Tülin kutsal bir güç tarafından benim suretimde kayırıldığını düşünmekteydi. Durum pekâlâ bu şekilde özetlenebilirdi zaten. Böylelikle üç arkadaşını uyarmadığım için suçlanmam da söz konusu olmayacaktı.
  O anda ve sonra çok düşündüm. Ayla’yı ve diğerlerini kurtarabilir miydim diye. Mümkün değildi. İttifakla Tülin’i benden uzak tutmuşlardı. Bir araya gelebilseydik belki işin bu tarafını da akıl ederdik birlikte. O garip facebook hesabında Ayla, Salih ve Hamdi’nin öldüğüne değin açık bir delil mevcut değildi. Yoksa mutlaka söylerdim. Alay etmeleri umurumda bile olmazdı. Bana bu konuyu açmam için fırsat tanımadılar. Vicdanım rahat yani.
  Ertesi gün Tülin bana taşındı. Mali durumları biraz garantiye alır almaz evlenme kararı aldık. Kıza o facebook hesabından hiç söz etmedim. Belki ellinci evlilik yıldönümümüzde artık. Bu arada mevcut facebook hesabımı da iptal ettim. Geleceğe tek bir kez bakışın bile üzerimde yarattığı basınç müthiş olmuştu. Buna benzer şeyleri yaşamak istemiyordum artık. Böylece yüz kitabımı 16 Eylül Pazar günü tarihe gömdüm. Sigarayı bırakmak gibi bir şeydi. Aradan aylar geçtikten sonra bir daha canım hiç çekmedi.
                                                                                                         Amsterdam, Eylül 2012


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder