16 Haziran 2017 Cuma

DÜŞ KURUCU



Mesut sokağın ancak caddeye açıldığı yere varınca garipliği farketti. Gündüz olduğu halde dışarısı yeterince kalabalık değildi. Kaldırımlarda yürüyen birkaç kişi ve tek tük geçen arabalar dışında cadde bomboştu. Köşede durup etrafına bakındı. Börekçi, tekel bayi, banka ve Nazlı adlı kafeterya kapalıydı. Evden çıkarken saate bakmamıştı, ama gölgesinin kısalığından öğle saatlerinde olduğu belliydi. Yaz kış bayram pazar bu kafeteryayı hiç bu saatte kapalı görmemişti.
  Tam karşıya geçeceği sırada içinden gelen bir hisle durakladı. Soluna baktı. On, on iki yaşlarında dört çocuk kaldırımın üstünde durmuş ona bakıyordu. Biri sarışın bir kızdı. Dördünün de üzerinde beyaz tişört, mor pantolon ve beyaz spor ayakkabılar vardı. En uzunları çikolata tenliydi. Hiçbirini tanımıyordu, ama kalbinde sıcak bir duygu uyanmıştı. Onlara doğru yürüdü.
  “Hey merhaba. Ne yapıyorsunuz burada?”
  “Seni bekliyorduk.” Dedi çikolata tenli olan ve elini uzattı. “Adım Suray. Yakamoz anlamına gelir.”
  Mesut kendini tanıttı ve diğer çocukların elini sıktı. Walter, Yuri ve Kayli. Tek Türkçe adı olan kendisiydi.
  “Siz burada turist değilsiniz değil mi?”
  Suray gülümseyince bembeyaz düzgün dişleri ışıdı. “Burada hiç turist olmaz. Herkes yerlidir.” Hepsi de aksansız Türkçe konuşmalarına rağmen Mesut bu lafı garip bulmuştu, ama çocuğun devam etmesini bekledi. Suray arkadaşlarına bir göz atarak, “Sen gelince takımımız tamamlandı?” dedi.
  “Ne takımı?”
  “Biz de telefonzedeleriz. Tıpkı senin gibi.” Dedi Kayli. R’leri belli belirsiz Ğ şeklinde telaffuz eden iri mavi gözlü çok hoş bir kızdı.
  Mesut dün ağabeyine ait çok pahalı bir telefonu dördüncü kattan yere düşürmüştü. Aşağıda şaklabanlıklar yapan bir arkadaşının filmini çekerken. Ağabeyinin dokunmasına bile izin vermediği aparat parçalara ayrılıvermişti. Mesut o zamandan bu yana üç kez dayak yemişti. Babası da bir ay boyunca harçlık vermeyeceğini söylemişti. Ağabeysinin öfkesi kolay dineceğe benzemiyordu. Dayak kürlerine devam edecekleri belliydi. Bütün bunları kız nasıl bilebilirdi ki?
  “Nerden bildiğimizi merak ediyorsun değil mi?”
  Mesut başını sallayınca, iri kemikli, kısacık kahverengi saçlı olan Yuri sırıttı. “Bizler de bugünlerde bir şekilde yakınlarımıza ait bir telefona zarar verdik. Kullanılmaz hale geldi. Çeşitli cezalar gördük.” Yuri beyaz tişörtünü sıyırınca karnında iki adet büyükçe mor iz göründü. “Babam yaptı. Sopayla. Sırtımda da rahat on tane vardır bu izlerden.”
  “Hepiniz mi?”
  Çocuklar başlarıyla onaylayınca Mesut’un içine hoş bir duygu yayıldı. Benzer sorunu başkalarıyla paylaşmak suçluluk duygusunu hafifletici etki yapıyordu. Mesut etrafına göz gezdirdi. Kapalı kafeteryaya baktı. Gözüne camların ardında bir masada oturan yarı şeffaf iki adam ilişince bir adım atarak arkadaşlarına iyice yaklaştı.
  “Burası sandığın yer değil.” Dedi Walter. Simsiyah saçlı, beyaz tenli bir çocuktu.
  “Nasıl yani?”
  “Biz de bilmiyorduk. Senden önce geldiğimiz için yavaştan farkettik. Burası neresi?”
  Mesut çocuğun dalga geçtiğini sanmıyordu, ama cevap vermeden önce durakladı.
  “İstanbul değil mi?”
  Mesut başıyla olumladı.
  “Ben hiç İstanbul’da bulunmadım.” Dedi Walter. “Türkçe de bilmem, ama burada toplandık. Çünkü sen düş kurucusun. Senin yerinde toplandık.”
  “Yani siz neredesiniz şu anda?”
  “Ben Sidney”deyim.” Dedi Kayli. “Suray Bombay’da, Yuri Moskova’da, Walter’da New York’da. Hiçbirimiz Türkçe bilmiyoruz. Ben Hintçe ve Rusça da bilmiyorum. ”
  “Nasıl oluyor da..?”
  “Biz düşlerimizde birbirimize bağlandık sanırım.” Dedi Suray. “Herkes kendi dilini konuşuyor, ama sorun olmuyor. Düş kurucu olduğun için senin mekânında toplandık.”
  Mesut etrafına bakındı yine. O yarı şeffaf kimseler boş kafeteryada oturmuş sohbete devam etmekteydiler. “Ben uykuda mıyım şu anda yani?” dedi.
  Hepsi birden başlarını salladılar.
  “Şimdi ne olacak peki?”
  Mesut’un bu safça sorusu herkesi sırıttırmıştı. “Biz burada senin gelmeni beklerken şu sonuca vardık.” Dedi Suray. “Biz beşimiz de yakınlarımızın telefonlarına zarar verdik. İstemeden tabii. Bunun için çok ağır ceza gördük. Dayak gibi, hakaret gibi. Hâlâ da görmekteyiz. Buna isyan eden, haksız bulan yanımız bizi birleştirdi. Rüyamızda. Yer olarak İstanbul olması, Mesut’un düş kurucu olmasından. Yani senin sayende birbirimize bağlandık. Yoksa dünyanın başka yerinde toplanırdık şimdi.”
  Mesut yakınlardan geçen camları açık kırmızı arabaya ve içinde oturmuş neşeli neşeli konuşan iki delikanlıya baktı. Ardından bakışlarını kafeteryaya çevirdi.
  “Bunlarda mı?”
  “Onlar telefon bozucu değiller sanırım.” Dedi Suray. “Bu düş aleminde gezinenler. Kimbilir onların da ne hikayeleri vardır.”
  “Şu kafeteryadakiler?”
  “Soğuk bir enerji alıyorum o taraftan.” Dedi Kayli. “Tekinsiz bir şeyler olmalı.”
  Diğerleri de aynı fikirde olmalıydılar. Kızın sözlerine kimse karşı çıkmadı.
  “Şimdi ne olacak peki?”
  Çocuklar birbirlerine baktılar. “Bir şey açık. Önümüzdeki saatlerde dayak yemeye, hakaret görmeye devam edicez. O halde burada buluşmamızın tek bir nedeni olabilir. Buna karşı çıkmak.”
  Abisinin kaslı ve uzun kollarını, öfkeli bakışlarını düşünen Mesut, “Nasıl yapıcaz bunu?” diye sordu.
  “Benim bir fikrim var.” Dedi Walter. “Sırayla bize kötü davrananların rüyasına girip bunu yapmamalarını telkin edeceğiz.”
  “Yani?”
  “Senin abini alalım ele.” Dedi Suray. “Kaç yaşında?”
  “Yirmi.” dedi Mesut.
  “Çok arkadaşı var mı”
  “Pek yok. Canı sıkılır hep. Bu yüzden de ekstra dayak yiyorum zaten.”
  “İyi ya işte. Önce ona rüyasında şu arabadaki neşeli gençlerle falan tanıştırırız. Beraber biraz gezerler tozarlar. Bu onu yumuşatmazsa, o camın ardındakileri çağırırız. Korku filmi izler mi?”
  “Hem de nasıl.”
  “Buralarda daha kimbilir ne kadar tekinsiz misafir vardır. Arabalılar beceremezse diğerleri onu ikna eder.”
  Mesut o iki yarı şeffaf adama bakarken sırıttığının farkında değildi. “Sizinkiler peki?”
  “Burada hepsi için hoş ya da kötücül şeyler bulunabilir. Gerisi onların bileceği iş. Önemli olan bu etkinin kesiksiz olarak, günde 24 saat yapılması. Yoksa korkarım yeterli olmaz.” Dedi Kayli.
  Kız haklıydı. Bunu onlar da hissediyorlardı. Sessiz kalarak biraz düşündüler.
  “Biz bir çeşit rüya anteni olacağız değil mi?” dedi Yuri. “Bu kadar farklı yerlerden… Bir dakika… Biz şu anda hepimiz uykuda olabilir miyiz?”
  Suray ve Kayli’nin alınları kırışmıştı. Walter işi anlamış gibi eliyle bir işaret yaptı. “Saat farkları. Kayli’nin olduğu yerde güneş New York’dakinden 15 saat falan daha erken doğuyor. İstanbul’la fark da 6-7saat olmalı. Moskova ve Bombay ile daha da fazla.”
  “O zaman ne olacak?” dedi Mesut biraz düşkırıklığıyla.
  “Aynı anda burada olabildiğimize göre.” Dedi kayli. “Aynı anda uykuda olmamız gerekmiyor. Burası üssümüz olacak. Gece içimizden uyuyanlar buraya gelip dediğimiz şeyleri yapabilirler. Gelmeye bile gerek yok. Düşününce o bize gelecek.”
  “Benim aklım yattı buna.” Dedi Suray. “Bombay’da, New York’da, Moskova’da ve Sidney’de de buluşacağız belki bu sorun tamamen bitene kadar.”
  Mesut tam arkadaşlarına bir şey söyleyeceği sırada, kendi üzerinde de mor pantolon ve beyaz tişört olduğunu keşfedince sağ eliyle pantolonun kumaşını yokladı. Bu hareket uyanma cininin hapis bulunduğu şişenin tıpasını açmıştı adeta. Kendini yatağında buluverdi. Sağına soluna baktı. Gerçek yerdi. Odasıydı. Dışarıdan abisinin sesi geliyordu. Eski telefonuyla konuşmaktaydı. Daha da kötüsü Mesut’un mesanelerindeki basınç müthişti.
  Mecburen yerinden doğruldu. Üzerinde pijama olarak kullandığı uçuk mavi eşofman takımı vardı. Kapıyı açıp dışarı çıktı. Hızlı koşabilmek için terliklerini giymemişti. Annesi mutfaktaydı. Küçük televizyonda dizi izleyerek iş yapıyordu. Pazar günleri babası sabah kahvaltısını lise arkadaşlarıyla yapardı. Bu nedenle evde yoktu. Mesut koşar adımlarla tuvalete gitti. Bu arada profilden gördüğü ağabeyi ona şöyle bir bakmıştı. Yüzünde önce hızla kaslarını harekete geçirecek öfkeli bir ifade belirmiş ve sonra bunun yerini daha yumuşak bağışlayıcı bakışlar almıştı.
  Mesut sırtına bir yumruk inmeden tuvaletin kapısını örtebildiği için mutluydu. Hassas kulakları ağabeyini dinlemeye devam etmekteydi.


  “Ulan bir rüya gördüm. Anlatsam apışır kalırsın. Tam bizim sokağın oradaydı. İki kişi ile tanıştım. Acaipler valla. Sahi gibiydi. Tamam öğleden sonra görüştüğümüzde anlatırım.”
  Mesut minnettarca tebessüm etti. Takım olarak iyi bir iş çıkarmışlardı. Ağabeyinin yarı saydam varlıklarla haşır neşir olmasına gerek kalmayacaktı inşallah.
                                                                                                      
                                                                                                   2010 Amsterdam                                  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder