SİFTAH
Funda Çetin'e
Doktor yaranın
izi kalmayacak, dedi. Acil estetik müdahale olmasa sol mememin hemen altında
fındık büyüklüğünde bir burgucuk kalacakmış. Buna aldıran kim bu saatten sonra.
Dev bir kader burgusu olan Siftah’tan paçayı yırtmış olmanın sevincini
yaşamaktayım. Yoksa kıl payıyla hayati organlarıma dokunmayan kurşun işimi
bitirir ve şimdi bedenim morg soğukluğunda toprağımın yarılmasını bekliyor
olurdu.
Siftah adlı
dükkânın kapısını ittiğim anı hiç unutamayacağım. Minik bir çıngırak gelişimi
anonslarken aldığım koku bir an zihnimde parlayan ve sönen bir düşünce ampulü
patlatmıştı. Yırtıcı bir hayvanın kafesi
Aslı. Aslandan da, kaplandan da büyük. Öyle büyük ki, sadece pençesi bu kapıdan
geçmez. Korkunun buzdan nefesi ensemi ve midemi ürpertmeye başlarken
ansızın sonlanıverdi. İçdüzenin görsel çekimi vehim zembereğimi kırıvermişti.
Kapıyı ardına kadar ittirdim. Sol ayağım içerinin simli, siyah mermerle kaplı
zeminine dokundu.
Çıplak duvarlar
mor badanalıydı. Kapı tarafı hariç üç duvar boyunca uzanan simsiyah tezgâhların
üzerine irili ufaklı, sayısız miktarda beyaz biblo konmuştu. Bordo ceket, siyah
pantolon giymiş, orta boylu bir adam bana göre sağ taraftaki tezgâhın üzerinde
duran beyaz biblolardan birinin tozunu almaktaydı. Bu iş için kullandığı
sopanın ucundaki rengârenk bezlerin devinimi hipnotize ediciydi. Gözlerimi
onlardan alamıyordum. Buraya girerkenki çalkantılı ruh halimden tamamen
sıyrılmıştım. Tuhaf bir andı. Kapıdaki çıngırak sesi hâlâ sürmekteydi.
Kır saçlı adam başını bana doğru çevirince
çınlama kesiliverdi. Sadece bana gülümsediğini hatırlıyorum şimdi. Belki
ameliyat sırasında narkoz verildiği içindir. Ne kadar çabaladıysam da dükkân
sahibinin yüzünü gözümün önünde canlandıramıyorum. Bu nedenle kendime
geldiğimden beri her an oda kapısından içeri girecek beklentimi yenemiyorum.
Ses tonu ve
konuştuklarımız ise harfi harfine aklımda. Bunamakla bile unutamayacağımı
hissediyorum. Cesedimi kemiren kurtlara bile mirasım olacak belki.
“Size nasıl yardımcı
olabilirim?”
“Tarık... Kocam,
bu akşam yaş günü de.”
Sık sık yine mi
düdük makarnası yaptın diye espri yaparak buna kahkahalarla gülen, yıllardır
Paris’de oturan ibne kılıklı yeğeninin getirdiği bulyonlarla evi sürekli
sığırkuyruğu çorbası kokutan, asılmadığı tek bir arkadaşımı bırakmayan iri yarı
ve hantal biriydi kocam. Beni attığı sopayı geri getiren biri gibi gören, bunu
yapma hevesimi de aşk, sevgi ve saygı kelimelerinin önüne az, eksik, hiç
cinsinden zarflar koyarak derecelendiren egoist alçağın tekiydi. Altı ay önce
ayrılmıştık. Kanunen boşanmak üzereydik. O anda otuz metre ötede sevgilisiyle
oturan adamdan ne kadar nefret ettiğimi Allah biliyordu, ama nedense eski
kocam, diyememiştim.
“Anlıyorum. Şöyle
bir şey belki…”
Adamın elindeki
küçük beyaz bibloyu gördüğümde bilincimle bilinçaltım arasındaki kapının
eşiğinde duran ve daima ne istediğini bilen Asıl Aslı “Evet. Bu.” diye
haykırmıştı. Bense tırsmıştım biraz. Sekiz santim boyunda boynuzlu, çatal
tırnaklı, şalvarını delip çıkmış uzun kuyruklu, koca kafalı ve geniş sırıtmalı
bir şeytan biblosunun içimde bu denli güçlü bir duygu sarsıntısı yaratacağını
tahmin etmezdim. Biblo tamamen beyazdı. Hiçbir yerinde boya olmamasına rağmen
en ufak ayrıntısı bile kolaylıkla görülebilmekteydi.
“Şalvarlı
Lucifer. Bu sabah geldi. Yeni bir seri. Siftahı sizle yapacağım inşallah.”
Aklımdan
alacağımdan nasıl böyle emin olabiliyorsunuz sözleri geçerken hayretle çantamı
açmakta olduğumu fark ettim.
“Ne kadar?”
“10 lira. Dediğim
gibi bu serinin ilki. Normalde 62,50’dir fiyatı. Her seri 16 ile 26 adet
arasında biblodan oluşur. Yapımcıların takdiri böyle. Bu serilerden ilk satılan
biblo siftah olarak nitelenir. Uğur getirsin, diye ucuza verilir. Mallar
muayyer değildir. Müşterinin seçimi nihaidir.”
Cüzdanımdaki yegâne onluğu adama uzattım.
Köşelerden birinden bir santimlik bir parça kopuktu. Farkında olmadan birinden
almıştım. İki kez alışveriş sırasında reddedilmişti. Adam kibar bir hareketle
onluğu alıp hemen sağında duran Çin işi süslemeli tahta bir kutuya attı.
Yırtığı görmüş, ama aldırmamıştı. Eğer parayı kabul etmeseydi sonra gelir
alırım deyip çıkacaktım. İçimde bibloyu bir an önce eski kocama vermek için
güçlü bir istek belirmişti. Korkutucu derecede baskın bir duyguydu. Kaçma
güdümü gıdıklayan bir yanı vardı.
“Yakından bir
bakın. Ayrıntı zenginliği yönünden eşsizdir. Bu zamanda bu tür iş çıkmıyor pek.
Ne yazık ki. İnsanlar görselleşme adı altında sığ yüzeylere yayılmayı
yeğliyorlar giderayak. Çok bakıyorlar, az görüyorlar.”
Şalvarlı şeytancığın
ayrıntı bolluğu müthişti gerçekten. Sanki insan büyüklüğündeymiş gibi alengirli
algılıyordum. Şalvarının kırışıkları, üç günlük sakalının uçları, çarıklarının
dikiş yerleri, beyaz göz bebeklerinden yansıyan çevre renkleriyle müthiş bir
teşhir gücüne sahipti. Parmağımla şişçe duran göbeğine dokunurken Tarık’ın
forsu buna sökmez diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bir de asla o kıtipiyozun yaş
günü partisine gitmeyeceğim için maalesef bunu kendisine bizzat veremeyeceğim,
düşüncesi geçmişti aklımdan. Tıpış tıpış gittim ama. Ayrıldıktan sonra satın
aldığım ve hiç giymediğim kırmızı elbisemi giyerek hem de.
Arızalı ilişkiler
pizza kulesi inşa etmektir, derdi tirildetir türünde yazan bir dostum.
Geçimsizlik ekstra kat çıkmak olur ve ardından kaçınılmaz yıkım gelirdi.
Tarık’la birçok konuda anlaşamıyorduk, ama ağırlık merkezinden aşağı salınan
çekülün değdiği noktanın taban alanından dışarıda kalmasının nedeni adamın
harama uçkur çözme hobisiyle ilgiliydi. O olmasa mazoşist yapım daha yıllarca
dayanırdı.
Tarık beni evli
kaldığımız sekiz yılın özellikle son çeyreğinde defalarca aldattı. Biri de eski
bir arkadaşımdı üstelik. Boşanma bu nedendendi. Sineye çekecek halim
kalmamıştı. Eğer bu işi hakkaniyetli bir mal bölüşümü ile halledebilseydik
şimdi burada yatıyor olmazdım. Tarık para işlemlerini idare ettiği ve muhtemel
boşanma zamanını tahmin ettiği için ortak hesabımızda tek kuruş bırakmamıştı.
Beraber aldığımız ve kirada olan su içinde yarım milyon lira eden katı benden
habersiz satarak parayı iç etmişti. Beraber oturduğumuz evle ilgili bir sürü
borç biriktirmişti kasıtlı olarak. Kısacası boşanma sonrasında yirmi yıl
avukatlık yaparak elde ettiğim tüm kazanımım uçmuş gitmişti elimden. Belki daha
da kötüsü arkadaşlarımın önemli bir kısmının enayiliğim yüzünden Tarık’ın bütün
bunları yapmağa hakkı varmış sonucuna varmasıydı. Ben 1.61 boyunda, elli kilo
ağırlığında ve kırk dört yaşında küçücük bir kadındım. Bana bunu yapmaya hakkı
yoktu.
Eski kocamın bana
yaşgünü davetiyesi yollaması kendine aşırı güveninden kaynaklanmaktaydı. Otuz
dört yaşındaki müstakbel karısını göstermek istemesi ikincil bir nedendi.
Benden genç kadınlarla fingirdediğini bilmekteydim zaten. Merak saikiyle
geleceğimi zannetmekteydi belki. Siftah dükkânı olmasaydı tozumu bile
göremezdi.
Parti yakın
zamanlara kadar yüzde elli hissesine sahip olduğum evde verilmekteydi. Kapıyı
nişanlısı açtı. Yüzündeki telaşımsı kıpırtıyı beni beklemiyor olmasına yordum.
O da kırmızı bir elbise giymişti. Yerçekiminin gücüne teslim olmaya başlama
aşamasındaki iri memelere sahip hoş bir kadındı. Onu bir kez uzaktan görmüştüm.
Bağdat caddesinde. Tarık’la el ele yürüyorlardı. Bir zamanlar Tarık’la sıkça
gittiğimiz Yaldızlı Kiraz pastahanesine gidiyorlardı. Kendimi yılkı atı gibi
hissetmiştim. Az kalsın arkalarından gidip olay çıkaracaktım. Kendimi güçlükle
engelledim. Geri dönüp yürümeye başladım. Öfkeden her tarafım titriyordu.
Birden Siftah adlı bir dükkânın kapısının önünde durduğumu fark ettim.
Kadın bana
kendini tanıttı ve on bahar az eskitmişliğin rahatlığıyla beni tepeden aşağıya
süzdü. Herkes yaşımdan az gösterdiğim konusunda hemfikirdir. Kadının yüzünde
beni umduğundan daha az virane bulmanın hayal kırıklığını okumak zevkliydi.
Tarık’ın beni
gördüğündeki yüz ifadesi beynime çakılı duruyor. Kıçını olanca haşmetiyle
sergileyen beyaz pantolon ve üstüne de mor bir gömlek giymişti. Kısa, kır
saçları güneş yanığı yüzüne hoş bir kontrast yapmaktaydı. Altları hep mor duran
boğa gözlerinde iki kırmızılı kadını bir arada görmenin şaşkınlığı vardı. Bunu
kayranın bir işareti olarak algılamış mıydı acaba?
“Geldin ha?”
Beni öpmesine
izin vermedim. Birlikte yattığımız son geceyi hatırlamıştım. Ahmak kafam hâlâ
Tarık’ın bana bu kadar adice davranmayacağını, uzlaşabileceğimizi ummaktaydı.
Çok sarhoştu. Bana hoyratça sahip olmuş ve yanımda sızıp kalmıştı. 1.85 boyunda
105 kilo ağırlığındaki cüssesine rağmen aşırı kırılgan bir durumdaydı. Elimde
yastıkla onu seyrettiğim an canlanmıştı gözümde. Bir kez kalp krizi geçirmişti.
Uyku apnesi sorunu vardı. Kocaman göbeği nedeniyle ikinci kalp krizi yakında
tekrar ziyaretine gelebilirdi, ama o kadar sabrım yoktu. Ben de içmiştim biraz.
Sarhoş falan değildim yalnız. Yastığı olanca gücümle yüzüne bastırsam belki
işini bitirebilirdim. Mağdurdum. Haksızlığa uğramıştım. Saniyelerce yastık
elimde öyle durmuş ve sonra gözyaşlarımla ıslatmak üzere yerine koymuştum.
Sabah eşyalarımı toplayıp annemin evine gidecektim.
Çantamdan
hediyesini çıkartıp uzattım. Bunu yaparken 52. yaşı nedeniyle temennilerimi
yazmadığımı ayrımsadım. Hediyesini Siftah’tan ambalajlanmış haliyle
getirmiştim.
‘Sana bir şey
aldım.’
Tarık bendeki bir
değişikliği fark etmişti. Bunu çözmeye çabalıyordu. Sanki bir şey dikkatini
dağıtıyor gibiydi. Antetsiz beyaz kâğıdı önce elinde bir tarttı. Sonra aceleyle
yırttı. Bibloya bakakaldı. Yüzünde ne yapacağını bilemez bir ifade belirdi.
İçeride Tarık ve
sevgilisinden başka beş kişi daha vardı. Sadece birini tanıyordum. Kendi gibi
emlakçı olan liseden arkadaşı Feyyaz. Nefti renginde bluz giymiş, genç, kısa
siyah saçlı bir kadınla sohbet etmekteydi. Arkası bana dönük olduğu için
geldiğimi henüz fark etmemiş numarası yapması pek abartılı durmuyordu. Uzun
boylu, siyah pantolon, siyah gömlek giymiş genç bir sarışın bir kadın taksitle
aldığımız pahalı, beyaz divanımda oturmuş şarap içiyordu. Yüzünde ben burada ne
yapıyorum ifadesi vardı. İki adam ayakta durmaktaydı. Biri krem rengi ceket,
siyah pantolon giymişti. Orta boylu, güçlü yapılıydı. Yanında duran topluca,
kısa boylu adam eliyle omuzuna dokununca başını tamam anlamına salladı. Gözleri
kanlıydı. Daha saat on bir bile olmadan midesine epey alkol boca ettiği
belliydi. Adamın hemen çekip gitmesi için özel bir neden var gibiydi. Bunun
Tarık’ın dikkatini dağıtan şey olduğunu hissetmekteydim. Havada arızalı
tansiyon sporları gezinmekteydi.
Krem ceketli adam
kapıdan çıkarken diğer kırmızı elbiseli kadına bir işaret yapmış olmalıydı.
Kadın bakışlarıyla şimdi sırası değil sinyali yolladı.
Bu sıradan
haberleşme nedense eski kocamı inanılmaz derecede sinirlendirmişti. Tarık
elindeki bibloyu adama doğru salladı ve “Ulan deyyuz, hâlâ siktir olup
gidemedin mi?” dedi. Sonra bana döndü. Şalvarlı şeytancığı neredeyse burnuma
değecek kadar yaklaştırdı. ‘Sen... Senin ne işin var burada? Söyle ha!”
Ablak yüzü
öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Daha önce defalarca dayağını yediğim biriydi, ama
korkmuyordum. Sen davet ettin ya diyeceğim sırada bir gümbürtü koptu. Tarık’ın
mor gömleğini delen bir kurşun kalbimin hemen altına saplandı. Öne doğru
sarsılan iri cüssenin karnının üst kısmı kan içinde kalmıştı. Sancı şeklinde
benim göğsüme sıçramış bir lekeydi sanki. İkinci kurşun boy farkımız nedeniyle
şahsa özeldi. Tarık’ın alnı guguklu bir duvar saatinin kuş kapısı gibi
açılıvermişti.
Ziyaret saati
öncesinde ifademi alan kadın polis kocamın müstakbel karısının güvenlik
görevlisi olan sabık sevgilisi tarafından ruhsatlı tabancasıyla vurulduğunu
söyledi. Adam partiye eski sevgilisi tarafından davet edilmişti. Bu kesinlikle
Tarık’ın fikri olmalıydı. Güç gösterisi olarak sabık sevgililer de çağrılmıştı.
Tarık aslında adamı sindirmeyi başarmıştı. Ben geldiğimde gitmek üzereydi.
Sarhoştu, ama silah kullanmayacak kadar kendindeydi. En azından o gece.
Gözlerindeki ifadeyi açıkça gördüm. Kıskanç ve ihtiraslı biriydi. Kadını
Tarık’a mal etmezdi kolay kolay. Şalvarlı şeytancık iki adamı da baştan
çıkarıverdi. Geri adım atarak az önce üstünden atladıkları mayına bastılar.
Kol saatime
baktım. 03.02. Yalnızım. Bu öğle üzeri oda arkadaşım taburcu oldu. Yerine kimse
gelmedi. Annem, babam ve en iyi arkadaşım Nermin gece kalmak için çok ısrar
ettiler. Onları buna gerek olmadığına güçlükle ikna ettim. Doktorların iki gün
sonra evime gidebileceğimi söylemeleri de etkili oldu. İçinde resmim olan
gazete solumdaki komodinin üzerinde duruyor. Kıskançlık can aldı başlığı ne kadar yanıltıcı.
Mağdur olmak ağır
eziyet. Kin haklılık zarfını aşındırarak delen asit. Zihinde dolanan şiddet
fikri haklılık terazisinde ters dara oluyor. Yediğim kurşun elimde yastıkla
yatakta kendinden geçmiş adamı seyrettiğim anların bedeli.
O dükkân her
sokakta mutlaka bir tane bulunan alelade bir işyeri. İçinde bazen biblo, bazen
sabun, bazen de incik bocuk satılıyordur Allah bilir. İnsanın niyeti
çevremizdeki uzayı uyarlıyor olmalı. O şalvarlı biblo bir çeşit niyet
gerçekleştiricisiydi sanırım. Satıcı da her aynaya bakışımızda muzipçe ensemize
üfleyen o kadim varlık.
Kalan ömrümde
asla o dükkânın olduğu yere gitmeyeceğim. Bağdat caddesinde tam o noktada
Siftah adlı bir yer olmadığından eminim. Aynı noktaya iki kez yıldırım düşmez
derler, ama ben batıl itikatlı biriyimdir. Eğer serinin ilkini almasaydım büyük
bir ihtimalle şu anda size bunları anlatamayacaktım. Hiçbir güç artık
adımlarımı o tarafa süremez.
O beyaz divanlı
ev ve bankadaki paracıklar Tarık’la hâlâ evli olmamız nedeniyle tekrar benim
olacak. Eski anahtarlarım bir yerlerde duruyor. Adamımı iyi tanırım. Kilidi
değiştirmediğine bahse girerim. Buradan çıkınca ilk işim evime gidip etrafa bir
göz atmak olacak. O bibloyu bulamayacağıma da bahse girerim. Çünkü o sessizce
yanan bir fitil gibi tekinsiz ve kimbilir hangi formda şu anda sizlerden birinin
çantasında ya da torbasında durmakta.
Çeşme, Ağustos 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder