11 Mayıs 2017 Perşembe

BAŞTANIK (öykü)

BAŞTANIK


“Biz kadınların, hayatın çeşitliliğine olan iştihamız, empatimiz ve değişime açıklığımız bizi erkeklerden farklı kılıyor. Dahası, çalışkanlık yönünden de öyle. Bir de…”
  Telefonu çalınca Papatya eliyle ‘bir dakika’ işareti yaptı ve divanda oturduğu yerde sağ yanında duran krem rengi Freijungle marka deri çantasını aldı. Telefonu çok tanınmış bir valsin giriş temasıyla çalmaktaydı. Uzun kırmızı tırnağı dokunmatik ekrana deyince ses kesildi.
  “Alo canım, nasılsın? Aaaa.. Gördün demek? Anlıyorum. Teşekkür ederim canım. Evde değilim. Kitap Kulübümüzün toplantısı var da. Öyle mi? Sana da alalım bir tane. Tamam söz. Yerini biliyorum. Fiyatlar da çok uygun. Öptüm canım.”
  Papatya masanın üzerindeki Tempo dergisini işaret ederek, “Dergiyi görmüş. Nalan diye biri. Çantamı çok beğenmiş. Lisede arkadaştık da.”
  Az önce kadına gösterdiği candanlığın yarısının sahte olduğu belli eden bir tavırla konuşuyordu. Sesindeki gurur tonunu yesinler, Papatya hanım ömr-ü hayatında bir kez popüler bir dergide boy göstermişti ve havasından geçilmiyordu. ‘Ben Bir Cinayet Tanığıyım’ başlıklı yazıda iki adet fotoğraf kullanılmıştı. Biri şimdi üzerinde olan bordo renkli tayyördü. Saçları şu anda olduğu gibi kızılımsı kahverengiye boyalıydı ve kıpkırmızı ruj sürmüştü. Aklınca  femme fatale takılıyordu.
  Papatya kırk altı yaşındaydı ve ne yaparsa yapsın bunu çok belli ediyordu. İki yıl önce bel bölgesinden çektirdiği yağların yerine iki mislini ikame etmişti. Fondoten ve kendi tabiriyle mini botoksla bile durumu kurtaramıyordu. Ayrıca içinde canlı bir ışıma yoktu. Her şeyden çabuk bıkan, hiçbir şeyi delice merak etmeyen, baygın bakışlı, eli kolu yavaş bir kadındı. Gençlik merak ve hız demekti oysa.
  Solunda oturan Serpil hanım içini çekerek alaycı bir şekilde gülümsedi. İçlerinde saçları boyalı olmayan tek kimse oydu. Kumral beyaz karışımı saçları yüzüne pek yakışmaktaydı ve asla daha yaşlı göstermiyordu.
  “Kız ünlü biri oldun valla.” dedim azbuçuk samimiyet kokan bir bakışla. Suyun tek yöne akmaya devam etmesi için biraz kıskançlık göstermem iyi olurdu. Kibir manyetik alan gibidir. Demir tozlarını görmek istediği şekle sokar.
 “O gün burada olması büyük şans tabii.” dedi Remziye. Sesi nötrdü, ama bakışları ince ayarlı bir aşağılama ışıyordu. Yıllarca kocasıyla beraber meyveleri sebzeleri koymak için tahta kasa yapan orta ölçekli bir fabrikayı yönetmişti. Meslekten muhasebeciydi. Çok okurdu. Kültürlü bir kadındı. Dünyayı gezmişti. İyi Fransızca bilirdi. İçlerinde en varlıklı olandı. Papatya’dan normalde pek hazzetmezdi. Kadın bir cinayetin baştanığı olarak dergilerde boy gösterdiği için biraz şımarayazmıştı. Bu nedenle Remziye’nin gıcıklık tonu vites büyültmüştü.
  Remziye, üst kat komşum Ayten, Serpil ve ben yıllardır arkadaşız. Hem sohbet hem de kitap okuma grubuyuz. Aramızda iskambil de oynardık. Buna briç de dâhildi. Papatya ne yaptıysa briç oynamayı öğrenememişti. Kitap kulübü olarak yılda taş çatlasa beş kitap okuyorduk. Meral bu kitapları üstün körü okur. Google’dan kitap hakkında bir eleştiri arar, bulamazsa arka kapağın izahatından görüş çıkarırdı. Yapı olarak konsantrasyon sorunu olan biriydi. Kullandığı antidepresanlar nedeniyle durumu şu anda daha da vahimdi. Liseyi güç bela bitirebilmişti. Sonra hiçbir yere puan tutturamayınca, puanı sağlam yerlerini kullanarak kendine geliri iyi bir koca bulmuştu. Yirmi yıl önceki fotoğraflarına bakılırsa o sıralarda afet tabir edilen, uzun bacaklı, güzel vücutlu ve bayağı hoş yüzlü bir kızdı. Zamanla bu şanslı karoserin üstüne otuz kilo yağ döşemişti. 
  Papatya’yı onların grubuna öneren, bunda ısrarlı davranan üst kat komşusu rahmetli Ayten’di. Boşandığı kocası Melih, Meral’in eşinin iyi arkadaşıydı. Bu nedenle ailece görüşüyorlardı. Kadını merdivenlerde ve Ayten’in evinde defalarca görmüşlüğüm vardı. Bu nedenle Ayten, Papatya’yı gruba almamızı önerirken en çok benim desteğime güvenmişti. Çünkü Remziye’nin karşı çıkacağı kesindi, ki nitekim öyle olmuştu. Papatya’yı birkaç kez görünce bileti kesivermişti. Serpil’in gözü de kadını pek tutmuyordu, ama  ben olabilir deyince sessiz kalmış ve böylelikle beşinci üyemizin kulübümüze dahli gerçekleşmişti.
  Serpil yıllardır dergilere yemek tarifleri yazan adı az buçuk bilinen biriydi. Ben belli başlı yayınevlerine çalışan tanınmış denebilecek bir çevirmenim. Şu ana kadar yarısı polisiye ve casusluk olmak üzere kırktan fazla kitap çevirdim. Ayten çeşitli kültürel faaliyetlerde moderatörlük yapıyordu. Bunların bazıları televizyondan ve internet ortamında yayınlanmaktaydı. Papatya için SERA’ya dâhil olmak kültürel çerçeveli bir statüydü.
  İsimlerimizin baş harflerinden hareketle kulübümüze SERA adını vermiştik. Papatya’nın gelmesiyle SERAP olmuştuk, ama geçen hafta A harfi düşmüştü. P’nin ılgası da yakındaydı kaçınılmaz olarak. 
  “Hâlâ aklım almıyor.” dedi Serpil. “Biz burada otururken, o korkunç durum… İnşallah katil biran önce bulunur.”
  Ben başımla onaylayınca Remziye de içini çekerek beni taklit etti. Papatya yüzüne fazladan üzüntülü bir ifade takınarak sessiz kaldı. Herkes Ayten’in vahşi bir cinayete kurban gitmesi nedeniyle şoke olmuş ve üzülmüştü. Bir sessizlik oldu.
  “Onu yerde öyle yatar halde görünce nasıl bayılmadım, hâlâ şaşıyorum.” dedi Papatya.  
  Kimse cevap vermedi. Aynı şeyi son bir buçuk saatte en az beş kez yinelemesine rağmen bakışlar yeterince anlayış yüklüydü. Hiç beklenmedik, şoke edici bir durumdu. Hazmetmesi kolay değildi. 
  “Cenazesi yarın.” dedi Remziye. “Otopsi tamamlanmış. Şaka gibi, Ayten’in şu anda burada olmaması.”
  Papatya bir şey diyecekti, ama vazgeçip kadehindeki nane likörünü fondipledi. Sessizlikte olağanüstü bir şeye tanık olmanın diriltici şoku ve elim bir cinayet sonucu kaybettikleri arkadaşlarının kaybına duydukları üzüntü vardı.

*
  Geçen Çarşamba günü bizde buluşulacaktı. Okuduğumuz bir kitap üzerine konuşacaktık. Mutad saatte. 15.00’te. Papatya’yı sabah arayıp biraz erken, şöyle yarım saat falan önce gelirse konuya fazladan ısınabileceğimizi söyledim. Papatya, özellikle Remziye’nin entelektüel hışmını üzerine çekmekten korkuyordu. SERAP’ın asli üyesi olmaktan çok memnundu. Kafası derin konulara basmadığı için bu toplantı öncesi fikir aşısı önerisini minnetle karşıladı ve diğerleriyle buluşulacak saatten tam 51 dakika önce geldi. Harika bir zamanlamaydı.
  Kadını filtre kahve, vişneli çikolatalı pasta ve times new roman 14 puntoyla yarım A4’lük bir kitap inceleme özetiyle başbaşa bıraktım. Metinde psikolojik çözümlemeyi mahsus biraz ayrıntılı çatmıştım. Ana çizginin ne olduğunu kavrayabilmesi için en az üç kere okuması gerekecekti. Papatya sözümona kilo almamak için bu toplantılara öğle yemeği yemeden gelirdi. O anda fena halde açtı yani. Komprime şeklinde hazırlanmış kitap raporuma göz atarken ihtirasla pastaya yumulmuştu beklediğim gibi. Bu sırada fırındaki börekle meşgul olmak bahanesiyle oturma odasından çıktım.
  Dairem 180 metre kare. Dört yatak odalı ve iki tuvaletli. Oturma odasından bir hole geçilip öyle varılıyordu mutfağa. Daire kapısına yakındı. Elime naylon eldivenlerimi geçirerek kapıyı açtım ve bir koşu yukarı çıktım. Cebimdeki anahtarla üst kat komşumun kapısını açtım. Ayten’in eskiden kedisi vardı. Tül. O yokken ben bakardım. Çok güzel yüzlü tam tekir bir kediydi. Tül birkaç ay önce böbrek yetmezliğinden öldü. On iki yaşındaydı. Anahtarları geriye verdiğimde bir kopyasını yaptırmıştım. Çünkü ferman o sıralarda yazılmıştı. Mürekkebi kuruyordu.
  Ayten’in leylak rengi badanalı holünden geçerken bir saniye duraklayıp sol duvara asılmış kırk santime kırk santim ebatlı nazar büyüsü bozma vefkine baktım. İyi bir hattat tarafından deve derisine yapılmış harika bir eserdi. Ayten bir gün o vefki işaret ederek, ‘Ahmet er Rufai’nin hazırladığı söyleniyor. Bu varken eve nazar değmez.’ demişti. Yanılıyordu. Şu anda ona değen şey soğuk servis edilen bir intikam hamlesi suretindeydi, ama nazarın libaslarının sayısı belirsizdi, kılıktan kılığa girerdi.
  Hızla oturma odasına gittim. Ayten bıraktığım yerde sırtüstü yatıyordu. Üzerinde ev eşofmanı vardı. Uçuk mavi renkliydi. Kalp hizasında 23 yazıyordu. Uğurlu numarası olduğunu söylerdi, ama sorunca yüzüne sırlı bir ifade vererek nedenini açıklamamıştı. Şu anda da bilmiyorum. Bu nedenle onu 23 Ocak’ta tam 14.23’te öldürecektim. Yarı baygındı hâlâ. Elleri arkadan bağlıydı. Ağzında tıkaç vardı. Kenarda hazır duran naylon torbayı başına geçirdim. Bedeni titreyerek direndi. Sol elimle omzundan tuttum. Gözleri açıldı. İçi buğulanmış naylonun ardında nasıl görünmekteydim acaba diye düşündüm.
  Direnmesi bitince torbayı yüzüne takılı bıraktım. Yemek masasının üstünde duran telefonuyla adres listesinden rasgele birini aradım. Telefon iki kere çalınca kapattım. Masanın üzerinde önceden hazırladığım sarı bir bez çanta duruyordu. İçinde Ayten’in dizüstü bilgisayarı, içinde kredi kartları ve 125 lira nakit olan cüzdanı, kolundan çıkardığım altın künyesi durmaktaydı. Telefonun SİM kartını ve aküsünü çıkarıp çantanın içine attım. Etrafı hızla aranmış gibi dağıtmıştım. Eylemimde kullandığım dambılları sabah faaliyetimin sonrasında ambalajlanmış olarak çöp konteynırına atmıştım. Her şey mizansene uygundu. Kilidinin üstünde taze kurcalanma izleri olan kapıyı belli belirsiz aralık bırakıp aşağıya indim. Bizim altı daireli apartmanda küçük çocuk yoktur. Hafta içinde fazla gelip gitmeler olmaz. Gündüzleri zilleri çalanların çoğu, su getiren ya da reklam dağıtan birileridir. En üst kattaki emekli bankacı Sabri Kuşçu zili çalan herkese kim olduğuna bakmadan kapıyı açardı. Bu nedenle o da polise ifade verdi. Haliyle o gün kimseye kapıyı açmadığını söyledi. 
  Kimseye raslamadan evime girdim. Sarı çantayı mutfak dolaplarımın en üst gözlerinden birine koydum. Elimden eldivenleri çıkartıp çöpe attım. Fırındaki böreği kontrol ederken kalbim hâlâ deli gibi atmaktaydı. İşin en zor kısmını başarıyla halletmiştim.
  En olağan halimle oturma odasına gittim. Papatya pastasının son lokmasını yiyordu. Bu çok normaldi. Çünkü bütün icraatım dokuz dakika sürmüştü.
  “Nasıl buldun?”
  Papatya yüzüme dalgınca bakıp içini çekti. “Biraz şey, ama hikâyeyi çaktım sayılır.” dedi.
  “Ben de bunu yazana kadar çok ter döktüm.” dedim. “Baş karakterin grotesk açılımı alabildiğine girift konunun özeti zaten. Bu yüzden çetrefilli.”
  Papatya başıyla onayladı. Bu arada hafifçe alnının kırışmasından ikinci cümlemi ezberlemeye çalıştığını sezdim. Amacım da buydu zaten. Bu birazdan kulüp toplandığında ilk cümlesi olacaktı, ama ne yazık ki, artık imkânsızdı. SERAP’ın A’sı iptal edilmişti.  
  Remziye ve Serpil ikişer dakika arayla geldiler. Börek pişmişti. Onlara ikram ettim. Saat 15.20’de Ayten’i aradım. Telefonu almadı haliyle. 15.40 civarında dört aramaya da cevap vermemişti. Normalde aynı apartmanda oturduğumuz için benim gidip bakmam gerekirdi, ama Papatya, ona gösterdiğim ihtimamdan çok mütehassis olmuştu. ‘Ben bir gidip bakayım’ dediğinde yalandan ‘Zahmet olmazsa bak istersen’ dedim.  Bu arada Remziye, Serpil’e büyük oğlunun işyerini anlatmaktaydı. Bilişim mühendisi olan oğluyla haklı olarak pek iftiharlıydı. Doktorasını ABD’de yapmış genç bir dehaydı.
  Papatya yüzü bembeyaz halde geri gelmesi bana pek uzun gelen on bir dakika sürmüştü. Her şeyin pürüzsüz yürüyeceğine kani oldum. Nitekim de öyle oldu. Ayten’i ölü bulmuştu. Hemen polisi aradık. Eve yakın bir ekip vardı herhalde. Beş dakikada kapıya dayandılar. Bizi Ayten’in dairesine sokmadılar. Aşağıda benim evimde sorguya çekildik. Papatya başşahitti. Cesedi gören tek kimseydi resmiyette. Sokak kapısında, oturma odasında ve hatta kadını boğan torbanın üzerinde parmak izleri vardı, ama İngilizce alibi diyorlar, suçsuzluğunun arslan gibi üç adet tanığı vardı.
  Emniyette de teker teker ayrıca ifademizi aldılar. Sadece Papatya’nın anlatacak sözü vardı. Bizler pasif elemanlardık. Birkaç hafta sonra hatırlı tanıdıklarımızı araya sokarak soruşturmanın akibetini sordurduğumuzda cinayetin hırsızlık için işlendiği ve iki dedektifin bu işi araştırdığı söylendi. Ben bu arada çalıntı malları değişik semtlerde kolay bulunacak yerlere bırakmıştım. Ganimeti bulan mülküne geçiriyordu doğal olarak. Dedektifler boşuna iz peşinde koşturup duracaklardı.
  Üst kat komşumu niçin mi öldürdüm? Çok basit. Şiddetli kıskançlık. Tahammülümün ötesinde bir öç alma isteği. Ayten, rahmetli kocam Ethem’in sevgilisiydi. Kendisi dört yıl önce boşandıktan  sonra mercimeği fırına vermişlerdi. Aralarında her zaman bir kadın-erkek çekimi vardı. Ethem kadını güzel bulduğunu onun yanındayken de rahatça söylerdi. Sinsilik açık beyanlarla görünmezleşen bir ambalaja sahipti yani.
  Ethem kasık fıtığı ameliyatı geçirince iki gün hastanede kalmıştı. Bu arada onun çalışma odasında sistematik bir arama yapma olanağı buldum. Aralarında bir şey olduğundan kuşkuluydum. Onlar varken ortam enerji bazlı bir akıyla doluyordu adeta. Bunu hissedip duruyor, ama konduramıyordum bir türlü. Çünkü sonrasında yapacağım şeylerden korkuyordum.
  Kocam orta halli şirketlere danışmanlık yapıyordu. İyi bir okurdu da. Odası baştan aşağıya kitap, dosya ve basılı matbuat yüklüydü. Doktor acil dediği için biraz apartopar ameliyata alınmıştı. Bu arada silemediği bir mesaj ve ona verilen cevap çok şey anlatmıştı.
Sevgilim sana aşeriyorum yine. Bu kadar yakınımda ve aynı zamanda uzakta olman, ne garip bir tecelli. Öptüm canım. Son Sevgilin(m)

Son Sevgilim yarından itibaren beraberiz doya doya.
  Odasında saklı bir şey aramama gerek kalmadı. Ajandasındaki  SS notlarının ‘Son Sevgili’ olduğunu böylelikle keşfettim. Ben günce tutarım. Ethem’in yarın dediği tarih benim annemi ziyaret için Niğde’ye gideceğim tarihti. Bir hafta kalacağım için rahatça beraber olabileceklerdi.
  Ayten içimizde en diri kalabilmiş olandı. Kırk yedi yaşındaydı ve teni hâlâ gençlik ışıyordu. Memeleri yerçekimine dayanıklıydı ve yaptığı diyet ve egzersizlerle bir genç kız fiziğine sahipti. Birara şu Platelet Rich Plasma, PRP denilen, kendi kanının bir işlemden geçtikten sonra yüze enjekte edilmesi işlemini yaptırmayı düşündüğünü söylemişti. Sonra bir daha bahsini etmemişti. Her ne halt yediyse sonuç süperdi. Yüzü en ufak bir botoks alarmı vermeden gergindi. Tanımayan gerçek yaşını tahmin edemezdi.
  Ben Ethem’e âşık olarak evlendim. Bakireydim. Birlikte harika yıllar geçirdik. Spermi kıt olduğundan çocuğumuz olmadı. Çocukları çok seviyorum. İki çocuğum olmasını isterdim.  Ekonomik özgürlüğe sahip olmama rağmen kocama olan aşkımdan bir başka evliliği hiç düşünmedim, ama üst kat komşumla kocamı nasıl cezalandırabileceğimi uzun uzun düşündüm.
  Kocamın defterini dürmek çok kolay oldu, ama az kalsın ben de ölüp gidecektim. İki yıl kadar önce arabayla İzmir Çeşme’ye Ethem’in erkek kardeşinin yazlığına gittik. Bir gece yarısı Ildır’daki eski bir tanıdığın evinden geriye dönerken sapa bir yerde kaza geçirdik. Ethem direksiyonun kontrolünü kaybetti ve şarampole yuvarlandık. İki duble rakı içmişti. Sarhoş değildi. Hızımız fazlaydı. Yol virajlıydı. Biran dikkati dağılmıştı. Benim kemerim takılıydı, onunki ise değildi. Araba sağ tarafına yatmış şekilde şarampolün dibinde kendime geldiğimde baygınlığımın birkaç dakika sürdüğünü anladım. Sarsılmıştım, sol bileğim sızlıyordu, ama bir yerim kırık değil gibiydi. Ethem ise kemer takmadığından ağır yaralanmıştı. Yüzü kan içindeydi. Hırıltılı nefes alıp veriyordu. Torpido gözünden çıkardığım üstüpüyle ağzını ve burnunu tıkayınca pek az direnebildi. Öldüğünden emin olunca arabadan çıktım. Saat biri geçtiği için yol çok tenhaydı.Üstüpüyü makilerin bulunduğu alanda müsait bir yere gömdüm. Sonra cep telefonumla polisi aradım. Kimse bir şeyden şüphelenmedi. Sonradan ölüm nedeni olarak boyun kırılması teşhisini koydular. Ethem büyük bir ihtimalle ölecekti, ama nefesini bizzat kestiğim için pişman değilim. Ethem, Ayten’i ‘Son Sevgilim’ diye adlandırıyordu. Bu nedenden ölümü erkene çekilmişti. Bir şey sonsa son kalmalıydı. Öyle değil mi?
  Ayten için iki yıl bekledim. Bu planı çok önceden de uygulayabilirdim. Ethem öldükten sonra artık neredeyse her defasında benim evde toplanır olmuştuk. Beklemeyi yeğledim. Ayten’den bir nedamet, bir itiraf bekledim ölünün ardından. Yemin ederim onu affetmeye hazırdım. Bir daha yüzüne bakmazdım tabii, ama kılına da dokunmazdım. İş öylece kapanır giderdi.

   *

  “Baş karakterin grotesk açılımı alabildiğine girift konunun özeti zaten. Bu yüzden bana çok çetrefilli geldi.”
  Remziye’nin yüzünde alaycı bir düşüncenin minik bir dışavurumu belirmişti. Papatya ara sıra buram buram bir yerden apartılmışlık kokan laflar eder ve bunları kendi zihninin ürünü gibi pazarlardı. Remziye’nin gözlerinde ‘bizimki salladı yine’ ışıltısı vardı. Serpil dalgındı. Kendi söyleyeceği şeyi düşünüyordu.
  Geçen hafta iptal olan kitap kulübü toplantısı, ısrarım yüzünden toplanmıştı. Kimsede kitabın konusuna odaklanacak hal yoktu. Bugün A’sı eksik SERAP’ın son toplantısıydı. Bir sonraki toplantı SER ekibiyle gerçekleştirilecekti. Ayten ve benim desteğim olmadan Papatya’nın kulübümüzün üyesi kalması mümkün değildi. Papatya’ya giderayak bir kıyak yapmıştım. Baştanıklık ikramiyesi.
  Polisiye çevirmeni olduğum için söyleşi aslında dergi tarafından bana teklif edilmişti. Olay sırasındaki pasif rolümü abartıp baştanık Papatya Nalbantçı ile konuşmalarını salık verdim. Onlar tanınmış bir polisiye çevirmeniyle gerçek bir cinayet konusunu işlemek istiyorlardı. Katil henüz yakalanmamıştı. İşin bir heyecanı vardı. Bu nedenle Papatya’yı kabul ettirebilmek için biraz çabaladım. Papatya’yı gözlerinde cazip hale getirebilmek için olay yerinde bulunan yegâne izlerin kadına ait olduğunu söyledim. Kadın üç tanığı olmasa baştanık yerine başzanlı olacaktı. Bu nokta dergiye ilginç geldi de önerimi kabul ettiler. Papatya hanım işin bu tarafından bihaberdi haliyle.
  Geçen hafta sabah saat on birde planım A’dan Z’ye hazır yukarı çıktım. Ayten yataktan on buçuk civarında kalktığı için evdeydi ve yalnızdı. Ona bir rüya gördüğümü ve sarsıldığımı söyledim. Gerçekleştirmek üzere olduğum eylem nedeniyle bir yanım üzgündü. Yüzümdeki ifade inandırıcıydı. Rüyamda ikisi bu oturma odasında otururken içeriye Ethem’in girdiğini ve ‘Beni unutun. İkiniz de unutun.’ dediğini söyledim. L şeklindeki divanda neredeyse diz dize yakın oturmaktaydık. Yüzü makyajsız olmasına rağmen inanılmaz derecede genç görünmekteydi. Ayten’in güzel yeşil gözleri doldu. ‘Şimdi itiraf edecek ve birbirimize sarılacağız, planımı iptal edeceğim’ diye düşündüm. Ayten bana sevgiyle sarıldı ve ‘İkimiz de onu özleyeceğiz. Çok özleyeceğiz’ dedi. ‘Çok’ kelimesinin telaffuzundaki özlem tonu tepemin tasını attırmıştı.
  Bir ara Ayten tuvalete gittiğinde elime neredeyse şeffaf olan eldivenlerimi geçirdim ve oturma odasında sokağa bakan camın altında duran üstü pembe renkli plastik kaplı iki kiloluk dambıllardan birini aldım. Ağır nesneyi ayaklarımın altında bir yere gizledim. Bir kiloluk sarı renkli olanları da vardı, ama ağırı daha etkin olacaktı. Son Sevgili geri döndüğünde bir bahaneyle dikkatini sokaktaki bir şeye çektim. Binanın ön yüzü bir parka baktığı için karşıdan görülme tehlikesi mevcut değildi. Bahsettiğim hayali şeyi görmeye çabalarken ensesi tabak gibi ortadaydı. Dambılı bir kere kullandım. Geri dönmeye çalıştıysa da başaramadı. Sırt üstü yere yıkılıp kaldı. Filmlerdeki gibi hemen bayılmadı. Yüzündeki şaşkınlık ve giderek derinleşen korkuyu gördüm. Yüzündeki dehşet ifadesi yeni açmış bir gül gibi muhteşemdi. Doğaldı. Bu dünyaya aitti. Baygınlık hızla geldi. Gül içine kapanıp goncalaştı. Ölmesinden korkarak nabzını kontrol ettim. Atıyordu.
  Yanımda getirdiğim işportadan üç tanesi on liraya aldığım ve hiç kullanmadığım eşarplarla kadının elini ve ayaklarını bağladım.  Birini de ağzına tıktım. Ardından ilk iş olarak Ayten’in telefonundaki eski mesajları sildim. Bunları okumamak ne kadar gayret gösterdiğimi tahmin edemezsiniz. Okusam mantık silsilem dağılabilirdi. Yapmadım. Sonrasını biliyorsunuz.
  Cinayet işlemek günahtır. Biliyorum. Pişmanım, ama yine de vicdanımda ağır bir yük hissetmiyorum. En yakınlarım tarafından yıllarca aldatıldım, alaya alındım ve aşağılandım. Böyle devam edemezdim. Bir itirafı ve tövbeyi cinayetle takas etmek için samimiyetle çabaladım. Siz iki cinayetin de esas baştanığısınız. Bana yaptığım şeyler için hak vermeniz şart değil, ama bir nebze de olsa hislerimi anladığınızdan eminim.
                                                                                                                                                     Balçova, Ocak 2014


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder