17 Mayıs 2017 Çarşamba

Ruh Vestiyeri (öykü)






 Canımı yavaşça ılık suya salıyorum. Baygınlık ölüm taklidi yaparcasına geliyor ve gidiyor. Ruhumu vestiyerden almaya yakınım. Vestiyercinin çürük benzi öfkeli. Ölüm korkusundan sıtkımı sıyırabileceğimi öngöremediği için gazabı suretini burmuş. İnsan kalıbından iyice taşmış durumda. Sıfatların tanımlamakta yaya kalacağı görünümü kapalı göz kapaklarımın ardından nüfuz ediyor beynime. Hışırtı tıslatan dili anlamadığım kelimeler sarfetmeye devam ediyor. Üzerime saldığı  ağır dehşete rağmen kararlıyım. Tiksintimi bastırmak için küvette giderek kızıllaşan suyu ellerimle girdaplıyoum. Geri dönüşsüz pişmanlık çağrıştıran bir eylem. Can suyu köpüklerine boş gözlerle bakıp durmaktayım.
  Annem ve babam oturma odasındalar. Cuma akşamı. Saat 21.03. Bir dizi eşliğinde zeytinyağlı pırasanın lezzet tayfını tartışıyorlar. Kızkardeşim odasında ders çalışıyor numarası yaparak çetliyor kendini. Onlara birazdan vereceğim gam ve şok için üzgünüm. Lavabonun üzerindeki aynaya sakızla yapıştırdığım kağıda. Sorunlarım vardı. Kaldıramadım. yazdım. Çekecekleri acıyı biraz olsun azaltmak için sizleri çok seviyorum cinsinden sözcükler eklemedim.
  Bugün yaşgünüm. Perşembe olduğu için yaşgünü partisini cumartesiye ertelediğim mavalını herkes yuttu. Son cumartesim dört gün geride kaldı.  19 yaşında bilincim sonlanıyor. Ölümden sonraki hayata inanmıyorum. Kuvantum fiziği ile new age karışımı zırvalara da karnım tok. Ruhumu vestiyerden geri alacak numaramdır 19. Algım sonlanacak. Beni ben yapan en önemli şeyi artık hatırlamaz hale geleceğim.
  Her şey on bir ay önce başladı.
  Bir yaz akşamı birinci kattaki uzak bir akrabamızın nuh nebiden kalma televizyon antenini düzeltmek için çatıya çıktım. On dakikada işi hallettim. Çatıya daha önce birkaç kez çıkmışlığım vardı. Etrafımız yedi sekiz katlı apartmanlarla çevrilidir. Bizim dört katlı ve çatısı eğimli apartmanımızın penceresiz yan yüzüne bakan çift daireli apartmanın, üçten itibaren sayarsak, on iki dairesinin perdeleri açıktı. Bir sürü kimseyi aynı anda çeşitli şeyler yaparken görmek gözlemci yanımı uyarmıştı. Küçük bir yaradan içeri sızan mikropçuklar.
  Ruh vestiyercisi o gece bana geldi. Tecessüs kalıbındaydı. Erotik bir parfüm sürmüştü.  Oturma ve yatak odalarının pencerelerinden dışarı sızan hayat parçalarından bir elbise vardı üzerinde. Git bak. Orada. Sıradan yaşamı sıradan yaşamların yardımıyla sıradışı formatlara indirge demekteydi. Saat iki buçuk falandı. Evde yalnızdım. Ailem dayımların Eski Foça’daki yazlığındaydı. Üzerimdeki tek giysiyi kalçamdan sıyırdım ve kapıyı aralayıp dışarı süzüldüm. En üst katta oturduğumuz ve karşı dairedeki yaşlı çift aylardır başka şehirde olduklarından görülme riskim çok azdı. Evin anahtarını bir ip yardımıyla kolye yapıp boynuma asmıştım. Bu şekilde komşu apartmanlardaki hayatları gözleyen genç bir adamın öyküsünden etkilenmiştim sanırım.
  Daha önce çeşitli yerlerde raslantıların azizliğiyle insanların gizlice icra ettikleri bazı durumlara tanık olmuşluğum vardır. Taşaklarına pudra süren yaşlı bir amca, minicik beyaz bir külodu giye çıkara test eden yeni yetme bir kız, koynundan çıkardığı paraları sayan bir şişman teyze, cebinden dökülen minik hapları telaşla yerden toplayan dalgın bakışlı bir abi gibi. Ama ilk geceki durum çok farklıydı. Bu farkın karşı konamaz çekiciği şimdi ölüm nedenim.
  Yaz gecesi iki otuz dörtte on iki dairenin hemen hepsinde hayat tamamiyle uyku fazına geçmemişti. Televizyon seyredenler, kağıt oynayanlar, telefonla bitmez tükenmez konuşmalar icra edenler, oturma odasında volta atanlar, divanda sevişenler, tartışanlar, yemek yiyenler yaz gecesini uzun kullanma kredisinden yararlanmaktaydılar. O’nu hemen göremedim. Seyirle oyalanırken içimde bir isteksizlik, sıradan yaşamlara gözlemsel müdahalenin verdiği bir çeşit bıkkınlık duygusu belirmişti ki, beşinci katın bana göre sol dairesinin oturma odasında oturan kızı farkettim. Üzerinde sarı bol bir tişört ve etek vardı. Divanda kaykılarak oturmuştu. Ayakları çıplaktı. Kulağında mp3 vardı, elinde de bir kitap. Yıldırım gibi eve gidip küçük dürbünü alıp geldim. Ne okuduğunu merak etmiştim. Kahverengi eteğinin zaten saklamadığı yerleri değil. Ben çet kuşağından olmama rağmen okurobur biri olarak yetiştim. Annemi kopyaladım sanırım. Babam ve kız kardeşim bizim cinsimizden değiller. 
  Döndüğümde yoktu. Perdeleri açık duran üç camdan da görünmüyordu. Dakikalar geçti. Işığı hâlâ yanan oturma odasına geri gelmedi. Beni farketmiş olabileceği fikri pek baskılı değildi. Bacaya dayanmış otururken görülebileceğimi hiç sanmıyordum. Sabırla bekledim. Işık sönmedi, kız da geri gelmedi. Arka taraftaki yatak odasına gitmişti belki. Işığı da açık unutmuştu. Bunların mizansen, heyecan damarının cidarlarını geren bir gizemli oyun olduğunu çok sonra, iş işten geçtikten sonra çakozlayabildim ancak.
  Ertesi gece iki civarında dünkü kıyafetimle bacanın önünde yerimi aldığımda kız oturma odasında dans etmekteydi. Yalnızdı. Üzerinde kırmızı bir atlet ve sarı bir pantolon vardı. Yüzü hoştu. Yuvarlakları iddialı değildi. On yedi yaşlarında falandı. Sıradan seksi görünümü yerini hızla tekinsiz bir gizemliliğe bıraktı. Davranışları normal gibiydi, ama yolunda olmayan bir şeyin kokusunu almıştım. Dürbünü yüzüne odaklayınca göz göze geldik. Sol gözünü kırptı. Az kalsın dürbünü elimden atıp ayaklanacaktım. Kendimi toparlayıp tekrar baktım. Hafif bir ritimle dansa koyulmuştu yeniden. Kalbim deli gibi atıyordu. O mesafeden bacanın kara gölgesinde beni göremezdi. Bir raslantı olmalıydı. Kız bir ara durdu. Ellerini beline koyarak bana doğru baktı. Dürbünü yüzüne çevirdim yeniden. Bakışları benim tarafıma dönük değildi. Birden geri döndü ve seri adımlarla odadan çıktı. Sabah beşe kadar geri gelmedi. Yatağa girdiğimde kızı bulmaya karar verdim. Bu semtte doğmuş büyümüştüm. Kızı hiçbir yerden tanımıyordum. Yeni taşınmışlardı belki. O apartmanda oturan birini tanımaktaydım. Kıl tipin tekiydi. Ama samimileşecektik yakında yeniden.
  Aradan bir hafta geçmişti. Apatmanın beşinci katında oturan genç kızı ne sokakta görebilmiş, ne de hakkında tek bir malumat elde edebilmiştim. Camlardan gördüğüm bir çok kimseye berberde, kasapta, bakkalda, otobüs durağında, markette raslamaktaydım, ama o adını dahi bilmediğim kız sır kalmıştı. İki kat üstünde oturan eski arkadaşım bile kızı görmemişti. Yazdı. Belki ailesi yazlıktaydı. Evde yalnız kalmaktaydı. Sokağa pek çıkmıyordu. Bazı şeyler daha o sıralardan garipti. Kız her gece oturma odasındaydı. Hep yalnızdı. Sabaha kadar kitap okuyor, dans ediyor, bir şeyler yazıyordu.
  Bu arada o apartmandaki hayata da dalmaya başlamıştım. Dalmak diyorum çünkü sıradan bir gözlem değildi. Bakışlarımı kime çevirirsem sanki elimde dürbün varmış gibi o tarafa yaklaşıyordum. Kulaklarım da aşırı hassaslaşmış gibiydi. Yirmi metre mesafeden konuşmaları duyuyor ve bazı kelimeleri sökebiliyordum. Bunları yaparken saatin nasıl akıp gittiğini bilmiyordum. Gün doğarken garip bir dinçlikle eve dönüyor, ama başımı yastığa koyar koymaz derin bir uykuya dalıyordum.
  Ailem tatilden döndü. Kimse bende bir değişiklik farketmedi. Annem biraz zayıflamışsın demekle yetindi. Onlar varken çok dikkatli olmam gerekmekteydi. Her gece çırılçıplak bacanın dibinde yerimi alıp apartman hayatını o sıradan görünümlü gizemli şovuna dalmaya devam ettim. Ağustos sonunda havalar sıcaktı hâlâ. Sonbahar ve kış gelince gözlemlerime giyimli ve şemsiyeli olarak devam edecektim herhalde.
  Bir gece bütün hayatlarla birlikte o kumral saçlı kızı da seyrederken ansızın soyunmaya başladı. Yüzü bana dönüktü. Sadece sarı külot ve sutyeniyle camın hemen önünde durmuştu. Başını bir melodiye uygun şekilde sallamaktaydı. Tam o sırada yağmur çiselemeye başlamıştı. Gün boyunca aldığı ısıyı geri vermekte olan kiremitler gibi tenim de keyiflenmişti. Kamışım sertleşmiş ve elim benden habersiz harekete başlamıştı. Geceler boyunca sayısız sevişmelere, frikiklere tanık olmuş, ama tek bir kez bile mastürbasyon yapmamıştım. Dediğim gibi kızın iddialı yuvarlakları da yoktu. Seksi bile denemezdi. Başka bir hali vardı. İzahı o anda zor olan bir farklılık. Artık kim olduğunu, yani ne olduğunu tahmin edebilmekteyim.
  Bir şey duygularımı ateşlemişti. Hızla olup bitti. Şaşkınlıkla ne yapacağımı düşünürken yağmur birden hızlandı. Su ilaç gibi gelmekteydi. Bir çeşit arınma haline girmiştim. Bedenle ilgili olmadığını şimdi iyi biliyorum. Su, içinde bulunduğum hipnozu arındırıyordu bir şekilde. Ve o kızı yeniden gördüm. O gece iki ilke imza atmıştım. İkincisi yaşam boyu esaret fermanımdı.
  Camın önünde duran kız kadın formundan sıyrılmıştı. Üzerinde sayısız siyah benekleri olan dev bir plastik çamur gibiydi. Canlı dokulara sahip bir sakız kütlesi. Sayısız duyargalara sahip bu amorf kütleyi görmenin içime saldığı dehşetle yerimden doğruldum ve hızla aşağıya indim. Her tarafım zangır zangır titreyerek evimin kapısını açıp içeri süzüldüm. Sıradan kabuslara gebe uykuları kıskanarak odama girdim. Kurulandım. Pijamamın altını giyerken kapı çaldı. Önce O geldi sandım. Kız kılığına girmiş insan olmayan yaratık asıl suretini görmemi cezalandırmaya gelmişti. Bu beklentim doğruydu, ama gelen O değildi.
  Kapıcıydı. Yanında uzun boylu bir adam durmaktaydı. Kapıyı babam açmıştı. Bizim çatıda birini görmüşlerdi. Hırsız olabilirdi. Merdivenlerde ıslak ayak izleri vardı. Hapı yutmuştum. Çatıdan bizim kapıya inen ayakkabısız izler tek kişiyi işaret ederdi. Bunları düşünürken kapıcı izlerin en alt kata kadar indiğini, failin büyük ihtimalle kaçıp gittiğini söyleyince rahatladım. Basamaklardaki fazladan adımların kimin tarafından atıldığını falan düşünebilecek durumda değildim. Hırsız sanılmıştı o esrarengiz gölge.
  Bizim eve bir tasallut söz konusu olmadığı için herkes uykusuna dönünce bir şeyi farkettim. Çatı katından dönüşlerde hemen uyuya kalırdım ve hiç rüya görmezdim. Şimdi de tüm heyecanıma rağmen göz kapaklarım altın gibi ağırlaşmıştı. Uyumamak, olan biteni irdelemek isteyen yanım basbas bağırmasına rağmen yatağa serilip bilinç perdelerimi örtüverdim. Bu uyku şu ana kadarkilerden farklıydı. Çünkü O’nun kurduğu gerçekliğe uyanacaktım.
  Yeni gerçeklik sabah hızla kendini belli etti. Nereye gidersem gideyim, ne yapasam yapayım gözetlendiğim duygusunu silemiyordum. Her an izleniyorum duygusu bir hücre hapsine benzemekteydi. Işıkları günde 24 saat yanan, sayısız kamerayla kuşatılmış bir hücre hayal edin. Nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım, otobüste, üniversitede sınıfta, kantinde, tuvalette, akla gelebilecek her yerde bu duyguyla dolup taşmaktaydım. İçkiyle aram iyi değildi. Alkolle kaçışı denedim. Kusacak kadar içince bile O’nu beynimden silmeyi başaramıyordum. Bayram tatilinde otobüsle şehrimden 1000 kilometre uzağa kaçmayı denedim. Nafile. O şey neyse gözlem ağının dışına çıkamıyordum.
  Çağımız gözetlenme, fişlenme ve etiketlenme çağıydı. Her yerde kameraların sayısı artıyordu, ama bu farklıydı. Kameraların giremediği yerler vardı hâlâ. Sözün kaydedilemediği, uyduların gözleyemediği mekânlar vardı. O’nun giremediği tek bir alan keşfedememiştim. Ne yöntemler denediysem de başarılı olamadım. Okulu aksatmaya başladım. Kendi kendime konuşuyor ve odamdan dışarı çıkmıyordum. Ailem sonunda delirdiğimi düşündü. Psikologlara O’ndan söz ettim. Dünya dışı mütecessis bir zeka olabileceğini söyledim. Düşüncelerimizi, hayallerimizi, idrak ettiğimiz her şeyi emiyor ve bunla besleniyor dedim. Antidepresan önermekten öteye geçemediler. En ağır dozlu ilaçlar bile etkin olamadı. Sayısız duyargaların her saniye dokunduğu kırılgan bir üniteydim.
  Bir sabah elimde çevredeki bir inşaattan aşırdığım uzun saplı ağır balyoz o apartmana gittim. Beşinci katın kapısını kırıp içeri girdim. Daha beş dakika geçmeden kapıcı ve iki polis içeri girdiğinde bomboş ve eşyasız dairenin oturma odasının penceresinden bizim dama bakmaktaydım. O şey içerideydi ve görünmezdi. Bütün evlerdeydi belki de. Evlerin iç yüzeylerine yaymıştı kendini. Yaşam emen şeffaf dokuları her milimetre karede kıpır kıpırdı. Babam aylardır boş duran dairenin kapısını yaptırdı. Psikologtan raporum vardı. Hapse girmedim. Sokaklarda başıboş gezinerek ne yapmam gerektiğini düşündüm. İşsiz, fakir, hasta, yaşlı, yalnız olanlara bile gıpta ettiğim umarsız anlardı.
  O iğrenç yaratığı genç bir kız zannettiğim anlara dönmek istiyordum. Geri kalan ömrümün her gecesini damda geçirmeye hazır mıydım? Beni başka yerlere de sürecekti kuşkusuz. O’nun insan duyularını kullanarak yaşamları gözlediğini düşünmekteydim. Beni akıllı bir kamera yapıyordu. Eve gelip uyuyunca topladığım bilgiyi benden sağıyordu. Bu nedenle ruhumu vestiyerde tutuyordu. Beni yıldırmak için vestiyeri de gösterdi uykumda. Yüzlerce huzursuz ruhun kapatıldığı ucu bucağı olmayan bir tüneldi. Onları da benim gibi insan yaşamlarını izleyen kayıt aracı olarak kullanmaktaydı. Her yaştan, cinsten ve millettendiler. Acı çekiyorlardı. Kızgın yağa atılmış ıstakozlar gibi cızırtılı sesler çıkartıyorlardı. Bu işlevle ömrümün sonuna kadar gidecektim. Yalnız ve düşsüz. Ömür boyu kontratla çalışılıyordu. Anneannem rahmet der, yağmur beni uyandırmıştı.
  Su gözümün bağını yıkamış götürmüştü. Vestiyeri farketmiştim. Ruhumu her saniye baskı altında tutan mekanizmayı algılamıştım. Başka türlü topladığım bilgileri sağamazdı. Bendeki bilgiyi indirmek için hiç aralıksız gözlemlenmem gerekiyordu. Günde yirmi dört saat çalışan bir çevrimiçi olmaya dayanamadım.
  Canımı suya salmaya karar verdim. Ruhumu vestiyerden geri alıp evrenin öğütücü kargaşasına salacağım. Kendime vereceğim en anlamlı yaşgünü hediyem olacak. Sonuncu baygınlık üzerime abanırken dudaklarım güç bela aralanıyor.
  “Numara 19 lütfen.”
                                                                     Amsterdam Nisan 2008

                               -------------------------

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder