24 Haziran 2017 Cumartesi

BEDTEFSİRCİ

Neşe Apartmanı’nın kapısının önünde duran iki karaltı, bir kahve telvesindeki bedbelirti gibiydiydik. Bir röntgen filmindeki beyin uru izleri dense bile yeriydi. 
  “Bayağı dakiksiniz Gülay Hanım.”
  Orta boylu, keçi sakallı, kırk başlarında biriydi bunu diyen. Sağ elinde naylon torba içindeki bir paketi tutmaktaydı. Üç hafta önce falıma bakmış ve hayatım tümden yeni bir mecraya sürüklenmişti. Şimdi bu yeni yolun henüz katedilmemiş bölgelerini gezecektik.  
  “Bir şey mi var Sıtkı Bey?”
  “Her şeyi izah edicem Gülay Hanım.”
  Yanında duran genç kadın her şeyi başlatan kimseydi. Üniversite yıllarından arkadaşım Meral. Yüzünde biraz huzursuz bir ifadeyle bana gülümsedi. Sarıldık öpüştük. Parfümünü soludum; Mugler, Angel. Eski kocam Barış biterdi bu kokuya. Apartman kapısını açan elim nedense biraz titremekteydi. Sıtkı Bey’in, beni ve Meral’i görmek istemesi hayra alamet bir şey değildi. İçimden hiç istemememe rağmen bu akşamki randevuyu kabul etmiştim. Akıl kefesinin birkaç gramcık farkla ağır basmasıydı.
  Asansörle yedinci kata çıktık. Sıtkı Bey’in keçi sakallı yüzü, koyu kahverengi gözleri, ağır ve geri dönüşsüz bir meselenin yakınında durduğumu açıkça belli etmekteydi. Misafirlerimi içeri davet ettim. Sıtkı Bey dün akşam acilen görüşmemizin iyi olacağını söyleyince eve biraz çeki düzen vermiştim.
  “Yeni koltukların her görüşte gözüme daha güzel görünüyor. Güle güle otur.”
  Meral uçuk mavi kot kumaştan pantolon, vücudunu sımsıkı saran bordo tişörtün üstüne bordonun tonu ceket giymişti. Uzun bacakları, kumral saçları, duru teni ve simsiyah gözleriyle bir afet değildi asla; ama cazibeli bir kadındı. Gittiğimiz her yerde dikkati çekerdi.
  “Sağol canım.”
  Meral ve Barış’la burada son kez birlikte oturup konuştuğumuz zamanı hatırladım. O anları hiç özlememiştim. Barış’la boşanmak üzereydik. Kadının yanında epey tartışmıştık.
  “Ne içersiniz?”
  “Pasta getirdim. İnşallah tadını beğenirsiniz.”
  Saat dokuz buçuğu beş geçmekteydi. Yemek sonrası randevusuydu.
  “Neli?” diye sordu Meral. Bu işe bulaşmaktan ve şu anda burada olmaktan memnun değildi. Yüzünden açıkça okunmaktaydı. Ama pasta hastasıydı.
  “Çikolata ve vişneli.” dedi Sıtkı Bey. Lacivert renginde ince yazlık bir ceket, siyah tişört, krem rengi pantolon giymişti. Yüzünde saygılı, kadınlara mesafeli bir tavır vardı. Bakışları kadınlara has yuvarlak çıkıntılarda hiç oyalanmıyordu.   
  “Viyana usulü.” dedi Meral. Yüzü şenlenmişti birden. O kadar pastaları yiyip de bu ince endamında kalması haksızlıktı doğrusu. “Ben kahve içerim. Varsa yanına Tia Maria.”
  “Ben sadece kahve rica edeyim lütfen. “
  Pasta paketini yanıma alıp mutfağa gittim. Nazaneli Pastanesinden alınmıştı. İnce beyaz karton kutuyu açtım. Pastanın görünüşü nefisti. Ben Meral gibi şanslı bir yapıya sahip değildim. Metabolizmam stratejik yerlere yığınak yapmaya çok meraklıydı. Tek parçayla yetinecektim. Giderken kalan pastayı Meral’e verirdim. Evde cazip kalori bombası tutmayı istemiyordum. Şimdilik iyi giden, hafif çekimli diyet programımı bozabilirdi.
  Filtre kahvenin kokusu çıkmaya başlamıştı. İçeriden misafirlerimin konuşmaları geliyordu. Meral adamın randevu isteme nedenini çok merak etmekteydi. Cep telefonumla bir numaraya mesaj yolladım. Birkaç saniye sonra geri cevap geldi. Telefonu mutfak masasının üzerinde bıraktım. Pasta kutusu, bıçak, şeker, süt tozu, Tia Maria dolu iki kadeh ve fincanları büyükçe bir tepsiye koyarak içeri gittim.
  Meral balkondan serinlik gelmesine rağmen ceketini çıkarmıştı. Arkadaşımın dümdüz beline imrenerek baktım. İkimiz de 29 yaşındaydık. Aynı boydaydık; ama ben 11 kilo daha ağırdım ondan. Tabaklara birer parça pasta koyarak servisi yaptım. Kahve fincanlarında kaşıkların çıkardığı sesler bitince sanki anlaşmışız gibi Meral’le adamın yüzüne baktık.
  “İlkeler önemlidir.” dedi Sıtkı Bey. “Size bu nedenle daha önceden söyleyemedim.”
  Bu defaki sessizlik bir fırtına öncesi işaretiydi. Adamın yüzü ciddileşmişti. İki dakika içinde pastasının tamamını silip süpürmüş olan Meral’le bakıştık.
  Sıtkı Bey’i onun vesilesiyle tanımıştım. Kendi tabiriyle bir Bedtefsirciydi.  Yakın gelecekte gerçekleşebilecek olumsuzlukları görme yetisine sahipti. Meral bir yakınının tavsiyesiyle adamın yaptığı bir seansa katılmıştı. İki ay kadar önceydi. Adam ona ufuktaki bir sorundan söz etmişti. Ateş yakınına gelecekti. Falda ateş çıkmıştı. Üç gün sonra Pazar günü çamaşırları yıkarken elektrikler kısa devre yapmış ve evde yangın çıkmıştı. Meral panikle apartmanı ayağa kaldırınca soğukkanlı üst kat komşusu, evindeki tüplü söndürücüyle gelerek yangının büyümesini engellemişti. Adam sayesinde zarar çok sınırlı kalmıştı.
  “Bir bedtefsirci asla yaklaşmakta olan bir ölümü engellemeye kalkmaz. Ecele karşı çıkmaz. Bunu yaparsa Allah ona verdiği hassayı geri alır.”
   Birden içim iyice soğudu. Bütün bedbelirtilerin gerçek anlamı olduğunu idrak etmenin şokundaydım. Meral tabağına ikinci pastayı koymuş ve ilk lokmasını çiğnemekteydi. İki şeyi ihtirasla bir arada yapmaktaydı. Anlatılanların bir kelimesini kaçırmadan dinlemekteydi. Bu arada ağzındaki tat yoğunluğunu sabit tutmak için uğraşmaktaydı. Likörünü bir hüplemede içmişti.
  “Bu tür bir sorun mu var Sıtkı Bey?” dedim.
  Adam içini çekerek başını salladı. Ciddi, anlayışlı, üst katlarla ilişkisi sağlam olan kimselere has, huzur dolu yüzünde minicik bir aykırılık belirip kaybolmuştu. Gözlerinin sathında beliren bir ince hesaplılık cilası ya da yeniden ölçüp biçme diyebileceği bir şey... Yanılıyor da olabilirdim tabii.
 “O gün siz geldiğinizde, size bir yakınınızla ilgili kötü bir gelişmeden söz etmiştim. Böyle bir şey gerçekleşti mi?”
  “Annesi.” dedi Meral benim yerime. “Annesine kanser teşhisi kondu.”. Sonra bana bakıp gülümsedi. “İyi ama şimdi değil mi?”
  Meral’in ballandırmasıyla Sıtkı Bey’e gitmiş ve bir yakınım hakkında kötü bir haber alacağımı duymuştum. Meral’le çikolatalı pasta sevmek dışında birçok ortak yanımız vardır.
Birlikte Gıda Mühendisliği’ni bitirdik. O birinci oldu, ben de ikinci. Sinemaya gitmeyi daima çok sevdik. Satranç oynamayı da. Falın her türüne düşkün olmak da bunlardan biriydi. Hâlâ aynı firmada çalışmaktayız. İkimiz de bekârız. Çocuğumuz yok henüz. Benim ondan tek farkım, bir buçuk yıl süren bir evlilik denemesi geçirmiş olmamdı. Bu yönde dahi bazı müşterek hallerimizin olduğu düşünülürse Meral’le hayat boyu arkadaş kalacağım söylenebilirdi. Bu akşamı atlatabilirsek tabii.
  “Kemoterapi geçirdi. Şu anda iyi.” dedim.
  “Geçmiş olsun Gülay Hanım.”
  “Teşekkür ederim. Sorun nedir Sıtkı Bey?”
  Adam bir lokma alıp gerisine el sürmediğim pastaya baktı. “Beğenmediniz mi yoksa?” dedi.
  Başımı olumsuz anlamda salladım. “Çok lezzetli.” Pastamdan iri bir lokma alıp ağzıma attım. Tadı nefisti gerçekten. “Sizi dinliyorum.”
  “O gün falınızda iki kara belirti vardı. Birincisi çıktı. Annenize teşhis konmuş. İkincisi ecelle ilgiliydi. Bunu söylemeye yetkim yoktu.”
  “Benle mi ilgili?” dedim.
  Meral’le bakışlarımız karşılaştı. Yüzünde yorgun bir ifade belirmişti. Sanki ne dendiğini tam anlamamış gibiydi.
  “Evet. Birisi sizi öldürmeye azimli. Bunu yakın bir zamanda gerçekleştirecek.”
  “Bunu niye şimdi söylüyorsunuz?”
  “Bir bedtefsirci ecele karşı çıkamaz, demiştim. Bu kesin bir kuraldır. Bir sınır, son vardır ama. Bedtefsirci rüyasında üç kertenkele görürse en son tefsir yaptığı kimsenin meselesine müdahil olur. Mesleğine böyle veda eder. Dün gece rüyamda üç kertenkele gördüm. Son tefsir yaptığım kimse sizdiniz. Böylelikle...”
  “Kim?” dedim korkuyla.
  “Adını bilmiyorum. Bir erkek. Uzun boylu. Kel kafalı. Şişmanca biri. Beyaz takım elbiseli.  Böyle birini tanıdınız mı?”
  Hem de nasıl tanımaktaydım. İsmet Özbay. Anneme babasından kalan arsayı satın almak için tehdit de dâhil, otuz altı takla atmış adi herifin tekiydi. Meral’e baktım. Arkadaşım sol tarafına yığılmış kalmıştı. Bayılmış gibiydi. Hırıltılı bir şekilde ağzından nefes almaktaydı.
  Panik nedeniyle yerimden doğrulmak üzereyken adamın ceketinin içindeki kılıfından çektiği ucu susturuculu tabanca nedeniyle durakladım. Popom tekrar koltuğun zeminine değdi. 
  “Siz onun nesi oluyorsunuz?”
  “Bravo. Çok işlek bir zekânız var. Meseleyi hemen çaktınız.”
  Başımda hafif bir ağırlaşma belirmişti. Pastanın içine bir şey konmuştu. Tertibatın bu kadarını tahmin etmem mümkün değildi.”
  “Ben İsmet’in kardeşiyim. Aynı baba, farklı annelerden olduğumuz için soyadlarımız farklıdır. Annenizin arsasını verilen çok iyi fiyata rağmen satmamanız çok büyük hataydı Gülay Hanım.”
  “Şarlatan bir tefsirci olarak bazı şeyleri iyi tahmin ettiniz.”
  Adam bu şartlar altındaki rahat konuşma şeklimden şüphelenmişti. Gözleri beynimin içine girmek istercesine suretimi tarıyordu. “Kısa devre kontağını biz ayarladık.” dedi. “Arkadaşınızın fal doğru çıkınca bir falkeş olan size, ballandıra ballandıra benden söz etmesi kaçınılmazdı.”
  “Ona sizi kim tavsiye etti?”
  “Karım.”
  Meral bir ara sözünü etmişti. Saunada tanıştığı bir kadındı. Demek o da oyundu.
  “Peki annem?”
  “Anneniz sizden habersiz bazı testler yaptırmıştı. Orada ince barsak kanserinin o sırada kesin olmayan belirtileri vardı. Bunu biliyordu. Hem sizi üzmemek hem de üzerine konuşmazsa gerçekleşmez beklentisiyle sustu. Hastane kayıtları nerelere servis ediliyor bir bilseniz.”
  Meral’e baktım; ağzından hırıltılar yükselmeye devam ediyordu. Başımın ağırlaşması artmıyordu. Demek ki, yeterli miktarda pasta yememiştim. “Bu kadar tertibat niye? Bu şekilde arsayı mı ele geçirmeyi planladınız?”
  “Ben gerçek bir medyumum Gülay Hanım. Bazı şeyleri hissederim. Bu nedenle size bu yoldan yaklaştım. Üstünüzden bir araba geçirmek ya da bir kapkaççıya kurban etmek çok daha basit bir işti, ama...”
  Tabancanın karnıma çevrik namlusuna baktım ve “Sağ kalmam daha elverişliydi.” dedim.
  Eğer ben de pastadan yeterli miktarda yeseydim şimdi koltukta yığılmış kalmış olacaktım. Bu tarafta da soru işareti yüklüydü.
  “İki şey yapabilirsiniz Gülay Hanım. Yanımda kontrat var. Onu imzalar araziyi en son verilen miktara satarsınız. Ben çeker giderim.”
  “Ya da?”
  “Bu silahla biricik arkadaşınızı vurur ve ömür boyu hapse girersiniz.”
  “Meral çok yakın arkadaşımdır. Bunu yapacağıma kim inanır?”
  Keçi sakallı adam sırıttı. “Âhir zamanda cinayet işlemek için sebepler çok çeşitlendi. Barış Bey’le ilişkisi vardı. Bunu duyunca çok sinirlendiniz ve kendinizi kaybedip onu vurdunuz.”
  “Barış Bey’le neredeyse iki yıldır ayrıyım.”
  “Meral öyle bir şey yapmaz demiyorsunuz yani?”
  Barış cinsinden dar beyinli, maymun iştahlı biriyle evlenmem hayatımın en büyük hatası, ilk arızasının akabinde tüm yalvarmalarına rağmen hemencecik boşanmam da en akıllıca davranışımdı. Meral’e Barış’la yatıp yatmadığını açıkça sormuştum. Bundan bir yıl önce. Bodrum’a iki bekâr genç kadın olarak tatile gittiğimizde. Çakır keyifti. Gözümün içine bakarak aralarında flörtist cilveleşmelerden öteye gitmediğini söylemişti. Doğru söylediğini iliklerimde hissetmiştim.   
  “Yapmadı.”
   “Buna inanmanız mümkün değildi. Önceden de pastasına yüklü miktarda Seraquel koyup bayılttınız.”
  “Hem tabanca hem de Seraquel bulabildim yani?”
  “Seroquel çok kolay elde edilebilen bir ilaç. Eczacı bir tanıdıkla hiç zor değil. Kırmızı reçete ama çoluk çocuğun bile elinde. Tabancaya gelince rahmetli amcanızın size tabanca kullanmasını öğrettiğini, çok iyi nişancı olduğunuzu şimdiye kadar kaç kişiye anlattınız?”
  Dedikleri doğruydu. Babam ben iki yaşındayken ölünce amcamın himayesine girmiştik. Silahları çok seven, zengin bir koleksiyonu olan biriydi. Meral kalbinde bir kurşunla bulunduğunda silahın üzerinde benim parmak izlerim olursa öyküdeki garip yanlar fazla dikkati çekmezdi.
  “Hapse girersem araziyi elde edemezsiniz.”
  “Zaman alır. Doğru. Hesabımız sizin hapis hayatını ve arkadaşınızın ölümünü istemeyeceğiniz üzerine kurulmuştur. Ne diyorsunuz?”
  Eğer kontratı imzalayınca adamın peşimizi bırakacağını bilsem, bütün nefretime rağmen bunu yapardım, ama bu kumpası kuranların bizi sağ bırakmak isteyeceklerini hiç sanmıyordum.  
  “İmzalamıyacağım.” dedim kendimden emin.
  Adamın yüzü asılmıştı. Tepkimi çok beklenmedik bulmaktaydı kuşkusuz. Ben şimdi sersemlemiş bir şekilde ağlamaklı bir şekilde bizi bağışlaması için yalvarıyor olmalıydım. Tabii kontratı imzaladıktan sonra.
  Ayağa kalkınca hareketleri bana endeksliymiş gibi o da doğruldu. Tabancanın namlusu kalbime yirmi santim kadar yakındı.
  “Üç kertenkele dediniz. Bu uydurma bir öykü müydü?”
  Adamın tereddütü hoşuma gitmişti. Tavırlarıma anlam veremiyordu. Parmağı tetiği çekerse işim bitikti. Saniyeler aktı.
  “Doğruydu. Niye sordunuz?”
  “Benim hakkımda araştırma yaptınız. Silah seven amcam. Çapkın ve sabık kocam Barış falan. İlk erkek arkadaşımla altı yıl birlikte olduk. Onun ne iş yaptığını biliyor musunuz?”
  Sıtkı Bey’in sessiz kalması karanlık bir bölge işaretiydi açıkça.
  “Her çeşit gözetleme kamerası. Şu sıralar en popüler olanları bir telefon hattıyla görüntüyü bir yere nakleden kameralar. İki kilometre çaplı bir alanda sorunsuz çalışıyor. Bu arada videoda hiç sinyal yitimine neden olmuyor. Dome kamera adını duydunuz mu? Minik bir kubbecik.” Elimle oturma odasının aynasının kıvrımlı süslerinden birini işaret ettim. “Biri şurada. Diğeri hole girişte kapıya çevrik. Bir saattir online. Söylediğiniz her şey, yaptığınız hareket şu anda, Allah bilir kaç kişi tarafından izleniyor ve kaydediliyor. Kasetle gündem değiştirme devrindeyiz. Youtube devrimi var. Erişimi dolaylı da olsa. Telefonumla eve girerken sistemi etkinleştirdim. Dün siz beni arayıp önemli bir şey için görüşmek isteyince eski sevgilimden rica ettim. Sağolsun kırmadı. Eli öyle alışık ki, sistemi kurması bir saat sürmedi. Şu divanda teşekkürlerimi sundum ona.”
  “Blöf yapıyorsun.”
  Karşılıklı duruyorduk. Adamın yüzü allak bullaktı. Her an sıcak bir kurşun tenime değebilirdi. “Telefonum mutfakta. Neden orada durduğunu merak ediyor olmalısınız. Bir şey daha... Erkek arkadaşım dükkânını ilk açtığında ismini ne koymuştu biliyor musunuz? Üç timsah. Üç erkek kardeşlerdir. Babaları onlara timsahlarım der hâlâ. Sonra tanınınca ismini değiştirdi. Timsah kertenkele değil; ama çok andıran bir hemcinsi.  Rüyanız gerçekleşti Sıtkı Bey.”
  Sıtkı gidip aynanın üzerindeki minik kamerayı izledi. Açısını kontrol etti. Bana dönmeden önce tabancasını kılıfına yerleştirdi. Bu hareketi çok aşamalı bir büyü gibiydi. Meral oturduğu yerde kımıldadı ve hafifçe ıhladı. Ayılıyordu.
  “Şimdi ne olacak Gülay Hanım?”
  Şu andaki yayını kimsenin izlediği falan yoktu. Eski erkek arkadaşımın ana hard diskine depolanan çok ciddi bir delildi yalnız.
  “Şimdi hemen giderseniz, yarın öğleden sonra yazıhanenize gelip kontratı imzalayacağım. Yüzde yirmi fazla ödeyeceksiniz. Şu son bir saat içinde bana çektirdikleriniz için. Anlaştık mı?”
  “Size nasıl güvenebilirim?”
  “Hislerinize danışın.”
  Hayati saniyeler aktı geçti. Sıtkı Bey kararını vermişti. “Tamam. Yarın 14.00’te yazıhanemizde. Dediğiniz koşullarla bu işi halledeceğiz. Ben şimdi gidiyorum. Siz arkadaşınıza bir öykü uydurun. ”
  Adamı hole kadar geçirdim. Kapıyı açıp gitti. Ön camdan dışarı baktım. Sarı BMW’sine binerek çekti gitti. Meral ayılmak üzereydi. Hemen pastayı alarak tuvalete attım. Sifonu çektim. Kâğıdını buruşturarak çöp tenekesine tıktım. Geri döndüm.
  “Ne oldu bana ya?”
  “Alerji haplarınla pasta bir arada dokundu herhalde.”
  “İlk defa başıma geliyor. Sıtkı Bey nerede?”
  “Gitti.”
  “Mesele neymiş?”
  “Bir kötücül şey daha varmış falımda; ama benle ilgili değil. Birini tarif etti. Bir erkek. Barış sandım önce. Ama tipi, özellikleri falan tam tutmuyor.”
  Meral’in haklı olarak alnı kırışmıştı. Bir minik test için tam zamandı.
  “Sana bir şey sorucam. Bu konu... kapandı gitti, ama bu gece falda ayrıntılı bir şekilde bahsi geçince şey yapayım, dedim. Sen gerçekten yatmadın Barış’la değil mi?”
  Meral eliyle midesini tutarak yüzünü buruşturdu. “Onu da nerden çıkardın şimdi Allah aşkına?”
  İlk kez yüzde yüz emin oldum doğru söylediğine. Aklı tam yerinde değildi. Kurnazlık ve rol kesme kapasitesi iyice kısıktı.
  “Sence o pasta mı dokundu bana?”
  Başımı salladım ve gülümsedim. Yarın gidip o baş belası kontratı gerçekten imzalayacaktım.
Meral’e beş, yok on yıl sonra anlatırdım olan biteni. İnanacağını hiç sanmıyorum. Bazen gerçeğin algısı insana ağır gelir ve başını kurgudan yana çevirir.

                                                                                                                     Amsterdam, Haziran 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder