Bir gün Google’da kendi adımın peşinden olta
atarken raslantıyla Facebook’da bir adaşımın olduğunu keşfedince çok şaşırdım.
Hemen kontrol ettim. Doğruydu. Z’si de dahil benim adımda biri vardı. Hesap
yeniydi. Dört arkadaşa sahipti. Dışarıya açık penceresindeki bilgiler
benimkilerle ciddi ölçüde örtüşmekteydi.
İstanbul’da
yaşıyor.
Yıldız
Teknik’de okudu.
İmge
fabrikatörü. Evinde çalışıyor.
Tülin
Tan ile ilişkisi var.
Ortak
arkadaşlar 4 adet. Tülin Tan, Hamdi Barış, Salih Kurt ve Ayla Fidancı.
Fotoğraf
1 adet.
Fotoğraf yerine son yaptığım
illüstrasyonlardan biri olan Sırıtan Siyam adlı renkli çizimim kullanılmıştı.
Önce Tülin’in şakası sandım haliyle. Kızla
bir hafta önce icra ettiğimiz son tartışmanın ardından ayrılmaya karar
vermiştik. Ayrılırken beni bir daha görmemek konusunda çok ciddi gibi
görünmekteydi. Bunu giderken yanında götürdüğü bavul ve torbalardan çok
ağlamamasından anladım. Ağlamalı ayrılmalarımız birkaç gün, en fazla bir hafta
sürerdi. Bu nedenle kızın böyle bir şaka yapacağını ve kendini benle ilişkisi
var şeklinde belirteceğini hiç sanmıyordum. Salih Kurt ve Ayla Fidancı zaten
normal hesabımda arkadaşımdı. Hamdi Barış’ın mevcudiyeti ise ancak beni gıcık
etmek için olabilirdi. Kız Hamdi’ye hangi nedenle kıl olduğumu iyi biliyordu.
İçin için benle ilişkisini devam ettirmek isteyen biri böyle bir tahriğe
kalkışmazdı.
Tülin’i çok sevmekteydim. Kızın da öyle
olduğunu düşünüyorum. Bana kızgınlığı nefret şeklinde değil, bıkkınlık şeklinde
tezahür etmişti. Benim gece gündüz çizim masama yapışık olarak yaşamamdan
sıkılmıştı. O birlikte sık sık dışarı çıkmamızı, evde eş dost ağırlamamızı ve
sabahlara kadar sohbet etmemizi istiyordu. Bense ekmek parası peşinde bir işten
diğerine koşuşturup durmaktaydım. Tepemde sürekli olarak teslim tarihi denen
kılıçlar asılıydı. Durumu biraz değiştirsem ilişkimiz kaldığımız yerden devam
edebilirdi. Mesele buydu. Kızın benim için özel bir hesap açmasının bir esprisi
yoktu yani.
Her şey böyle kalsa sorun yoktu. Meseleyi
salakça bir şaka gibi görür defteri kapatırdım, ama bir gece elimdeki işimi
bitirmiş ve teslim etmiş olmanın keyfiyle gelen maillerimi kontrol ederken öbür
Dilaver’in benim arkadaşlık teklifimi kabul ettiğini bildiren e-postayı gördüm.
Sinirlerim tepeme çıkmıştı, ama meraktan da gebermekteydim. Bu bana yönelmiş
bir oyundu artık. Şaka kısmını geçmiştik.
İkinci Dilaver beyin hesabını ziyaret etmemem
mümkün değildi. Bunu yaptım ve çarpıldım.
En üstteki haber 10 Eylül Salı tarihliydi.
Uzun zamandır beklenen çocuk kitabı Ejderha
Nefesi kitapçılarda.
Bu haberin altında yaptığım kapak resmini
görmek bir şoktu. Çünkü bu öğle üzeri yayıncıyla konuştuğumuzda kitabın
basıldığını ve bana kargoyla üç adet yolladığını söylemişti. Henüz almadığım
bir kitabın duyurusunu nasıl yapabilirdim? Bunu kim yapabilirdi? Matbaadan bir
kitabı aşıran ve benim yerime facebook’tan ilan eden şakacı birini hayal
edemiyordum. Ayrıca tarihi nasıl ayarlayabiliyordu? Şu anda saatler sonrasında
gerçekleşecek bir bildiriye bakmaktaydım.
Ayrıntıların zihin çökertici virajlarını daha
sonra keşfedecektim. Hemen alttaki kayıt manyakça bir çöküştü benim için. İlk izlenimim derin bir şoktu. Şokun neden
olduğu öfke yelpazesi ve hemen arkada duran yıvışık ve soğuk bir korku perdesi.
Nedense korkum daha önplandaydı. Bu okuduğum şeyleri şaka etiketinden
sıyırmaktaydı. Yani bu tür bir şakayı yapabilecek birini tanımıyordum. Üst
düzey bir ataktı. Korku basamaklarını hızla tırmandıran bir buluştu.
Canım Sevgilim Tülin’in Hatırasına.
Bu yazının altında Tülin’in beş altı hafta
önceki 22. yaş günü için yaptığım kara kalem portresi vardı. Kız bunu çok
beğenmiş ve çerçeveleterek oturma odamıza asmıştı. Kızla ayrılmadan önce sekiz
aydır sürekli olarak beraber kalmaktaydık. Evlenme planları içersindeydik.
Konuya geleyim, şakayı yapanın şu anda hâlâ yerinde asılı olan bu çizimi ele
geçirmeden facebook hesabında kullanması mümkün değildi. Dijital bir kopya ben
de bile mevcut değildi.
Bir alttaki haber tek kelimeyle korkunç bir
darbeydi. Tülin’in aylar önce benim çektiğim portresinin altında şu yazı
vardı.
Üç
gün önce araba kazasında kaybettiğim biricik sevgilim Tülin’imi bugün toprağa
verdik. Hatırası hep benle birlikte olacak. Bugün beni yalnız bırakmayan bütün
eşe dosta ve arkadaşlarıma teşekkürlerimi iletiyorum.
Son günlerde çok yoğun çalıştığım için
facebook’la ilgilenememiştim. Tülin’in
ölüm ilanı tarihi 19 Eylül çarşamba günüydü. Hem cep telefonum, hem de
bilgisayarım o anda saatin 00.29, tarihin de
10 Eylül Pazartesi olduğu konusunda hemfikirdi. Bu hesapça kız 6 gün
sonra, yani 16 Eylül Pazar günü geçirdiği kazada ölmüş ve 19 Eylül Çarşamba
günü gömülmüş oluyordu. Sapığın teki uyduruk bir geleceği buraya monte etmişti.
Elinde oturma odasındaki kara kalem çizim, şu anda kargoda olan kitap vardı. En
manyakça olan nokta aslında bu ayrıntılardı. Gerçeküstü tokat ayrıntılarda
gizliydi yani.
Bu haberime hiç yorum yapılmamıştı. O
hesaptaki yegane arkadaşlarım Hamdi Barış, Salih Kurt ve Ayla Fidan niye bir
reaksiyon vermemişlerdi acaba?
O gece sabah beşe kadar gözüme uyku girmedi.
Nette gezinerek bir ipucu aradım. Google ve diğer arama motorları kazadan
bihaberdi. Bunları kontrol etmem saçmaydı haliyle. Çünkü o habere göre daha
gerçekleşmesine altı gün vardı. Yine de bunu yapmadan duramadım. Sanki daha
dünyada mevcut olmayan bir şeyi keşfedecektim. Google Nearby Future. Yakın gelecekten haber veren bir arama motoru
amma cümbüş yaratırdı ha. Yalan yanlış haberlerin bolluğu nedeniyle dünyanın
çivisi bir anda çıkıverirdi.
Sonra Ardından elimde bloknot rahat koltuğuma
oturdum ve ‘Ne yapabilirim’i yazarak düşünmeye başladım. Ucu iyi açılmış bir
kurşunkalem kadar kafamı hızlı çalıştıran bir şey mevcut değildir. Beynim
yorulup kepenkleri indirince koltukta sızdım kaldım. Birbirine tuhaf alaka
köprüleriyle bağlı bir sürü rüyanın ardından sabah onu on üç geçe uyandığımda
kafamda tek bir fikir vardı. ‘Kızı bu durumdan haberdar et’
Bu sandığım kadar kolay olmayacaktı. Tülin o
sırada üniversitede okuduğu bölümde ders almıyordu. Tek sınavı kalmıştı. Onu
verirse sayısının on binleri geçtiğini tahmin ettiğim işsiz işletmecilerden
biri olacaktı. Bir ara ek gelir için çalıştığı muhasebe bürosundan da ayrılmıştı.
Ailesi İstanbul’da değil Ege’nin küçük bir sahil kasabasında yaşıyordu.
İlişkilerimizi tasvip etmedikleri için aram onlarla limoniydi. Kız
ayrıldığımızın ertesi günü telefon numarasını değiştirmiş olmalıydı. Eski
numarası her aramamda ‘Bu numara kullanım dışı’ sinyali vermişti. Geriye ortak
tanıdıklarımız kalıyordu ki, bunların neredeyse tamamı yeni facebook
hesabımdaki arkadaşlarımdı. Benim kendi arkadaş çevrem doğal olarak yazar,
çizer tayfasından oluşmaydı. Onların içinde Tülin’in nerede olabileceğini bilen
biri bulmam mümkün değildi.
O gün kargoyla gelen kitaba dokunduğumda
gözlerim doldu. Bir şekilde o diğer hesapta gördüğüm ölüm ilânının doğru
olduğunu hissetmekteydim. Eğer bir şey yapmazsam Tülin beş gün sonra geçireceği
bir trafik kazasında ölecekti. Acaba kız neredeydi şu anda? İstanbul’da mıydı?
Nerede kalıyordu? Ayla’yla belki. Pek sanmıyordum. Ayla’nın evinde üç tane
kedisi vardı. Tülin kedi kılına karşı alerjikti. Gidip orada kalması ihtimal
dışıydı. Salih ve Hamdi aileleriyle birlikte oturmaktaydı. Hamdi kızın uzaktan
akrabasıydı, ama onunla kalması da mümkün değildi. Tülin büyük bir ihtimalle
ailesinin yanına gitmişti. Havalar güzeldi. Ne okul, ne de iş zorunluluğu
vardı. Birikmiş parasının olması da cabasıydı. Denize girer ve bol bol
ilişkimizin geleceğini düşünürdü.
Çağımız iletişim çağı. Sosyal medya bir
devrim. Çevrimiçi olmak aşkın mertebe. Buna rağmen 14 Eylül günü kıza ulaşmayı
hâlâ başaramamıştım. Ona yolladığım maillerim geri gelmişti. Facebook’taki
arkadaşlarım arasında da değildi artık. Bir şeye bozulup aylar öncesinden
silmişti kendini. Böylece o kanal da kullanım dışıydı. Hamdi ve Salih’in
telefonlarını bile denedim çaresizlikten. Hamdi açmadı. Salih kızın nerede
olduğunu bilmiyordu. Geriye Ayla kalmıştı. Telefon etmek yerine kızın kaldığı
eve gittim. Çünkü kızla Tülin’in yaşgünü partisinde uyduruk bir nedenden
tartışmıştık. Telefonu suratıma kapatabilirdi yani. Ayrıca ‘Gelecekteki bir
facebook hesabıma baktım.’ diye başlayan bir cümlenin bir sonuç alması ise hiç
mümkün değildi. Bu işi yüz yüze halletmek en iyisiydi.
Ayla içimizde en yaşlı olandı. Üç dört ay
önce yirmi sekize basmıştı. Bekardı. Erkek arkadaşı yoktu. Bir firmada lojistik
işinde çalışıyordu. Konusu açıldığında ‘İşim başımdan aşkın’ derdi hep. Bu
doğruydu. Evine geldiğinde saat gecenin on birine gelmekteydi. Arabada iki
saate yakın beklemiştim. Apartman kapısını açarken bir koşuda yanına gittim.
Beni koşarak geliyor görünce önce tanımadı. Korkmuştu. Tanıyınca bunu acilen
ödetecek bir ruh haline büründü. Tülin’in yeni telefon numarası vardı, ama bana
veremezdi maalesef. Kızın izni olmadan yani. Bilmiyorum neden ona 16 Eylüldeki
muhtemel kazadan söz etmedim. Oysa her saniye dilimin ucundaydı. İnanmayacak ve
her şey daha kötü olacak sezgim çok güçlenmişti. Kızla görüşebilmek için başka
bir mazeret uydurdum. Bir iş başvurusu yapmıştı. Oradan görüşme teklifi geldi.
Bunu haber verecektim dedim. Ne yazık ki, mektup yanımda değildi.
Ayla yüzüme kızı görebilmek uğruna böylesine
mesnetsiz bir yalan savurduğum için acıyarak baktı. Yakın arkadaşı önemli bir
iş başvurusu yapsa mutlaka bileceğini düşünüyordu haklı olarak. İnce uzun
boylu, biraz iri çeneli, uzun çehreli, hoş parlak gözlerine rağmen kaknemce bir
genç kadındı. Eylül sıcağında giydiği kalınca pardesüyle daha da uzun
durmaktaydı. Saçları ıslak elli bir basketbolcu tarafından tepesine
yapıştırılmış gibi durmaktaydı. Benim kıvrımları onunkilerle taban tabana zıt
olan kadınları çizip durduğumu biliyordu. Kıvrımları bayağı hoş olan
sevgilimden ayrılmış olmamdan bu nedenle de biraz zevk alıyordu sanki.
Onunla partideki sudan tartışmamızı
hatırladım. Ben Ayla’nın ‘Kadınlar Venüs’ten, erkekler Mars’tan özdeyiş
nakline, ‘Bazı kadınlar da Uranus’tandır. Soğuk ve donuk. Ayrıca Venüs
atmosferinde acaip bir basınç var. Makyaj dağıtır valla.’ diye taş koymasaydım
belki o anda daha iyimser bir ortamda konuşurduk. Bilmiyorum. Emin değilim.
Daha yirmi beş yaşındayım ve kadınları iyi tanımıyorum. Ayla’dan da bir iş
çıkmadı sonuçta.
Böylece 16 eylül gününün ilk saatine vardım.
Evde oturmuş kukumav kuşu gibi düşünmekteydim. İki şey yapabilirdim.
1 – Bütün bunlar bilgisayardan iyi anlayan,
beni de tanıyan birilerinin çok boktan bir oyunuydu. Kaza maza olacağı yoktu.
Sırf bana bu altı gün içinde cehennem azabı yaşatmak için ayarlanmış sofistike
bir şakaydı. O halde şimdi gönül huzuru ile yatabilir, 10 Eylül gününün
Tülin’in hayatına dokunmadan geçip gitmesini bekleyebilir ve kendime mükellef
bir yemek ziyafeti çekerek kutlayabilirdim.
2 – Sezgilerim birinci olasılığa hiç şans
tanımamaktaydı. Eğer müdahale etmezsem kız bugün ölecekti. Az önce tuvalette
ıkınırken aklıma gelen fikrin lambası da 1000 watlık bir ışımaya sahipti. Eğer
geleceği gösteren bir facebook hesabı varsa, bu sağ duyuya ne kadar aykırı
olursa olsun olağanüstü başka işlevlere de sahip olmalıydı. Aklıma gelen şeyi
test etmemem mümkün değildi yani.
Gelecekten haber veren hesabım ilk gördüğüm
haliyle durmaktaydı. Hiçbir şey eklenmemiş ve çıkarılmamıştı. Aklıma gelen
fikir birkaç soru işaretine basarak gelmişti. Eğer kız 16 eylül günü bir kazada
ölmüş ve gömülmüşse. Üç yakın arkadaşı niye o haberin altına taziye notu
yazmamıştı? İşin içinde ölüm olunca benden gıcık kapmaları bir engel olabilir
miydi? Ayrıca Salih’le aramız iyiydi. Ayla’nın da benden nefret ettiğini
sanmıyordum. Hamdi’yle Tülin’i elde etmek için dürüstçe yarışmıştık. Aramızdaki
husumet bundan ibaretti.
İkinci soru daha kritikti. ‘Taziye mesajı
yazmamalarının sebebi acaba bunu yazacak durumda olmamalarıyla izah edilebilir
mi?’ Tabii bu hesap onların farkındalıklarına
kapalı da olabilirdi. Bu hâl ikinci soruyu anlamsız kılardı. Üçüncü soru
ise aslında aklıma ilk gelendi. ‘Buradan onlara bir mesaj yollasam acaba
ellerine varır mıydı?’Eğer özel bir kapalılık söz konusu değilse neden
olmasındı.
Bilgisayarın başına oturdum ve Tülin’e ne
yazmam gerektiğini düşündüm. Eğer kelimeleri iyi seçmezsem, tek şansımı heba
edebilirdim.
Tülin
Merhaba,
Seni
çok hayati bir şey için arıyorum. İlişkimiz hakkında tek kelime etmeyeceğim. Ne
olur beni hemen ara. Duyunca çok şaşıracaksın.
Dilaver.
Nefesimi tutarak arkadaş listemde duran Tülin
Tan isminin üzerinde farenin sol yanını tuşladım. Aylar kadar uzun gelen
saniyeler aktı. Bir an olmayacak sandım ve sonra Tülin Tan’ın hesabına girdim.
Heyecandan kalbim yerinden fırlayıp döşemenin üzerinde break dansı yapacakmış
gibiydi. Kızın hesabı tarih ve diğer ayrıntılar açısından normal görünmekteydi.
Son bildirisi 3 Eylül tarihliydi. Bir ay sonra verilecek olan Ajda Pekkan
konserine gideceğini bildirmişti. Beş kişi yorum yazmış, yirmi bir kişi de
beğenmişti. Kızın bu bildiriyi yazdığı anı çok iyi hatırlıyordum. İki bavul, üç
çöp torbası ve iki çanta doldurarak evi terketmesine neden olan tartışmanın
başlamasına dakikalar vardı.
Notumu kızın mesaj kutusuna yazıp yolladım.
Beklemek çok ağrılıydı. Bu mesaj belki Hiçbiryeristan’a gitmişti. Sanal âlemler
arası boşlukta 0 ve 1 kümesi. Dakikalarca bekledikten sonra çizim masama gidip
işime koyuldum. En iyi zaman geçirme aracım buydu. Zamanı işe çeviriyor,
karşılığında para, nam ve can sıkıntısız hayat epritme brövesi
ediniyordum.
Bir kapak çizimiyle yarım saat kadar
uğraştım. Bilgisayardan gelen bir ‘Blip’ sesi üzerine hemen o tarafa yöneldim.
Facebook hesabında bir sohbet penceresi açılmıştı.
Ne istiyorsun?
Nerdesin?
Seni ilgilendirmez. Ne istediğini söyle.
Tülin benim iki yıllık sevgilimdi. Onu çok
iyi tanıyordum. Eğer her şeyi olduğu gibi anlatsaydım hattı hemen keserdi.
Bilimkurgu ve fantastik kitapların kapaklarını resimleyen biriydim ben. Taktik
yapmalıydım.
Bir rüya gördüm.
Kız rüyalara inanırdı. Pek belli etmezdi, ama
batıl itikatları çok güçlüydü. Dindar bir yanı vardı. Kadere inanırdı. Ona
kaderi muallak tarafından, yani bizim irademizle şekil verebileceğimiz yönden
yaklaşmalıydım.
Eeee?
O rüyaya göre bugün öleceksin Tülin. Bir
araba kazasında.
Ne diyorsun sen ya?
Ne dediğimi duydun. Bugün geçireceğin bir
araba kazasında öleceksin.
Sarhoş musun?
Masanın üzerindeki boş
bira şişesine baktım. Bir tane içmiştim.
Hayır.
Hepsi bu mu diyeceğinin?
İçimden geçen hiçbir
şeyi yazmadım. Yalvarmadım. Lafı uzatmadım. İçimdeki güdüme uygun sözcükleri
yazdım.
Evet. Açıkça gördüm. Bugündü. Gerisi senin
bileceğin iş.
Hiç istemediğim halde hattı kestim. Şartlar
elverse kızla saatlerce çet yapardım. Bu ters etki yapardı. Çok kısa konuşmayı
başararak inşallah içinde bir şüphe uyandırmıştım. Yapabileceğim başka bir şey
yoktu. Bilgisayarı kapattım ve rahat koltuğuma kurularak müzik dinlemeye
başladım. Kızla çet yapabilmek içimi acaip rahatlatmıştı.
Kapının zili içinde gezdiğim rüya ortamını
kırıştırdı ve gözlerimin açılmasına neden oldu. Yine giysili olarak koltukta
sızmıştım. Duvar saatine göre saat beşi iki geçmekteydi. Sabahın köründe uykuya
dalmış ve bu kadar uzun uyumuştum. Yerimden doğruldum. Kaslarım tutuktu.
Terliklerimi aramadım. Çoraplarla yürüdüm. Çok çişim gelmişti, ama biraz
sabredecektim çaresiz. Birisi alacaklı gibi kapıyı çalmaktaydı. Holde yürürken
dirilen bilincim kapının ardında kötü bir haberin durduğunu söyleyince içim titredi.
Midem buz gibi olmuştu.
Daire kapısını açınca karşımda Tülin’i
buldum. Kızın gözleri şişti. Ağlamaklıydı. Dudakları titriyordu. Bu hali
yüzünden sevincim siyah bir şalla örtülüvermişti birden.
“Ne oldu Tülin?”
“Kazada öldüler.”
“Kim?”
“Ayla, Hamdi ve Salih. Arabayla... Hamdi
sürüyormuş. İnanılmaz bir şey. Haberlerde de verilmiş. Ben az önce duydum.
Salih’in abisi... Ve buraya geldim.”
Sonra bana sarıldı. İçinde seyrettiğim şoka
rağmen sevincim harlıydı. Tülin sağdı ve galiba onu ben kurtarmıştım. Az sonra
ayrıntıları duyunca yepyeni şok mertebeleri deneyimledim. Salih bana yalan
söylemişti. Tülin’in yerini biliyordu. Ayla da. Dün, 15 Eylül Cumartesi günü
öğle üzeri hep birlikte Hamdi’nin babasının arabasıyla Salihlerin Şile’deki
yazlık evine gitmişler. Bugün öğlene doğru yola çıkacakları sırada gece Tülin
ile Ayla arasında yapılan tartışma alevlenince kız bunu bahane ederek onlarla
gitmemiş ve geri dönüş için otobüse binmişti. Arabayla gidenlerin üçü de
morgdaydı şu anda. Kırmızıda geçen kum yüklü bir kamyonun kurbanı olmuşlardı.
Tülin’in arabaya esas binmeme nedeni gece
gördüğü rüyaydı. Rüyasında benle Facebook üzerinden çet yaptığını görmüş ve ona
verdiğim mesajdan etkilenerek arabaya binmemişti. Kız bunun için bana ayrıca
müteşekkirdi, ama olanları rüyayla sınırlı sanmaktaydı.
Tülin tuvalete gittiğinde yıldırım hızıyla
bilgisayarımda o gelecek parfümlü facebook hesabına girmek istedim.
Başaramadım. Google’da kaydı da yoktu. O gizemli kapı kapanmıştı belli ki.
Böylesi daha iyiydi. Kız olanlara ancak benim gibi olayın ilanını
gerçekleşeceği tarihten önce görebilseydi inanırdı. Yoksa o ölüm ilanını falan
benim yoz bir şakam zannederek alınabilirdi. Bu bizi ebediyen ayırabilirdi
üstelik. Tülin kutsal bir güç tarafından benim suretimde kayırıldığını
düşünmekteydi. Durum pekâlâ bu şekilde özetlenebilirdi zaten. Böylelikle üç
arkadaşını uyarmadığım için suçlanmam da söz konusu olmayacaktı.
O anda ve sonra çok düşündüm. Ayla’yı ve
diğerlerini kurtarabilir miydim diye. Mümkün değildi. İttifakla Tülin’i benden
uzak tutmuşlardı. Bir araya gelebilseydik belki işin bu tarafını da akıl
ederdik birlikte. O garip facebook hesabında Ayla, Salih ve Hamdi’nin öldüğüne
değin açık bir delil mevcut değildi. Yoksa mutlaka söylerdim. Alay etmeleri
umurumda bile olmazdı. Bana bu konuyu açmam için fırsat tanımadılar. Vicdanım
rahat yani.
Ertesi gün Tülin bana taşındı. Mali durumları
biraz garantiye alır almaz evlenme kararı aldık. Kıza o facebook hesabından hiç
söz etmedim. Belki ellinci evlilik yıldönümümüzde artık. Bu arada mevcut
facebook hesabımı da iptal ettim. Geleceğe tek bir kez bakışın bile üzerimde
yarattığı basınç müthiş olmuştu. Buna benzer şeyleri yaşamak istemiyordum
artık. Böylece yüz kitabımı 16 Eylül Pazar günü tarihe gömdüm. Sigarayı bırakmak
gibi bir şeydi. Aradan aylar geçtikten sonra bir daha canım hiç çekmedi.
Amsterdam, Eylül 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder