30 Aralık 2016 Cuma

KEDİMİNİCİ - Fantastik bir kedileme öyküsü

KEDİMİNİCİ


İki gözü doğuştan kör olan Badem adlı kediye…


  Sonunda cesaretimi topladım ve renkli basıcıdan çıkardığım on bir fotoğrafın durduğu zarfla birlikte alt kat komşumun zilini çaldım. Cumartesi öğleden sonrasıydı. Dışarıda cehennemi bir yaz sıcağı hüküm sürdüğü için in cin top oynamaktaydı. Komşumun az önce arabasıyla geldiğini görmüştüm.Tam zamanıydı. Bütün hazırlıklarım tamamdı. Araştırmalarımda ilerledikçe, elimdeki kanıtlar arttıkça hevesim kırılmaktaydı. Son günlerde tuhaf rüyalar görüyordum. Biraz daha beklesem belki de şimdi yapmak üzere olduğum şeyden vazgeçebilirdim.
  Bu an için bir ayı aşkındır hazırlanmaktaydım, ama kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Benden on beş santim kısa, kırk kilo hafif bir kadından korkuyordum. Bu nedenle bir yanım sürekli, ‘Zili çaldın artık kaçabilirsin’ diyordu. Açıkça pişmandım. Yanlış bir iş yapmıştım. Zile dokunan parmağım bir çuval inciri berbat etmişti.
 “Buyrun.”
  Genç kadının üzerinde krem rengi yazlık bir elbise vardı. Ayakları
çıplaktı. Biraz çekikçe olan kahverengi gözleri muzipçe denebilecek parıltılara sahipti. Yüzünde gelişime şaşırmış bir ifade yoktu. Bu bana çok beklenen bir hamleyi yapıyorum duygusu vermekteydi.
  “Bu şerefi neye borçluyum Sedat bey?”
  “Sizle, biraz… Biraz konuşsak Deniz hanım.”
Kadın bir buçuk yıldır sokakta karşılaştığında tek tük iki kelime ettiği komşusunun ilk ziyaretinde yanında kocaman bir zarf getirmesi çok normal bir şeymiş gibi davranmış ve buna fazladan dikkat sarfetmemişti.
  “Vaktiniz müsaitse tabii.”
  Kadının kaşlarını çatarak ne hakkında diye sormasını boşuna beklemiştim. Belki konuyu beğenmez beni kapıdan defederdi. Şu anda böyle bir şeyi ne kadar istediğimi anlatmam mümkün değildi. Bu buğday tenli, orta boylu, genç kadından açıkça tırsmaktaydım. Yüzyüze gelince bunu daha derinden fark etmiştim.
  “Gelin içeri.”
  Kapıdan oturma odası görünmekteydi. Kirli beyaz iki divan. Bir masa ve üzerinde tembel tembel yalanan yaşı geçkince bir tekir kedi. Kedi bütün duygularımın özeti gibiydi. Buraya gelmeme neden olan şey de kedilerdi zaten. Kediler ve Leyla hanım.
 “Şöyle oturun lütfen.”
Kadının işaret ettiği koltuğa oturdum. Bana hâlâ ne istediğimi sormaması rahatsızlık veriyordu. Zarfı sağ yanımdaki sehpanın üstüne bıraktım. Az sonra kadına yapmayı düşündüğüm fotoğraf kanıtlı şov gözümde bayağı değersizleşmişti birden. Evin halini gördükten sonra umutsuzluğa kapılmıştım. Bütün kapıları salona açılan bir evde saklanabilecek pek az delik olabilirdi.
  “Şey için geldim Deniz hanım. Kediler. Kediler ve …”
  Ve karşı apartmandaki komşumuz Leyla hanım diyecektim, ama kadının aşırı rahat tavırları kendime güvenimi sarsmıştı.
  “Anlıyorum. Öncesinde bir demirhindi içmek ister miydiniz? Kendim hazırlıyorum. Sıcaklarda buzlu içecek olarak çok iyi gidiyor.”
  Demirhindi çok sevdiğim bir içecekti. Başımla olumladım. Kadın oturma odasına açılan mutfağa gitti. Kapı olmadığı için onu görebilmekteydim. Buzdolabını açtı ve büyük bir şişe aldı. Oradan iki uzun bardağa içkileri koydu. Bana doğru geldi. Otuz başlarında hoş bir kadındı. Serbest muhasebeci olduğunu duymuştum. Davranışları çok normaldi. Ona isnat edeceğim suçlamayı çelen hususlardı bunlar.
  “Buyrun. Afiyet olsun.”
  “Sağolun.”
  Buz gibi içkimden bir yudum aldım. Tadı nefisti. Deniz hanım karşımdaki divana oturdu. Masanın üzerinde yatan tekir kedi bize aldırışsızca yalanmayı sürdürmekteydi.
  “Buraya şey için geldim Deniz hanım,” dedim. “Bazı şeyler garip. Çok garip. Ben belki biliyorsunuz üç aydır işsizim. Vaktim vardı yani. Dikkatimi çeken şeyler oldu.”
  Kadın en rahat tavrıyla içkisini yudumladı ve bardağını kedinin yattığı masanın üzerine koydu. “Ne gibi?” Yüzünde hinoğlu hinliğin zerresi bile yoktu. Kendinden emin ve huzur içindeki görünümü nedeniyle giderek cesaretsizleşmekteydim.
  “Sizi dinliyorum.”
  Sehpanın üzerinde duran zarfı alıp içindeki renkli fotoğrafları çıkardım.
  “Ben bir bankada çalışıyordum. Sistem analizcisiydim. İşim grafiklerledir. Boş kalınca… Daha önce fark ettiğim, ama pek şey yapamadığım doneleri bir araya getirdim ve bir sonuca vardım. Bunu sizinle paylaşmak istiyorum.”
  Kadın yüzüyle ‘olur’ anlamına bir işaret yapınca “Kedilerden başlayalım Deniz hanım, “ dedim. “Herkes sizi bu mahallede kedi hamisi olarak tanıyor. Ve… Şu anda kaç kediniz var evde?”
  “Sadece bu, Ezo var şu anda?”
  “Diğerleri nerede peki?”
  Kadının yüzündeki ‘Hangi diğerleri?’ bakışı ne kadar hakikiydi. En üstteki fotoğrafı gösterdim. Kadının ön balkonu görünmekteydi. Balkonda tam dört kedi vardı. Bir sürü de su ve yemek kabı.
  “Bu fotoğrafı iki hafta önce çektim Deniz hanım. Balkonunuzda beslediğiniz dört kedi vardı. Şimdi aradan günler geçti. Yoklar. Ansızın kayboldular. Daha önceki fotoğrafa bir göz atalım. Bu sekiz dokuz gün önce. Bahçede balkondaki beyaz patili tekir kedi hariç biri kırmızımsı olan iki başka kedi daha var. Şimdi onlar da yok meydanda. Elimde kedi maması kabı her tarafı dolandım. Gözüme ilişmedi. Biri dişiydi ve beş yavru yapmıştı. Seslerini duyuyordum. Sonra birden sessizleştiler.”
  Kadın hiç istifini bozmadan beni dinliyordu. “Yani?” dedi ben sözlerime ara verince. Diğer fotoğrafları göstermeye başladım ve “Kedileri besliyor, bazılarını hadımlaştırıyor ve evsiz kedilere yuva buluyorsunuz, ama döngü çok hızlı,” dedim.
  “Birçok kedi ansızın yok olmuş durumda. Fotoğraflarla sabit. Bir gün önce balkonda, bahçede olan kediler ertesi gün yoklar. Bunlar mahalle kedileri. Civardaki evleri gezerler. Her tarafa baktım, o kırmızı tüylü kediyi hiçbir yerde göremedim örneğin. Beş yavrunun miyavları da ansızın kesiliverdi. Önce en üst kattaki avukattan şüphelendim, ama adam tatildeydi o sırada. Kedileri hiç sevmez malum.”
  Kadın gösterdiğim fotoğrafları merakla izliyordu. “Hepsi bu mu?” dedi sonuncuya sıra gelince.
  “Bir şey daha var.” dedim kararlı bir sesle.
  Kadının rahat tavırlarında bir patron algılamıştım sanki. İnce bir hesaplılığın adım adımlığı desem abartma olmaz. Halleri ‘Peki ne kadarını biliyorsun’ ışımaktaydı. Kadın belki soğukkanlı bir psikopattı. Biraz sonra elinde bir bıçakla gelecek ve…
  “Leyla hanım. Karşı apartmanın ikinci katında oturuyordu. Bir kez sizi konuşurken gördüm. Sokak kapısının önünde. Kadın ertesi gün kayboldu. Biliyorsunuz. Polis araştırması yapıldı. Boşandığı kocasından şüphelendiler. Cep telefonu dahil evinden hiçbir şey almadan çıkmış gitmişti. 29 Nisan günü. Pazardı. Ertesi gün işine de gitmemiş.”
  “Sonra?”
  “Kendisiyle birkaç kez karşılaştık. Kedi konusunu o açtı. O da kedileri çok seviyordu ve sizin kedileri himaye etmenizi çok taktir ediyordu. Yalnız en son gördüğümde fikrini değiştirmişti. Kaybolan kedilere dikkatimi çeken o oldu. Yeni kediler geliyordu. Doğanlar falan, ama sizin çevrenizde olan kediler bir an gelip… Bir an gelip sırra kadem basıyordu. Leyla hanım bunu çok garip bulmaktaydı. Sizle konuşacağını söylemişti bana. 28 Nisan günü. Akşamı sizi konuşurken gördüm. Ertesi gün Leyla hanım yeryüzünden silindi adeta.”
  “Tam olarak ne demek istiyorsunuz Sedat bey? Kedilerin ve Leyla hanımın gaybından ben mi sorumluyum yani?”
  “Evet. Muhtemelen öyle.”
  Kadın gülümseyince esmer yüzünde yumuşak ve bağışlayıcı bir ifade oluştu. Bütün beklentilerime rağmen kadın azılı bir psikopatın iç hesaplılığının zerresini dahi ışımamaktaydı. Bana karşı kızgın da değildi sanki. Anlayışla sözlerimi dinlemekteydi.
  “Ayağa kalkın lütfen.”
  Kadının dediğini yaptım.
  “Ben burada oturacağım. Bütün odalar salona açılıyor. Bir bakın etrafa. Burada böyle şeyleri saklayacak ne çatı katı odaları, ne de derin mahzenler var.”
  Kadın sözlerinde haklıydı. Bakmadan da öyle olduğunu görüyordum, ama kayıp yirmi kadar kedi ve hatta Leyla hanım bir yerlerde saklı önsezimi engelleyemiyordum.
  “Bir şekilde…” dedim ve sözlerimi tamamlamadım.
  “Leyla hanım hoş bir kadındı. Bekardı. Onu beğeniyordunuz değil mi?”
  Deniz hanımın mahallenin doksanlık ninesi gibi bilmiş bilmiş konuşması çok rahatsız edici değildi. Haklıydı çünkü. Leyla hanımı çok beğeniyordum ve sırra kadem basmasaydı, ona birlikte çıkmayı teklif edecektim.
  “Öyle de… Nerede o şu anda Deniz hanım?”
  Kadın yine gülümsedi.
  “Siz Leyla hanıma abayı yakmışsınız belli. Kendisiyle 28 nisan akşamı konuştuğumuzda pek lafını etmedi. Ama ertesi gün geldiğinde dilini yokladığımda onun da size karşı benzer duygular hissettiğini gördüm. Bana sorarsanız bayağı iyi bir çift olabilirdiniz.”
  Hâlâ ayakta duruyordum. Yerime oturdum. Birden halsizleşmiştim. Kadının Pazar günü buraya gelmesi, gayb âlemine buradan geçtiğini ispat etmez miydi? Deniz hanımı bu kadar rahat yapan şey neydi? Delilik mi? Yoksa sakinleştirici ilaç falan mı kullanmaktaydı? Kadını kedileri ve bir insanı parça parça doğrayan ve azar azar çöpe atan bir sapık olarak hayal edemiyordum artık. Bu algım konuşmamızın seyri nedeniyle bozulmuştu. Daha karmaşık bir aracın dümenindeydi Deniz hanım. Ben böyle bir şeyi duymaya, daha da kötüsü deneyimlemeye hazır mıydım? Hayır. Değildim. Hemen buradan gitmeli ve sonra ne yapacağıma karar vermeliydim. Belki polise başvururdum. Elimdeki deliller işe yaramazdı biliyordum. Susardım o zaman. Susar ve en kısa zamanda bu lanet sokaktan taşınırdım.
  “İkiniz de kedileri seviyorsunuz üstelik.”
Kendimi engelleyemedim ve “Leyla nerede biliyor musunuz?” dedim.
Kadının kahverengi gözleri hafifçe irileşti. Dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm oluştu.     
  “Sokak kedilerinin hallerine çok üzülüyorum,” dedi.
 “Arabaların altında eziliyorlar. Susuzluktan ve açlıktan ölüyorlar. Kötü muamelelere maruz kalıyorlar. Bu nedenle bazılarına olsun daha güvenli bir ortam ve iyi niyetli bakıcılar sunmak lazım. Leyla da böyle düşünüyordu. Pazar sabahı erkenden buraya kaybolan kediler için geldi. Ona durumu izah ettim. Anlayışlı kadın. Ne demek istediğimi fevkalade iyi idrak etti.”
Hissettiğim halsizliğin olağanüstü bir gerçeği duymak üzere olmamdan kaynaklanmadığını keşfetmiştim bu arada. Demirhindi ilaçlıydı. İçine beni kaderimle buluşturacak bir uyuşturucu madde konmuştu.
  “Kendisi sağ ve afiyette şu anda, merak etmeyin.”
Kadının arkasında üç kapı vardı. Onlardan birinden çıkacak ve “Sana nasıl oyun oynadık.” diyecek bir kadını hayal ettim.
  “Ayağa kalkın tekrar.”
  “Halim yok. İçeceğe ne koyduysanız.”
  “Sandığınız gibi değil. Sizi uyuşturmadım. Siz kendinizi uyarlıyorsunuz.”
  “Nasıl yani?”
Deniz hanım yerinden doğruldu ve yanıma geldi. “Göreceksiniz.” Uzattığı elini tutarak doğruldum. Eli ne kadar sıcaktı. Sıcak ve bir şey daha. Sıcak ve yabancı. Evet. Evet. Alışılmadık bir ünite. Dokunmakla geçen yabancı bir bilgi. Neyse ki, korkum abartılı değildi. Uysalca yüzüne baktım. Direnecek halim yoktu. Hipnozda gibiydim.
  “Kediyi alın.”
  “Ne?”
  “Kediyi kucağınıza alın. Ezo kaç gündür sizin gelmenizi bekliyor. Arkadaşlarını özledi. Ancak kapıyı bir kedi açabilir size. Onun için hayvanı beklettim burada.”
Beynimin içinde soğuk nefesli soru işaretleri uçuşmaktaydı. Dediğini yaptım. Koca hayvanı kucağıma aldım. Kedi memnuniyetle mırlamaya başlamıştı.
  “Gelin şimdi.”
  Sessiz bir ‘nereye?’ sözcüğü salarak arkasından yürüdüm. Aralık duran kapılardan birinden odaya girdik. Odadaki tek eşya uzun bacaklı bir sehpa ve üzerindeki cam kavanozdu. Bir litre hacmindeki kavanozun metal kapağı vardı. İçi boş gibiydi. Dibinde yosun benzeri yeşil bir şeyler vardı.
  “İşte orada. Aradığın her şey.”
  Kavanoza bakarken bir değişiklik oldu, etrafımdaki perspektif yamuldu, gözlerim karardı. Bir şey kucağımdaki kediyi ve beni tuttu kaldırdı. “Dinle.”
Gördüğüm şeyin ne olduğunu kavramam saniyeler aldı. İki metre eninde, bir metre boyunda bir göze bakmaktaydım. O’ydu. Deniz hanımın gözüydü. Kadın devleşmişti birden. Eve nasıl sığardı o zaman. Kavanozu düşündüm. Başka bir şey olmuştu. Ben küçülmüştüm.
  “Kavanoz bir âlem. Göreceli olarak 100,7 kilometre kareye tekabül eden bir alana sahip. İki katlı bir ev, ekilebilecek bir arazi, korular, göller, çimenleriyle çok hoş bir habitattır. Minileştirdiğim bütün kediler orada. Kendilerine sınırsız gibi gelen arazide gönülleri istediği gibi yaşıyorlar. Dişilerin yüzde doksan sekizi kısır. Böylelikle aşırı üreme gibi bir sorun söz konusu değil. Fare ve diğer av hayvanları da bol. Sizi de oraya ekleyeceğim. Leyla hanım gelmenizi bekliyordu. Sevinecek. Eviniz hazır. Bütün konfora sahip. Kileriniz tıka basa yiyecek dolu. Tavuğunuz horozunuz var. Bahçenizde de envai çeşit sebze. Kitap, dergi, dvd oynatıcı vb. gibi vakit geçirmenize yardımcı olacak her şey düşünülmüştür. Diğer yandan hava temiz. GDO yok. Savaş yok. Terör yok. Yeni Dünya Düzenin tehditkârlığı yok. Kitlelerin nasıl kurnazca imha edildiğini görmeyeceksiniz. Fitne, fesat, Ateş ve kan sizden ırak kalacak. Asla işsiz ve aşsız da kalmayacaksınız. Dünyanızda ne görüştüğünüz yakın akrabalarınız, ne de arkadaşlarınız var. Leyla hanım da çocuksuz ve yalnız biriydi. Bu sayede beni keşfettiniz. Orada ise sevgiliniz ve kedilerinizle mutlu ve mesut olacaksınız.”
  “Siz kimsiniz? Dünya dışı bir zeka mısın?”
  “Ben mi? Bunun ne önemi var.”
  İşin bu tarafını bilmemenin psikolojim için daha hayırlı olacağını hemen hissettim. Israr etmeyecektim.
  “Şimdi ne olacak peki?”
  “Siz de ansızın sırra kadem basacağınız için bu etrafın dikkatini çekecek. Böylece artık bu mahalleden ayrılma zamanı geldi demektir. Kavanozumu alıp yeni bir mahalleye gideceğim. Merak etmeyin habitatınız garantide. Haydi gidin ve yeni yaşamınızın tadını çıkartın.”
Ayağım çimenlere değince korkum azaldı. Kaslarıma yeniden takat yüklenmişti. Tertemiz havayı içime çekerek etrafıma bakındım. Ezo bir yerlere doğru koşmaktaydı. Gözümle onu takip ederken Leyla’yı gördüm. Bana doğru yürüyordu. Üzerinde en son gördüğümdeki çiçekli yazlık elbisesi vardı. Ne kadar güzeldi.
  Adımlarım irademin dışında hızlandı. Kadın da aynı şeyi yapmaktaydı. İlk buluşmamızın böyle bir ortamda gerçekleşecek olması akıl almaz bir şeydi. Az sonra kadın bana sımsıkı sarıldığında iyi ki az önce kapıyı çalmışım diye düşünmekteydim. Aşk asla pişman olmamaktır demiyorlar boşuna.
                                                                                                                                                                    Balçova - 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder