“Merhaba Behnan. Şu andan itibaren bu telefonun aküsünün
bitim süresi kadar ömrün kaldı. Akü boşaldıkça yaşlanacaksın. Önünde aşağı
yukarı dört saat var. Bu telefonu alıp ‘Alo’ diyen birini bulamazsan 3 saat 59
dakika sonra ölüp gideceksin. Eğer bu sırrı birine anlatırsan, içeriden
yaşlanacak ve yine dört saat sonra öleceksin.
Kaçış yok bilesin. Tiktaklar çalışıyor. Haydi, hemen kendine telefonu
alırken , ‘Alo’ diyecek birini ara. Telefonu atman, hattı kapatman bir işe
yaramaz. Aparatı bin parçaya ayırman da. Seni sadece ‘Alo’ sesi kurtaracak
unutma. Bol şanslar.”
Behnan hat
kapanınca şaşkınlıkla etrafına bakındı. Ona en yakın duran kimse beyaz üzerine
kırmızı mavi gül desenli rahat bir yazlık kıyafet giymiş olan genç bir kadındı.
Bir butik vitrininde neredeyse burnu cama değecek kadar yakın durmuş giysi
seyrediyordu. Diğer kimseleri kesti hızla. Hiçbirinden bu çok iyi organize edilmiş şakaya müdahillik
titreşimi almıyordu. Ona doğru gelen orta yaşlı çift, marka giysiler satan
butikten çıkan yeni yetme üç kız, demin yanından geçen şişman kadın, ta ileride
elinde metal dedektör can sıkıntısıyla dikilen koruma da dahil üzerine endekslenmiş
bir tertibat algılayamıyordu.
Delikanlı
elindeki aparata baktı. Metalik renkli, Luciferung i9812 Pulsar marka bir
aparattı. Gıcır gıcırdı. Hiç kullanılmamış gibiydi. İçinde iğne yapraklı bodur
bir ağaç bulunan dev saksının tahta pervazının üzerinde duruyordu. Aparatı tam
o geçerken çalmaya başlayınca farketmişti. Yakınlarda pek kimse yoktu.
Alışveriş merkezi sair gün olduğu için öğle saatlerinde tenha oluyordu. Behnan
bu tenhalık için buradaydı. Biraz düşünmek istiyordu. Burada amaçsızca gezmek
ve vitrinlerdeki envai çeşit eşyaya bakmak düşüncelerini kırbaçlayan bir ortam
sağlıyordu.
Behnan yürüyen
merdivenden çıkan genç çifte baktı. Tonları biraz farklı lacivert kot pantolon
ve üzerinde turuncu kırmızı tonlarda Satürn gezegeni illüstrasyonu basılı bir
model beyaz tişört giymişlerdi. Kız saçını kırmızıya boyatmıştı. O mesafeden
yüzünü iyi göremiyordu, ama çok yakışmış gibiydi. Buna kızın uzun bacakları ve tişörtunun
göğüs kısmındaki hoş gerginlik nedeniyle de karar vermiş olabilirdi tabii.
Delikanlı kendi yaşlarındaydı ve ondan en az beş santim uzundu. Behnan bir
seksen sekiz boyundaydı ve kendinden açıkça uzun duran tiplerden gıcık kapardı. Hele yanında böyle
bir fıstık varsa.
Çift ona
aldırışsız ters yöne yürüyünce etrafında Behnan meseleye odaklandı yeniden.
İşlek zekası bileti kesivermişti. Şaka bayağı iyi
organize edilmişti. Onunla konuşanın kadın mı erkek mi olduğunu farkedememişti.
Elektronikleştirilecek cinsiyetinden sıyırılmış bir sesti. Böylece delikanlı
kadın erkek ayırmadan herkese kuşkuyla bakmaktaydı. Maalesef bu kumpası
kurabilecek bir isim yoktu bellek arşivinde. Şimdi lisede olsalar aklına ilk
olarak Goril Nedim gelirdi. O böyle ayrıntılı bir şaka ustasıydı. Çok zaman
geçmişti aradan ve arkadaş çevresinde bu tür bir tezgah düzenleyecek biri
yoktu. Olsa bilirdi.
Behnan on bir gün
öncesine kadar beş yıldızlı bir otelin çatı katındaki barın baş
barmeniydi. Ekonomiyi bitirdiği halde
yıllardır bu mesleği yaptığı için genç yaşta insan sarrafı kesilmişti. Birileri
bu pahalı aparatla bir oyun kurmuştu. Behnan rasgele kurban değildi. Çünkü
konuşan kimse ona adıyla seslenmişti. Cep telefonu çok yeniydi. Bu markayı
tanımıyordu, ama ikinci el olarak bile en az bir beş yüzlük edeceğini tahmin
ediyordu. Madem ki şakayı organize eden muzip zatlar ortada değildi, Behnan
telefonu kapandaki peynir yapacaktı.
Aparatı ince
yazlık ceketinin sol cebine koydu ve yürümeye başladı. Kendi telefonu da sağ
cebindeydi. Kendini çift tabancalı kovboy gibi hissediyordu. Beyninin uzak bir
bölgesinden sinyal alıyordu. Sıkıcı, kasveti yıvışık bir düşünceydi.
‘Sandığın gibi
fareler arkandan gelmeyecek. Kapan sensin. Telefon değil. İş başka.’
Behnan yürüyen
merdivenlerden ikinci kata çıktı. Bu katın önemli bir bölümü yiyecek içecek
ikmaline tahsis edilmişti. Karnı toktu. Geç kahvaltı etmişti, ama pekâlâ bir
kahve içebilirdi. Öyle yaptı. Bir dükkândan şekersiz sütsüz filtre kahve ve
dörtte bir litrelik su aldı. Beş masanın dördü boştu. Birinde arkası ona dönük
oturan orta yaşlı ve kel kafalı bir adam vardı. Delikanlı gelen gideni iyi
görebileceği şekilde yüzü merdivenlere dönük oturdu.
On dakika sonra
Behnan günlük sorunlarına dönmüştü yeniden. İşten çıkarılmasına ekonomik
kısıtlama etiketi yapışıktı. Metrodelin kızıyla mercimeği fırına vermeleri
esas nedendi. Canla başla çalıştığı, müşteriler
tarafından sevildiği halde işine son verilmişti. İstese kızla inadına ilişkisini
sürdürürdü, ama yapmamıştı. Bu mesleği İstanbul’da sürdürmek istiyorsa akıntıya
karşı yüzmemesi gerekiyordu. Behnan bir Boğaz çocuğuydu. Bu işleri iyi bilirdi.
Behnan üç erkek
kardeşin küçüğüydü. Büyük abisinin mali durumu iyiydi. Çok sıkışsa şu anda
Ayder yaylasında tatilde olan baba ve annesini işin içine katmadan borç
alabilirdi. Ayrıca uzmanlık alanında iş bulması da zor değildi. Behnan iyi
barmendi. Gençti ve parlak bir tipti. İş yapan özelliklerdi bunlar.
Lise öğrencisi
tipli üç delikanlı önünden geçti. Biri ‘Ben Hamburgerden başka bir şey yemem
ona göre deyince’ diğerleri sessiz kaldı. Galiba onlar da aynı tarafa
meyilliydiler. Bu arada Behnan sol cebindeki ağırlık nedeniyle sürekli şakayı
düşünmekteydi. Yüreğinde sebepsiz bir korku karanfili tomurcuklanmaktaydı. Çocukken
öyle cinlerden, perilerden ve hortlaklardan korkan bir çocuk olmamıştı. Ne Scream-Çığlık, Ne Halloween H20, ne de hortlaklı ev filmleri yeni yetmeyken üzerinde
etkili olmuştu. Vampir ve kurtadam filmleri ona kostümlü balo duygusu verirdi.
Bunların tek istisnası Blair Cadısı adlı filmdi. Oradaki soyut ortamdan
etkilenmişti. Fena halde tırsmıştı daha doğrusu. Filmlerden ve hikayelerden
korkanlarla hevesle dalga geçen biri olarak kimseye açmadığı sırrıydı. İki yıl
önce ayrıldığı altı yıldızlı kız arkadaşı Merve bile bilmezdi bunu.
Behnan saatine
baktı. Yarım saate yakındır oturmaktaydı. Hiçbir hareket olmamıştı. Planında
yeni faza geçecekti o halde. Ayağa kalktı. Sol eliyle ceketinin üzerinden
cebindeki aparatı yokladı. Eve gidecekti. Bakalım gizli şakacılar ne halt
edecekti. Yürüyen merdivenden inerken bu defa hiç sakınmadan rahatça etrafını
kesti. Tek bir tertibat personeli saptayamamıştı. Şakanın bu kadar uzaması bir
yandan içindeki merak duygusunu artırırken, diğer yandan içine ne olduğunu
kolayca izah edemeyeceği bir rahatsızlık vermekteydi. Sanki bir şey olup bitmişti. Artık çok geçti.
‘Dönülemez yani.’
Behnan zihninde
patlayan anlamsız düşünceye aldırmadan adımlarını serileştirdi. Alışveriş
merkezinin ana kapısına on metre kala hâlâ birileri arkasından yetişip durumu
izah etmeye kalkışmamıştı. Belki dışarıda bekliyorlardı. Bir kameramanla
birlikte. İletişim Çağı ve Yeni İnsan araştırmasının bir parçası olmuştu. Camlı
kapıdan dışarıda bekleyen birilerini görmüyordu. Bir koruma bayan elinde metal
dedektörü eli yüklü müşteri bekliyordu.
‘Cebindeki
telefonla bu alışveriş merkezinden dışarı çıkamazsın. Kalbin duruverir.
Merkezin şakası yoktur. Haydi yap o küçük şeyi.’
Behnan az kalsın
‘Neyi?’ diye bağıracaktı. Birden iç sesin maksadını kavradı. Sol tarafındaki
eczaneye doğru yürüdü. Vitamin ilanının durduğu yerde, kapının hemen sağında
otuz santim eninde dikine duran bir ayna vardı.
‘Hallet artık şu
küçük işi.’
“Kes lan!”
Eczanenin
kapısından çıkan kısa boylu tıknaz bir adam ona baktı. Behnan o sırada gördüğü
şeye odaklanmıştı. Esmer yüzlü, ince bıyıklı adamla ilgilenecek hali yoktu. İki
favorisinde de bir saat öncesine kadar mevcut olmayan beyaz teller vardı. Sol
tarafta biraz daha sıktı. Karnı buz kesmiş vaziyette bakmaya devam edince
gözlerinin kenarındaki kırışıkları farketti. “Vay anasını!” dedi. Delikanlı
şokun karanlık sularına battığı için sesi çok ölgün çıkmıştı. Hâlâ yakınlarında olan esmer adamın sözlerini
duyması söz konusu değildi.
*
“Üzerinizde bana
ait bir şey var.”
Otuz yaşlarında, düz
siyah saçlı, soluk pembe renk ruj sürmüş kadın tırsmıştı, ama belli etmemeye
çabalayarak durumu bilmezden geliyor numarası yaptı.
“Ne diyorsunuz
siz Allah aşkına?”
Behnan genç
kadına ‘Bir dakika’ işareti yaptı ve kendi telefonuyla o lanet aparatın
numarasını tuşladı. Bu rakamı ne bir yerde görmüş ne de araştırmıştı. Numara
aklındaydı. Biliyordu. Kadının lacivert boyalı deri taklidi çantasından bir
melodi sesi duyuldu. Behnan bunu ilk duyduğunda çok aşina gelmiş, ama ne
olduğunu çıkaramamıştı. Melodi Tubular Bells adlı albümden The Exorcist adlı
melodiydi. Kendinden on üç yaş büyük olan abisi bu albümü çok severdi. Behnan’ın abisiyle baba evinde beraber
yaşarken çok sık duymak zorunda kaldığı bir parçaydı. Albüm de o günlere ait
köhne bir kelimeydi.
“Güzellikle
verecek misiniz?”
Kadın cazgır bir
tip değildi. Yelkenleri suya indirdi. “Orada, o saksının kenarında duruyordu.” Dedi. Çantasını açtı. Aparatı aldı
ve içini çekerek Behnan’a uzattı. Delikanlının gözleri yaşlıydı. Küçük burunlu,
hoş yüzlü, ela gözlü kadın bundan da etkilenmişti. Belki bu eşek şakasını
eleştiren şeyler söyleyecekti vazgeçti. “Telefonunuzu olur olmaz yerlere
bırakmayın.” Dedi. “Bence sadece bunu kullanın. Öbürünü satın ya da yedeğe
koyun.”
“Tamam, söz.”
Krem rengi
pantolonlu genç kadın normal adımlarla yürürken Behnan etrafına bakındı. Bu
ancak rüyalarda mümkün olabilecek bir şakaydı. Bu gerçek olamazdı. Olamazdı.
‘Merkezde her şey
mümkündür hayatım.’
Behnan ‘Hayatına
başlatma lan’ diye düşünürken gözüne yeni bir kurban kestirdi. Orta boylu, orta
yaşlı aylak aylak dolaşan topluca bir adamdı bu. Kıvırcık gür saçlarını koyu
kahverengiye boyamıştı. Üzerinde bej rengi bir takım elbise, mavi gömlek vardı.
Üstten sımsıkı duran gömleği esnek bir kumaştan yapılmışçasına pantolon kemeri
civarında doğal dökümünü hiç değiştirmeden iki beden büyüyordu. Kara
gözlüklerinin altından etrafındaki her şeyi açık seçik ve saçık gören bir
tipti. Onunla defalarca karşılaşmıştı. Adam her şeye adeta çengelli bir
alakayla bakıyordu. Ayrıntı etiketliyor gibiydi mübarek. O telaşlı halinde bile
farketmişti. Behnan adamın on metre kadar ardından adımları onunkine endeksli
yürürken kadınların bagajlarının kara
gözlüklünün özel ilgi alanı olduğunu keşfetti. Barmenlere has dalgacı yanı o
sıkıntılı durumunda bile ona bir isim takıverdi. Bagajcı Hilmi.
Behnan, Bagajcı
Hilmi’nin arkasından yürürken saatine baktı. O Allahın belası aparata ‘Alo’
deyişinden bu yana bir saat geçmişti. 27 yaşında birinin geri kalan hayatı kaç
yıl olurdu? Babasının babası sağdı. 86 yaşındaydı. Yazları her sabah balığa
çıkardı. Gücü kuvveti yerindeydi hâlâ. Onu baz alsa geri kalan hayatı 60 yıldı.
Bunun dörtte biri geçmişti bile. Elini çabuk tutmak zorundaydı.
Bu arada iki
kişiyle yaptığı testten olumlu sonuç alamamıştı. Telefonu aynı kendinin bulduğu
gibi bir banka bırakarak uzaktan çaldırmıştı. İlk kurban adayı yaşıtı bir
delikanlıydı. Bir altmış beş boylarında ince yapılı biriydi. Üzerinden dökülen
siyah bir pantolon ve sanki bunu dengelemek istercesine daracık sapsarı bir
tişört giymişti. Telefonu her zamanki yerinden almış, etrafına bakınmış ve
‘kapat’ düğmesine basarak cebine atmıştı. Behnan arkasından seğirtip
telefonunun geri almak istediğini söylemişti. Muhatabı az önceki kadın gibi yumuşak karakterli
biri değildi. İsteğini reddetmiş ve çıkış
kapısına doğru yürümeye devam etmişti. Behnan arkasından gidince yumruğunu
göstermişti. Behnan artık kırk başlarındaydı.
Yine de gücü rahatça yeterdi bücürü pataklamaya. Bunu yapmadan önce
kameralar tarafından izlendiklerini, soluğu poliste alacağını söylemişti. Kapıdaki
koruma on metre ötelerindeydi. Bu da ciddi bir etken olmuştu. Oradan çıkacaktı
çünkü.
Behnan o sırada o
lanet aparatın numarasını bildiğini
bilmiyordu. Delikanlı, ‘Ne malum bu telefonun senin olduğu?’ deyince, biliyor
numarası yapıp bir numara tuşlamıştı. Blöf olarak. Sonra karşısındaki tipin
pantolon cebinden Şeytan filminin müziği duyulunca delikanlı pes etmiş,
sunturlu bir küfür savurduktan sonra telefonu yere atıp gitmişti. Behnan telefon
bozulursa kendisine ne olacağını bilmiyordu. Kalp krizi geçirip ölür müydü
acaba? Birkaç kişinin meraklı bakışları altında kontrol ederken ödü patlamıştı.
Neyse ki aparat turp gibi sağlamdı.
Behnan iki
deneyimden sonra pek az kimsenin çalan bir telefona el koymadan önce ‘Alo’
diyeceğini anlamıştı. Böyle birini bulmaya ne enerjisi, ne de vakti yeterliydi.
Bir tezgah düşünmesi şarttı. Bagajcı ona bu tezgahın ilhamını vermişti. Behnan
iki nedenle elini çabuk tutmak zorundaydı. Birincisi her dakika yaşlanıyordu.
İkincisi alışveriş merkezi birazdan kalabalıklaşacaktı. Planı uygulamak çok
zorlaşırdı. Ayağına çabuk biri telefonu kapıp cızlamı çekerse işi biterdi.
Biraz gezindikten
sonra Behnan’nın planı tüm ayrıntılarıyla hazırdı. Bagajcı’nın arkasından ayrılıp
bir butiğin camekânındaki otuz dört beden mankenlerin üzerindeki giysilere hevesle
bakan kırk dört bedenli bir hanfendiye yaklaştı. Kırk başlarında, saçları
kınalı, buğday tenli bir kadındı. Giydiği siyah taytla haşmetli bagajını
cömertçe sergileyen rahat tavırlı biriydi. Behnan da o sırada kırk başlarında
görünüyordu. Bayağı yakışmıştı ona içine kır yürümüş kumral saçlar.
Yakışıklılığının sonbaharı rengarenk yapraklarla süslüydü.
Kadına yaklaştı.
Selam verdi. Yirmi metre kadar uzakta yavaş adımlarla yürüyen Bagajcı Hilmi’yi
işaret etti ve “Şu bey dayım. Adı Hilmi.
Burada olduğumu bilmiyor. Kendisine bir hediye aldım. Bir sürpriz yapmak
istiyorum. Sizden yardım rica edecektim.”
Birkaç kritik saniye geçti. Kadının iri,
kahverengi gözleri onu enine boyuna taradı ve “Ne gibi bir yardım?” dedi. Kadın
delikanlının kibar tavırlarını ve tipini sevmişti. Burada herkesin içinde bir
kıllık ummuyordu. Pahalı pantolon ve ceketinden de olumlu etkilenmişti ayrıca. Behnan’ın
içi umut dolmuştu. Bu defa olacaktı inşallah.
“Çok basit
hanfendi. Anlatayım.”
Adı Leman olan
kadın Bagajcı Hilmi’yi sollayıp geçti. Hızlı adımlarla arayı açtı. Sonra mutlu
bir tesadüfle civarında kimsenin olmadığı havuzun pervazına telefonu bıraktı.
Sonra arkasına baktı. Çantasından telefonunun çıkardı ve bir numara tuşluyor
gibi yaptı. Sonra Bagajcıya arkasını dönerek yavaş adımlarla yürümeye başladı.
Telefon kulağındaydı. Bu arada Behnan’ın parmakları yıldırım gibi numarayı
tuşlamaktaydı. İçinde binbir korku vardı. Bu defa kapan yeri olarak havuzun
mermer pervazını kullanmıştı. O dev saksı Bagajcı’nın dolaşırken nedense pek
rağbet etmediği bir yerdeydi. Ortalık giderek kalabalıklaşıyordu. Bagajcıyı bu noktaya
getirebilmek için 21 dakika harcamıştı. Behnan elli yaşına yaklaşıyordu şu
anda. Ellerinden bile yaşı belli oluyordu. İnanılmaz bir şeydi.
Bagajcı çalan
telefonla, siyah taytı geren malzemeyi tek parça gibi algılayınca telefona
doğru yürüdü. Dokunacakken vazgeçti. Adam yeni yetme ya da eline çabuk genç
biri değildi. Temkinliydi. Yalnız ihtisas alanıyla ilgili hoş ayrıntılar mantık
tarafını hissizleştirmişti biraz. Tereddütünü yendi ve telefonu aldı. Kulağına
götürdü. Behnan dudak okumayı bilmezdi, ama mutlu bir ‘Alo’ patlaması yaşadı.
Kara gözlüklünün yüzü allak bullak olunca aynı durumla karşılaştığını düşünerek
adama acıdı.
Leman hemen
önünde duruyordu. Yanına gitti ve kendisine teşekkür etti. Şakanın başarılı
olduğunu, dayısınla telefonda konuşanın kendisi olduğunu söyledi. Dayısı sesini
tanımıştı onu arıyordu. Bu nedenle hemen arazi olacaktı. Akşama adamın evine
giderek şakanın tadını çıkartacaktı. Bu arada cumartesi yani yarın öğleden
sonra saat dört gibi bu alışveriş merkezine gelirse ikinci kattaki ‘Kahve
Köşesi’nde birlikte kahve içebileceklerini söyledi. Leman müsait kadın gibi
algılanmamak için hemen kabul etmedi, ama içinden ‘Okey’ demişti. Gözlerindeki
memnuniyet cilasından açıkça belliydi. “Bakalım.” dedi. Behnan kadına iyi
günler dileyip yanından ayrıldı. Leman şakanın anatomisiyle ilgili tuhaf
bulduğu bazı ayrıntıları soracaktı, ama bunu yarına ertelemişti böylece. Behnan
merkezden sağ sağlim çıkabilirse bir daha buranın bir kilometre yakınından bile
geçmeyeceğini düşünmekteydi.
Behnan çıkış kapısına
yaklaştığında kalbi gümbür gümbür atmaktaydı. Beş metre, üç metre, bir metre.
Nefesi sıkışmıştı. Camlı kapıdan çıkınca rahat bir nefes aldı. Vicdanı
sızlıyordu. Kara gözlüklü şu anda hayatının şokunu yaşıyor olmalıydı. Başka ne
yapabilirdi Allah affetsin? İnsan böyle boktan bir kumpas yüzünden 27 yaşında
ölüp gider miydi? Pişmandı, ama yüz defa daha olsa yine aynı şekilde
davranırdı. Kötücül olanlar telefonlara bu ölüm ‘ALO’sunu monte eden puştlardı.
Bunu yapanlar insan değildi. Blair Cadısı filminde onu korkutan ana fikri gerçek
hayatta uygulayanlardı. Şeytanın ta kendisiydi.
Behnan yol
kenarında duran sarı taksiye doğru hızlandırdı adımlarını. Evi uzak değildi.
Yürüyebilirdi, ama bu bela yerden hızla uzaklaşmak niyetindeydi. Taksi eve
doğru giderken Behnan bu kadar hızla yaşlanmasını ailesine ve arkadaşlarına
nasıl izah edeceğini düşünüp durmaktaydı. Anlatacağı şeye inanmaları kolay değildi.
Diğer yandan delikanlı bir hastane raporuyla dünyaca ünlü biri olabilirdi. O
zaman ciddi bir araştırma başlar ve ona bu kumpası kuranların tepesine
binerlerdi. Böyle yapacaktı.
Bir ara Leman’ı
ne kadar kolay bulduğunu ve kadını hemencecik ikna ettiğini hatırladı. Bunda
bir garabet var mıydı? Yoktu. Kadın cazibesine kapılmıştı. Böyle basit bir
şakaya niye katılmasındı. Yarın birlikte kahve içeceklerini düşünerek hayal
kuruyor olmalıydı şu anda.
Behnan şimdi esas temel meseleye odaklanmalıydı. Az önce
kaldığı yerden devam etti. Gazeteci tanıdıkları vardı. İlk işi birazdan onları
aramak olacaktı. O kara gözlüklü adam merkezin müdavimiydi besbelli. Gözetleme
kameraları vasıtasıyla hem onun kimliğini bulurlardı, hem de kendisinin elinde
telefon etrafta dolandığını kanıtlardı. Bu plan iyiydi. Yakında çok ünlü ve
zengin olacaktı. Belki yaşlanmayı geriletecek bir serum da bulunurdu. Behnan’ın
kalbi yeniden umutla dolmuştu.
Bu arada
merkezden çıkınca delikanlının yüzü gözü eski haline dönmüştü. Yeniden 27
gösteriyordu. Buna asla deli gibi sevinemeyecekti. Çünkü evindeki aynada yüzünü gördüğü anda her
şeyi unutacaktı. Merkezde olan bitenler zaman zaman rüyalarında ne idüğü
belirsiz kâbus senaryoları şeklinde arzı endam edecekti. Son nefesine kadar.
Bir ara sandığı
gibi bu tür merkezlerden uzak da durmayacaktı. Sık sık bu dev dikdörtgenler
prizması şeklinde inşa edilmiş yapılara gidecek, bol bol alışveriş edecek ve
ona bunu yaptıran gizemli dürtüyü asla sorgulamayacaktı. Merkezden kaçılamazdı.
4026
Balçova - 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder