24 Haziran 2017 Cumartesi

ZORYAK (öykü)



Mesut Sarıdal sol elinin işaret parmağıyla yanağındaki kesiğe dokundu. Yüzeysel bir sıyrıktı. Kanama hemen durmuştu. Parmağına bulaşan kırmızı leke tünel çağrışımı için görsel bir bilet gibiydi. Zihnindeki grafitili tünel kayıtlarında bir dirilme oldu. Kısa yol kuruldu ve kendini orada buldu.
  “Geldin mi?”
  Gri kot pantolon ve siyah tişört giymiş on beş yaşında bir delikanlıydı bunu diyen. Ayaklarının dibinde iki galvanizli kova durmaktaydı. Yüzünde ergenlik sivilceleri olan delikanlının sabırsız ve kınayıcı ses tonu Mesut’a tatsız bir duygu vermekteydi. Daha gece beraberdik ya diyecekti vazgeçti. Bu tür göreceli zaman serzenişleri geçersizdi burada.
  “Renklerimiz ne.” Dedi onun yerine. 
  “Koyu renk gözlü delikanlı memnuniyetle ayağının dibinde olan pırıl pırıl kovalardan birini hafifçe tekmeledi. “Kobalt mavisi ve altın yaldızı.”
  Mesut’un bilinci açıktı. O sırada sabahın dokuzu olduğunu, evinin banyosunda bulunduğunu, hatta muhtemelen şu anda parmağının ucundaki kan lekesini seyrettiğini  biliyordu. Bu yarı loş tüneldeki mevcudiyeti yedek gerçeklik babındaydı. Son altı aydır Mesut bu yanın işgüzar girişkenliğini deneyimlemekteydi.
  “Bak sen.”
  “Hadi kap fırçalardan birini. Mavi benim, yaldız senin. İyi mi?”
  Mesut içini çekerek gülümsedi ve başıyla olumladı. Gidip altın yaldız dolu kovanın içinden kalın saplı fırçayı aldı ve duvara gri yüzeye kocaman bir Z yazdı. 
  “Aferin lan. Yazın bayağı okunaklı.”
  Arkadaşının adı Erdal’dı. 1577 Erdal Karan. Lise ikide bir yıl aynı sırada oturmuşlardı. Yakışıklı çocuktu ve espri makinesiydi adeta. Kızları mıknatıs gibi çekerdi. Liseden sonra bir daha hiç karşılaşmamışlardı. Bir raslantıyla ortak arkadaşlarından birinden iki yıl önce beyin kanamasından öldüğünü duymuştu.  Yaşıtıydı. 41 yaşında yaşam lambası sönmüş gitmişti.
  Müteahhitin malzemesinden para çaldığı açıkça belli olan bu tünelde eski arkadaşıyla karşılaşmaya altı ay kadar önce başlamıştı. Burada buluşuyor ve duvarlara aynı kelimeyi yazıp duruyorlardı. Her karşılaşmalarında tüneli boyasız buluyorlar ve yeniden renkli harflerle beziyorlardı.
  “Hadi seninkini de görelim bakalım.”
  Erdal pürtüklü gri yüzeye mavi boyayla O yazdı ve geri çekildi. Harfleri sırayla yan yana dizdiler. ZORYAK. Birinci kelime tamamlanmıştı. Bu ikinci aşama için başlangıç sinyali olmaktaydı. Mesut ikinci kelimenin ilk harfini yazınca, boyası damlayan fırçasıyla yanında duran arkadaşı, ”Şişşşttt şişşşttt geliyor!” dedi. Gelenlerin öncüsü olan koku burnunun direğini sızlatmaya başlarken Mesut kendini banyoda parmağındaki kan lekesine bakıyor buldu. Kalın bir kitabı elinden düşüren birinin yerden aldığında kaldığı sayfanın kapanmamış olduğunu farkederek ferahlaması cinsinden bir hisse kapıldı. Mesut bir hesap insanıydı. Kontrolünden çıkan şeyleri sevmezdi.
  Az sonra giyinmiş olarak oturma odasına girdiğinde sessizde tuttuğu cep telefonunda üç arama ve iki mesajın bulunduğunu gördü. İki arama ve bir mesaj sekreterindendi. Saat 11.00’deki randevusunu hatırlatmaktaydı. Mesut sol bileğindeki pırlanta işlemeli rolex saatine baktı. 10.39’du. Fanassi – Menrfa şirketinin Almanya sorumlusu Helmut Falraud ile buluşmasına ışınlanma dışı bir yöntemle yetişmesi mümkün değildi. Parmağındaki leke yardımıyla geçtiği yerde iki saate yakın zaman geçirmişti. Parmaklarına baktı. Tırnaklarını kontrol etti. Diplerinde boya lekesi yoktu, ama kaç defa sabunlamasına rağmen yağlı boya kokusunu hafifçe de olsa almaktaydı. O diğer kokuyu da.
  Sabah kalktığında sadece bir yudum içtiği kahve fincanını alarak oturma odasına geçilen geniş terasa çıktı. Boğaziçi köprüsü ayaklarının altındaydı. Gri bir kış günü makyajlıydı Istanbul. Üzerinde sadece bir şort ve beyaz fanila vardı. Soğuk tenine dokunmaya başlarken köprü üzerindeki trafik hareketliliğine şöyle bir göz atttı ve içeriye girdi. Fincanı içindeki kahveye dokunmadan sehpanın üzerine koydu ve telefonunu alıp son gelen mesajı okudu.
            Şu anda bürodayım.. İş çıkışı buluşalım..
             Qelepir’de 19.00 gibi.. Dün akşam neredeydin? Nurten..
  Nurten uzatmalı nişanlısıydı. Cümlelerin arasındaki çift noktalar bıkkınlık üniteleri gibiydi. Kadın evlenmek için sabırsızlanmaktaydı, ama Mesut o dalgaboyundan iyice kopmuştu. Güzel ve zeki bir genç kadındı. Varlıklı bir ailedendi. Onu hâlâ çok seviyordu, ama aralarına ZORYAK girmişti. Teninin çekiciliği bile sönmekteydi hızla. Kadın bunu farkındaydı. Geçici bir arıza sanıyordu. Öyle değildi.
  Arayan diğer numara eski ortağı Orhan’dı. Dün akşam Squash’a niye gelmedin diyecekti herhalde. Mesut telefonu sehpanın üzerine bırakarak çalışma odasına gitti. Bürosunun en alt gözündeki yassı kasanın şifresini açtı. Mor kadife zeminde
Fatih 13 model siyah bir tabanca ve iki dolu şarjör yatmaktaydı. Mesut bir atış poligonuna üyeydi. Bu silahı yıllarca önce satın almıştı.Eskiden bu kasanın içinde enerji artırıcı beyaz tozlar falan da olurdu. Birkaç aydır o tozlara el sürmemekteydi. İsteği kalmamıştı. Tabancayı aldı ve kontrol etti. Şarjörde 12, namluda 1 kurşun emrine amadeydi. Evvelsi gün tabancayı temizlemiş ve azami dolu hale getirmişti. Kasayı kilitlemeden kapattı. Çekmeceyi yuvasına sürdü.
   Tabanca kucağında oturma odasındaki divana oturdu. Ayaklarının altına bir puf koyarak gözlerini yumdu.  Değişim yoldaydı. Yol hızla tükeniyordu.
  Şişşşttt şişşşttt geliyor!
   Mesut Sarıdal, Fanassi – Menrfa Turkey ilaç firmasının genel müdürüydü. 2004 yılında kurulan firmadaki yükselme hızı birçokları için kıskançlık jeneratörüydü hâlâ. İki buçuk milyar doları aşkın bir satış potansiyelini idare etmekteydi.  Fanassi- Menfra birbirine rakip Fransız Rhone-Nourance ve Alman Hoeust AG adlı iki ilaç firmasının 1999 yılında birleşmesiyle oluşmuş dev bir trösttü. Dünya çapında 27 adet araştırma merkezleri vardı. Kardiyoloji, kan inceltici ilaçlar, tümör bilimi, sinir sistemleri, metabolizma bozuklukları, iç hastalıklar ve aşılar ana ilgilenme konularıydı. Kazançlarının üçte birini insan ömrünü uzatan mucizevi ilaç Menrfatoline’ne borçluydular. Bu ilacın formülü büyük bir gizlilikle korunmaktaydı.
  Haklarında yığınla şaiya çıkmıştı bu yüzden. Menrfatoline’nin kaplumbağa kanından elde edilen Tortezin’den elde edildiği şaiyası en revaçta olanıydı ve bu sav kendileri tarafından üretilmişti. Organik bir köken kullanıcıları rahatlatan bir etki yapmaktaydı. Kaplumbağa zararsız ve sempatik bir hayvan olduğu için kullanıcılarda olumlu etki yapmaktaydı. On yıl kadar önce Özbek bilim adamları kaplumbağa kanından elde edilen Tortezin adlı ilacın ömrü uzattığını ve hatta radyasyondan bile koruduğu iddiasıyla çıkıp bu ilaçları piyasaya sürmeleri işlerine yaramıştı.
  Menrfatoline ilk kez 2014 baharında piyasaya çıkmış ve birkaç yıl içinde dünya çapında en çok sözü edilen ilaç olmuştu. Şu anda aşağı yukarı dört yüz milyon insan Menrfatoline kullanıyordu. Kullanıcıların çoğu yaşlılardı. Ömürleri ortalama beş yıl uzamaktaydı. Rakip firmalar kendi ürettikleri ilaçla başa çıkamayınca karalama kampanyalarına başlamışlardı. Menrfatoline’e sigortalı zombi yaratma ilacı adını takmışlardı. Şu anda ilacın dünya çapında kullanılmasından bu yana dört buçuk yıl geçmişti ve Menrfatoline hâlâ bir numaralı yaşam uzatıcı olarak yerini korumaktaydı. Dünya çapında toplam 23 milyar dolarlık bir satış hacmine sahipti.
  Mesut telefonunun titreyerek belleğine mesaj biriktirmesine kayıtsız gözlerle baktı.  Gazetelere verdiği bir demeçte; yirmi dört saat ışık altında uyumadan yiyip içip olduğu yere pisleyen ve şişen tavukları yiyenlerin, minicik hücrede semirmiş koskoca besi hayvanlarını etinden yapılan hamburgerleri çocuklarına yedirenlerin yaşlıları hayatta tutan ilaç için zombi ilacı demeleri ne kadar ironik diyen Helmut Falraud’le maalesef bugün görüşemeyecekti. Yarın da. Hiçbir zaman. Çünkü ZORYAK geliyordu.
  ZORYAK kelimesiyle önce rüyasında tanışmıştı. Bundan bir iki hafta sonra Istanbul’da ve bir çok şehirde duvar yazıları şeklinde ortaya çıkmıştı. ZORla YAşatılanlar Kulübü sözcüklerinin kısaltmasıydı. Bu yazılar belirdikten sonra haklarındaki şikayetlerde büyük bir artış olmuştu. Mahkemelerde açılmış yüzlerce dava vardı şu anda. İnsanları altına işeyen, pisleyen, yaşlı, güçsüz, umarsız ve bilinci kısık durumda gereksiz yere hayatta tutmakla suçlanıyorlardı. Bitkisel hayat şeklinde bir öbür dünya kurdukları da sıkça dile getirilmekteydi. Hastaların yarıdan çoğunun sürekli kâbuslardan şikayet etmesi de konu edilmekteydi haliyle. Bu nedenle  Menrfatoline’ne suni cehennem ilacı adı da verilmekteydi.
  Şişşşttt şişşşttt geliyor!
  ZORYAK geliyordu. Emareler gırlaydı. BÖD’de, Bitkisel Öbür Dünya’da yaşayanların bir eyleme kalkışacak halleri yoktu, ama onların eşleri, çocukları çoğu belli etmese de şikayetçiydi. 23 milyar dolardan pay alan eczaneler, doktorlar, hemşireler. hastahane personeli, aracı firmalar, ilacı imal eden laboratuvarlar, karton kutusunu basan matbaacılar, hissedarlar, ortaklar Menrfatoline kullanımının sürmesini istiyordu haliyle. Bu ilaç piyasadan çekilirse sadece Türkiye’de yüz binin üstünde kimsenin gelirinde ciddi bir düşme ve işsizlik yaşanacaktı. Altına pisleyen, adını bile hatırlamayan yaşlı hastalar sayesinde ikinci arabasının taksidini ya da çocuklarının gittiği özel okulun ücretini ödüyordu bir sürü kimse.   
  Menrfatoline’nin suyu ısınmıştı diğer yandan. Mesut İki üç yıl içinde piyasadan çekileceğini düşünmekteydi. Çeşitli emareler vardı. Kurumdaki bazı üst düzey şahısların erken emekliliğe ayrılmaları gibi mesela. Bugünkü konuşmaları gerçekleşseydi Falraud’un buna benzer şeyler ima edeceğinden emindi. Birkaç yıl dayanın başka ilaca geçeceğiz diyecekti belki de. Mesut daha 43 yaşındaydı. Emeklilik için çok erkendi, ama bazı arıza belirtileri göstermişti. Vicdanı dirilmişti. Bu iş böyle bir lüks kaldırmazdı. Süratle safdışı edileceği kesindi. .
  Bütün dünya bitkisel öbür dünya kuran ilaç firmasına bayağı ilgi göstermekteydi. Bir sürü ZORYAK sitesi kurulmuştu. Amerika’da firmalarını suçlayan B klas bir film bile yapılmıştı. Adı Afterlife before death’di.
  Ohio, Cleveland’taki bir hastahanede çeşitli gariplikler yaşanıyordu. Bilgisayar kayıtlarında karmaşa, ışıklandırmalarda düzensizlik, o kadar temizlenmesine rağmen kadavra kokan koridorlar ve çalışanlara sürekli derpesyon yayan ortam. İki doktor sevgili başroldeydiler. Filmin sonlarına doğru dev hastahane binasında yatan ve Minervatoline kullanan yaşlı hastaların iradesinin bu olaylara sebebiyet verdiğini ve ilacın yapımında yüksek dozda spermine ve cadaverine kullanıldığını keşfediyorlardı. Yarı ölüler tam ayaklanırken serumla ilaç zerkini durdurup daha büyük bir felaketi önlüyorlardı. Bu arada ilaç firmasının silahlı ajanlarıyla da gerilim artırıcı serüven yaşıyorlardı.  
  Minerva, Menrfa aynı anlamı ifade etmekteydi. Menfra ya da Minerva Romalıların Helenleşmesi devirlerinde, milattan iki yüzyıl önce halkın inandığı şair, eczacı, tüccar, büyücü, sihirbaz, müzisyen ve bakire tanrıçaydı. Yunan tanrıçası Athena ile eş tutulacak kadar popüler olmuştu bir aralar. Bu anlam benzerliği nedeniyle açılan dava hâlâ sürmekteydi, ama yarım milyon dolara çekilen filmin yapımcıları birkaç milyonu cebe indirmişlerdi bile. Eğer tazminat ödemeye mahkum edilirlerse Afterlife before death iyice kültleşecek ve yapım firması bir sonraki filmlerinden epey para götürecekti. Zaman Fanassi – Menrfa aleyhine çalışmaktaydı yani.
  Aşırı kullanılmışlık, idrar, diyet yemeği dışkısı, giderilemez yaşlılık parfümü karışımı koku burnunun direğini sızlattığında Mesut gözlerini açtı. Oturma odasının hole açılan kapısının ağzında Erdal durmaktaydı. Üzerinde az önceki kıyafeti vardı. İki elinde birer pırıl pırıl galvanize kova tutmaktaydı. 
  “Geldin ha sonunda?”
  Erdal biraz mahçupça omuzlarını silkti. Evine ilk gelişiydi. Mesut tabancayı divana koydu, üstünü yastıkla kapatıp doğruldu. “Bu defa hangi renk?”
  “Sabahkinden. Mavi ve altın yaldız.”
  Mesut altın yaldız kovasının içinde duran fırçayı aldı ve “Nereden başlıyoruz?” diye sordu.
  “Şu duvar iyi.”
  Mesut başıyla olumladı ve elindeki fırçayla kirli beyaza boyanmış duvara kocaman bir Z harfi yaptı. Erdal yanına aynı büyüklükte bir O yerleştirdi. O’nun sağ yarısı 1200 dolara yaptırdığı Edward Hopper’ın Gece Şahinleri adlı tablosunun  harika kopyasını boyamıştı. Mesut buna zerre kadar aldırmadan O’nun yanına R harfini koydu.
  “Bir şey için özür dilerim.” Dedi Mesut fırçayı kovaya daldırırken. “Daha önce… Aklımdan çok geçirdim, ama kısmet şimdiyeymiş. Lise üçteyken yılbaşı gecesi partideydik. Yanında çok güzel bir kız vardı. Aysun. O gece sizi arabaya almamıştık. Yer vardı. Ben istemedim. Çekememezlikten. Ters yöne gideceğiz lafı mavaldı yani.”
  “Biliyorum.”
  Mesut Y harfini çizip fırçayı kovanın içine bıraktı ve arkadaşına baktı. Erdal boya yere damlamasın diye dikkatli tutmaktaydı. Özeninden değil, komiklik olsun diye yapıyordu. 
  “Başkasınla gittiniz ve kaza yaptınız. Bizim şoför neydi adı, İsmet, o da sarhoştu, biz de kaza yapabilirdik, ama piyango size çıktı.”
  Yaptığı A’ya beğeni ile bakan Erdal, “Bunun için vicdan azabı çektiğini söyleme sakın.” Dedi.
  Mesut ucu boya yüklü fırçayla yanına gitti ve K harfini boyadı. “Eğer unutmamışsam bir anlamı olmalı.” Dedi.
  Erdal içini çekti ve “Sanırım öyle.” Dedi. “Aysun’a bir şey olmadı. Benim sağ ayağım kırıldı sadece. Azıcık topal kaldım. Hayatımda ne değişti bu yüzden bilmiyorum. İnan ki. Unutmaman hoşuma gitti ama.”
  “ZORYAK için de seni seçtim.”
  Erdal başını salladı. “Doğru. ZORYAK biziz. ”
  Mesut altı ay önce rüyasında ilk kez kendini o tünelde bulunca yanına eylemi için bir eş bulmayı düşünürken iki kova dolusu boyayla Erdal gelivermişti. Zihninin tayin ettiği biriydi yani.
  “Şişşşttt şişşşttt geliyor! sözcüğünü rahmetli dedem ederdi sık sık.” Dedi Mesut. “Onun çizgi romanlarında bu başlıkla bir serüven de vardı. Çapkın Hırsız’dı. Hiç unutmam.”
  “Tinercileri kiralayıp sokaklara ZORYAK yazdırman harika bir fikirdi. ZORYAK biziz ve de… Sana bir şey soracağım. O ilacı kullananların büyük bir kısmınının kâbuslar içinde yüzdüğü doğru mu?”
  “İstatistikler yüzde 2 diyor.” Dedi Mesut hafifçe sırıtarak.
  “Sence kaç?”
  “Yüzde 40 falan olmalı. Adamları yıllarca Kâbusistanda yaşatıyoruz. ”
  “Niye işi bırakmadın önceden?”
  “Bıraksam ne olacaktı? Yerimi alabilecek en az on kişi vardı. Belki yirmi..”
  “O da doğru.”
  “Bunun için çok şeyim. Bazen…”
  “Üzülme Mesut ben varım bak yanında.”
  Mesut tam cevap vereceği sırada kapının zili çaldı. Mesut saatine baktı. Temizlikçi kadın bugün gelmeyecekti. Birini beklemiyordu. Tahmin ettiği kimse olmalıydı. Kapının kilidi içine giden anahtarla açılma sesi verince bundan emin oldu.
  “O mu?”
  “Nişanlım Nurten.”
  “Biliyor mu olan bitenleri?”
  Mesut başını olumsuz anlamda salladı. “Birkaç kez psikoloğa gittiğimi, son haftalarda işlerimi aksattığımı ve bir şeylerin yolunda olmadığını sadece.”
  “Bakalım görecek mi?”
  Mesut başını içeri giren genç kadına çevirdi. “Merhaba Nurten.”
  “İş yerine telefon ettim. Gitmemişsin. Telefona da cevap vermeyince… Bu ne..?”
  Kestane rengi uzun saçlı, biraz uzun yüzlü olmakla birlikte harika iki iri mavi göze sahip olan genç kadının yüzündeki şok ifadesi altın yaldızlı boya kadar belirgindi. Bakışları duvardaki yazılara yöneldi. Sonra yerdeki kovalara. Erdal’a ve işe gitmeyen nişanlısına.
  “Kendimi tanıtayım adım Erdal.”
  “Mem… Memnun oldum. Ne oluyor burada Mesut?”
  Neyse ki, Erdal sıksın diye elini uzatmamıştı kadına.
  Mesut çok şık bordomsu ince bir palto giymiş kadına gülümsedi. “Erdal liseden arkadaşımdır. Bir süredir birlikte graffiti yapıyoruz. İlk kez buradayız yalnız.”
  “İşe niye gitmedin?”
 “ZORYAK nedir biliyorsun değil mi?”
  Nurten başıyla olumladı. Gözleri dolmaya başlamıştı. ZORYAK’ı Türkiye’de milyonlar iyi tanımaktaydı. Televizyonlardaki haberlerde binlerce defa gösterilmişti. Mahkeme celselerinde terim olarak kullanılıyordu. Genç kadın oturma odasının boyanmasının birlikte inşa ettikleri gelecek planlarının yerle bir olması anlamına geldiğini hızla okumuştu.
  “Mesut nedir bunlar?”
  Kadının hâlâ bir şeyleri değiştirmek için umudu vardı. Şu anda Avusturya’da ski yapan annesi ve babası Nurten’i çok beğenmekteydi. Tam da biricik oğullarını çekip çevirecek bir kadındı. 32 yaşındaydı. Hemen çocuk yaparlarsa aile denen kadim çemberin içinde mutlu olabilirlerdi.
  “Nurten sigortacıdır. Kendi şirketi var.” dedi.
  Erdal takdirle başını salladı. Nurten korkmaya başlamıştı. Burnunun kırışmasından kokuyu almaya başladığı da belliydi. ZORYAK materyalize olmaktaydı. Mesut işi daha fazla uzatmamaya kararlıydı. Elindeki fırçayı kovaya bıraktı. Gidip yastığın altına koyduğu silahı aldı.
  Erdal’ın yüzünde kıl oynamamıştı. Nurten’se on dakika içindeki ikinci derin şokunu yaşamaktaydı.
  “Ne… Ne yapıyorsun Mesut?”
  Mesut, “Sen görmeseydin buna cesaret edemezdim.Şişşşttt şişşşttt geliyor!” Dedi ve tabancayı sağ şakağına dayayarak tetiği çekti.
                                                                                         Amsterdam Ocak 2010

                               -------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder