Mesut Sarıdal sol elinin işaret parmağıyla
yanağındaki kesiğe dokundu. Yüzeysel bir sıyrıktı. Kanama hemen durmuştu.
Parmağına bulaşan kırmızı leke tünel çağrışımı için görsel bir bilet gibiydi.
Zihnindeki grafitili tünel kayıtlarında bir dirilme oldu. Kısa yol kuruldu ve
kendini orada buldu.
“Geldin mi?”
Gri
kot pantolon ve siyah tişört giymiş on beş yaşında bir delikanlıydı bunu diyen.
Ayaklarının dibinde iki galvanizli kova durmaktaydı. Yüzünde ergenlik
sivilceleri olan delikanlının sabırsız ve kınayıcı ses tonu Mesut’a tatsız bir
duygu vermekteydi. Daha gece beraberdik ya diyecekti vazgeçti. Bu tür göreceli
zaman serzenişleri geçersizdi burada.
“Renklerimiz ne.” Dedi onun yerine.
“Koyu renk gözlü delikanlı memnuniyetle ayağının dibinde olan pırıl
pırıl kovalardan birini hafifçe tekmeledi. “Kobalt mavisi ve altın yaldızı.”
Mesut’un bilinci açıktı. O sırada sabahın dokuzu olduğunu, evinin
banyosunda bulunduğunu, hatta muhtemelen şu anda parmağının ucundaki kan
lekesini seyrettiğini biliyordu. Bu yarı
loş tüneldeki mevcudiyeti yedek gerçeklik babındaydı. Son altı aydır Mesut bu
yanın işgüzar girişkenliğini deneyimlemekteydi.
“Bak sen.”
“Hadi kap fırçalardan birini. Mavi benim, yaldız senin. İyi mi?”
Mesut içini çekerek gülümsedi ve başıyla olumladı. Gidip altın yaldız
dolu kovanın içinden kalın saplı fırçayı aldı ve duvara gri yüzeye kocaman bir
Z yazdı.
“Aferin lan. Yazın bayağı okunaklı.”
Arkadaşının adı Erdal’dı. 1577 Erdal Karan. Lise ikide bir yıl aynı
sırada oturmuşlardı. Yakışıklı çocuktu ve espri makinesiydi adeta. Kızları
mıknatıs gibi çekerdi. Liseden sonra bir daha hiç karşılaşmamışlardı. Bir
raslantıyla ortak arkadaşlarından birinden iki yıl önce beyin kanamasından
öldüğünü duymuştu. Yaşıtıydı. 41 yaşında
yaşam lambası sönmüş gitmişti.
Müteahhitin malzemesinden para çaldığı açıkça belli olan bu tünelde eski
arkadaşıyla karşılaşmaya altı ay kadar önce başlamıştı. Burada buluşuyor ve
duvarlara aynı kelimeyi yazıp duruyorlardı. Her karşılaşmalarında tüneli
boyasız buluyorlar ve yeniden renkli harflerle beziyorlardı.
“Hadi seninkini de görelim bakalım.”
Erdal pürtüklü gri yüzeye mavi boyayla O yazdı ve geri çekildi. Harfleri
sırayla yan yana dizdiler. ZORYAK. Birinci kelime tamamlanmıştı. Bu ikinci
aşama için başlangıç sinyali olmaktaydı. Mesut ikinci kelimenin ilk harfini
yazınca, boyası damlayan fırçasıyla yanında duran arkadaşı, ”Şişşşttt şişşşttt
geliyor!” dedi. Gelenlerin öncüsü olan koku burnunun direğini sızlatmaya
başlarken Mesut kendini banyoda parmağındaki kan lekesine bakıyor buldu. Kalın
bir kitabı elinden düşüren birinin yerden aldığında kaldığı sayfanın kapanmamış
olduğunu farkederek ferahlaması cinsinden bir hisse kapıldı. Mesut bir hesap
insanıydı. Kontrolünden çıkan şeyleri sevmezdi.
Az
sonra giyinmiş olarak oturma odasına girdiğinde sessizde tuttuğu cep
telefonunda üç arama ve iki mesajın bulunduğunu gördü. İki arama ve bir mesaj
sekreterindendi. Saat 11.00’deki randevusunu hatırlatmaktaydı. Mesut sol
bileğindeki pırlanta işlemeli rolex saatine baktı. 10.39’du. Fanassi – Menrfa şirketinin Almanya
sorumlusu Helmut Falraud ile buluşmasına ışınlanma dışı bir yöntemle yetişmesi
mümkün değildi. Parmağındaki leke yardımıyla geçtiği yerde iki saate yakın
zaman geçirmişti. Parmaklarına baktı. Tırnaklarını kontrol etti. Diplerinde
boya lekesi yoktu, ama kaç defa sabunlamasına rağmen yağlı boya kokusunu
hafifçe de olsa almaktaydı. O diğer kokuyu da.
Sabah kalktığında sadece bir yudum içtiği
kahve fincanını alarak oturma odasına geçilen geniş terasa çıktı. Boğaziçi
köprüsü ayaklarının altındaydı. Gri bir kış günü makyajlıydı Istanbul. Üzerinde
sadece bir şort ve beyaz fanila vardı. Soğuk tenine dokunmaya başlarken köprü
üzerindeki trafik hareketliliğine şöyle bir göz atttı ve içeriye girdi. Fincanı
içindeki kahveye dokunmadan sehpanın üzerine koydu ve telefonunu alıp son gelen
mesajı okudu.
Şu
anda bürodayım.. İş çıkışı buluşalım..
Qelepir’de 19.00 gibi.. Dün akşam
neredeydin? Nurten..
Nurten uzatmalı nişanlısıydı. Cümlelerin
arasındaki çift noktalar bıkkınlık üniteleri gibiydi. Kadın evlenmek için
sabırsızlanmaktaydı, ama Mesut o dalgaboyundan iyice kopmuştu. Güzel ve zeki
bir genç kadındı. Varlıklı bir ailedendi. Onu hâlâ çok seviyordu, ama aralarına
ZORYAK girmişti. Teninin çekiciliği bile sönmekteydi hızla. Kadın bunu
farkındaydı. Geçici bir arıza sanıyordu. Öyle değildi.
Arayan diğer numara eski ortağı Orhan’dı. Dün
akşam Squash’a niye gelmedin diyecekti herhalde. Mesut telefonu sehpanın
üzerine bırakarak çalışma odasına gitti. Bürosunun en alt gözündeki yassı
kasanın şifresini açtı. Mor kadife zeminde
Fatih
13 model siyah bir tabanca ve iki dolu şarjör yatmaktaydı. Mesut bir atış poligonuna üyeydi. Bu silahı yıllarca önce satın
almıştı.Eskiden bu
kasanın içinde enerji artırıcı beyaz tozlar falan da olurdu. Birkaç aydır o
tozlara el sürmemekteydi. İsteği kalmamıştı. Tabancayı aldı ve kontrol etti.
Şarjörde 12, namluda 1 kurşun emrine amadeydi. Evvelsi gün tabancayı temizlemiş
ve azami dolu hale getirmişti. Kasayı kilitlemeden kapattı. Çekmeceyi yuvasına
sürdü.
Tabanca kucağında oturma odasındaki divana
oturdu. Ayaklarının altına bir puf koyarak gözlerini yumdu. Değişim yoldaydı. Yol hızla tükeniyordu.
Şişşşttt şişşşttt geliyor!
Mesut Sarıdal, Fanassi – Menrfa Turkey ilaç
firmasının genel müdürüydü. 2004 yılında kurulan firmadaki yükselme hızı
birçokları için kıskançlık jeneratörüydü hâlâ. İki buçuk milyar doları aşkın
bir satış potansiyelini idare etmekteydi.
Fanassi- Menfra birbirine rakip Fransız Rhone-Nourance
ve Alman Hoeust AG adlı
iki ilaç firmasının 1999 yılında birleşmesiyle oluşmuş dev bir trösttü. Dünya
çapında 27 adet araştırma merkezleri vardı. Kardiyoloji, kan inceltici ilaçlar,
tümör bilimi, sinir sistemleri, metabolizma bozuklukları, iç hastalıklar ve
aşılar ana ilgilenme konularıydı. Kazançlarının üçte birini insan ömrünü uzatan
mucizevi ilaç Menrfatoline’ne borçluydular. Bu ilacın formülü büyük bir
gizlilikle korunmaktaydı.
Haklarında yığınla şaiya çıkmıştı bu yüzden. Menrfatoline’nin kaplumbağa
kanından elde edilen Tortezin’den elde edildiği şaiyası en revaçta olanıydı ve
bu sav kendileri tarafından üretilmişti. Organik bir köken kullanıcıları
rahatlatan bir etki yapmaktaydı. Kaplumbağa zararsız ve sempatik bir hayvan
olduğu için kullanıcılarda olumlu etki yapmaktaydı. On yıl kadar önce Özbek bilim adamları kaplumbağa
kanından elde edilen Tortezin adlı ilacın ömrü uzattığını ve hatta radyasyondan
bile koruduğu iddiasıyla çıkıp bu ilaçları piyasaya sürmeleri işlerine
yaramıştı.
Menrfatoline ilk kez 2014 baharında piyasaya çıkmış ve birkaç yıl içinde
dünya çapında en çok sözü edilen ilaç olmuştu. Şu anda aşağı yukarı dört yüz
milyon insan Menrfatoline kullanıyordu. Kullanıcıların çoğu yaşlılardı.
Ömürleri ortalama beş yıl uzamaktaydı. Rakip firmalar kendi ürettikleri ilaçla
başa çıkamayınca karalama kampanyalarına başlamışlardı. Menrfatoline’e
sigortalı zombi yaratma ilacı adını takmışlardı. Şu anda ilacın dünya çapında
kullanılmasından bu yana dört buçuk yıl geçmişti ve Menrfatoline hâlâ bir
numaralı yaşam uzatıcı olarak yerini korumaktaydı. Dünya çapında toplam 23
milyar dolarlık bir satış hacmine sahipti.
Mesut telefonunun titreyerek belleğine mesaj biriktirmesine kayıtsız
gözlerle baktı. Gazetelere verdiği bir
demeçte; yirmi dört saat ışık altında uyumadan yiyip içip olduğu yere pisleyen
ve şişen tavukları yiyenlerin, minicik hücrede semirmiş koskoca besi
hayvanlarını etinden yapılan hamburgerleri çocuklarına yedirenlerin yaşlıları
hayatta tutan ilaç için zombi ilacı demeleri ne kadar ironik diyen Helmut Falraud’le maalesef bugün
görüşemeyecekti. Yarın da. Hiçbir zaman. Çünkü ZORYAK geliyordu.
ZORYAK kelimesiyle önce rüyasında tanışmıştı.
Bundan bir iki hafta sonra Istanbul’da ve bir çok şehirde duvar yazıları
şeklinde ortaya çıkmıştı. ZORla YAşatılanlar Kulübü sözcüklerinin kısaltmasıydı. Bu yazılar belirdikten sonra
haklarındaki şikayetlerde büyük bir artış olmuştu. Mahkemelerde açılmış
yüzlerce dava vardı şu anda. İnsanları altına işeyen, pisleyen, yaşlı, güçsüz,
umarsız ve bilinci kısık durumda gereksiz yere hayatta tutmakla
suçlanıyorlardı. Bitkisel hayat şeklinde bir öbür dünya kurdukları da sıkça
dile getirilmekteydi. Hastaların yarıdan çoğunun sürekli kâbuslardan şikayet
etmesi de konu edilmekteydi haliyle. Bu nedenle Menrfatoline’ne suni cehennem ilacı adı da verilmekteydi.
Şişşşttt şişşşttt geliyor!
ZORYAK geliyordu. Emareler gırlaydı. BÖD’de,
Bitkisel Öbür Dünya’da yaşayanların bir eyleme kalkışacak halleri yoktu, ama
onların eşleri, çocukları çoğu belli etmese de şikayetçiydi. 23 milyar dolardan
pay alan eczaneler, doktorlar, hemşireler. hastahane personeli, aracı firmalar,
ilacı imal eden laboratuvarlar, karton kutusunu basan matbaacılar, hissedarlar,
ortaklar Menrfatoline kullanımının sürmesini istiyordu haliyle. Bu ilaç
piyasadan çekilirse sadece Türkiye’de yüz binin üstünde kimsenin gelirinde
ciddi bir düşme ve işsizlik yaşanacaktı. Altına pisleyen, adını bile hatırlamayan
yaşlı hastalar sayesinde ikinci arabasının taksidini ya da çocuklarının gittiği
özel okulun ücretini ödüyordu bir sürü kimse.
Menrfatoline’nin suyu ısınmıştı diğer yandan.
Mesut İki üç yıl içinde piyasadan çekileceğini düşünmekteydi. Çeşitli emareler
vardı. Kurumdaki bazı üst düzey şahısların erken emekliliğe ayrılmaları gibi
mesela. Bugünkü konuşmaları gerçekleşseydi Falraud’un buna benzer şeyler ima
edeceğinden emindi. Birkaç yıl dayanın başka ilaca geçeceğiz diyecekti belki
de. Mesut daha 43 yaşındaydı. Emeklilik için çok erkendi, ama bazı arıza
belirtileri göstermişti. Vicdanı dirilmişti. Bu iş böyle bir lüks kaldırmazdı.
Süratle safdışı edileceği kesindi. .
Bütün
dünya bitkisel öbür dünya kuran ilaç firmasına bayağı ilgi göstermekteydi. Bir
sürü ZORYAK sitesi kurulmuştu. Amerika’da firmalarını suçlayan B klas bir film
bile yapılmıştı. Adı Afterlife before
death’di.
Ohio, Cleveland’taki bir hastahanede çeşitli gariplikler yaşanıyordu.
Bilgisayar kayıtlarında karmaşa, ışıklandırmalarda düzensizlik, o kadar
temizlenmesine rağmen kadavra kokan koridorlar ve çalışanlara sürekli derpesyon
yayan ortam. İki doktor sevgili başroldeydiler. Filmin sonlarına doğru dev
hastahane binasında yatan ve Minervatoline kullanan yaşlı hastaların iradesinin
bu olaylara sebebiyet verdiğini ve ilacın yapımında yüksek dozda spermine ve
cadaverine kullanıldığını keşfediyorlardı. Yarı ölüler tam ayaklanırken serumla
ilaç zerkini durdurup daha büyük bir felaketi önlüyorlardı. Bu arada ilaç
firmasının silahlı ajanlarıyla da gerilim artırıcı serüven yaşıyorlardı.
Minerva, Menrfa aynı anlamı ifade etmekteydi. Menfra ya da Minerva
Romalıların Helenleşmesi devirlerinde, milattan iki yüzyıl önce halkın inandığı
şair, eczacı, tüccar, büyücü, sihirbaz, müzisyen ve bakire tanrıçaydı. Yunan
tanrıçası Athena ile eş tutulacak kadar popüler olmuştu bir aralar. Bu anlam
benzerliği nedeniyle açılan dava hâlâ sürmekteydi, ama yarım milyon dolara
çekilen filmin yapımcıları birkaç milyonu cebe indirmişlerdi bile. Eğer
tazminat ödemeye mahkum edilirlerse Afterlife
before death iyice kültleşecek ve yapım firması bir sonraki filmlerinden
epey para götürecekti. Zaman Fanassi – Menrfa aleyhine çalışmaktaydı yani.
Aşırı kullanılmışlık, idrar, diyet yemeği
dışkısı, giderilemez yaşlılık parfümü karışımı koku burnunun direğini
sızlattığında Mesut gözlerini açtı. Oturma odasının hole açılan kapısının
ağzında Erdal durmaktaydı. Üzerinde az önceki kıyafeti vardı. İki elinde birer
pırıl pırıl galvanize kova tutmaktaydı.
“Geldin ha sonunda?”
Erdal biraz mahçupça omuzlarını silkti. Evine
ilk gelişiydi. Mesut tabancayı divana koydu, üstünü yastıkla kapatıp doğruldu.
“Bu defa hangi renk?”
“Sabahkinden. Mavi ve altın yaldız.”
Mesut altın yaldız kovasının içinde duran
fırçayı aldı ve “Nereden başlıyoruz?” diye sordu.
“Şu duvar iyi.”
Mesut başıyla olumladı ve elindeki fırçayla
kirli beyaza boyanmış duvara kocaman bir Z harfi yaptı. Erdal yanına aynı
büyüklükte bir O yerleştirdi. O’nun sağ yarısı 1200 dolara yaptırdığı Edward
Hopper’ın Gece Şahinleri adlı
tablosunun harika kopyasını boyamıştı.
Mesut buna zerre kadar aldırmadan O’nun yanına R harfini koydu.
“Bir şey için özür dilerim.” Dedi Mesut
fırçayı kovaya daldırırken. “Daha önce… Aklımdan çok geçirdim, ama kısmet
şimdiyeymiş. Lise üçteyken yılbaşı gecesi partideydik. Yanında çok güzel bir
kız vardı. Aysun. O gece sizi arabaya almamıştık. Yer vardı. Ben istemedim.
Çekememezlikten. Ters yöne gideceğiz lafı mavaldı yani.”
“Biliyorum.”
Mesut Y harfini çizip fırçayı kovanın içine bıraktı
ve arkadaşına baktı. Erdal boya yere damlamasın diye dikkatli tutmaktaydı.
Özeninden değil, komiklik olsun diye yapıyordu.
“Başkasınla gittiniz ve kaza yaptınız. Bizim
şoför neydi adı, İsmet, o da sarhoştu, biz de kaza yapabilirdik, ama piyango
size çıktı.”
Yaptığı A’ya beğeni ile bakan Erdal, “Bunun
için vicdan azabı çektiğini söyleme sakın.” Dedi.
Mesut ucu boya yüklü fırçayla yanına gitti ve
K harfini boyadı. “Eğer unutmamışsam bir anlamı olmalı.” Dedi.
Erdal içini çekti ve “Sanırım öyle.” Dedi.
“Aysun’a bir şey olmadı. Benim sağ ayağım kırıldı sadece. Azıcık topal kaldım.
Hayatımda ne değişti bu yüzden bilmiyorum. İnan ki. Unutmaman hoşuma gitti
ama.”
“ZORYAK için de seni seçtim.”
Erdal başını salladı. “Doğru. ZORYAK biziz. ”
Mesut altı ay önce rüyasında ilk kez kendini
o tünelde bulunca yanına eylemi için bir eş bulmayı düşünürken iki kova dolusu
boyayla Erdal gelivermişti. Zihninin tayin ettiği biriydi yani.
“Şişşşttt şişşşttt
geliyor! sözcüğünü rahmetli dedem ederdi sık sık.” Dedi Mesut. “Onun çizgi
romanlarında bu başlıkla bir serüven de vardı. Çapkın Hırsız’dı. Hiç unutmam.”
“Tinercileri kiralayıp sokaklara ZORYAK
yazdırman harika bir fikirdi. ZORYAK biziz ve de… Sana bir şey soracağım. O
ilacı kullananların büyük bir kısmınının kâbuslar içinde yüzdüğü doğru mu?”
“İstatistikler yüzde 2 diyor.” Dedi Mesut
hafifçe sırıtarak.
“Sence kaç?”
“Yüzde 40 falan olmalı. Adamları yıllarca
Kâbusistanda yaşatıyoruz. ”
“Niye işi bırakmadın önceden?”
“Bıraksam ne olacaktı? Yerimi alabilecek en
az on kişi vardı. Belki yirmi..”
“O da doğru.”
“Bunun için çok şeyim. Bazen…”
“Üzülme Mesut ben varım bak yanında.”
Mesut tam cevap vereceği sırada kapının zili çaldı. Mesut saatine baktı.
Temizlikçi kadın bugün gelmeyecekti. Birini beklemiyordu. Tahmin ettiği kimse
olmalıydı. Kapının kilidi içine giden anahtarla açılma sesi verince bundan emin
oldu.
“O
mu?”
“Nişanlım Nurten.”
“Biliyor mu olan bitenleri?”
Mesut başını olumsuz anlamda salladı. “Birkaç kez psikoloğa gittiğimi,
son haftalarda işlerimi aksattığımı ve bir şeylerin yolunda olmadığını sadece.”
“Bakalım görecek mi?”
Mesut başını içeri giren genç kadına çevirdi. “Merhaba Nurten.”
“İş
yerine telefon ettim. Gitmemişsin. Telefona da cevap vermeyince… Bu ne..?”
Kestane rengi uzun saçlı, biraz uzun yüzlü
olmakla birlikte harika iki iri mavi göze sahip olan genç kadının yüzündeki şok
ifadesi altın yaldızlı boya kadar belirgindi. Bakışları duvardaki yazılara
yöneldi. Sonra yerdeki kovalara. Erdal’a ve işe gitmeyen nişanlısına.
“Kendimi tanıtayım adım Erdal.”
“Mem… Memnun oldum. Ne oluyor burada Mesut?”
Neyse ki, Erdal sıksın diye elini uzatmamıştı kadına.
Mesut çok şık bordomsu ince bir palto giymiş kadına gülümsedi. “Erdal
liseden arkadaşımdır. Bir süredir birlikte graffiti yapıyoruz. İlk kez
buradayız yalnız.”
“İşe niye gitmedin?”
“ZORYAK nedir biliyorsun değil mi?”
Nurten başıyla olumladı. Gözleri dolmaya başlamıştı. ZORYAK’ı Türkiye’de
milyonlar iyi tanımaktaydı. Televizyonlardaki haberlerde binlerce defa
gösterilmişti. Mahkeme celselerinde terim olarak kullanılıyordu. Genç kadın
oturma odasının boyanmasının birlikte inşa ettikleri gelecek planlarının yerle
bir olması anlamına geldiğini hızla okumuştu.
“Mesut nedir bunlar?”
Kadının hâlâ bir şeyleri değiştirmek için umudu vardı. Şu anda
Avusturya’da ski yapan annesi ve babası Nurten’i çok beğenmekteydi. Tam da
biricik oğullarını çekip çevirecek bir kadındı. 32 yaşındaydı. Hemen çocuk
yaparlarsa aile denen kadim çemberin içinde mutlu olabilirlerdi.
“Nurten sigortacıdır. Kendi şirketi var.” dedi.
Erdal takdirle başını salladı. Nurten korkmaya başlamıştı. Burnunun
kırışmasından kokuyu almaya başladığı da belliydi. ZORYAK materyalize
olmaktaydı. Mesut işi daha fazla uzatmamaya kararlıydı. Elindeki fırçayı kovaya
bıraktı. Gidip yastığın altına koyduğu silahı aldı.
Erdal’ın yüzünde kıl oynamamıştı. Nurten’se on dakika içindeki ikinci
derin şokunu yaşamaktaydı.
“Ne… Ne yapıyorsun Mesut?”
Mesut, “Sen görmeseydin buna cesaret
edemezdim.Şişşşttt
şişşşttt geliyor!” Dedi ve tabancayı sağ şakağına dayayarak tetiği çekti.
Amsterdam Ocak 2010
-------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder