Oylum Yılmaz 01-06-2015
Sabit Fikir
Kayıp kedi, aranan vicdan
Kayıp Kedi'nin tartışmalı siyasi önermesini kabul edip etmemeyi bir kenara
bırakırsak eğer, elimizde Türkçe edebiyatta nadir bulunan bir siyasi polisiyeyi
okuma fırsatı kalıyor.
Altı ayda sadece tek bir geminin geçtiği
bir nehrin üzerindeki köprüde, tek işi o gemiye yol vermek olan bir bekçi...
İnsansız, büyüleyici bir doğanın içinde, aylarca hiç konuşmadan, sadece
okuyarak, yazarak yaşayan; yalnız bir romancı imgesi… Benim hayatımda ilk
karşılaştığım yazardı Sadık Yemni. Bundan yıllar yıllar öncesinde, henüz bir
lise öğrencisiyken gittiğim kitap fuarında tesadüfen söyleşisine katılmış,
anlattıklarından büyülenmiştim. Bu tuhaf tesadüften midir bilmem, hâlâ düşünüp
dururum kendi kendime; fanteziye, gizeme, polisiye edebiyatına bunca
tutkunluğum ve doğanın içinde yalnız kalarak yazma gayretim? Yemni bilse bana
eminim söylerdi, sırları açarken başka gizemlere giden yolu gösterirdi...
Evet, Sadık Yemni’yi Muska,
Yatır, Amsterdam’ın Gülü’yle tanımıştık hepimiz. Capcanlı dilini, anlattığı
günden ve zamandan koparmadan gerçeğin içinden çıkarıyor, tekinsizin, tuhafın,
olağanüstünün alanına zarifçe süzülüyor, hakikat ve hayal arasında düşündürücü,
etkileyici bir ağ dokuyordu. Zamanla kalemi fantastikten polisiyeye kaydı, bir
yazar olarak polisiye verimleri çoğaldı. Şimdi yine bir polisiyeyle karşımızda: Kayıp
Kedi, Yemni’nin son romanı.
Kayıp Kedi bir polisiye, daha doğrusu ülkemizde örnekleri
ender görülen bir siyasi polisiye. Kendi adıma, siyasi alanı bunca kaygan,
bunca kaypak bizim gibi coğrafyalarda siyasi polisiye yazmanın ne güç bir iş
olduğunu tahmin ederim. Baştan söyleyeyim, Yemni bu güç işe hiç zorlanmadan
dalmış, kendi siyasi önermelerini de hikayeye ustalıkla yedirmiş. Siyasi önermelerine
katılmak konusuna gelince, işte onu tartışmaktan bitap düşebileceğimizi garanti
edebilirim. Ama öncelikle Kayıp Kedi’nin hikayesine geçelim.
Çok
karakterli bir roman
Genç bir kadın cinayetiyle başlıyor Kayıp
Kedi ve bu cinayet üzerinde şekilleniyor. Yemni’nin yazı evreninin
mekanı İzmir’dir. Hikayemiz de yine İzmir’de geçiyor elbette. İşin içinde
İstanbullular, Ankaralılar, Avrupalılar, Türkiye’nin farklı coğrafyalarında
doğup büyümüş insanlar var ama kesiştikleri yer İzmir. Sıcak bir İzmir gününe,
çok yakın bir arkadaşının, hem dostu hem de kiracısı olan Meral’in cesedini
bularak başlıyor kahramanımız Deniz. Orta yaşa gelmiş, iyi bir çevirmen,
kedisever, yogasever, orta halli, duyarlı, hoş, tam bir İzmir kadını. Meral’le
olan tanışıklığı onu polisiye bir maceranın içine sürüklüyor. Daha doğrusu
kendi canını korumaya çalıştığı bir vahşetin içine. Meral’in gönül ilişkileri
onu bir şekilde devlet içindeki “paralel yapı”nın hedefi haline getirmiş.
Dolayısıyla şimdi Deniz de bu yapılanmanın hedefinde. Yazara göre hükümetin
“paralel yapı”ya karşı açtığı savaş bir parça göstermelik, artık iyice ortaya
çıkan yapıyı görünürde yok etmeye çalışıyorlar ama işin özünde, daha derinde bir
yerlerde, onu yaşatmak amaçları. İşin içinde olanlar, yani dini inançtan yola
çıkarak sonsuz zenginliğin yolunu bulanların vicdanları en temel düzeyde
rahatsız, dolayısıyla Deniz’in hayatını korumaktaki en büyük şansı bu rahatsız
vicdanlar. Kendi şebekesine savaş açan İslamcı zengin Behdi Ülger, işte bu
nedenle hikayemizin baş kahramanlarından bir diğeri. Onu, yaşadığı iç
çatışmalar ve hayatta edindiği güç kahramanlaştırıyor. Bir diğer önemli
kahramanımızsa Emre Tuğrul. MİT için çalışan, teknolojiye hâkim, zeki bir ajan.
Emre Tuğrul’un sağduyusu, yeteneği onu klasik bir polisiye kahramanı yapıyor.
Ama bir şekilde tutturduğu doğru yol, bir anlamda yazarın düşüncesinin
doğrultusunda hareket etmesi, içsel çatışmasızlığı, kahramanlığını ve hikayeyi
zayıflatan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Özdeşim kuracağımız en önemli
kahramanlardan biri olduğu için Emre Tuğrul, devletin içinde var olma
özelliğiyle de bizi kendisinden uzaklaştırıyor.
Kayıp Kedi çok karakterli bir roman. Yemni kahramanlarını olay
içinde, hal ve tutumlarıyla, onlar hakkında verdiği kısa ama doyurucu
bilgilerle capcanlı çizmeyi başarıyor. Dolayısıyla kim neydi diyerek
sıkıntılanmadan kendinizi hikayenin akışına bırakabiliyorsunuz, diyebilirim.
Hikaye de baş döndürücü bir hızla, iyi bir akıcılıkla ilerliyor, okurunu merak
uyandıran sona taşıyor.
Gelelim, en başta sözünü ettiğimiz
siyasi önermeye. Kayıp Kedi, Türkiye’deki “paralel yapılanma”yı
konu edinmesi bakımından ilk polisiye örnek. Sadık Yemni bunun içinden,
hükümet, muhalefet, derin devlet üçgeninden, yepyeni bir sağ ve sol önermesi de
çıkarıyor. Alegorik olarak, teknoloji yardımıyla her şeyi görmek ve duymak
isteyen daha maddeci, kendiyle çatışan bir İslamcı sağ gösterirken; maddi
dünyayı kullanımda bir sınırın bulunduğu, maneviyatı boşlamayan Anadolu
merkezli bir sol ideali kurguluyor kahramanları aracılığıyla. “Çok ideal bir
söylem biliyorum. Saf bir yanı da var belki. Özellikle bu konjonktürde.
Süleyman Tapınağı’nı üçüncü kez inşa ederek Armageddon’u başlatma, tanrıyı
kıyamete zorlayarak The Mehdi’ye davetiye çıkarma fikrinden çok daha olgun,
gerçekçi ve insansever bir fikir ama.” Dediğim gibi tartışmalı bir siyasi
önerme bu. Kabul edip etmemeyi bir kenara bırakırsak eğer, elimizde Türkçe
edebiyatta nadir bulunan bir siyasi polisiyeyi okuma fırsatı kalıyor. Karar her
zamanki gibi okurun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder