6 Mayıs 2017 Cumartesi

SİFTAH



                                                                                                          Funda Çetin'e 

  Doktor yaranın izi kalmayacak, dedi. Acil estetik müdahale olmasa sol mememin hemen altında fındık büyüklüğünde bir burgucuk kalacakmış. Buna aldıran kim bu saatten sonra. Dev bir kader burgusu olan Siftah’tan paçayı yırtmış olmanın sevincini yaşamaktayım. Yoksa kıl payıyla hayati organlarıma dokunmayan kurşun işimi bitirir ve şimdi bedenim morg soğukluğunda toprağımın yarılmasını bekliyor olurdu.
   Siftah adlı dükkânın kapısını ittiğim anı hiç unutamayacağım. Minik bir çıngırak gelişimi anonslarken aldığım koku bir an zihnimde parlayan ve sönen bir düşünce ampulü patlatmıştı. Yırtıcı bir hayvanın kafesi Aslı. Aslandan da, kaplandan da büyük. Öyle büyük ki, sadece pençesi bu kapıdan geçmez. Korkunun buzdan nefesi ensemi ve midemi ürpertmeye başlarken ansızın sonlanıverdi. İçdüzenin görsel çekimi vehim zembereğimi kırıvermişti. Kapıyı ardına kadar ittirdim. Sol ayağım içerinin simli, siyah mermerle kaplı zeminine dokundu.
  Çıplak duvarlar mor badanalıydı. Kapı tarafı hariç üç duvar boyunca uzanan simsiyah tezgâhların üzerine irili ufaklı, sayısız miktarda beyaz biblo konmuştu. Bordo ceket, siyah pantolon giymiş, orta boylu bir adam bana göre sağ taraftaki tezgâhın üzerinde duran beyaz biblolardan birinin tozunu almaktaydı. Bu iş için kullandığı sopanın ucundaki rengârenk bezlerin devinimi hipnotize ediciydi. Gözlerimi onlardan alamıyordum. Buraya girerkenki çalkantılı ruh halimden tamamen sıyrılmıştım. Tuhaf bir andı. Kapıdaki çıngırak sesi hâlâ sürmekteydi. 
  Kır saçlı adam başını bana doğru çevirince çınlama kesiliverdi. Sadece bana gülümsediğini hatırlıyorum şimdi. Belki ameliyat sırasında narkoz verildiği içindir. Ne kadar çabaladıysam da dükkân sahibinin yüzünü gözümün önünde canlandıramıyorum. Bu nedenle kendime geldiğimden beri her an oda kapısından içeri girecek beklentimi yenemiyorum.
  Ses tonu ve konuştuklarımız ise harfi harfine aklımda. Bunamakla bile unutamayacağımı hissediyorum. Cesedimi kemiren kurtlara bile mirasım olacak belki. 
  “Size nasıl yardımcı olabilirim?”
  “Tarık... Kocam, bu akşam yaş günü de.”
  Sık sık yine mi düdük makarnası yaptın diye espri yaparak buna kahkahalarla gülen, yıllardır Paris’de oturan ibne kılıklı yeğeninin getirdiği bulyonlarla evi sürekli sığırkuyruğu çorbası kokutan, asılmadığı tek bir arkadaşımı bırakmayan iri yarı ve hantal biriydi kocam. Beni attığı sopayı geri getiren biri gibi gören, bunu yapma hevesimi de aşk, sevgi ve saygı kelimelerinin önüne az, eksik, hiç cinsinden zarflar koyarak derecelendiren egoist alçağın tekiydi. Altı ay önce ayrılmıştık. Kanunen boşanmak üzereydik. O anda otuz metre ötede sevgilisiyle oturan adamdan ne kadar nefret ettiğimi Allah biliyordu, ama nedense eski kocam, diyememiştim.
  “Anlıyorum. Şöyle bir şey belki…”
  Adamın elindeki küçük beyaz bibloyu gördüğümde bilincimle bilinçaltım arasındaki kapının eşiğinde duran ve daima ne istediğini bilen Asıl Aslı “Evet. Bu.” diye haykırmıştı. Bense tırsmıştım biraz. Sekiz santim boyunda boynuzlu, çatal tırnaklı, şalvarını delip çıkmış uzun kuyruklu, koca kafalı ve geniş sırıtmalı bir şeytan biblosunun içimde bu denli güçlü bir duygu sarsıntısı yaratacağını tahmin etmezdim. Biblo tamamen beyazdı. Hiçbir yerinde boya olmamasına rağmen en ufak ayrıntısı bile kolaylıkla görülebilmekteydi.
  “Şalvarlı Lucifer. Bu sabah geldi. Yeni bir seri. Siftahı sizle yapacağım inşallah.”
  Aklımdan alacağımdan nasıl böyle emin olabiliyorsunuz sözleri geçerken hayretle çantamı açmakta olduğumu fark ettim.
  “Ne kadar?”
  “10 lira. Dediğim gibi bu serinin ilki. Normalde 62,50’dir fiyatı. Her seri 16 ile 26 adet arasında biblodan oluşur. Yapımcıların takdiri böyle. Bu serilerden ilk satılan biblo siftah olarak nitelenir. Uğur getirsin, diye ucuza verilir. Mallar muayyer değildir. Müşterinin seçimi nihaidir.”
  Cüzdanımdaki yegâne onluğu adama uzattım. Köşelerden birinden bir santimlik bir parça kopuktu. Farkında olmadan birinden almıştım. İki kez alışveriş sırasında reddedilmişti. Adam kibar bir hareketle onluğu alıp hemen sağında duran Çin işi süslemeli tahta bir kutuya attı. Yırtığı görmüş, ama aldırmamıştı. Eğer parayı kabul etmeseydi sonra gelir alırım deyip çıkacaktım. İçimde bibloyu bir an önce eski kocama vermek için güçlü bir istek belirmişti. Korkutucu derecede baskın bir duyguydu. Kaçma güdümü gıdıklayan bir yanı vardı.
   “Yakından bir bakın. Ayrıntı zenginliği yönünden eşsizdir. Bu zamanda bu tür iş çıkmıyor pek. Ne yazık ki. İnsanlar görselleşme adı altında sığ yüzeylere yayılmayı yeğliyorlar giderayak. Çok bakıyorlar, az görüyorlar.”
  Şalvarlı şeytancığın ayrıntı bolluğu müthişti gerçekten. Sanki insan büyüklüğündeymiş gibi alengirli algılıyordum. Şalvarının kırışıkları, üç günlük sakalının uçları, çarıklarının dikiş yerleri, beyaz göz bebeklerinden yansıyan çevre renkleriyle müthiş bir teşhir gücüne sahipti. Parmağımla şişçe duran göbeğine dokunurken Tarık’ın forsu buna sökmez diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bir de asla o kıtipiyozun yaş günü partisine gitmeyeceğim için maalesef bunu kendisine bizzat veremeyeceğim, düşüncesi geçmişti aklımdan. Tıpış tıpış gittim ama. Ayrıldıktan sonra satın aldığım ve hiç giymediğim kırmızı elbisemi giyerek hem de.
  Arızalı ilişkiler pizza kulesi inşa etmektir, derdi tirildetir türünde yazan bir dostum. Geçimsizlik ekstra kat çıkmak olur ve ardından kaçınılmaz yıkım gelirdi. Tarık’la birçok konuda anlaşamıyorduk, ama ağırlık merkezinden aşağı salınan çekülün değdiği noktanın taban alanından dışarıda kalmasının nedeni adamın harama uçkur çözme hobisiyle ilgiliydi. O olmasa mazoşist yapım daha yıllarca dayanırdı.
  Tarık beni evli kaldığımız sekiz yılın özellikle son çeyreğinde defalarca aldattı. Biri de eski bir arkadaşımdı üstelik. Boşanma bu nedendendi. Sineye çekecek halim kalmamıştı. Eğer bu işi hakkaniyetli bir mal bölüşümü ile halledebilseydik şimdi burada yatıyor olmazdım. Tarık para işlemlerini idare ettiği ve muhtemel boşanma zamanını tahmin ettiği için ortak hesabımızda tek kuruş bırakmamıştı. Beraber aldığımız ve kirada olan su içinde yarım milyon lira eden katı benden habersiz satarak parayı iç etmişti. Beraber oturduğumuz evle ilgili bir sürü borç biriktirmişti kasıtlı olarak. Kısacası boşanma sonrasında yirmi yıl avukatlık yaparak elde ettiğim tüm kazanımım uçmuş gitmişti elimden. Belki daha da kötüsü arkadaşlarımın önemli bir kısmının enayiliğim yüzünden Tarık’ın bütün bunları yapmağa hakkı varmış sonucuna varmasıydı. Ben 1.61 boyunda, elli kilo ağırlığında ve kırk dört yaşında küçücük bir kadındım. Bana bunu yapmaya hakkı yoktu.
  Eski kocamın bana yaşgünü davetiyesi yollaması kendine aşırı güveninden kaynaklanmaktaydı. Otuz dört yaşındaki müstakbel karısını göstermek istemesi ikincil bir nedendi. Benden genç kadınlarla fingirdediğini bilmekteydim zaten. Merak saikiyle geleceğimi zannetmekteydi belki. Siftah dükkânı olmasaydı tozumu bile göremezdi.
  Parti yakın zamanlara kadar yüzde elli hissesine sahip olduğum evde verilmekteydi. Kapıyı nişanlısı açtı. Yüzündeki telaşımsı kıpırtıyı beni beklemiyor olmasına yordum. O da kırmızı bir elbise giymişti. Yerçekiminin gücüne teslim olmaya başlama aşamasındaki iri memelere sahip hoş bir kadındı. Onu bir kez uzaktan görmüştüm. Bağdat caddesinde. Tarık’la el ele yürüyorlardı. Bir zamanlar Tarık’la sıkça gittiğimiz Yaldızlı Kiraz pastahanesine gidiyorlardı. Kendimi yılkı atı gibi hissetmiştim. Az kalsın arkalarından gidip olay çıkaracaktım. Kendimi güçlükle engelledim. Geri dönüp yürümeye başladım. Öfkeden her tarafım titriyordu. Birden Siftah adlı bir dükkânın kapısının önünde durduğumu fark ettim.
  Kadın bana kendini tanıttı ve on bahar az eskitmişliğin rahatlığıyla beni tepeden aşağıya süzdü. Herkes yaşımdan az gösterdiğim konusunda hemfikirdir. Kadının yüzünde beni umduğundan daha az virane bulmanın hayal kırıklığını okumak zevkliydi.
  Tarık’ın beni gördüğündeki yüz ifadesi beynime çakılı duruyor. Kıçını olanca haşmetiyle sergileyen beyaz pantolon ve üstüne de mor bir gömlek giymişti. Kısa, kır saçları güneş yanığı yüzüne hoş bir kontrast yapmaktaydı. Altları hep mor duran boğa gözlerinde iki kırmızılı kadını bir arada görmenin şaşkınlığı vardı. Bunu kayranın bir işareti olarak algılamış mıydı acaba? 
  “Geldin ha?”
  Beni öpmesine izin vermedim. Birlikte yattığımız son geceyi hatırlamıştım. Ahmak kafam hâlâ Tarık’ın bana bu kadar adice davranmayacağını, uzlaşabileceğimizi ummaktaydı. Çok sarhoştu. Bana hoyratça sahip olmuş ve yanımda sızıp kalmıştı. 1.85 boyunda 105 kilo ağırlığındaki cüssesine rağmen aşırı kırılgan bir durumdaydı. Elimde yastıkla onu seyrettiğim an canlanmıştı gözümde. Bir kez kalp krizi geçirmişti. Uyku apnesi sorunu vardı. Kocaman göbeği nedeniyle ikinci kalp krizi yakında tekrar ziyaretine gelebilirdi, ama o kadar sabrım yoktu. Ben de içmiştim biraz. Sarhoş falan değildim yalnız. Yastığı olanca gücümle yüzüne bastırsam belki işini bitirebilirdim. Mağdurdum. Haksızlığa uğramıştım. Saniyelerce yastık elimde öyle durmuş ve sonra gözyaşlarımla ıslatmak üzere yerine koymuştum. Sabah eşyalarımı toplayıp annemin evine gidecektim.
   Çantamdan hediyesini çıkartıp uzattım. Bunu yaparken 52. yaşı nedeniyle temennilerimi yazmadığımı ayrımsadım. Hediyesini Siftah’tan ambalajlanmış haliyle getirmiştim.
  ‘Sana bir şey aldım.’
  Tarık bendeki bir değişikliği fark etmişti. Bunu çözmeye çabalıyordu. Sanki bir şey dikkatini dağıtıyor gibiydi. Antetsiz beyaz kâğıdı önce elinde bir tarttı. Sonra aceleyle yırttı. Bibloya bakakaldı. Yüzünde ne yapacağını bilemez bir ifade belirdi.
  İçeride Tarık ve sevgilisinden başka beş kişi daha vardı. Sadece birini tanıyordum. Kendi gibi emlakçı olan liseden arkadaşı Feyyaz. Nefti renginde bluz giymiş, genç, kısa siyah saçlı bir kadınla sohbet etmekteydi. Arkası bana dönük olduğu için geldiğimi henüz fark etmemiş numarası yapması pek abartılı durmuyordu. Uzun boylu, siyah pantolon, siyah gömlek giymiş genç bir sarışın bir kadın taksitle aldığımız pahalı, beyaz divanımda oturmuş şarap içiyordu. Yüzünde ben burada ne yapıyorum ifadesi vardı. İki adam ayakta durmaktaydı. Biri krem rengi ceket, siyah pantolon giymişti. Orta boylu, güçlü yapılıydı. Yanında duran topluca, kısa boylu adam eliyle omuzuna dokununca başını tamam anlamına salladı. Gözleri kanlıydı. Daha saat on bir bile olmadan midesine epey alkol boca ettiği belliydi. Adamın hemen çekip gitmesi için özel bir neden var gibiydi. Bunun Tarık’ın dikkatini dağıtan şey olduğunu hissetmekteydim. Havada arızalı tansiyon sporları gezinmekteydi.
  Krem ceketli adam kapıdan çıkarken diğer kırmızı elbiseli kadına bir işaret yapmış olmalıydı. Kadın bakışlarıyla şimdi sırası değil sinyali yolladı.
  Bu sıradan haberleşme nedense eski kocamı inanılmaz derecede sinirlendirmişti. Tarık elindeki bibloyu adama doğru salladı ve “Ulan deyyuz, hâlâ siktir olup gidemedin mi?” dedi. Sonra bana döndü. Şalvarlı şeytancığı neredeyse burnuma değecek kadar yaklaştırdı. ‘Sen... Senin ne işin var burada? Söyle ha!”
  Ablak yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu. Daha önce defalarca dayağını yediğim biriydi, ama korkmuyordum. Sen davet ettin ya diyeceğim sırada bir gümbürtü koptu. Tarık’ın mor gömleğini delen bir kurşun kalbimin hemen altına saplandı. Öne doğru sarsılan iri cüssenin karnının üst kısmı kan içinde kalmıştı. Sancı şeklinde benim göğsüme sıçramış bir lekeydi sanki. İkinci kurşun boy farkımız nedeniyle şahsa özeldi. Tarık’ın alnı guguklu bir duvar saatinin kuş kapısı gibi açılıvermişti.
  Ziyaret saati öncesinde ifademi alan kadın polis kocamın müstakbel karısının güvenlik görevlisi olan sabık sevgilisi tarafından ruhsatlı tabancasıyla vurulduğunu söyledi. Adam partiye eski sevgilisi tarafından davet edilmişti. Bu kesinlikle Tarık’ın fikri olmalıydı. Güç gösterisi olarak sabık sevgililer de çağrılmıştı. Tarık aslında adamı sindirmeyi başarmıştı. Ben geldiğimde gitmek üzereydi. Sarhoştu, ama silah kullanmayacak kadar kendindeydi. En azından o gece. Gözlerindeki ifadeyi açıkça gördüm. Kıskanç ve ihtiraslı biriydi. Kadını Tarık’a mal etmezdi kolay kolay. Şalvarlı şeytancık iki adamı da baştan çıkarıverdi. Geri adım atarak az önce üstünden atladıkları mayına bastılar.
 Kol saatime baktım. 03.02. Yalnızım. Bu öğle üzeri oda arkadaşım taburcu oldu. Yerine kimse gelmedi. Annem, babam ve en iyi arkadaşım Nermin gece kalmak için çok ısrar ettiler. Onları buna gerek olmadığına güçlükle ikna ettim. Doktorların iki gün sonra evime gidebileceğimi söylemeleri de etkili oldu. İçinde resmim olan gazete solumdaki komodinin üzerinde duruyor. Kıskançlık can aldı başlığı ne kadar yanıltıcı.
  Mağdur olmak ağır eziyet. Kin haklılık zarfını aşındırarak delen asit. Zihinde dolanan şiddet fikri haklılık terazisinde ters dara oluyor. Yediğim kurşun elimde yastıkla yatakta kendinden geçmiş adamı seyrettiğim anların bedeli.
  O dükkân her sokakta mutlaka bir tane bulunan alelade bir işyeri. İçinde bazen biblo, bazen sabun, bazen de incik bocuk satılıyordur Allah bilir. İnsanın niyeti çevremizdeki uzayı uyarlıyor olmalı. O şalvarlı biblo bir çeşit niyet gerçekleştiricisiydi sanırım. Satıcı da her aynaya bakışımızda muzipçe ensemize üfleyen o kadim varlık.
  Kalan ömrümde asla o dükkânın olduğu yere gitmeyeceğim. Bağdat caddesinde tam o noktada Siftah adlı bir yer olmadığından eminim. Aynı noktaya iki kez yıldırım düşmez derler, ama ben batıl itikatlı biriyimdir. Eğer serinin ilkini almasaydım büyük bir ihtimalle şu anda size bunları anlatamayacaktım. Hiçbir güç artık adımlarımı o tarafa süremez.
   O beyaz divanlı ev ve bankadaki paracıklar Tarık’la hâlâ evli olmamız nedeniyle tekrar benim olacak. Eski anahtarlarım bir yerlerde duruyor. Adamımı iyi tanırım. Kilidi değiştirmediğine bahse girerim. Buradan çıkınca ilk işim evime gidip etrafa bir göz atmak olacak. O bibloyu bulamayacağıma da bahse girerim. Çünkü o sessizce yanan bir fitil gibi tekinsiz ve kimbilir hangi formda şu anda sizlerden birinin çantasında ya da torbasında durmakta.
                                                                           Çeşme, Ağustos 2010  
    

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder