Neşe Apartmanı’nın
kapısının önünde duran iki karaltı, bir kahve telvesindeki bedbelirti
gibiydiydik. Bir röntgen filmindeki beyin uru izleri dense bile yeriydi.
“Bayağı dakiksiniz Gülay Hanım.”
Orta boylu, keçi sakallı, kırk başlarında
biriydi bunu diyen. Sağ elinde naylon torba içindeki bir paketi tutmaktaydı. Üç
hafta önce falıma bakmış ve hayatım tümden yeni bir mecraya sürüklenmişti.
Şimdi bu yeni yolun henüz katedilmemiş bölgelerini gezecektik.
“Bir şey mi var Sıtkı Bey?”
“Her şeyi izah edicem Gülay Hanım.”
Yanında duran genç kadın her şeyi başlatan
kimseydi. Üniversite yıllarından arkadaşım Meral. Yüzünde biraz huzursuz bir
ifadeyle bana gülümsedi. Sarıldık öpüştük. Parfümünü soludum; Mugler, Angel.
Eski kocam Barış biterdi bu kokuya. Apartman kapısını açan elim nedense biraz
titremekteydi. Sıtkı Bey’in, beni ve Meral’i görmek istemesi hayra alamet bir
şey değildi. İçimden hiç istemememe rağmen bu akşamki randevuyu kabul etmiştim.
Akıl kefesinin birkaç gramcık farkla ağır basmasıydı.
Asansörle yedinci kata çıktık. Sıtkı Bey’in
keçi sakallı yüzü, koyu kahverengi gözleri, ağır ve geri dönüşsüz bir meselenin
yakınında durduğumu açıkça belli etmekteydi. Misafirlerimi içeri davet ettim.
Sıtkı Bey dün akşam acilen görüşmemizin iyi olacağını söyleyince eve biraz çeki
düzen vermiştim.
“Yeni koltukların her görüşte gözüme daha
güzel görünüyor. Güle güle otur.”
Meral uçuk mavi kot kumaştan pantolon,
vücudunu sımsıkı saran bordo tişörtün üstüne bordonun tonu ceket giymişti. Uzun
bacakları, kumral saçları, duru teni ve simsiyah gözleriyle bir afet değildi
asla; ama cazibeli bir kadındı. Gittiğimiz her yerde dikkati çekerdi.
“Sağol canım.”
Meral ve Barış’la burada son kez birlikte
oturup konuştuğumuz zamanı hatırladım. O anları hiç özlememiştim. Barış’la
boşanmak üzereydik. Kadının yanında epey tartışmıştık.
“Ne içersiniz?”
“Pasta getirdim. İnşallah tadını
beğenirsiniz.”
Saat dokuz buçuğu beş geçmekteydi. Yemek
sonrası randevusuydu.
“Neli?” diye sordu Meral. Bu işe bulaşmaktan
ve şu anda burada olmaktan memnun değildi. Yüzünden açıkça okunmaktaydı. Ama
pasta hastasıydı.
“Çikolata ve vişneli.” dedi Sıtkı Bey.
Lacivert renginde ince yazlık bir ceket, siyah tişört, krem rengi pantolon giymişti.
Yüzünde saygılı, kadınlara mesafeli bir tavır vardı. Bakışları kadınlara has
yuvarlak çıkıntılarda hiç oyalanmıyordu.
“Viyana usulü.” dedi Meral. Yüzü şenlenmişti
birden. O kadar pastaları yiyip de bu ince endamında kalması haksızlıktı
doğrusu. “Ben kahve içerim. Varsa yanına Tia Maria.”
“Ben sadece kahve rica edeyim lütfen. “
Pasta paketini yanıma alıp mutfağa gittim.
Nazaneli Pastanesinden alınmıştı. İnce beyaz karton kutuyu açtım. Pastanın
görünüşü nefisti. Ben Meral gibi şanslı bir yapıya sahip değildim. Metabolizmam
stratejik yerlere yığınak yapmaya çok meraklıydı. Tek parçayla yetinecektim.
Giderken kalan pastayı Meral’e verirdim. Evde cazip kalori bombası tutmayı
istemiyordum. Şimdilik iyi giden, hafif çekimli diyet programımı bozabilirdi.
Filtre kahvenin kokusu çıkmaya başlamıştı.
İçeriden misafirlerimin konuşmaları geliyordu. Meral adamın randevu isteme
nedenini çok merak etmekteydi. Cep telefonumla bir numaraya mesaj yolladım.
Birkaç saniye sonra geri cevap geldi. Telefonu mutfak masasının üzerinde
bıraktım. Pasta kutusu, bıçak, şeker, süt tozu, Tia Maria dolu iki kadeh ve
fincanları büyükçe bir tepsiye koyarak içeri gittim.
Meral balkondan serinlik gelmesine rağmen
ceketini çıkarmıştı. Arkadaşımın dümdüz beline imrenerek baktım. İkimiz de 29
yaşındaydık. Aynı boydaydık; ama ben 11 kilo daha ağırdım ondan. Tabaklara birer
parça pasta koyarak servisi yaptım. Kahve fincanlarında kaşıkların çıkardığı
sesler bitince sanki anlaşmışız gibi Meral’le adamın yüzüne baktık.
“İlkeler önemlidir.” dedi Sıtkı Bey. “Size bu
nedenle daha önceden söyleyemedim.”
Bu defaki sessizlik bir fırtına öncesi
işaretiydi. Adamın yüzü ciddileşmişti. İki dakika içinde pastasının tamamını
silip süpürmüş olan Meral’le bakıştık.
Sıtkı Bey’i onun vesilesiyle tanımıştım.
Kendi tabiriyle bir Bedtefsirciydi. Yakın gelecekte gerçekleşebilecek
olumsuzlukları görme yetisine sahipti. Meral bir yakınının tavsiyesiyle adamın
yaptığı bir seansa katılmıştı. İki ay kadar önceydi. Adam ona ufuktaki bir sorundan
söz etmişti. Ateş yakınına gelecekti. Falda ateş çıkmıştı. Üç gün sonra Pazar
günü çamaşırları yıkarken elektrikler kısa devre yapmış ve evde yangın
çıkmıştı. Meral panikle apartmanı ayağa kaldırınca soğukkanlı üst kat komşusu,
evindeki tüplü söndürücüyle gelerek yangının büyümesini engellemişti. Adam
sayesinde zarar çok sınırlı kalmıştı.
“Bir bedtefsirci asla yaklaşmakta olan bir
ölümü engellemeye kalkmaz. Ecele karşı çıkmaz. Bunu yaparsa Allah ona verdiği
hassayı geri alır.”
Birden içim iyice soğudu. Bütün
bedbelirtilerin gerçek anlamı olduğunu idrak etmenin şokundaydım. Meral
tabağına ikinci pastayı koymuş ve ilk lokmasını çiğnemekteydi. İki şeyi
ihtirasla bir arada yapmaktaydı. Anlatılanların bir kelimesini kaçırmadan
dinlemekteydi. Bu arada ağzındaki tat yoğunluğunu sabit tutmak için
uğraşmaktaydı. Likörünü bir hüplemede içmişti.
“Bu tür bir sorun mu var Sıtkı Bey?” dedim.
Adam içini çekerek başını salladı. Ciddi,
anlayışlı, üst katlarla ilişkisi sağlam olan kimselere has, huzur dolu yüzünde
minicik bir aykırılık belirip kaybolmuştu. Gözlerinin sathında beliren bir ince
hesaplılık cilası ya da yeniden ölçüp biçme diyebileceği bir şey... Yanılıyor
da olabilirdim tabii.
“O gün siz geldiğinizde, size bir yakınınızla
ilgili kötü bir gelişmeden söz etmiştim. Böyle bir şey gerçekleşti mi?”
“Annesi.” dedi Meral benim yerime. “Annesine
kanser teşhisi kondu.”. Sonra bana bakıp gülümsedi. “İyi ama şimdi değil mi?”
Meral’in ballandırmasıyla Sıtkı Bey’e gitmiş
ve bir yakınım hakkında kötü bir haber alacağımı duymuştum. Meral’le çikolatalı
pasta sevmek dışında birçok ortak yanımız vardır.
Birlikte Gıda
Mühendisliği’ni bitirdik. O birinci oldu, ben de ikinci. Sinemaya gitmeyi daima
çok sevdik. Satranç oynamayı da. Falın her türüne düşkün olmak da bunlardan
biriydi. Hâlâ aynı firmada çalışmaktayız. İkimiz de bekârız. Çocuğumuz yok
henüz. Benim ondan tek farkım, bir buçuk yıl süren bir evlilik denemesi
geçirmiş olmamdı. Bu yönde dahi bazı müşterek hallerimizin olduğu düşünülürse
Meral’le hayat boyu arkadaş kalacağım söylenebilirdi. Bu akşamı atlatabilirsek
tabii.
“Kemoterapi geçirdi. Şu anda iyi.” dedim.
“Geçmiş olsun Gülay Hanım.”
“Teşekkür ederim. Sorun nedir Sıtkı Bey?”
Adam bir lokma alıp gerisine el sürmediğim
pastaya baktı. “Beğenmediniz mi yoksa?” dedi.
Başımı olumsuz anlamda salladım. “Çok
lezzetli.” Pastamdan iri bir lokma alıp ağzıma attım. Tadı nefisti gerçekten.
“Sizi dinliyorum.”
“O gün falınızda iki kara belirti vardı.
Birincisi çıktı. Annenize teşhis konmuş. İkincisi ecelle ilgiliydi. Bunu
söylemeye yetkim yoktu.”
“Benle mi ilgili?” dedim.
Meral’le bakışlarımız karşılaştı. Yüzünde
yorgun bir ifade belirmişti. Sanki ne dendiğini tam anlamamış gibiydi.
“Evet. Birisi sizi öldürmeye azimli. Bunu
yakın bir zamanda gerçekleştirecek.”
“Bunu niye şimdi söylüyorsunuz?”
“Bir bedtefsirci ecele karşı çıkamaz,
demiştim. Bu kesin bir kuraldır. Bir sınır, son vardır ama. Bedtefsirci
rüyasında üç kertenkele görürse en son tefsir yaptığı kimsenin meselesine
müdahil olur. Mesleğine böyle veda eder. Dün gece rüyamda üç kertenkele gördüm.
Son tefsir yaptığım kimse sizdiniz. Böylelikle...”
“Kim?” dedim korkuyla.
“Adını bilmiyorum. Bir erkek. Uzun boylu. Kel
kafalı. Şişmanca biri. Beyaz takım elbiseli.
Böyle birini tanıdınız mı?”
Hem de nasıl tanımaktaydım. İsmet Özbay.
Anneme babasından kalan arsayı satın almak için tehdit de dâhil, otuz altı
takla atmış adi herifin tekiydi. Meral’e baktım. Arkadaşım sol tarafına
yığılmış kalmıştı. Bayılmış gibiydi. Hırıltılı bir şekilde ağzından nefes
almaktaydı.
Panik nedeniyle yerimden doğrulmak üzereyken
adamın ceketinin içindeki kılıfından çektiği ucu susturuculu tabanca nedeniyle
durakladım. Popom tekrar koltuğun zeminine değdi.
“Siz onun nesi oluyorsunuz?”
“Bravo. Çok işlek bir zekânız var. Meseleyi
hemen çaktınız.”
Başımda hafif bir ağırlaşma belirmişti.
Pastanın içine bir şey konmuştu. Tertibatın bu kadarını tahmin etmem mümkün
değildi.”
“Ben İsmet’in kardeşiyim. Aynı baba, farklı
annelerden olduğumuz için soyadlarımız farklıdır. Annenizin arsasını verilen
çok iyi fiyata rağmen satmamanız çok büyük hataydı Gülay Hanım.”
“Şarlatan bir tefsirci olarak bazı şeyleri
iyi tahmin ettiniz.”
Adam bu şartlar altındaki rahat konuşma
şeklimden şüphelenmişti. Gözleri beynimin içine girmek istercesine suretimi
tarıyordu. “Kısa devre kontağını biz ayarladık.” dedi. “Arkadaşınızın fal doğru
çıkınca bir falkeş olan size, ballandıra ballandıra benden söz etmesi
kaçınılmazdı.”
“Ona sizi kim tavsiye etti?”
“Karım.”
Meral bir ara sözünü etmişti. Saunada
tanıştığı bir kadındı. Demek o da oyundu.
“Peki annem?”
“Anneniz sizden habersiz bazı testler
yaptırmıştı. Orada ince barsak kanserinin o sırada kesin olmayan belirtileri
vardı. Bunu biliyordu. Hem sizi üzmemek hem de üzerine konuşmazsa gerçekleşmez
beklentisiyle sustu. Hastane kayıtları nerelere servis ediliyor bir bilseniz.”
Meral’e baktım; ağzından hırıltılar
yükselmeye devam ediyordu. Başımın ağırlaşması artmıyordu. Demek ki, yeterli
miktarda pasta yememiştim. “Bu kadar tertibat niye? Bu şekilde arsayı mı ele
geçirmeyi planladınız?”
“Ben gerçek bir medyumum Gülay Hanım. Bazı
şeyleri hissederim. Bu nedenle size bu yoldan yaklaştım. Üstünüzden bir araba
geçirmek ya da bir kapkaççıya kurban etmek çok daha basit bir işti, ama...”
Tabancanın karnıma çevrik namlusuna baktım ve
“Sağ kalmam daha elverişliydi.” dedim.
Eğer ben de pastadan yeterli miktarda
yeseydim şimdi koltukta yığılmış kalmış olacaktım. Bu tarafta da soru işareti
yüklüydü.
“İki şey yapabilirsiniz Gülay Hanım. Yanımda
kontrat var. Onu imzalar araziyi en son verilen miktara satarsınız. Ben çeker
giderim.”
“Ya da?”
“Bu silahla biricik arkadaşınızı vurur ve
ömür boyu hapse girersiniz.”
“Meral çok yakın arkadaşımdır. Bunu
yapacağıma kim inanır?”
Keçi sakallı adam sırıttı. “Âhir zamanda
cinayet işlemek için sebepler çok çeşitlendi. Barış Bey’le ilişkisi vardı. Bunu
duyunca çok sinirlendiniz ve kendinizi kaybedip onu vurdunuz.”
“Barış Bey’le neredeyse iki yıldır ayrıyım.”
“Meral öyle bir şey yapmaz demiyorsunuz
yani?”
Barış cinsinden dar beyinli, maymun iştahlı
biriyle evlenmem hayatımın en büyük hatası, ilk arızasının akabinde tüm
yalvarmalarına rağmen hemencecik boşanmam da en akıllıca davranışımdı. Meral’e
Barış’la yatıp yatmadığını açıkça sormuştum. Bundan bir yıl önce. Bodrum’a iki
bekâr genç kadın olarak tatile gittiğimizde. Çakır keyifti. Gözümün içine
bakarak aralarında flörtist cilveleşmelerden öteye gitmediğini söylemişti.
Doğru söylediğini iliklerimde hissetmiştim.
“Yapmadı.”
“Buna inanmanız mümkün değildi. Önceden de
pastasına yüklü miktarda Seraquel koyup bayılttınız.”
“Hem tabanca hem de Seraquel bulabildim yani?”
“Seroquel çok kolay elde edilebilen bir ilaç.
Eczacı bir tanıdıkla hiç zor değil. Kırmızı reçete ama çoluk çocuğun bile
elinde. Tabancaya gelince rahmetli amcanızın size tabanca kullanmasını öğrettiğini,
çok iyi nişancı olduğunuzu şimdiye kadar kaç kişiye anlattınız?”
Dedikleri doğruydu. Babam ben iki yaşındayken
ölünce amcamın himayesine girmiştik. Silahları çok seven, zengin bir
koleksiyonu olan biriydi. Meral kalbinde bir kurşunla bulunduğunda silahın
üzerinde benim parmak izlerim olursa öyküdeki garip yanlar fazla dikkati
çekmezdi.
“Hapse girersem araziyi elde edemezsiniz.”
“Zaman alır. Doğru. Hesabımız sizin hapis
hayatını ve arkadaşınızın ölümünü istemeyeceğiniz üzerine kurulmuştur. Ne diyorsunuz?”
Eğer kontratı imzalayınca adamın peşimizi
bırakacağını bilsem, bütün nefretime rağmen bunu yapardım, ama bu kumpası
kuranların bizi sağ bırakmak isteyeceklerini hiç sanmıyordum.
“İmzalamıyacağım.” dedim kendimden emin.
Adamın yüzü asılmıştı. Tepkimi çok
beklenmedik bulmaktaydı kuşkusuz. Ben şimdi sersemlemiş bir şekilde ağlamaklı
bir şekilde bizi bağışlaması için yalvarıyor olmalıydım. Tabii kontratı
imzaladıktan sonra.
Ayağa kalkınca hareketleri bana endeksliymiş
gibi o da doğruldu. Tabancanın namlusu kalbime yirmi santim kadar yakındı.
“Üç kertenkele dediniz. Bu uydurma bir öykü
müydü?”
Adamın tereddütü hoşuma gitmişti. Tavırlarıma
anlam veremiyordu. Parmağı tetiği çekerse işim bitikti. Saniyeler aktı.
“Doğruydu. Niye sordunuz?”
“Benim hakkımda araştırma yaptınız. Silah
seven amcam. Çapkın ve sabık kocam Barış falan. İlk erkek arkadaşımla altı yıl
birlikte olduk. Onun ne iş yaptığını biliyor musunuz?”
Sıtkı Bey’in sessiz kalması karanlık bir
bölge işaretiydi açıkça.
“Her çeşit gözetleme kamerası. Şu sıralar en
popüler olanları bir telefon hattıyla görüntüyü bir yere nakleden kameralar.
İki kilometre çaplı bir alanda sorunsuz çalışıyor. Bu arada videoda hiç sinyal
yitimine neden olmuyor. Dome kamera adını duydunuz mu? Minik bir kubbecik.”
Elimle oturma odasının aynasının kıvrımlı süslerinden birini işaret ettim.
“Biri şurada. Diğeri hole girişte kapıya çevrik. Bir saattir online.
Söylediğiniz her şey, yaptığınız hareket şu anda, Allah bilir kaç kişi tarafından
izleniyor ve kaydediliyor. Kasetle gündem değiştirme devrindeyiz. Youtube
devrimi var. Erişimi dolaylı da olsa. Telefonumla eve girerken sistemi
etkinleştirdim. Dün siz beni arayıp önemli bir şey için görüşmek isteyince eski
sevgilimden rica ettim. Sağolsun kırmadı. Eli öyle alışık ki, sistemi kurması
bir saat sürmedi. Şu divanda teşekkürlerimi sundum ona.”
“Blöf yapıyorsun.”
Karşılıklı duruyorduk. Adamın yüzü allak
bullaktı. Her an sıcak bir kurşun tenime değebilirdi. “Telefonum mutfakta.
Neden orada durduğunu merak ediyor olmalısınız. Bir şey daha... Erkek arkadaşım
dükkânını ilk açtığında ismini ne koymuştu biliyor musunuz? Üç timsah. Üç erkek
kardeşlerdir. Babaları onlara timsahlarım der hâlâ. Sonra tanınınca ismini
değiştirdi. Timsah kertenkele değil; ama çok andıran bir hemcinsi. Rüyanız gerçekleşti Sıtkı Bey.”
Sıtkı gidip aynanın üzerindeki minik kamerayı
izledi. Açısını kontrol etti. Bana dönmeden önce tabancasını kılıfına
yerleştirdi. Bu hareketi çok aşamalı bir büyü gibiydi. Meral oturduğu yerde
kımıldadı ve hafifçe ıhladı. Ayılıyordu.
“Şimdi ne olacak Gülay Hanım?”
Şu andaki yayını kimsenin izlediği falan
yoktu. Eski erkek arkadaşımın ana hard diskine depolanan çok ciddi bir delildi
yalnız.
“Şimdi hemen giderseniz, yarın öğleden sonra
yazıhanenize gelip kontratı imzalayacağım. Yüzde yirmi fazla ödeyeceksiniz. Şu
son bir saat içinde bana çektirdikleriniz için. Anlaştık mı?”
“Size nasıl güvenebilirim?”
“Hislerinize danışın.”
Hayati saniyeler aktı geçti. Sıtkı Bey
kararını vermişti. “Tamam. Yarın 14.00’te yazıhanemizde. Dediğiniz koşullarla
bu işi halledeceğiz. Ben şimdi gidiyorum. Siz arkadaşınıza bir öykü uydurun. ”
Adamı hole kadar geçirdim. Kapıyı açıp gitti.
Ön camdan dışarı baktım. Sarı BMW’sine binerek çekti gitti. Meral ayılmak
üzereydi. Hemen pastayı alarak tuvalete attım. Sifonu çektim. Kâğıdını
buruşturarak çöp tenekesine tıktım. Geri döndüm.
“Ne oldu bana ya?”
“Alerji haplarınla pasta bir arada dokundu
herhalde.”
“İlk defa başıma geliyor. Sıtkı Bey nerede?”
“Gitti.”
“Mesele neymiş?”
“Bir kötücül şey daha varmış falımda; ama
benle ilgili değil. Birini tarif etti. Bir erkek. Barış sandım önce. Ama tipi,
özellikleri falan tam tutmuyor.”
Meral’in haklı olarak alnı kırışmıştı. Bir
minik test için tam zamandı.
“Sana bir şey sorucam. Bu konu... kapandı
gitti, ama bu gece falda ayrıntılı bir şekilde bahsi geçince şey yapayım,
dedim. Sen gerçekten yatmadın Barış’la değil mi?”
Meral eliyle midesini tutarak yüzünü
buruşturdu. “Onu da nerden çıkardın şimdi Allah aşkına?”
İlk kez yüzde yüz emin oldum doğru
söylediğine. Aklı tam yerinde değildi. Kurnazlık ve rol kesme kapasitesi iyice
kısıktı.
“Sence o pasta mı dokundu bana?”
Başımı salladım ve gülümsedim. Yarın gidip o
baş belası kontratı gerçekten imzalayacaktım.
Meral’e beş, yok on
yıl sonra anlatırdım olan biteni. İnanacağını hiç sanmıyorum. Bazen gerçeğin
algısı insana ağır gelir ve başını kurgudan yana çevirir.
Amsterdam, Haziran 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder