BAŞTANIK
“Biz
kadınların, hayatın çeşitliliğine olan iştihamız, empatimiz ve değişime
açıklığımız bizi erkeklerden farklı kılıyor. Dahası, çalışkanlık yönünden de
öyle. Bir de…”
Telefonu çalınca Papatya eliyle ‘bir dakika’
işareti yaptı ve divanda oturduğu yerde sağ yanında duran krem rengi Freijungle marka deri çantasını aldı.
Telefonu çok tanınmış bir valsin giriş temasıyla çalmaktaydı. Uzun kırmızı
tırnağı dokunmatik ekrana deyince ses kesildi.
“Alo canım, nasılsın? Aaaa.. Gördün demek?
Anlıyorum. Teşekkür ederim canım. Evde değilim. Kitap Kulübümüzün toplantısı
var da. Öyle mi? Sana da alalım bir tane. Tamam söz. Yerini biliyorum. Fiyatlar
da çok uygun. Öptüm canım.”
Papatya masanın üzerindeki Tempo dergisini
işaret ederek, “Dergiyi görmüş. Nalan diye biri. Çantamı çok beğenmiş. Lisede
arkadaştık da.”
Az önce kadına gösterdiği candanlığın
yarısının sahte olduğu belli eden bir tavırla konuşuyordu. Sesindeki gurur
tonunu yesinler, Papatya hanım ömr-ü hayatında bir kez popüler bir dergide boy
göstermişti ve havasından geçilmiyordu. ‘Ben Bir Cinayet Tanığıyım’ başlıklı
yazıda iki adet fotoğraf kullanılmıştı. Biri şimdi üzerinde olan bordo renkli
tayyördü. Saçları şu anda olduğu gibi kızılımsı kahverengiye boyalıydı ve
kıpkırmızı ruj sürmüştü. Aklınca femme fatale takılıyordu.
Papatya kırk altı yaşındaydı ve ne yaparsa
yapsın bunu çok belli ediyordu. İki yıl önce bel bölgesinden çektirdiği
yağların yerine iki mislini ikame etmişti. Fondoten ve kendi tabiriyle mini
botoksla bile durumu kurtaramıyordu. Ayrıca içinde canlı bir ışıma yoktu. Her
şeyden çabuk bıkan, hiçbir şeyi delice merak etmeyen, baygın bakışlı, eli kolu
yavaş bir kadındı. Gençlik merak ve hız demekti oysa.
Solunda
oturan Serpil hanım içini çekerek alaycı bir şekilde gülümsedi. İçlerinde
saçları boyalı olmayan tek kimse oydu. Kumral beyaz karışımı saçları yüzüne pek
yakışmaktaydı ve asla daha yaşlı göstermiyordu.
“Kız ünlü biri oldun valla.” dedim azbuçuk
samimiyet kokan bir bakışla. Suyun tek yöne akmaya devam etmesi için biraz
kıskançlık göstermem iyi olurdu. Kibir manyetik alan gibidir. Demir tozlarını
görmek istediği şekle sokar.
“O gün burada olması büyük şans tabii.” dedi
Remziye. Sesi nötrdü, ama bakışları ince ayarlı bir aşağılama ışıyordu.
Yıllarca kocasıyla beraber meyveleri sebzeleri koymak için tahta kasa yapan
orta ölçekli bir fabrikayı yönetmişti. Meslekten muhasebeciydi. Çok okurdu.
Kültürlü bir kadındı. Dünyayı gezmişti. İyi Fransızca bilirdi. İçlerinde en
varlıklı olandı. Papatya’dan normalde pek hazzetmezdi. Kadın bir cinayetin
baştanığı olarak dergilerde boy gösterdiği için biraz şımarayazmıştı. Bu
nedenle Remziye’nin gıcıklık tonu vites büyültmüştü.
Remziye, üst kat komşum Ayten, Serpil ve ben
yıllardır arkadaşız. Hem sohbet hem de kitap okuma grubuyuz. Aramızda iskambil
de oynardık. Buna briç de dâhildi. Papatya ne yaptıysa briç oynamayı
öğrenememişti. Kitap kulübü olarak yılda taş çatlasa beş kitap okuyorduk. Meral
bu kitapları üstün körü okur. Google’dan kitap hakkında bir eleştiri arar,
bulamazsa arka kapağın izahatından görüş çıkarırdı. Yapı olarak konsantrasyon
sorunu olan biriydi. Kullandığı antidepresanlar nedeniyle durumu şu anda daha
da vahimdi. Liseyi güç bela bitirebilmişti. Sonra hiçbir yere puan
tutturamayınca, puanı sağlam yerlerini kullanarak kendine geliri iyi bir koca
bulmuştu. Yirmi yıl önceki fotoğraflarına bakılırsa o sıralarda afet tabir
edilen, uzun bacaklı, güzel vücutlu ve bayağı hoş yüzlü bir kızdı. Zamanla bu şanslı
karoserin üstüne otuz kilo yağ döşemişti.
Papatya’yı onların grubuna öneren, bunda
ısrarlı davranan üst kat komşusu rahmetli Ayten’di. Boşandığı kocası Melih,
Meral’in eşinin iyi arkadaşıydı. Bu nedenle ailece görüşüyorlardı. Kadını
merdivenlerde ve Ayten’in evinde defalarca görmüşlüğüm vardı. Bu nedenle Ayten,
Papatya’yı gruba almamızı önerirken en çok benim desteğime güvenmişti. Çünkü
Remziye’nin karşı çıkacağı kesindi, ki nitekim öyle olmuştu. Papatya’yı birkaç
kez görünce bileti kesivermişti. Serpil’in gözü de kadını pek tutmuyordu,
ama ben olabilir deyince sessiz kalmış
ve böylelikle beşinci üyemizin kulübümüze dahli gerçekleşmişti.
Serpil yıllardır dergilere yemek tarifleri
yazan adı az buçuk bilinen biriydi. Ben belli başlı yayınevlerine çalışan
tanınmış denebilecek bir çevirmenim. Şu ana kadar yarısı polisiye ve casusluk
olmak üzere kırktan fazla kitap çevirdim. Ayten çeşitli kültürel faaliyetlerde
moderatörlük yapıyordu. Bunların bazıları televizyondan ve internet ortamında
yayınlanmaktaydı. Papatya için SERA’ya dâhil olmak kültürel çerçeveli bir
statüydü.
İsimlerimizin baş harflerinden hareketle
kulübümüze SERA adını vermiştik. Papatya’nın gelmesiyle SERAP olmuştuk, ama
geçen hafta A harfi düşmüştü. P’nin ılgası da yakındaydı kaçınılmaz
olarak.
“Hâlâ aklım almıyor.” dedi Serpil. “Biz
burada otururken, o korkunç durum… İnşallah katil biran önce bulunur.”
Ben başımla onaylayınca Remziye de içini
çekerek beni taklit etti. Papatya yüzüne fazladan üzüntülü bir ifade takınarak
sessiz kaldı. Herkes Ayten’in vahşi bir cinayete kurban gitmesi nedeniyle şoke
olmuş ve üzülmüştü. Bir sessizlik oldu.
“Onu yerde öyle yatar halde görünce nasıl
bayılmadım, hâlâ şaşıyorum.” dedi Papatya.
Kimse cevap vermedi. Aynı şeyi son bir buçuk
saatte en az beş kez yinelemesine rağmen bakışlar yeterince anlayış yüklüydü.
Hiç beklenmedik, şoke edici bir durumdu. Hazmetmesi kolay değildi.
“Cenazesi yarın.” dedi Remziye. “Otopsi
tamamlanmış. Şaka gibi, Ayten’in şu anda burada olmaması.”
Papatya bir şey diyecekti, ama vazgeçip
kadehindeki nane likörünü fondipledi. Sessizlikte olağanüstü bir şeye tanık
olmanın diriltici şoku ve elim bir cinayet sonucu kaybettikleri arkadaşlarının
kaybına duydukları üzüntü vardı.
*
Geçen Çarşamba günü bizde buluşulacaktı.
Okuduğumuz bir kitap üzerine konuşacaktık. Mutad saatte. 15.00’te. Papatya’yı
sabah arayıp biraz erken, şöyle yarım saat falan önce gelirse konuya fazladan
ısınabileceğimizi söyledim. Papatya, özellikle Remziye’nin entelektüel hışmını
üzerine çekmekten korkuyordu. SERAP’ın asli üyesi olmaktan çok memnundu. Kafası
derin konulara basmadığı için bu toplantı öncesi fikir aşısı önerisini minnetle
karşıladı ve diğerleriyle buluşulacak saatten tam 51 dakika önce geldi. Harika
bir zamanlamaydı.
Kadını filtre kahve, vişneli çikolatalı pasta
ve times new roman 14 puntoyla yarım A4’lük bir kitap inceleme özetiyle başbaşa
bıraktım. Metinde psikolojik çözümlemeyi mahsus biraz ayrıntılı çatmıştım. Ana
çizginin ne olduğunu kavrayabilmesi için en az üç kere okuması gerekecekti.
Papatya sözümona kilo almamak için bu toplantılara öğle yemeği yemeden gelirdi.
O anda fena halde açtı yani. Komprime şeklinde hazırlanmış kitap raporuma göz
atarken ihtirasla pastaya yumulmuştu beklediğim gibi. Bu sırada fırındaki
börekle meşgul olmak bahanesiyle oturma odasından çıktım.
Dairem 180 metre kare. Dört yatak odalı ve
iki tuvaletli. Oturma odasından bir hole geçilip öyle varılıyordu mutfağa.
Daire kapısına yakındı. Elime naylon eldivenlerimi geçirerek kapıyı açtım ve
bir koşu yukarı çıktım. Cebimdeki anahtarla üst kat komşumun kapısını açtım.
Ayten’in eskiden kedisi vardı. Tül. O yokken ben bakardım. Çok güzel yüzlü tam
tekir bir kediydi. Tül birkaç ay önce böbrek yetmezliğinden öldü. On iki yaşındaydı.
Anahtarları geriye verdiğimde bir kopyasını yaptırmıştım. Çünkü ferman o
sıralarda yazılmıştı. Mürekkebi kuruyordu.
Ayten’in leylak rengi badanalı holünden
geçerken bir saniye duraklayıp sol duvara asılmış kırk santime kırk santim
ebatlı nazar büyüsü bozma vefkine baktım. İyi bir hattat tarafından deve
derisine yapılmış harika bir eserdi. Ayten bir gün o vefki işaret ederek,
‘Ahmet er Rufai’nin hazırladığı söyleniyor. Bu varken eve nazar değmez.’
demişti. Yanılıyordu. Şu anda ona değen şey soğuk servis edilen bir intikam
hamlesi suretindeydi, ama nazarın libaslarının sayısı belirsizdi, kılıktan
kılığa girerdi.
Hızla oturma odasına gittim. Ayten bıraktığım
yerde sırtüstü yatıyordu. Üzerinde ev eşofmanı vardı. Uçuk mavi renkliydi. Kalp
hizasında 23 yazıyordu. Uğurlu numarası olduğunu söylerdi, ama sorunca yüzüne
sırlı bir ifade vererek nedenini açıklamamıştı. Şu anda da bilmiyorum. Bu
nedenle onu 23 Ocak’ta tam 14.23’te öldürecektim. Yarı baygındı hâlâ. Elleri
arkadan bağlıydı. Ağzında tıkaç vardı. Kenarda hazır duran naylon torbayı
başına geçirdim. Bedeni titreyerek direndi. Sol elimle omzundan tuttum. Gözleri
açıldı. İçi buğulanmış naylonun ardında nasıl görünmekteydim acaba diye
düşündüm.
Direnmesi bitince torbayı yüzüne takılı
bıraktım. Yemek masasının üstünde duran telefonuyla adres listesinden rasgele
birini aradım. Telefon iki kere çalınca kapattım. Masanın üzerinde önceden
hazırladığım sarı bir bez çanta duruyordu. İçinde Ayten’in dizüstü bilgisayarı,
içinde kredi kartları ve 125 lira nakit olan cüzdanı, kolundan çıkardığım altın
künyesi durmaktaydı. Telefonun SİM kartını ve aküsünü çıkarıp çantanın içine
attım. Etrafı hızla aranmış gibi dağıtmıştım. Eylemimde kullandığım dambılları
sabah faaliyetimin sonrasında ambalajlanmış olarak çöp konteynırına atmıştım.
Her şey mizansene uygundu. Kilidinin üstünde taze kurcalanma izleri olan kapıyı
belli belirsiz aralık bırakıp aşağıya indim. Bizim altı daireli apartmanda
küçük çocuk yoktur. Hafta içinde fazla gelip gitmeler olmaz. Gündüzleri zilleri
çalanların çoğu, su getiren ya da reklam dağıtan birileridir. En üst kattaki
emekli bankacı Sabri Kuşçu zili çalan herkese kim olduğuna bakmadan kapıyı
açardı. Bu nedenle o da polise ifade verdi. Haliyle o gün kimseye kapıyı
açmadığını söyledi.
Kimseye raslamadan evime girdim. Sarı çantayı
mutfak dolaplarımın en üst gözlerinden birine koydum. Elimden eldivenleri
çıkartıp çöpe attım. Fırındaki böreği kontrol ederken kalbim hâlâ deli gibi
atmaktaydı. İşin en zor kısmını başarıyla halletmiştim.
En olağan halimle oturma odasına gittim.
Papatya pastasının son lokmasını yiyordu. Bu çok normaldi. Çünkü bütün icraatım
dokuz dakika sürmüştü.
“Nasıl buldun?”
Papatya yüzüme dalgınca bakıp içini çekti.
“Biraz şey, ama hikâyeyi çaktım sayılır.” dedi.
“Ben de bunu yazana kadar çok ter döktüm.”
dedim. “Baş karakterin grotesk açılımı alabildiğine girift konunun özeti zaten.
Bu yüzden çetrefilli.”
Papatya başıyla onayladı. Bu arada hafifçe
alnının kırışmasından ikinci cümlemi ezberlemeye çalıştığını sezdim. Amacım da
buydu zaten. Bu birazdan kulüp toplandığında ilk cümlesi olacaktı, ama ne yazık
ki, artık imkânsızdı. SERAP’ın A’sı iptal edilmişti.
Remziye ve Serpil ikişer dakika arayla
geldiler. Börek pişmişti. Onlara ikram ettim. Saat 15.20’de Ayten’i aradım.
Telefonu almadı haliyle. 15.40 civarında dört aramaya da cevap vermemişti.
Normalde aynı apartmanda oturduğumuz için benim gidip bakmam gerekirdi, ama
Papatya, ona gösterdiğim ihtimamdan çok mütehassis olmuştu. ‘Ben bir gidip
bakayım’ dediğinde yalandan ‘Zahmet olmazsa bak istersen’ dedim. Bu arada Remziye, Serpil’e büyük oğlunun
işyerini anlatmaktaydı. Bilişim mühendisi olan oğluyla haklı olarak pek
iftiharlıydı. Doktorasını ABD’de yapmış genç bir dehaydı.
Papatya yüzü bembeyaz halde geri gelmesi bana
pek uzun gelen on bir dakika sürmüştü. Her şeyin pürüzsüz yürüyeceğine kani
oldum. Nitekim de öyle oldu. Ayten’i ölü bulmuştu. Hemen polisi aradık. Eve
yakın bir ekip vardı herhalde. Beş dakikada kapıya dayandılar. Bizi Ayten’in
dairesine sokmadılar. Aşağıda benim evimde sorguya çekildik. Papatya
başşahitti. Cesedi gören tek kimseydi resmiyette. Sokak kapısında, oturma
odasında ve hatta kadını boğan torbanın üzerinde parmak izleri vardı, ama
İngilizce alibi diyorlar,
suçsuzluğunun arslan gibi üç adet tanığı vardı.
Emniyette de teker teker ayrıca ifademizi
aldılar. Sadece Papatya’nın anlatacak sözü vardı. Bizler pasif elemanlardık.
Birkaç hafta sonra hatırlı tanıdıklarımızı araya sokarak soruşturmanın
akibetini sordurduğumuzda cinayetin hırsızlık için işlendiği ve iki dedektifin
bu işi araştırdığı söylendi. Ben bu arada çalıntı malları değişik semtlerde
kolay bulunacak yerlere bırakmıştım. Ganimeti bulan mülküne geçiriyordu doğal
olarak. Dedektifler boşuna iz peşinde koşturup duracaklardı.
Üst kat komşumu niçin mi öldürdüm? Çok basit.
Şiddetli kıskançlık. Tahammülümün ötesinde bir öç alma isteği. Ayten, rahmetli
kocam Ethem’in sevgilisiydi. Kendisi dört yıl önce boşandıktan sonra mercimeği fırına vermişlerdi.
Aralarında her zaman bir kadın-erkek çekimi vardı. Ethem kadını güzel bulduğunu
onun yanındayken de rahatça söylerdi. Sinsilik açık beyanlarla görünmezleşen
bir ambalaja sahipti yani.
Ethem kasık fıtığı ameliyatı geçirince iki
gün hastanede kalmıştı. Bu arada onun çalışma odasında sistematik bir arama
yapma olanağı buldum. Aralarında bir şey olduğundan kuşkuluydum. Onlar varken
ortam enerji bazlı bir akıyla doluyordu adeta. Bunu hissedip duruyor, ama
konduramıyordum bir türlü. Çünkü sonrasında yapacağım şeylerden korkuyordum.
Kocam orta halli şirketlere danışmanlık
yapıyordu. İyi bir okurdu da. Odası baştan aşağıya kitap, dosya ve basılı
matbuat yüklüydü. Doktor acil dediği için biraz apartopar ameliyata alınmıştı.
Bu arada silemediği bir mesaj ve ona verilen cevap çok şey anlatmıştı.
Sevgilim sana
aşeriyorum yine. Bu kadar yakınımda ve aynı zamanda uzakta olman, ne garip bir
tecelli. Öptüm canım. Son Sevgilin(m)
Son Sevgilim
yarından itibaren beraberiz doya doya.
Odasında saklı bir şey aramama gerek kalmadı.
Ajandasındaki SS notlarının ‘Son
Sevgili’ olduğunu böylelikle keşfettim.
Ben
günce tutarım. Ethem’in yarın dediği tarih benim annemi ziyaret için Niğde’ye
gideceğim tarihti. Bir hafta kalacağım için rahatça beraber olabileceklerdi.
Ayten içimizde en diri kalabilmiş olandı. Kırk
yedi yaşındaydı ve teni hâlâ gençlik ışıyordu. Memeleri yerçekimine
dayanıklıydı ve yaptığı diyet ve egzersizlerle bir genç kız fiziğine sahipti.
Birara şu Platelet Rich Plasma, PRP
denilen, kendi kanının bir işlemden geçtikten sonra yüze enjekte edilmesi
işlemini yaptırmayı düşündüğünü söylemişti. Sonra bir daha bahsini etmemişti.
Her ne halt yediyse sonuç süperdi. Yüzü en ufak bir botoks alarmı vermeden
gergindi. Tanımayan gerçek yaşını tahmin edemezdi.
Ben Ethem’e âşık olarak evlendim. Bakireydim.
Birlikte harika yıllar geçirdik. Spermi kıt olduğundan çocuğumuz olmadı.
Çocukları çok seviyorum. İki çocuğum olmasını isterdim. Ekonomik özgürlüğe sahip olmama rağmen kocama
olan aşkımdan bir başka evliliği hiç düşünmedim, ama üst kat komşumla kocamı nasıl
cezalandırabileceğimi uzun uzun düşündüm.
Kocamın defterini dürmek çok kolay oldu, ama
az kalsın ben de ölüp gidecektim. İki yıl kadar önce arabayla İzmir Çeşme’ye
Ethem’in erkek kardeşinin yazlığına gittik. Bir gece yarısı Ildır’daki eski bir
tanıdığın evinden geriye dönerken sapa bir yerde kaza geçirdik. Ethem
direksiyonun kontrolünü kaybetti ve şarampole yuvarlandık. İki duble rakı
içmişti. Sarhoş değildi. Hızımız fazlaydı. Yol virajlıydı. Biran dikkati
dağılmıştı. Benim kemerim takılıydı, onunki ise değildi. Araba sağ tarafına
yatmış şekilde şarampolün dibinde kendime geldiğimde baygınlığımın birkaç
dakika sürdüğünü anladım. Sarsılmıştım, sol bileğim sızlıyordu, ama bir yerim
kırık değil gibiydi. Ethem ise kemer takmadığından ağır yaralanmıştı. Yüzü kan
içindeydi. Hırıltılı nefes alıp veriyordu. Torpido gözünden çıkardığım
üstüpüyle ağzını ve burnunu tıkayınca pek az direnebildi. Öldüğünden emin
olunca arabadan çıktım. Saat biri geçtiği için yol çok tenhaydı.Üstüpüyü
makilerin bulunduğu alanda müsait bir yere gömdüm. Sonra cep telefonumla polisi
aradım. Kimse bir şeyden şüphelenmedi. Sonradan ölüm nedeni olarak boyun
kırılması teşhisini koydular. Ethem büyük bir ihtimalle ölecekti, ama nefesini
bizzat kestiğim için pişman değilim. Ethem, Ayten’i ‘Son Sevgilim’ diye
adlandırıyordu. Bu nedenden ölümü erkene çekilmişti. Bir şey sonsa son
kalmalıydı. Öyle değil mi?
Ayten için iki yıl bekledim. Bu planı çok
önceden de uygulayabilirdim. Ethem öldükten sonra artık neredeyse her defasında
benim evde toplanır olmuştuk. Beklemeyi yeğledim. Ayten’den bir nedamet, bir
itiraf bekledim ölünün ardından. Yemin ederim onu affetmeye hazırdım. Bir daha
yüzüne bakmazdım tabii, ama kılına da dokunmazdım. İş öylece kapanır giderdi.
*
“Baş karakterin grotesk açılımı alabildiğine
girift konunun özeti zaten. Bu yüzden bana çok çetrefilli geldi.”
Remziye’nin yüzünde alaycı bir düşüncenin
minik bir dışavurumu belirmişti. Papatya ara sıra buram buram bir yerden
apartılmışlık kokan laflar eder ve bunları kendi zihninin ürünü gibi
pazarlardı. Remziye’nin gözlerinde ‘bizimki salladı yine’ ışıltısı vardı.
Serpil dalgındı. Kendi söyleyeceği şeyi düşünüyordu.
Geçen hafta iptal olan kitap kulübü
toplantısı, ısrarım yüzünden toplanmıştı. Kimsede kitabın konusuna odaklanacak
hal yoktu. Bugün A’sı eksik SERAP’ın son toplantısıydı. Bir sonraki toplantı
SER ekibiyle gerçekleştirilecekti. Ayten ve benim desteğim olmadan Papatya’nın
kulübümüzün üyesi kalması mümkün değildi. Papatya’ya giderayak bir kıyak
yapmıştım. Baştanıklık ikramiyesi.
Polisiye çevirmeni olduğum için söyleşi
aslında dergi tarafından bana teklif edilmişti. Olay sırasındaki pasif rolümü
abartıp baştanık Papatya Nalbantçı ile konuşmalarını salık verdim. Onlar
tanınmış bir polisiye çevirmeniyle gerçek bir cinayet konusunu işlemek
istiyorlardı. Katil henüz yakalanmamıştı. İşin bir heyecanı vardı. Bu nedenle
Papatya’yı kabul ettirebilmek için biraz çabaladım. Papatya’yı gözlerinde cazip
hale getirebilmek için olay yerinde bulunan yegâne izlerin kadına ait olduğunu
söyledim. Kadın üç tanığı olmasa baştanık yerine başzanlı olacaktı. Bu nokta
dergiye ilginç geldi de önerimi kabul ettiler. Papatya hanım işin bu tarafından
bihaberdi haliyle.
Geçen hafta sabah saat on birde planım A’dan
Z’ye hazır yukarı çıktım. Ayten yataktan on buçuk civarında kalktığı için
evdeydi ve yalnızdı. Ona bir rüya gördüğümü ve sarsıldığımı söyledim.
Gerçekleştirmek üzere olduğum eylem nedeniyle bir yanım üzgündü. Yüzümdeki
ifade inandırıcıydı. Rüyamda ikisi bu oturma odasında otururken içeriye
Ethem’in girdiğini ve ‘Beni unutun. İkiniz de unutun.’ dediğini söyledim. L
şeklindeki divanda neredeyse diz dize yakın oturmaktaydık. Yüzü makyajsız
olmasına rağmen inanılmaz derecede genç görünmekteydi. Ayten’in güzel yeşil
gözleri doldu. ‘Şimdi itiraf edecek ve birbirimize sarılacağız, planımı iptal
edeceğim’ diye düşündüm. Ayten bana sevgiyle sarıldı ve ‘İkimiz de onu
özleyeceğiz. Çok özleyeceğiz’ dedi. ‘Çok’ kelimesinin telaffuzundaki özlem tonu
tepemin tasını attırmıştı.
Bir ara Ayten tuvalete gittiğinde elime
neredeyse şeffaf olan eldivenlerimi geçirdim ve oturma odasında sokağa bakan
camın altında duran üstü pembe renkli plastik kaplı iki kiloluk dambıllardan
birini aldım. Ağır nesneyi ayaklarımın altında bir yere gizledim. Bir kiloluk
sarı renkli olanları da vardı, ama ağırı daha etkin olacaktı. Son Sevgili geri
döndüğünde bir bahaneyle dikkatini sokaktaki bir şeye çektim. Binanın ön yüzü
bir parka baktığı için karşıdan görülme tehlikesi mevcut değildi. Bahsettiğim hayali
şeyi görmeye çabalarken ensesi tabak gibi ortadaydı. Dambılı bir kere
kullandım. Geri dönmeye çalıştıysa da başaramadı. Sırt üstü yere yıkılıp kaldı.
Filmlerdeki gibi hemen bayılmadı. Yüzündeki şaşkınlık ve giderek derinleşen
korkuyu gördüm. Yüzündeki dehşet ifadesi yeni açmış bir gül gibi muhteşemdi.
Doğaldı. Bu dünyaya aitti. Baygınlık hızla geldi. Gül içine kapanıp goncalaştı.
Ölmesinden korkarak nabzını kontrol ettim. Atıyordu.
Yanımda getirdiğim işportadan üç tanesi on
liraya aldığım ve hiç kullanmadığım eşarplarla kadının elini ve ayaklarını
bağladım. Birini de ağzına tıktım.
Ardından ilk iş olarak Ayten’in telefonundaki eski mesajları sildim. Bunları
okumamak ne kadar gayret gösterdiğimi tahmin edemezsiniz. Okusam mantık
silsilem dağılabilirdi. Yapmadım. Sonrasını biliyorsunuz.
Cinayet işlemek günahtır. Biliyorum.
Pişmanım, ama yine de vicdanımda ağır bir yük hissetmiyorum. En yakınlarım
tarafından yıllarca aldatıldım, alaya alındım ve aşağılandım. Böyle devam
edemezdim. Bir itirafı ve tövbeyi cinayetle takas etmek için samimiyetle
çabaladım. Siz iki cinayetin de esas baştanığısınız. Bana yaptığım şeyler için
hak vermeniz şart değil, ama bir nebze de olsa hislerimi anladığınızdan eminim.
Balçova,
Ocak 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder