Canımı yavaşça ılık suya salıyorum. Baygınlık
ölüm taklidi yaparcasına geliyor ve gidiyor. Ruhumu vestiyerden almaya yakınım.
Vestiyercinin çürük benzi öfkeli. Ölüm korkusundan sıtkımı sıyırabileceğimi
öngöremediği için gazabı suretini burmuş. İnsan kalıbından iyice taşmış
durumda. Sıfatların tanımlamakta yaya kalacağı görünümü kapalı göz kapaklarımın
ardından nüfuz ediyor beynime. Hışırtı tıslatan dili anlamadığım kelimeler
sarfetmeye devam ediyor. Üzerime saldığı
ağır dehşete rağmen kararlıyım. Tiksintimi bastırmak için küvette
giderek kızıllaşan suyu ellerimle girdaplıyoum. Geri dönüşsüz pişmanlık
çağrıştıran bir eylem. Can suyu köpüklerine boş gözlerle bakıp durmaktayım.
Annem ve babam oturma odasındalar. Cuma
akşamı. Saat 21.03. Bir dizi eşliğinde zeytinyağlı pırasanın lezzet tayfını
tartışıyorlar. Kızkardeşim odasında ders çalışıyor numarası yaparak çetliyor
kendini. Onlara birazdan vereceğim gam ve şok için üzgünüm. Lavabonun
üzerindeki aynaya sakızla yapıştırdığım kağıda. Sorunlarım vardı. Kaldıramadım. yazdım. Çekecekleri acıyı biraz
olsun azaltmak için sizleri çok seviyorum cinsinden sözcükler eklemedim.
Bugün yaşgünüm. Perşembe olduğu için yaşgünü
partisini cumartesiye ertelediğim mavalını herkes yuttu. Son cumartesim dört
gün geride kaldı. 19 yaşında bilincim
sonlanıyor. Ölümden sonraki hayata inanmıyorum. Kuvantum fiziği ile new age
karışımı zırvalara da karnım tok. Ruhumu vestiyerden geri alacak numaramdır 19.
Algım sonlanacak. Beni ben yapan en önemli şeyi artık hatırlamaz hale
geleceğim.
Her şey on bir ay önce başladı.
Bir yaz akşamı birinci kattaki uzak bir
akrabamızın nuh nebiden kalma televizyon antenini düzeltmek için çatıya çıktım.
On dakikada işi hallettim. Çatıya daha önce birkaç kez çıkmışlığım vardı.
Etrafımız yedi sekiz katlı apartmanlarla çevrilidir. Bizim dört katlı ve çatısı
eğimli apartmanımızın penceresiz yan yüzüne bakan çift daireli apartmanın,
üçten itibaren sayarsak, on iki dairesinin perdeleri açıktı. Bir sürü kimseyi
aynı anda çeşitli şeyler yaparken görmek gözlemci yanımı uyarmıştı. Küçük bir
yaradan içeri sızan mikropçuklar.
Ruh vestiyercisi o gece bana geldi. Tecessüs kalıbındaydı.
Erotik bir parfüm sürmüştü. Oturma ve
yatak odalarının pencerelerinden dışarı sızan hayat parçalarından bir elbise
vardı üzerinde. Git bak. Orada. Sıradan yaşamı sıradan yaşamların yardımıyla
sıradışı formatlara indirge demekteydi. Saat iki buçuk falandı. Evde yalnızdım.
Ailem dayımların Eski Foça’daki yazlığındaydı. Üzerimdeki tek giysiyi kalçamdan
sıyırdım ve kapıyı aralayıp dışarı süzüldüm. En üst katta oturduğumuz ve karşı
dairedeki yaşlı çift aylardır başka şehirde olduklarından görülme riskim çok
azdı. Evin anahtarını bir ip yardımıyla kolye yapıp boynuma asmıştım. Bu
şekilde komşu apartmanlardaki hayatları gözleyen genç bir adamın öyküsünden
etkilenmiştim sanırım.
Daha önce çeşitli yerlerde raslantıların
azizliğiyle insanların gizlice icra ettikleri bazı durumlara tanık olmuşluğum
vardır. Taşaklarına pudra süren yaşlı bir amca, minicik beyaz bir külodu giye
çıkara test eden yeni yetme bir kız, koynundan çıkardığı paraları sayan bir
şişman teyze, cebinden dökülen minik hapları telaşla yerden toplayan dalgın
bakışlı bir abi gibi. Ama ilk geceki durum çok farklıydı. Bu farkın karşı
konamaz çekiciği şimdi ölüm nedenim.
Yaz gecesi iki otuz dörtte on iki dairenin
hemen hepsinde hayat tamamiyle uyku fazına geçmemişti. Televizyon seyredenler,
kağıt oynayanlar, telefonla bitmez tükenmez konuşmalar icra edenler, oturma
odasında volta atanlar, divanda sevişenler, tartışanlar, yemek yiyenler yaz
gecesini uzun kullanma kredisinden yararlanmaktaydılar. O’nu hemen göremedim.
Seyirle oyalanırken içimde bir isteksizlik, sıradan yaşamlara gözlemsel
müdahalenin verdiği bir çeşit bıkkınlık duygusu belirmişti ki, beşinci katın
bana göre sol dairesinin oturma odasında oturan kızı farkettim. Üzerinde sarı
bol bir tişört ve etek vardı. Divanda kaykılarak oturmuştu. Ayakları çıplaktı.
Kulağında mp3 vardı, elinde de bir kitap. Yıldırım gibi eve gidip küçük dürbünü
alıp geldim. Ne okuduğunu merak etmiştim. Kahverengi eteğinin zaten saklamadığı
yerleri değil. Ben çet kuşağından olmama rağmen okurobur biri olarak yetiştim.
Annemi kopyaladım sanırım. Babam ve kız kardeşim bizim cinsimizden
değiller.
Döndüğümde yoktu. Perdeleri açık duran üç
camdan da görünmüyordu. Dakikalar geçti. Işığı hâlâ yanan oturma odasına geri
gelmedi. Beni farketmiş olabileceği fikri pek baskılı değildi. Bacaya dayanmış
otururken görülebileceğimi hiç sanmıyordum. Sabırla bekledim. Işık sönmedi, kız
da geri gelmedi. Arka taraftaki yatak odasına gitmişti belki. Işığı da açık
unutmuştu. Bunların mizansen, heyecan damarının cidarlarını geren bir gizemli
oyun olduğunu çok sonra, iş işten geçtikten sonra çakozlayabildim ancak.
Ertesi gece iki civarında dünkü kıyafetimle
bacanın önünde yerimi aldığımda kız oturma odasında dans etmekteydi. Yalnızdı.
Üzerinde kırmızı bir atlet ve sarı bir pantolon vardı. Yüzü hoştu. Yuvarlakları
iddialı değildi. On yedi yaşlarında falandı. Sıradan seksi görünümü yerini
hızla tekinsiz bir gizemliliğe bıraktı. Davranışları normal gibiydi, ama
yolunda olmayan bir şeyin kokusunu almıştım. Dürbünü yüzüne odaklayınca göz
göze geldik. Sol gözünü kırptı. Az kalsın dürbünü elimden atıp ayaklanacaktım.
Kendimi toparlayıp tekrar baktım. Hafif bir ritimle dansa koyulmuştu yeniden.
Kalbim deli gibi atıyordu. O mesafeden bacanın kara gölgesinde beni göremezdi.
Bir raslantı olmalıydı. Kız bir ara durdu. Ellerini beline koyarak bana doğru
baktı. Dürbünü yüzüne çevirdim yeniden. Bakışları benim tarafıma dönük değildi.
Birden geri döndü ve seri adımlarla odadan çıktı. Sabah beşe kadar geri
gelmedi. Yatağa girdiğimde kızı bulmaya karar verdim. Bu semtte doğmuş
büyümüştüm. Kızı hiçbir yerden tanımıyordum. Yeni taşınmışlardı belki. O
apartmanda oturan birini tanımaktaydım. Kıl tipin tekiydi. Ama samimileşecektik
yakında yeniden.
Aradan bir hafta geçmişti. Apatmanın beşinci
katında oturan genç kızı ne sokakta görebilmiş, ne de hakkında tek bir malumat
elde edebilmiştim. Camlardan gördüğüm bir çok kimseye berberde, kasapta,
bakkalda, otobüs durağında, markette raslamaktaydım, ama o adını dahi
bilmediğim kız sır kalmıştı. İki kat üstünde oturan eski arkadaşım bile kızı
görmemişti. Yazdı. Belki ailesi yazlıktaydı. Evde yalnız kalmaktaydı. Sokağa
pek çıkmıyordu. Bazı şeyler daha o sıralardan garipti. Kız her gece oturma
odasındaydı. Hep yalnızdı. Sabaha kadar kitap okuyor, dans ediyor, bir şeyler
yazıyordu.
Bu arada o apartmandaki hayata da dalmaya
başlamıştım. Dalmak diyorum çünkü sıradan bir gözlem değildi. Bakışlarımı kime
çevirirsem sanki elimde dürbün varmış gibi o tarafa yaklaşıyordum. Kulaklarım
da aşırı hassaslaşmış gibiydi. Yirmi metre mesafeden konuşmaları duyuyor ve
bazı kelimeleri sökebiliyordum. Bunları yaparken saatin nasıl akıp gittiğini
bilmiyordum. Gün doğarken garip bir dinçlikle eve dönüyor, ama başımı yastığa
koyar koymaz derin bir uykuya dalıyordum.
Ailem tatilden döndü. Kimse bende bir
değişiklik farketmedi. Annem biraz zayıflamışsın demekle yetindi. Onlar varken
çok dikkatli olmam gerekmekteydi. Her gece çırılçıplak bacanın dibinde yerimi
alıp apartman hayatını o sıradan görünümlü gizemli şovuna dalmaya devam ettim.
Ağustos sonunda havalar sıcaktı hâlâ. Sonbahar ve kış gelince gözlemlerime
giyimli ve şemsiyeli olarak devam edecektim herhalde.
Bir gece bütün hayatlarla birlikte o kumral
saçlı kızı da seyrederken ansızın soyunmaya başladı. Yüzü bana dönüktü. Sadece
sarı külot ve sutyeniyle camın hemen önünde durmuştu. Başını bir melodiye uygun
şekilde sallamaktaydı. Tam o sırada yağmur çiselemeye başlamıştı. Gün boyunca
aldığı ısıyı geri vermekte olan kiremitler gibi tenim de keyiflenmişti. Kamışım
sertleşmiş ve elim benden habersiz harekete başlamıştı. Geceler boyunca sayısız
sevişmelere, frikiklere tanık olmuş, ama tek bir kez bile mastürbasyon
yapmamıştım. Dediğim gibi kızın iddialı yuvarlakları da yoktu. Seksi bile
denemezdi. Başka bir hali vardı. İzahı o anda zor olan bir farklılık. Artık kim
olduğunu, yani ne olduğunu tahmin edebilmekteyim.
Bir şey duygularımı ateşlemişti. Hızla olup
bitti. Şaşkınlıkla ne yapacağımı düşünürken yağmur birden hızlandı. Su ilaç
gibi gelmekteydi. Bir çeşit arınma haline girmiştim. Bedenle ilgili olmadığını
şimdi iyi biliyorum. Su, içinde bulunduğum hipnozu arındırıyordu bir şekilde.
Ve o kızı yeniden gördüm. O gece iki ilke imza atmıştım. İkincisi yaşam boyu
esaret fermanımdı.
Camın önünde duran kız kadın formundan
sıyrılmıştı. Üzerinde sayısız siyah benekleri olan dev bir plastik çamur
gibiydi. Canlı dokulara sahip bir sakız kütlesi. Sayısız duyargalara sahip bu
amorf kütleyi görmenin içime saldığı dehşetle yerimden doğruldum ve hızla
aşağıya indim. Her tarafım zangır zangır titreyerek evimin kapısını açıp içeri
süzüldüm. Sıradan kabuslara gebe uykuları kıskanarak odama girdim. Kurulandım.
Pijamamın altını giyerken kapı çaldı. Önce O geldi sandım. Kız kılığına girmiş
insan olmayan yaratık asıl suretini görmemi cezalandırmaya gelmişti. Bu
beklentim doğruydu, ama gelen O değildi.
Kapıcıydı. Yanında uzun boylu bir adam
durmaktaydı. Kapıyı babam açmıştı. Bizim çatıda birini görmüşlerdi. Hırsız
olabilirdi. Merdivenlerde ıslak ayak izleri vardı. Hapı yutmuştum. Çatıdan
bizim kapıya inen ayakkabısız izler tek kişiyi işaret ederdi. Bunları
düşünürken kapıcı izlerin en alt kata kadar indiğini, failin büyük ihtimalle
kaçıp gittiğini söyleyince rahatladım. Basamaklardaki fazladan adımların kimin
tarafından atıldığını falan düşünebilecek durumda değildim. Hırsız sanılmıştı o
esrarengiz gölge.
Bizim eve bir tasallut söz konusu olmadığı
için herkes uykusuna dönünce bir şeyi farkettim. Çatı katından dönüşlerde hemen
uyuya kalırdım ve hiç rüya görmezdim. Şimdi de tüm heyecanıma rağmen göz kapaklarım
altın gibi ağırlaşmıştı. Uyumamak, olan biteni irdelemek isteyen yanım basbas
bağırmasına rağmen yatağa serilip bilinç perdelerimi örtüverdim. Bu uyku şu ana
kadarkilerden farklıydı. Çünkü O’nun kurduğu gerçekliğe uyanacaktım.
Yeni gerçeklik sabah hızla kendini belli
etti. Nereye gidersem gideyim, ne yapasam yapayım gözetlendiğim duygusunu
silemiyordum. Her an izleniyorum duygusu bir hücre hapsine benzemekteydi.
Işıkları günde 24 saat yanan, sayısız kamerayla kuşatılmış bir hücre hayal
edin. Nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım, otobüste, üniversitede
sınıfta, kantinde, tuvalette, akla gelebilecek her yerde bu duyguyla dolup
taşmaktaydım. İçkiyle aram iyi değildi. Alkolle kaçışı denedim. Kusacak kadar
içince bile O’nu beynimden silmeyi başaramıyordum. Bayram tatilinde otobüsle
şehrimden 1000
kilometre uzağa kaçmayı denedim. Nafile. O şey neyse
gözlem ağının dışına çıkamıyordum.
Çağımız gözetlenme, fişlenme ve etiketlenme
çağıydı. Her yerde kameraların sayısı artıyordu, ama bu farklıydı. Kameraların
giremediği yerler vardı hâlâ. Sözün kaydedilemediği, uyduların gözleyemediği
mekânlar vardı. O’nun giremediği tek bir alan keşfedememiştim. Ne yöntemler
denediysem de başarılı olamadım. Okulu aksatmaya başladım. Kendi kendime
konuşuyor ve odamdan dışarı çıkmıyordum. Ailem sonunda delirdiğimi düşündü.
Psikologlara O’ndan söz ettim. Dünya dışı mütecessis bir zeka olabileceğini
söyledim. Düşüncelerimizi, hayallerimizi, idrak ettiğimiz her şeyi emiyor ve
bunla besleniyor dedim. Antidepresan önermekten öteye geçemediler. En ağır
dozlu ilaçlar bile etkin olamadı. Sayısız duyargaların her saniye dokunduğu
kırılgan bir üniteydim.
Bir sabah elimde çevredeki bir inşaattan
aşırdığım uzun saplı ağır balyoz o apartmana gittim. Beşinci katın kapısını
kırıp içeri girdim. Daha beş dakika geçmeden kapıcı ve iki polis içeri
girdiğinde bomboş ve eşyasız dairenin oturma odasının penceresinden bizim dama
bakmaktaydım. O şey içerideydi ve görünmezdi. Bütün evlerdeydi belki de.
Evlerin iç yüzeylerine yaymıştı kendini. Yaşam emen şeffaf dokuları her
milimetre karede kıpır kıpırdı. Babam aylardır boş duran dairenin kapısını
yaptırdı. Psikologtan raporum vardı. Hapse girmedim. Sokaklarda başıboş
gezinerek ne yapmam gerektiğini düşündüm. İşsiz, fakir, hasta, yaşlı, yalnız
olanlara bile gıpta ettiğim umarsız anlardı.
O iğrenç yaratığı genç bir kız zannettiğim
anlara dönmek istiyordum. Geri kalan ömrümün her gecesini damda geçirmeye hazır
mıydım? Beni başka yerlere de sürecekti kuşkusuz. O’nun insan duyularını
kullanarak yaşamları gözlediğini düşünmekteydim. Beni akıllı bir kamera
yapıyordu. Eve gelip uyuyunca topladığım bilgiyi benden sağıyordu. Bu nedenle
ruhumu vestiyerde tutuyordu. Beni yıldırmak için vestiyeri de gösterdi uykumda.
Yüzlerce huzursuz ruhun kapatıldığı ucu bucağı olmayan bir tüneldi. Onları da
benim gibi insan yaşamlarını izleyen kayıt aracı olarak kullanmaktaydı. Her
yaştan, cinsten ve millettendiler. Acı çekiyorlardı. Kızgın yağa atılmış
ıstakozlar gibi cızırtılı sesler çıkartıyorlardı. Bu işlevle ömrümün sonuna
kadar gidecektim. Yalnız ve düşsüz. Ömür boyu kontratla çalışılıyordu.
Anneannem rahmet der, yağmur beni uyandırmıştı.
Su gözümün bağını yıkamış götürmüştü.
Vestiyeri farketmiştim. Ruhumu her saniye baskı altında tutan mekanizmayı
algılamıştım. Başka türlü topladığım bilgileri sağamazdı. Bendeki bilgiyi
indirmek için hiç aralıksız gözlemlenmem gerekiyordu. Günde yirmi dört saat
çalışan bir çevrimiçi olmaya dayanamadım.
Canımı suya salmaya karar verdim. Ruhumu
vestiyerden geri alıp evrenin öğütücü kargaşasına salacağım. Kendime vereceğim
en anlamlı yaşgünü hediyem olacak. Sonuncu baygınlık üzerime abanırken
dudaklarım güç bela aralanıyor.
“Numara 19 lütfen.”
Amsterdam
Nisan 2008
-------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder