CEPŞOKU
No mobile fhobia! Quo vadimus?
Leman
telefonuna baktı. Ekran sönmüştü. Aküsü çoktan bitmiş bir telefonun ekranının
kararması kadının yüreğinde güneş parlaması gibi etkin olmuştu. Karşısında
oturan kocası Fehmi’ye baktı. Dalgın dalgın camdan dışarı bakıyordu. Kadın
boşuna sevinmeye korkarak biraz bekledi. Hımbıl saniyeler aktı geçti, ekranda
bir dirilme olmadı. Allaha şükürler olsun,
beklenen şey olmuştu galiba.
Dirseğiyle adamı hafifçe dürttü. “Hat
kesildi.”
Adam önce elindeki telefona, sonra yüzüne
baktı. “Ne yapıcaz?”
“Eve gidelim.”
Fehmi’nin yorgun hatlı yüzünde beliren ifade
kadına altmışlı yıllarda yapılan kovboy filmlerini hatırlatmıştı. Yetmiş iki
doğumlu biri olarak kendinden on dört yaş büyük abisinin etkisiyle bu filmlerin
çoğunu görmüştü. Adam birden fazla rakibe karşı düelloya çıkan bir kovboy gibi
bakmıştı. Hayatta kalma şansı çok düşüktü ve bundan kaçınması mümkün değildi.
“Haydi.”
Eve bir kilometre kadar yakında olan bir
kafede oturuyorlardı. Pazar sabahı olduğu için tenhaydı. En dip masada oturan tuhaf
görünümlü iki tipin telefon edip durmaları fazla dikkat çekici olmuyordu.
Ismarladıkları şeylerin parasını peşin ödedikleri sürece sorun yoktu. Kafeden
çıkıp ilk buldukları taksiyi çevirdiler. Çok yorgun olmaları tek neden değildi.
Bu fırsat kısa süreli olabilirdi. Saniyelerin hayati önemi olabilirdi yani.
Şoför kılık kıyafet ve yüz ifadelerinde normal gitmeyen bir şeyler saptamıştı
doğal olarak. Gece olsa onları arabaya almazdı belki. Pazar öğleniydi, saat on
ikiyi iki geçmekteydi. Yollar göreceli olarak tenhaydı. Bu şartlar altında eve
varmaları beş dakika bile tutmazdı. Eve yaklaşırlarken kadının nabzı
hızlanmıştı. Kadife ceketinin cebindeki telefonu çıkarıp baktı. Ekranı karaydı
hâlâ. “Ne diyorsun?”
Fehmi içini çekti. “Başka çare yok.”
Kadın başıyla olumladı. “Doğru.”
Fehmi elini uzatınca parmakları birbirine
değdi. Adamın buğday teninde gümüş sakallar parlıyordu. Gözleri kanlıydı. İkisi
de yorgunluktan bitkin durumdaydılar. Dün bütün gün yüzlerce yere telefon etmiş, geceyi de
sokaklarda geçirmişlerdi. Son saatlerde enerji içecekleri ile ayakta
durmaktaydılar. Eğer ekrandaki kararma sandıkları şey değilse işleri fena halde
bitmiş sayılırdı. Kadın içinden dua ederken Mehtap Apartman’ın önünde durdular.
Şimdi ya herro ya merro zamanıydı artık.
*
Leman boşanma avukatı olarak ün yapmış
biriydi. Kızını çok seviyordu. Pedagojiden de biraz anlardı, ama Seyhan’ın
geceleri cep telefonuyla koyun koyuna yatmasına elinde olmadan sert tepki
vermişti. Önceden defalarca uyarıldığı halde çocuk telefonu başucunda, yastığın
altında, hatta bazen göğsünde
uyuyakalmaktaydı. Seyhan geceleri telefonu elinden alınmasına, bataryasının
çıkarılmasına ya da aparatın bulamayacağı bir yere saklanmasına çok değişik
tepkiler vermişti. Akşam yemeği yememe, sabahları somurtma, arkadaşlarıyla
beraberken hırçınlaşma, sınıfta dalgınlık , onun için gidilmiş sinemada filmin
tam ortasında ‘Ben sıkıldım eve gidicem’ diye tutturup ağlaması ve sebepsiz
ağlama nöbetleri bunların başlıcalarıydı. En sonuncusu ise tek kelimeyle bir
felaketti. Böyle bir şeyi hayal etmeleri bile mümkün değildi.
Evvelsi akşam hafta sonu olduğu için geçe
kalmasına izin verilen Seyhan on civarında yatağa giderken telefonunun
kendisine verilmesini istemişti. Kesinlikle
reddedilince, ‘Kendime başka telefonlar yapıcam. Sincap yardım edecek.
Görürsünüz bakın.’ demiş ve odasına
gitmişti. Leman yarım saat kadar sonra kızının odasına gittiğinde Seyhan’ın
mışıl mışıl uyuduğunu görünce sevinmişti. Kızı yemeğini yemiş ve tahminlerinin
aksine hiç zırıltı çıkarmadan gidip yatmıştı. Sincap kızının beş yaşından beri
sahip olduğu düşsel bir dosttu. Kızı onunla saatlerce oynar ve bazen de
konuşurdu. Tanıdık bir psikolog çocuklarda dört ile on iki yaşları arasında bu
tür hayali arkadaşlara sahip olma durumlarına raslandığını söylemişti. Seyhan
şizofren değildi. Testleri negatif çıkmıştı. Sincap’ın kızlarına özel bir
telefon yapma sözü vermesini ciddiye almaları mümkün değildi.
*
Sincap kızlarına beş yaşındayken yanaşmıştı.
Seyhan onları korkutan ağır bir grip geçirmişti. Üç kilo kaybetmiş ve gecelerce
sayıklayıp durmuştu. Sonra nekahetteyken ilk kez Sincap’tan söz etmişti. 5
yaşındaydı. Leman şimdi Sincap’ın ne olduğunu tahmin ediyordu. Fehmi de aynı
kanaatteydi. Şimdi oturdukları daireyi satın aldıklarında hemen arka taraftaki
o ışın canavarı inşa edilmemişti. Yapımı semt sakinleri karşı çıktığı için
ertelenmişti. Mahkeme sürüyordu. İnşaat izninin iptal edilmesine kesin gözüyle
bakılmaktaydı. Sandıkları gibi olmamış, otuz metre arkalarına bir baz istasyonu
inşa edilmişti. ‘GSM-2100 bizi seviyor ve her dakka okşuyor’ derdi üst kattaki
komşu Meral Hanım. Yalnız yaşayan öğretmen emeklisi bir kadındı.
Mikrodalgaların kanser yapıcı ve depresyon yaratıcı etkilerini anlata anlata
bitiremezdi.
Kızları tipik bir nomofob’du. Cep telefonundan
ayrı kalma, istediği zaman birilerine ulaşamama kaygısı müthişti.
Arkadaşlarının çocuklarında da bu davranış şekli belli ölçülerde mevcuttu.
Hemen herkes yakınıyordu. Seyhan’ın elinden sevgili telefonunu alanlara karşı
beslediği öfkenin şiddetini iyi tartamamışlardı. Kızın o ana kadar örtülü duran
bir yeteneği dirilmiş ve iradesi muhtaç olduğu enerjiyi yakındaki baz
istasyonundan çekince dananın kuyruğu kopmuştu.
Cuma gecesi 22.22 milattı. Leman dizideki
aradan istifade birkaç tabağı çanağı bulaşık makinesine diziyordu. Fehmi de
tuvalette arka arkaya içtiği biraların hesabını vermekteydi. Saati bu kadar
kesinlikle bilmesinin nedeni mutfak masanının üzerinde duran cep telefonunun
bunu anons etmesiydi. Sadece bu değildi. Gerisi onbeş-yirmi yıl sonrasına ait
bir teknik kaza gibiydi.
Merhaba
Leman Anne! Saat 22.22. Şu andan itibaren zihinsel telefon hattınız
bağlanmıştır. Her yöne 10.000 dakika ücretsiz konuşma icra edecek ve yine
ücretsiz 3000 SMS çekeceksiniz. Bu kotayı doldurmanız şarttır. Bu arada kimse
sizi arayamaz. Tek yöne akış. Haydi bakalım, hop hop, başlıyoruuuuuzzz.
Leman en çok sevdiği kayık tabağı yere
düşürmüştü. Sesin laçka edici hassası öyle kesifti ki genç kadın çeyizimin en
anlamlı parçası dediği Kütahya porselen tabağın kırılmasına aldıracak hali
kalmamıştı. Ses boğuklaşmış olmakla birlikte Seyhan’ın sesiydi. Kızları sekiz
yaşındaydı. Konuşurken zihinsel, icra etmek, kota gibi kelimeler kullanmazdı.
Leman Anne ona has bir espriydi, ama bu şekilde duymak kadını kahretmişti.
Tuvaletten apar topar çıkan Fehmi mutfağa gelmişti. Adamın yüzündeki şaşkınlık
çizgilerinin korkuya dönüşme eğilimini ayrımsamak kadının midesini buz
kestirmişti.
“Ne oluyor ya?”
Leman’ın ses telleri felç geçirmekteydi
adeta. Söylemek istedikleri şeyi aklından geçirmekle yetinebilmişti. ‘İyi saatte olsunlar değilse bu bir teknik
atak ve sanırım Seyhan’ın telefonuyla ilgili bir şey’ Nelerin olup bittiğini
aralarında konuşabilmeleri için iki buçuk saat beklemeleri gerekmekteydi. Çünkü yatağında mışıl mışıl uyuduklarını
sandıkları kızları arkadaşlarıyla konuşmaya başlamıştı. Bunu cep telefonu ile
değil onların beyinleri aracılığıyla yapmaktaydı. Bu arada o sırada konuşsun ya
da konuşmasın Leman’ın cep telefonunun ekranında Seyhan’ın adı ve telefon
numarası belirmekteydi.
Cuma gecesinin son saatleri dehşetli zulüm
anlarıydı. Seyhan onun ve Fehmi’nin beynini kullanarak arkadaşlarına telefon
ediyor ve o saatte henüz uyumamış olanlarla havadan sudan sohbet ediyordu.
Cumartesi gününün ilk saatinde hâlâ uyumamış arkadaşları vardı. Seyhan tek tek
hepsini arıyordu. Leman’ın ve Fehmi’nin ilk tepkileri kızlarının yatak
odalarına gitmek olmuştu haliyle. Bunun hiç de iyi bir fikir olmadığı ilk
denemede hemen belli olmuştu. O yöne bir
adım bile atmak beyinlerinde tarifi namümkün bir ağrıya neden oluyordu.
Çaresiz saatler boyu kızlarının yaptığı elli
küsur konuşmaya maddi aracı olmaya devam etmişlerdi. Saat biri on geçe
konuşmalar durmuştu. İkisi de bunu kızlarının uyuduğu ve eziyetin bittiği
şeklinde yorumlamışlardı. Kızlarının yatak odasına doğru attıkları adımlar
hızla acılara tahvil edilince bitkin bir şekilde koltuklara oturup ne yapmaları
gerektiğini düşünmeye başlamışlardı. Fehmi’nin telefonu olay sırasında
şarjdaydı. Bu nedenle olacak kızları tarafından kullanılmıyordu.
Fehmi’nin acilen tuvalete gitmesi
gerekiyordu. Evin modeli bir salona açılan üç yatak odası şeklindeydi ve
tuvalet kızlarının yatak odasının ters yönündeydi. Kocası tuvalete giderken
hiçbir engelle karşılaşmamış ve işini halledip dönmüştü. Döndüğünde yüzünde
Leman’ın da düşündüğü şeyin dışa vurumu vardı. Daire kapısı da ters yöndeydi.
01.42’de apartmanın bulunduğu sokakta
yürüyorlardı. Yağmur dinmişti. Havada yaklaşmaktaki baharı muştulayan bir
ılıklık vardı. Fehmi’nin üzerinde ince bir deri ceket ve altında ev eşofmanı
vardı. Aceleyle spor ayakkabılarını giymişti. Leman Cuma akşamı apartman
toplantısına katıldığı ve geldiğinde hemen soyunmaya üşendiği için sokak kıyafetiyleydi.
Kot pantolon, rahat mokasen ayakkabılar ve kalın kadifeden bir ceket. Kadın
çıkarken masanın üzerinde duran çantasını almıştı. Evin anahtarları, cüzdan
gibi hayati malzemeler yanındaydı. Leman’ın telefonu da yanındaydı. Zihninde
parlayan çok güçlü bir sezi bunu yapması için onu uyarmıştı. Bu arada Fehmi’yle
tartışmışlardı. Adam telefonunu evde bırakmasını istiyordu. Leman bunu
yapmamıştı. Telefonunu şarja takarak Seyhan için kullanılmaz hale getirme
fikrine de itibar etmemişti. İçinden bir his bu telefonun kızlarıyla bir çeşit
irtibat hattı olduğunu ve bu hal sonlanırsa vahim sonuçlar doğuracağını
söylüyordu.
Yürürken plan yapmışlardı. Eve dönecek,
kızlarını uyandıracak ve ona her şeyi anlatacaklardı. Adımlarını geriye doğru
atarlarken birden beyinlerindeki hatlar tekrar açıldı. Bu defa Seyhan’ın
arkadaşlarını değil ipe sapa gelmez numaraları aramaya başlamışlardı. O saatte
açık olan her yeri arayıp durmaya başladılar. Leman yanında telefonu olduğu
için sanki kendi iradesiyle konuşuyormuş taklidi yapıyordu. Fehmi de eliyle
telefon tutuyormuş gibi yaparak durumu kurtarmaya çabalıyordu. Pizzacılar,
barlar, randevu evleri, itfaiye. Böyle devam edip gidiyordu. Sabah beş
civarında hatlar kapandığında o kadar yorulmuşlardı ki, eve yakın olan küçük parkta
bir banka oturdular ve birbirlerine yaslanarak uyuyakaldılar. Bu işi arabalarında da yapabilirlerdi, ama
anahtarlar evde kalmıştı.
Uyandıklarında saat 10.00’a geliyordu.
Durumları bayağı berbattı. Başları
ağrıyordu, yorgun ve açtılar. Parkta yürüyüşe çıkmış kimselere fena halde
seyirlik olmuşlardı. Bir yerde kahvaltı ederken hat tekrar açıldı. Seyhan
arkadaşlarıyla görüşmeye başladı. Kahvaltı ettikleri yerde telefon sapığı çift
olarak damgalanmamak için alelacele hesabı ödeyip kalktılar ve bu santral
görevini yürüyerek yapmaya başladılar. Bu arada Leman sürekli olarak elinde
tuttuğu telefonun ekranının ister konuşsunlar, ister konuşmasınlar sürekli
olarak aydınlık durduğunu fark etmişti. Kızının adı ve numarası sürekli
ekrandaydı.
Leman’ın annesi yakınlarda oturuyordu. Oraya
gidip biraz dinlenebilir, ayak altından çekilebilirlerdi, ama Leman’ın
sezgileri ‘sakın bunu yapma’ demekteydi. Kadının beynine de GSM-2100 virüsü
bulaştırabilirlerdi. Bir yakınlarına gitmek de ekstra riskliydi. Anlattıkları
öyküye kimse inanmaz, hele yanlarında telefonsuz konuşmaya başlarlarsa kafayı
fena halde yediklerini düşünürlerdi. Tanıdığı profesörler vardı. Onların
çalıştığı hastanelerin fizik laboratuvarı yaydıkları manyetik alanı, mikro
dalgaları falan ölçebilirdi. Sonra ne olurdu? Kızlarının yaptığı yayını bir
şekilde durdurur ve sonrasında ömür boyu bir laboratuvara mı hapsederlerdi? Bu
olmazsa bile kızları nasıl damgalanırdı? Bir anda bütün medyaya konu olurdu.
‘Tıpkı korku filmlerindeki gibi! Seyhan’ın baz istasyonu gibi çalışan beyni.
Küçük Tesla zihinleri uzaktan kumanda ediyor!’ cinsinden başlıkları görür gibi
oluyordu. Kızlarının normal yaşamı biterdi. İçinden bir ses ‘uzun sürmeyecek’
diyordu. Bir gün daha dayanmaya karar vermişlerdi. Eğer sonrasında yayın devam
ederse yeni bir karar alacaklardı.
*
Leman sol elinde telefonu evin içine ilk
adımı attığında başlarına gelen her neyse bunun sona erdiğini anladı. Evin
görünümü aynıydı, ama ışınımı farklıydı. İhtiyatlı adımlarla kızının odasına
doğru yürüdü. Fehmi hemen arkasındaydı. Kalbi deli gibi atarak oda kapısını
araladı.
Seyhan
yatakta sırt üstü yatıyordu. İnce yorganı üzerinden kaymış ve ayak ucunda
toplanmıştı. Gözler kapalıydı. Bedeni kıpırtısızdı.
Bir an kızının nefes almadığın düşünen
Leman’ın içi buz gibi oldu ve ihtiyatı elden bırakarak, “Seyhan” diye bağırarak
kızına sarıldı. İlk birkaç saniye çok berbattı. Çünkü kız bütün bunlara hiç
tepki vermemişti. Sonra küçük beden kıpırdadı, gözleri açıldı. Hayretle
annesini süzdü. Birden yüzünde hayret ve korku ifadesi belirdi.
“Seyhan! İyi misin kızım.”
“Anne, annecim! Sincap çok kötü şeyler
anlattı. Ben seni ve babamı çok seviyorum. Çok, ama çok seviyorum.”
Kadının içi minnetle doldu. Kızını
bağışladığı için Allaha şükrederek Seyhan’a daha sıkı sarıldı. “Nerde şimdi
Sincap?”
“Evine gitti.”
Bu sözcük yeniydi. Seyhan, Sincap’ın bahsi
geçtiğinde ‘Dolabımda uyuyor, ayak ucumda sırıtıyor, yatağın altında
somurtuyor’ falan derdi. ‘Ev’ lafı yeniydi. Kadın Sincap’ın rolünü yeniden
değerlendirdi. Sincap mikro dalgaların aracılığıyla kızlarına musallat olan
kötücül bir şeyi engellemişti. Bu onu belki de tüketmiş ve kızıyla bileşik
durumda kalamayacak hale getirmişti. O taraf hep karanlık kalacaktı. Şu anda
önemli olan kızlarının sıhhatiydi.
*
İki yıl sonra sabahın ilk saatlerinde Leman
kızının odasının kapısını açıp içeri girdi. Tek sahnesini bile hatırlamadığı
bir dizi rüyanın bitiminde uyanmıştı. Seyhan mışıl mışıl uyuyordu. Üstü
örtülüydü. Kadının içi huzurla dolu olarak kapıyı örtüp hole çıktı. Kızları üç
gün sonra on yaşına basacaktı. Leman ve Fehmi ağızlarını sıkı tutmuş, hiç
kimseye tek bir kelime bile anlatmamışlardı. O olaydan birkaç ay sonra evi
değerinin biraz altına satarak başka bir semte taşınmışlardı. Tabii önceden baz
istasyonu araştırması yaparak. En yakın baz istasyonu evlerine bir kilometre
mesafedeydi. Kızları eskiden olduğu kadar nomofob değildi. Geceleri
telefonunun odasının dışında durması onu rahatsız etmiyordu. Telefon yerine ara
sıra internet üzerinden haberleşmeyi yeğliyordu. Bu arada başından geçen
şeyleri önemli ölçüde unutmuştu. Kendileri de cep telefonu kullanmaya yeniden
alışma devresi geçirmişlerdi. Tıpkı kalçası kırılmış yaşlı biri gibi ihtiyatlı
ve sarsak adımlarla yürümeye başlamaya benziyordu. Zamanla ‘her şey yeniden başlıyor’
temalı kâbuslar çok seyrekleşmişti. Ailece nekaheti yaşamış ve şükürler olsun
normale dönmeyi başarmışlardı.
Ve Sincap geri dönmemişti. Kızları onun
eksikliği nedeniyle duyduğu özlemi resimlerini çizerek dışavurmayı da giderek
azaltmaktaydı. Leman her aklına gelişte Sincap’a teşekkürlerini yolluyordu. O
olmasaydı şu anda üçü de ölmüş olacaktı. Ne kızları, ne de kendileri günlerce
telefon santralı olma yükünü kaldıramazdı.
Leman mikrodalgaları kullanan kötücül şeyin
tekrar geri geleceğini, bu defa telekinetik yetenekli çocuklarla
yetinmeyeceğini ve dünya çapında bir terör estireceğini hissetmekteydi. Bu
nedenle tanıdığı hatırlı kimseleri örgütleyerek ‘GSM-2100’ler İçimizdeki
Sincapları Öldürmesin’ kampanyası başlatmıştı. Şehirdeki baz istasyonlarını
sürgüne yollamak için bütün gücüyle gayret etmekteydi. Sincaplı slogan çok
tutmuş ve bir ara herkesin diline pelesenk olmuştu.
Ümit vardı yani hâlâ.
Balçova –
İzmir - 2013
---------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder