7
Temmuz Çarşamba – Özgürlük Parkı
“Lisede numaram
499’du.”
Salih Keskin beyaz pamuklu elbise, beyaz
çorap ve beyaz ayakkabılar giymiş kumral kıza bezgince baktı. On üç, ondört
yaşında falan olmalıydı. Onlardan biriydi yine. Neyse ki, bugün 7 Temmuzdu.
Yarın bütün bunlar mazide kalacaktı inşallah.
“499 dedim.”
“Anladım.”
“Bana kızgın değilsin umarım.”
Salih önce az ileride spor yapan orta yaşlı
kimselere baktı. Sonra bakışlarını yeniden beyazlı kıza çevirdi. Simsiyah
gözlü, elma memeli hoş bir kızdı. Daha sabahın 10.32’siydi. Kız sabahın üçüncü
sırnaşığıydı. İlki altıyı birkaç dakika geçe uykusunun en tatlı yerindeyken
gelmişti. İkinci de abisiyle kahvaltı ederken. Evde kalsa durumu belli ederdi.
O nedenle sık sık bu parka gelir olmuştu. Burada tenha bir yerde oturup kediler
ve kargalarla konuşması göze batmamaktaydı.
“Değilim. Benim numaram başka.”
Kız şaşırmıştı. “499 değil misin yani?”
Salih içini çekti ve “Öyleyim de. Sınıf
numaram değil. İş başka.”
Kız meraklı bir yüz ifadesiyle gelip yanına
oturdu. Salih hafif ter ve ten kokusunu almaktaydı. Saçlarını yeşil sabunla
yıkamıştı. Anneannesi de öyle yapardı.
“Nasıl yani?”
Orta uzunluktaki saçları pırıl pırıldı. Teni
ve kiraz dudaklarının kırmızı rengi sıhhat ışıyordu. Kız normalde Salih’in çok
beğendiği tiplerdendi. Bu şekilde karşılaşmaları yazıktı.
”Adın ne senin?”
“Ayla. 14 yaşındayım. Sen?”
“Yaşıtız.”
Salih kızın uzattığı elini istemeden sıktı.
Biraz nemli, serin bir teni vardı. Şimdi iş çığrından çıkacaktı. Kızın gözleri
birden irileşti. Önce kaba etlerini
ondan uzaklaştırdı. Sonra ayağa kalktı.
“Sen...”
“Benim 499’um seninkinden farklı.”
“Aman tanrım inanılmaz bir şey. İlk kez
başıma geliyor.”
“Benim de. 14 Mayıstan bu yana daha doğrusu.”
Salih’in çok sakince ve bu tür şeylere
alışkın bir şekilde konuşması kızı etkilemişti, ama yüzü allak bullaktı hâlâ.
“Baştan biliyor muydun yani?”
Salih başını salladı ve avucuyla bankın
üstüne vurdu. Rahatlığı, onu olduğu gibi kabul etmesi kızı gevşetmişti, ama
hâlâ vahşi bir ceylan gibi tetikte duruyordu.
“Ne olmuş sana böyle?”
Her şey iki ay önce SBS sınavlarına
hazırlanırken başlamıştı. Evde özel ders alıyor, buna ek olarak da yakınlardaki
bir etüde gidiyordu. Robert Kolej için 500 üzerinden en az 498 puan almak
gerekmekteydi. İşi zordu yani. Ailece bu konular ele alınırken Nafize teyzesi hipnozla puan telkini yapıyorlar
muhabetini açmıştı. Bu gerçekti. Kendisi bile bunu yaptıran iki üç kişi
tanıyordu. Baştan beri muhalefet etmesi bir işe yaramamıştı. 497’yi geçebilmesi
için bu tür bir takviye almasında karar kılınmıştı. Tanıdık çevrelerinin
önerdiği bir profesöre gidilmiş ve ilk hipnoz seansı 14 Mayıs Cuma günü
14.00’de yapılmıştı. Başta doktor olmak üzere herkes çok iyi gitti diye
kutlamıştı kendisini. Adam ona kadar sayıcam demişti. Sona gelmeden Salih ipi
koparmıştı. Sonra gözlerini tekrar muayenehaneye açtığında aradan on sekiz
dakika geçmişti sadece. Hiçbir şey hatırlamıyordu. Yapılan işlem de basitti
zaten. ‘Sen bu yıl SBS sınavlarında 499 puan alabilirsin’ Telkin bundan
ibaretti. Seans sonrası kutlama niyetine pastahaneye gidilmişti. O gece bu kız
türü kimselerin ilkiyle karşılaşmıştı. Gece yarısı ikide. Yatak odasına gelen
yaşıtı bir kızdı. Üzerinde uzun bir tişört ve siyah pantolon vardı. Ayla gibi
çok sıhhatli ve gerçek gibi görünmekteydi. Uzun siyah saçlı, ince yapılıydı.
Adı Safinaz’dı. Halası eczacıydı. Kız 4,99 gram saf morfinle intihar etmişti. Üç ay
önce. Annesinin ve ablasının anlayışsızlığını protesto etmek için. Salih
sonradan çok düşünmüştü. Kızın gerçek halini kavradığında neden ortalığı ayağa
kaldırmamıştı? Kaç kez aklından geçirmesine rağmen Hipnoz-499 model
ziyaretçilerinden kimseye söz etmemişti. Evde başkaları varken yapılan
ziyaretlerde yüzünü bozmamayı çok çabuk öğrenmişti. Birkaç kez kendi kendine
konuşurken yakalanmıştı haliyle. Bunu çok ders çalışmanın verdiği strese
yorarak anlayışla karşılamışlardı.
Ayla anlattıklarını dinleyince üzerindeki
yabansı çekimserlik yokoldu. Gelip tekrar banka oturdu. Bu defa ilki kadar
yakınına sokulmamıştı yalnız.
“Niye 500 değil?”
“İlk akla gelen telkinin 500 puan için
yapılmasıydı, ama anneannem aşırı mükemmellik engel çıkarır dedi. Uğursuzluk
çekmesin diye 499 yaptılar.”
“Öyle olmasa karşılaşamayacaktık.”
“Safinaz da öyle dedi.”
Ayla’nın yüzündeki belli belirsiz kıskançlık
izlerini farketmek hoştu.
“Hipnoz seni bize açtı yani?”
“Öyle.”
“Peki niye ben senin hayatta denen durumda
olduğunu hemen farkedemedim?”
“Bunu diğerleriyle de konuştuk.” Dedi Salih.
“Sanırım hipnoz beni sizlere has bölgeye açarken aradaki farkı bir şekilde
hissedilmez hale getirdi. Safi... Diğerleri de aynı fikirde. Bize yatkınsın
diyorlardı.”
“Şu ana kadar böyle kaç kişiyi tanıdın?”
Salih düşündü. “15 - 20 kişi falan.” Dedi.
“Bazen bütün gün kimse gelmez. Bazen de gün boyunca dört beş ziyaretçim olur.
İyi ki okullar kapalı. Sınıfta yanıma gelseler ne yapardım bilmiyorum. Bazı
kimseleri tek bir kez gördüm. Bir amca vardı. Piyango biletine 50 000 lira
çıkmış. Son üç numarası 499’muş. Kayınbiraderi bileti ele geçirmek için onu
öldürmüş. Adını unuttum şimdi. O adamı tek bir kez gördüm mesela. Safinaz bir
ara haftada üç dört defa gelirdi. İki haftadır ortalarda yok. Dün ortalık
sakindi. Kimse yoktu. Bazen öyle oluyor. Bugün arife diye başım kalabalık. Sen
üçüncüsün. Daha öğlen olmadı.”
“Neden arife?”
“Yarın SBS sonuçları açıklanacak. Puanlar
belli olacak. Cevap anahtarı önceden yayınlanmıştı. Oradan da biliyorum,
neredeyse eminim 450 puanı geçemeyeceğim. Eve hiç bozuntuya vermedim haliyle.
Böylece hipnozun amacı hiçleşecek ve 499’larla ilişkim sona erecek.”
“Bunu çok mu istiyorsun?”
Salih ölü olup da bir şekilde ziyaretine
gelebilen, fiziki olarak dokunulabilen, ama onunkinden başka gözlere kapalı
olan varlıklardan baştaki kadar korkmuyordu. Alışmıştı hızla. Bazıları kızdı ve
yaşıtıydı ayrıca. Bu yakınlarda çeşitli nedenlerden ölmüşlerdi. Bu hayat dolu
insanların genç yaşta ölüp gitmiş olmaları çok yazıktı. Üzülüyordu. Onlara bağlanıyordu.
Bu empati gücünü artırıyordu. Kendi kız kardeşi ölmüş gibi yeise kapılıyordu.
Bir yanı bu alemle temasta kalmayı istiyordu, ama normal bir hayat sürebilmesi
için onlardan tamamen kopmasının şart olduğunu düşünüyordu. Yaz tatili gibi
uçucu bir serüven kalacaktı arkada. Saatler kalmıştı.
“Evet. Bir şey daha var. Benim adım Salih Barış
Saruhan. SBS yani. SBS gelecek yıla değişiyor. OKS olacakmış galiba. Benle bu
yönden de ilintisi bitecek.”
Kız sağ eline aralarında otuz santimlik
mesafenin ortasına koyunca Salih son gün nasıl olsa diye düşünerek elini
kızınkinin üstüne koydu. Serin ve nemli ten kızın ölü olabileceğiyle ilgili tek
bir sinyal vermemekteydi. Salih ziyaretçilerinin genç yaşta ölmüş numarası
yapan cinler olabileceğini de düşünmüştü. Anneannesi cinlerle ilgili neler
anlatmazdı ki. Yemeklerin tadını değiştiriyor, bazı eşyaları yerinden
oynatıyor, sevdikleri insanlarla evleniyor ve hatta çocuk bile doğuruyorlardı.
Bu alemi tanımaktan bir şekilde memnundu. Yaşamı sıradan denen kanaldan sapmıştı.
Bu alem eğlenceliydi, ilginçti. Kimseler inanmıyacak da olsa anlatacak
olağanüstü anıları vardı. Kendine güveni bile artmıştı. Olgunlaşmıştı bu son
bir ay içinde. Hipnozun esas hedefini ıskalasa da aslında büyük piyangoyu
tutturduğunu düşünmekteydi. Ayrıcalıklı olmanın zevki başkaydı, ama eski halini
de özlüyordu zaman zaman.
“Seni çok sevdim Salih. Keşke...” Gözleri
karşılaşınca kız gülümsedi.
Salih de kızdan çok hoşlanmıştı, ama yarını
iple çekmekteydi. Dananın kuyruğu kopunca evdeki gerilimli bekleyiş bitecek ve
bu gizli aleme açılan kapı örtülecekti. Çok düşünmüştü. 450 puanın bile altında
kalacağından adı kadar emindi.
Kız onun sessiz kalması üzerine içini çekti
ve elini alttan usulca kaydırarak yerinden doğruldu. Bir şey demeden Mustafa
Mazhar Bey caddesi tarafına doğru birkaç adım attı. Durakladı ve üzüntülü bir
şekilde el sallayarak yoluna devam etti. Kızın yürüyüşünü izleyen Salih
yerinden fırlayıp arkasından gitmemek için kendini güç tuttu. Normal hayatına
dönmesine saatler kalmıştı. Bunu her şeyden çok istediğine inanmıyordu eskisi
kadar. Ağzı bu lafları ediyor, ama yüreği durumu tasdiklemiyordu pek. 14 Mayıs
hipnozu zihninin yepyeni bir bölgesini keşfetmesine vesile olmuştu. Kız
ağaçların ardında kaybolunca az ilerisinde duran iki kargaya baktı. Acaba
hayvanlar arasında da bu tür varlıklar var mıydı?
*
8
Temmuz Perşembe – Özgürlük Parkı
Salih dün bu saatlerde oturduğu banka
kurulmuştu. Yanına okumak için bir çizgi roman almışsa da henüz tek bir
sayfasına bile dokunmamıştı. 446 puanlık sonuç evde ağdalı bir şok yaratmıştı.
Özel ders, etüd ve hipnoz bir işe yaramamıştı. Çok açıkça söylenmiyordu tabii,
ama bu hezimet sahip olduğu mutena imkânları değerlendirememiş olan Salih’in
sicil defterine kara harflerle yazılmıştı. Okulun yanı sıra özel ders almaktan,
etüde gidip saatler harcamaktan ne denli sıkıldığını düşündü. Hipnozla ona bu
bunaltıcı ortamı değiştirecek bir şey sunmuşlardı. O da bitmişti şimdi.
Alışacaklardı. Hep beraber. Birkaç gün sonra normal hayat iyice otururdu
rayına.
Annesi yaşında bir kadın elinde bir torba
arkasında on kadar kedi az ilerisinden geçmekteydi. Saçları boyama sarışın olan
bu kadını tanıyordu. Parkta ardında kediler biraz gezer sonra hayvanları
beslerdi. Kediler velinimetlerini çok iyi tanımaktaydılar. Daha görür görmez
üzerine koşuyor ve bir daha da yanından ayrılmıyorlardı.
Bugün hava ağaçların altında bile çok
sıcaktı. Salih gerinerek etrafına baktı. Spor alanında yaşlıca bir adam vardı
sadece. Sarı plastik bir aparata oturmuş iki koluyla demir çubuğu aşağıya doğru
çekiyordu. Beyaz kısa saçlı, kocaman göbekli bir adamdı. İki defa çekiyor, uzun
uzun etrafı seyrettikten sonra iki defa daha çekiyordu. Sıcaktan hiç idman
yapacak hali yoktu besbelli.
Salih’in canı içecek bir şey çekmişti. Sol
arkasında duran büfeye gitmeyi düşünürken yerinde çakılıverdi. Tam karşısından
Ayla geliyordu. Üzerinde sarı kısa bir etek ve uçuk yeşil bir tişört vardı.
Ayakkabıları dünkü gibi beyazdı. Ayakları çorapsızdı. Çok güzeldi. Yüzü
gülüyordu.
“Merhaba, çok sıcak di mi?”
“Ama sen..?”
Kız yanına oturdu. Bu defa kolu değecek kadar
yakındı. Parlak kumral saçları yine yeşil sabun kokuyordu. “Beni beklemiyordun
değil mi? Ben de öyle. İçimden bir hisle buraya gelince... Baktım ki, ordasın.
499 puan tutturdun demek?”
“Hayır. 446’da kaldım. Annem babam çok
üzüldüler.”
“O halde...”
“Sana açılan hat hâlâ açık.”
“Sevinmedin mi beni gördüğüne?”
Salih sevinmişti kızı gördüğüne gerçekten.
Başıyla olumladı. Dünden beri aklını yırtacak gibi geren soruyu sorma zamanı
gelmişti.
“Sen nasıl öldün Ayla?”
“Araba kazasında. İstanbul’dan babamın
arabasıyla Bursa’ya gidiyorduk. Babam hatalı bir şekilde öndeki arabayı
solladı. Sonra her şey olup bitiverdi. Bir hafta önce sabah on civarı falandı.
Benden iki yaş küçük kız kardeşim ve annem de benim gibi olay anında öldü.
Onları kazadan sonra bir daha hiç görmedim. Kimbilir ne yapıyorlardır şimdi.
Babam sağ. Gitmem hiç yanına. Küsüm ona. ”
Salih’in dedesi kendi yaptığı radyolarla
övünürdü. Osilatör, alıcı, verici, frekans, iyonosfer kelimelerini
bebekliğinden beri duyardı. Hipnozun beynine yaptığı şeyin 499 FM gibi bir şey
olduğunu sanmıştı önce. Frekans değişince etki kendini iptal edecekti. Şimdi
beyninin sonsuza dek kanal 499’a kurulduğunu anlıyordu.
Kız düşüncelerini okumuştu sanki. “Aynı okula
gidicez.” Dedi. “Aynı sıralarda oturucaz. Beraber ders çalışıcaz, gezicez,
tozucaz. Beraber büyücez kısacası.”
Salih tevekkülle başını salladı. Kız sağ
eliyle delikanlının hemen yakınındaki sol elini tuttu. Serin ve nemli yüzeyler.
Canlı birine ait ten algısı Salih’i sarstı yeniden.
“Bu gece istersen sana taşınırım. Bir
bavulla. Çok eşyam yok zaten.”
Salih elinde olmadan sırıttı. “Tamam.” Annesi
ilk hipnoz seansından çıktığında ‘Artık yeni hayatın başlıyor.’ Demişti. Kadın
haklı çıkmıştı. Daha 14,5 yaşındaydı. Bu geceden itibaren çok hoşuna giden bir
kızla birlikte yaşamaya başlayacaktı. İşin en güzel tarafı bunun için izin
almasına gerek yoktu. Özel dersler ve kurslarla aylarca bunaldıktan sonra
yeterli puan tutturamayan SBSzedeler arasındaki en şanslı kimse oydu mutlaka.
Teselli mükafatı muhteşemdi.
Salih ani bir kararla ayağa kalktı. Kızın
elini bırakmadığı için o da doğrulmuştu. “Şimdi gidelim bize. Önce senin
bavulunu alırız.” Dedi.
Kız mutlulukla gülümsedi ve elini sıktı.
“Bavulum hemen şuracıkta. Kapıdan çıkınca telefon kulübesi var ya. Onun
arkasına koydum.”
Parkın evlerine yakın olan giriş kapısından
çıkarlarken parka ait olan kulağı işaretli iri beyaz köpek Ayla’ya bakıp dostça
kıykıyladı. Salih bir ay öncesine kadar böyle bir yeni hayatı hayal bile
edemezdim diye düşünmekteydi. Karnındaki kelebekleri hissetmeye başlamıştı.
Amsterdam Eylül 2010
-------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder