4 Mayıs 2017 Perşembe

KemSMS

  Ufuk Keskin elindeki telefona her an başka bir şeye dönüşmesini beklercesine bir tedirginlikle baktığının farkında değildi. Elinin ayasında büyükçe kapkara bir böceğin sayısız bacaklarını hissetmeyi beklemek çok berbat bir şeydi. Kalabalık bir kafede cıvıl cıvıl konuşan insanların arasındaydı. Bu cıvıltının üreticileri çoğu kız olmak üzere öğrenci tipli kimselerdi. Hemen hepsinin elinde telefon vardı. Bu durum Ufuk’u hem teskin ediyor, hem de aynı anda bir böcek ordusu tarafından saldırıya uğrama fantezisi üretmesine de neden oluyordu.
  Meyve suyundan bir yudum aldı ve son birkaç saattir belki de yirminci kez yaptığı şeyi yineledi. Yolladığı mesajların listesine göz gezdirdi. Dün, 15 Aralık Pazar günü toplam 14 adet SMS yollamıştı. Bunlardan dördü çok önemliydi. Önemli ötesiydi hatta. İnanılmaz bir meselenin kanlı canlı kanıtıydı. Dün 15.13’te 4 adet SMS yollamıştı. Berke Demirci, Nalan Keskin, Merve Toros ve Mahir Kadiroğlu. Listede bunlar dışındaki 10 SMS’in sadece ikisi 20.34’te yollanmıştı. Biri gelen bir SMS’e cevaptı ve bir kelimeden ibaretti.’Tamam!’ Diğer dokuz adet SMS gün ve akşam saatlerine dağılmıştı. En ateşli SMS’çi olduğu zamanlarda bile böyle bir şey yaptığını hatırlamıyordu. İnsan rekor kırmak istese bir dakika içinde belki on beş adet SMS de yollayabilirdi; ama ne yazacağını düşünerek, bazılarında karşındakini tiye almak ya da memnun etmek için uygun kelimeleri bulmak ve yazmadan önce o kimse tarafından yollanmış son mesajları bir kez daha okumak zaman isteyen bir işti.
  Berke Demirci yakın arkadaşıydı. Alsancak’ta öğle üzeri dört gibi buluşacaklar, bir kafeye takıldıktan sonra kız arkadaşı Merve onlara katılacak ve birlikte sinemaya gideceklerdi. Berke’nin şu sıralar bir sevgilisi yoktu. Ufuk zaman zaman çiftlerin yanında üçüncü kişi olarak kafelere, sinemalara gitmişti. Bu nedenle sevgilisiyle beraber bir yere gittiğinde yanında bazen üçüncü birisinin olmasından tuhaf bir hoşnutluk duyuyordu. Berke, Basmane’de oturuyordu. Randevusuna yürüyerek gelmesi onun uzun adımlarıyla taş çatlasa yirmi dakika sürerdi. Mesajına cevap gelmeyince Ufuk arkadaşını telefonla aramıştı. ‘Şuanulaşılamıyanlar’ beldesindeydi. Telefonu şarjı dolu olduğu halde birden susmuş ve ne yaptıysa yeniden çalışmamıştı. Saatler sonra başka bir telefonla arayıp haber vermişti.
  Merve Toros kız arkadaşıydı. Araları biraz limoniydi. O nedenle kızın gönlünü alacak yakışıklı bir metin düzmüştü. Kızdan gelen cevap bu akşam buluşma ve sinemaya gitme, sonrasında başbaşa film çekme planlarını berhava edecek nitelikteydi. Maalesef gelemeyeceğim. Migrenim azdı. Ağrı kesici alıp erkenden yatacağım. Sonra görüşürüz. Öptüm Aşkım. Kız telefonla aradığında regl ağrılarının üç gün önceden başladığını, başının çatlayacak gibi ağrıdığını anlatmıştı. Ufuk Merve’nin malum periyodu sancılı geçirmesine alışıktı. Kız bahane uydurmuyordu. Sesinde ağrı dünyasından acilen sıyrılma isteğinin tanıdık tınısı vardı.
  Nalan Keskin annesiydi. SMS’ine cevap vermeyince aramış ve telefonuna sesli mesaj bırakmıştı. Kadını o gece belki de eve gelmeyeceğini ve bir arkadaşında kalacağını bildirmek için aramıştı. Ufuk henüz on sekiz yaşındaydı ve erkek olmasına rağmen arkadaşlarda gece geçirmek izne tabiydi. Bu izin anne aracılığıyla daha kolay elde edilmekteydi. Kadın tam iki saat sonra onu aramıştı. Trafikte birisi arabasına arkadan vurduğu için hemen cevap verememişti. Polisin gelmesini beklerken diğer arabanın kadın şoförüyle ağız dalaşı yapmakla meşguldü. Ceza avukatı olduğu için annesi milleti sindirmeyi iyi bilirdi.
  Mahir de arkadaşıydı. Ertelenmiş bir borcu babasının tabiriyle o gün takdim edeceğini söylemişti. Alacağı elli liraydı. Kendisi de Mahir’den defalarca borç almıştı. Borç hukukları sağlamdı. Üstüne yatmazdı yani. Mahir SMS çekmemiş ve geri aramamıştı. Sonra akşam dokuz civarında telefon etmiş ve yemekten zehirlendiği için en yakın acile gittiğini, midesinin yıkandığını bildirmişti.
  Özetle geçen Pazar günü 15.13’te SMS yolladığı dört kişi mesajın çekildiği saatlerde migrene yakalanmış, arabalarına arkadan çarpılmış, telefonları nedensiz bir şekilde bozulmuş ve yemek zehirlenmesinden acile gitmek zorunda kalmıştı. Diğer saatlerde mesaj yolladığı hiç kimse bu tür vakalarla karşılaşmamıştı.
  Ufuk gibi matematiği iyi olan birinin bir gün önceki kayıtlara bakmaması mümkün değildi. 14 Aralık Cumartesi gün boyunca  toplam on bir SMS yollamıştı. Bunlardan sadece biri 15.13’te yollanmıştı. Sınıf arkadaşı Doruk’a ödünç verdiği 4 terabitlik hardiskini getirmesi için bir hatırlatma salvosuydu. Cevap yazmamasını önemsememişti. Dağınık bir tipti. Sık sık yanına telefon almayı unutarak çıkardı evden. Pazartesi günü sınıfta görecekti nasıl olsa. Pazartesi günü okula gelmeyince telefon etmişti. Evdeydi. Cumartesi günü yolda yürürken sol ayak bileğini burkmuştu. Doktor bir hafta evde oturmasını öğütlemişti.
  Bir sonraki adım bu vakaların meydana geliş saatlerini araştırmak olmuştu. Ufuk’un çektiği SMS ‘Start’ sinyali olmuştu. Merve migren atağı için ‘Sabahtan hafif belirtisi vardı’ diyordu, ama üç sularında azmıştı. Annesine çarpan araba için trafik polisinin tuttuğu rapora kaza saati 15.15 olarak yazılmıştı. Mahir ‘Üçü biraz geçe rahatsızlandım’ şeklinde anlatmıştı zehirlenme olayını. Doruk da o saatlerde ayak bileğini burkmuştu. Berke’nin ifadesi en müthiş olanıydı. Ufuk’un SMS sinyalini duyunca masanın üzerinde duran telefonunu almış ve mesajı okumak için tuşa basmıştı. Bu basışla aparat bir daha çalışmamak üzere bozulmuştu. Tam 15.13’te. Şakayla ‘Lanet olası SMS’in sayesinde yeni bir telefonum olacak’ demişti. Babası oğluna acilen yeni bir telefon alacağına söz vermişti. Halinden memnundu.
  Ufuk kayıttaki bütün SMS’leri kontrol ettiğinde çok ilginç bir şey bulgulamıştı. Kendisi 15.13’te SMS çekmeye 14 Aralık 2013 tarihinde başlamış gibiydi. Daha önceki SMS saat kayıtlarında 15.13’te çekileni yoktu. Buna en yakın saatler 15.11, 15.16 falandı. 15.12 ve 15.14 saatlerinin de olmaması çok ilginçti. 15.13’te bir iş vardı ve bu yılın en kısa günü bir milattı. 
  Ufuk dün 15.13’te bir test daha yapmış ve tek bir SMS yollamıştı. Sezer adlı sınıf arkadaşının abisi Serdar’a. Uzun boylu, kalın cüzdanlı ve yakışıklıydı. Okula erkek kardeşini almaya cam göbeği renkli spor BMW arabası ya da eski ama çok bakımlı olan Harley Davidson motoruyla geliyordu. Genç iş adamıydı. Yirmi üç yaşındaydı. Milyonerdi. Magazinlerde bile fotoğrafları çıkıyordu. Bütün bu hususiyetler bir arada çok baştançıkarıcıydı. Tanıdığı kızların hemen hepsi çevresinde pervaneydi. Serdar, Merve’nin eski sevgilisiydi. Daha acımasız jargonla söylenirse Merve, Serdar’ın kısa kullanım listesindeki kızlardan biriydi. Ufuk’un içinde haset kaynatan bir tipti. Acayip gıcıktı bu kendini beğenmiş tipe.
  Ufuk Keskin’in elinde üç gündür çok özel bir aparat vardı. 15.13’te Serdar’a çektiği SMS yüzünden delikanlı şu anda hastanedeydi. Motoruyla kaza yapmıştı. Üç civarı deniyordu, ama 15.13 olduğu çok açıktı. Yanlış sollama. İki kaburga kırığı, beyin sarsıntısı ve yarım düzine morluk. Durumu iyiydi. Yarın Ufuk izin verirse hastaneden çıkacaktı. Saat 14.51’di şu anda. Birazdan çekilecek bir SMS’le hastanede kalışı uzayabilirdi.
  Ufuk Keskin aşmıştı. Seçilmiş biriydi. Elinde harika bir silah vardı ve kitlesel olarak kullanmadıkça, yani grup SMS yollamadıkça kolay kolay kimsenin dikkatini çekmezdi. Delikanlı 15.13 olayını keşfettiğinden beri bir adrenalin denizinde yüzüyor gibiydi. Kaslarında efori vardı. Kendini inanılmaz derecede enerjik hissediyordu. İştahı da kesilmişti. Soğuk ve sıcak içecekler içerek bundan sonra ne yapacağını düşünüyordu.  SMS çektiği kimseler kazaya uğrar ya da başlarına bir şey gelirse sonunda dikkati çekerdi. 15.13 silahını sonsuza kadar kullanamazdı yani. Adını kullanmasa bile paçayı ele verebilirdi bu zamanda. Demek ki sınırlı bir kullanım söz konusuydu. Belki kullanabileceği SMS adedi önceden sınırlanmıştı.  Şu ana kadar 6 adet SMS kullanmıştı. Şarjörde kaç mermi vardı bilmiyordu. İçinden bir ses 1000’den fazla diyordu. 7 adet te olabilirdi tabii. Ardında da son kurşun anıtı dikerdi anılarına.
  Ufuk iPhone’unu kabanıyla birlikte çamaşır makinesinde yıkayınca elindeki Nokia’ya kalmıştı. Sekiz aydır bu ikinci el aparatı kullanıyor ve daha gaddar bir model için para biriktiriyordu. Kasada yeterli cukka birikmişti. Ne zaman istese yeni bir modele sahip olabilirdi. Elindeki cihaz dört yıl öncesinin modeliydi. Bir arkadaşından 150 liraya almıştı. Gizil güç bu aparata has olamazdı. Çünkü arkadaşı bu telefonu iki buçuk yıl boyunca kullanmıştı.  Özel bir durum olsa belli olurdu. Ayrıca satmazdı da.
  Ufuk bilim kurgu filmleri tiryakisiydi. Delikanlı daha çok yönlendirilebilen bir manyetik alan hayal ediyordu. Aparat önemli değildi. Beyin dalgalarının yapısıyla ilgili bir sonuçtu belki. Seçilmiş olmak önemliydi yani. Bu nedenle böyle bir vakada baş rolü oynamak başdöndürücü bir deneyimdi. Bir çeşit megalomani yaratıyordu.
  Bu hal sezgilerinin ikazlarına kulak vermesini zorlaştırıyordu. İki ikaz tonu mevcuttu. Birincisi,’Böyle bir süper kullanımı sana neden versinler? Ya bunun bir bedeli varsa? Ya sen çok sofistike bir test için kullanılan bir deneksen?’di. İkincisi ise ‘Sen üçle beşle kendini sınırlayamazsın oğlum. Sonunda yakayı ele vereceksin. Belki kazaya uğrayan biri ölür gider. O zaman cinayet suçuyla yargılanacaksın.’
  Ufuk’un vicdanı cızırdıyordu. Serdar dahil herkes için üzülüyordu, ama aldığı karar özellikle Serdar için hiç içaçıcı değildi. Delikanlının kararı basitti. Birazdan tam 15.13’te 3 adet SMS’çik çekecek ve bir daha 15.13 hattını asla kullanmayacaktı. İradesi güçlü biriydi. Evden gizli içtiği sigarayı kolayca bırakabilmişti bu sayede. Bunu da başarırdı. Evet, birazdan 3 adet SMS çekecekti. Bunların hepsi de hastanede yatan Serdar için olacaktı. Merve yüzünden. Kızın durmadan Serdar’ın hayran olduğu bir özelliğinden bahsetme huyuna çok gıcıktı.  Başka şeylere de. Merve’yle Serdar’ın bazı yazışmalarını görmüştü raslantıyla. Kız her defasında adama ‘Aşkııım’ diye hitap ediyordu. Üç adet I ile. Ufuk’a ise tek şeritli Aşkım’ı tahsis etmişti. 3K,  Kısa Kullanım Kızı sözcüğünün dilinin ucunu gıdıkladığı anlar geçirmişti. Bu sözcüğü tek bir kez telaffuz etse kız onu anında bırakırdı. Merve hoş ve alımlı bir kızdı. Delikanlı için prestij kaynağıydı. Kızı şimdi kaybetmek istemezdi. Yerine daha havalısını ikame ettiğinde ancak. Böyle şeyleri düşünmek içinde öfke kaynatıyordu.
  Belki 4 adet SMS çekecekti birazdan. Biri Merve’ye, diğer üçü Serdar’a. Sonra paydos. Bu işi bırakacaktı. Tıpkı nikotinin çekiminden kurtulduğu gibi sorunsuzca.
  Ufuk kötü biri değildi. Migrenin Merve’nin üst katını iyice uçurmasına üzülecekti. Serdar’ın başına gelecek şeyler için de. Hatta yapmadan da üzülüyordu, ama kendini engellemesi mümkün değildi. Parmağı tetikte, avı namlunun ucunda hissetmenin sarhoş edici bir yanı vardı. Gücün ahlaksız yanı denen şey bu olmalıydı.
  Mesanesindeki basınç artınca elindeki aparatı masanın üstünde bırakarak tuvalete gitti. O kadar olağanüstü bir şeyi arkada bıraktığının farkında değildi. Zihni planına aşırı odaklanmıştı. Tereddütleri vardı. Belki aparatın vaadettiği güçten nikotinden olduğu kadar kolaylıkla vazgeçemeyecekti. Kendini dünyanın önemli liderlerine tebrik mesajları çekiyor hayal etti. Kim şüphelenirdi ondan. O bir dakikaya kimbilir kaç mesaj sıkışmış olurdu. Tabii bir de bu tür kimselerin telefon numaralarına erişim sorunu vardı. İşin bu tarafı yaştı, ama hayali gayretliydi. ‘Bir yolu bulunabilir’ diyordu. En iyisi aparatta sınırlı bir kullanım olması ve sonra istese de ‘15.13 Şer Hattını’ açamayacak hale gelmesiydi.
  Tuvalet tenhaydı. Pisuara arka arkaya içtiği kahve, çay, meyve suyu ve diyet kolayı çıkartırken birden telefonunu masada bıraktığını hatırladı. Panikle toparlandı. Külodundaki ıslaklığa aldırış etmeden tuvaletten çıktı. Dar holü geçti ve oturduğu masaya baktı. Bir şişe, yarısı sarı bir sıvıyla dolu uzun bir bardak ve mönü kartı görebildi. Yaklaştı, telefonu masada yoktu.
  Hemen yakındaki masada oturan liseli tipli iki kız telaşlı halini süzüyordu. Onlara telefonunu sordu. Kızlar omuzlarını silkti. Ufuk etrafına baktı. Bütün müşteriler bu işin içinde olmadan biri kimseye çaktırmadan telefonunu cebine atamazdı kolay kolay. Yine de aparat ortalıkta yoktu. Eğilip masanın altına bir göz attı. Haliyle bir şey göremedi. Doğruldu ve etrafına bakındı. Garson kız yanına gelince ona durumu anlattı. Kimse bir şey görmemişti. Ufuk’un tuvalette bulunuş süresi taş çatlasa iki üç dakikaydı. Onun yokluğunda oturanlardan hiç kimse yerinden kalkmamış ve içeriye yeni bir müşteri gelmemişti. Boyama sarışın, yorgun yüzlü, hafifçe Beyonce’yi andıran kız bundan çok emindi.
  Ufuk ‘Şeytan aldı götürdü, satamadı getirdi’ diye düşündü. Babaannesi küçüklüğünde bir şeyini yitirdiğinde böyle söylemesini öğütlerdi. Sezgileri aparatı kim aldıysa onu çoktan okuttuğunu fısıldamaktaydı. Millete daha fazla tuhaf sahne garnitürü olmamak için kızdan hesabı istedi.  

*

  Ufuk parmağıyla telefonunun ekranına dokundu. Yine aynı kafedeydi. Öğlenden sonra olduğu için masalar silme doluydu. Aradan tam tamına on gün geçmişti. Telefonunu yenilemişti. Samsung Galaxy S4’üyle mutluydu, havası yerindeydi, ama aparatın 15.13 hattı kapalıydı. Sekiz günde üçü on üç geçelerde çektiği SMS’ler bir sorun yaratmamıştı. Yirmi biri Serdar’a, altısı Merve’ye olmak üzere toplam yirmi yedi SMS çekmiş, tek bir sonuç alamamıştı. Bir sonuç vardı tabii. Serdar kibarca, ‘Beni lütfen bir daha rahatsız etme’ yazmıştı. Merve de, ‘Dilinin altında bir şey mi var senin?’ diye sormuştu yolladığı sudan mesajlar nedeniyle.  
  Bu arada Serdar hastaneden taburcu olmuştu. Havalı hayatına kaldığı yerden devam ediyordu. Merve migreni ancak beş günde atlatabilmişti. Doruk’un topallaması belli belirsiz olsa da sürüyordu. Kendisine ait muazzam bir eser erozyonla yok olup gidiyor gibiydi. Yakında hiç izi kalmayacaktı.  
  Ufuk bir yanıyla 15.13 hattının bahşettiği gücü özlüyor, diğer yandan millete vereceği zarar sınırlı kaldığı için haline şükrediyordu. Belki ileride bu hat yine açılırdı. O zamana kadar  Ufuk üzerine çok düşünmüş taşınmış olacağı için oyuna böyle çocukça bir şekilde kapılmazdı. Delikanlı bunları düşünürken telefonu ‘Mesaj var’ sinyali verdi.
  Aparatı alıp baktı. Bir anda tüyleri diken diken olmuştu. Mesajı yollayanın ismi Ufuk Keskin’di. Saatine baktı. 15.13’tü. Parmağının ucu ekrana birkaç milimetre kala durakladı. Az kalsın dokunmatik süreç çalışacaktı. Parmağının ucunda açılmak için sabırsızlanan hattın yarattığı karıncalanmayı hissediyordu.
  Ufuk aparatı anorağının sağ cebine koydu. Hesabı ödeyip çıktı. Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde yürürken kulakları uğulduyordu. Bu ne demekti? Bir Ufuk Keskin daha mı vardı? 15.13’ün sırrını bilen? Paralel evrenler kesin kanıtlana kadar onun için sadece öykü ve filmlerde mevcuttu. Kendini göstermekten sakınan utangaç hortlaklardan tırsma yaşını geçmişti. Ufuk elle tutulan şeyler dünyasının çocuğuydu. Bu Kem gözlü SMS işi her neyse kendi biricik beyin evreninin mamulatıydı. Ona bir adet bombalı SMS yollanmıştı. Bu açıktı. Kendi adının kullanılması tali bir öneme sahipti. Esas nokta hedef olarak seçilmesiydi.
  Açsa, okusa tıpkı annesi, Merve, Serdar ve Berke’nin olduğu gibi başına bir iş gelecekti. Beklenmedik bir kaza, pizza motorunun çarpması, felç geçirmek, beyin kanaması, ard arda içtiği gazlı içeceklerin midesini parçalaması gibi durumları hayal etti. Telefonun çalınması olayı daha bir gizem kazanmıştı diğer yandan. Birisi defterini dürmek istiyordu besbelli.
  Parmaklarıyla cebinin üstünden telefonuna dokundu. Sonra kol saatine baktı. 15.21’di. Yarına kadar sorun yoktu. Yarın tam 15.13’te bir SMS alacaktı. Sonraki günde de. Daha sonraki günler de. Ta ki, açıp mesajın içeriğini okuyana dek. On yıl, yirmi yıl, yaşı elverse elli yıl sabırla bekleyecekti bu kurgu. Hergün bir kez kapısını çalacak ve içinde uyanan öfke, merak karışımının bumlamasını bekleyecekti.
  Ufuk sol eliyle gözlerindeki yaşları sildi ve etrafındaki insanları sıradan sorunlarla halleştiği için kıskandı. Bir şeyi çok iyi idrak etmişti. Hergün 15.13’te gelecek olan SMS’leri geri kalan ömründe hiç açmaması mümkün değildi. Yarınkine bile dayanabileceği şüpheliydi. Parmağıyla şöyle bir dokunacak ve sonrasında ne olacaksa olacaktı.
  İçini çeke çeke yürüdü. Kordon’a çıktı. Hava soğuktu ve ortam biraz pusluydu. Karanlık çabuk sökecekti. Bir şey çok kelekti. ‘Belki yarın 15.13’te SMS gelmeyecek. Bu tek kerelik bir cinnet. Bu iş kapanıp gidecek’ düşüncesi içinde minicik te olsa bir umut ışığı yakmıyordu. Çok tuhaf bir hissiyatı deneyimliyordu. Şimdi gökyüzünde belirecek olan dev bir UFO’yu hayal edebiliyor, ama bugünkü SMS atağının bir kerelik olduğunu varsayamıyordu. Babaannesi arkadaşlarına sık sık ‘Müzmin bronşitim var’ derdi. Bugünkü SMS’te böyle kronik bir yapı vardı. Sezgileri var gücüyle bunu söylüyordu.
  Yirmi üç saat otuz dokuz dakika göz açıp kapayana kadar geçecek ve kapısı bir kez daha çalacaktı. Ve Ufuk kapıyı açıp şöyle bir bakacaktı. Nasıl olsa işin içinde ölüm yoktu. Kapıyı açacak, on gün önce Merve’ye ve Serdar’a yollamayı düşündüğü dört adet SMS’in yükünü bir arada karşılayacaktı. Sonra?
  Sonra da bu mesele bitecekti inşallah.  
                                                                                                                           Balçova – Aralık 2013 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder