Memoropan
University of Montreal researchers say that the drug metyrapone reduces
the brain’s ability to re-record the negative emotions associated with painful
memories. In other words, bad memories are effectively blocked from being
recalled or remembered. (27 Mayıs 2011)
Kötü anıları silen hapları biliyorsunuz. Siz
de kullanmışsınızdır belki. 2011’de bahsini duydum ilk kez.
İki yıl sonra isteyen herkesin evindeydi. Metirapon hızla aşıldı ve daha
şiddetlileri, biraz kafa yapanları desek abartı olmaz piyasaya çıktı. Önceleri
çok pahalıydı, şimdilerdeyse 20 kapsüllük kutular 80 liraya satılıyor.
Satılıyordu desem daha doğru. Artık alıcı malıcı kalmadı. Şu anda sağ olanlara
yaşadıkları dehşeti unutabilmeleri için giyotin hapı tavsiye edebilirim ancak.
Üç yıl
önce bir yaz akşamı arabamla giderken kaza yaptım. Karımla birlikte bir
arkadaşın partisinden dönüyorduk. Biraz sarhoştum. Öndeki arabanın istop
lambaları yüzünden frene bastım. Hızımız fazlaydı. TEM otoyolunda beş takla
attık. Bir yıllık karım Selma kemerleri bağlı olduğu halde anında öldü. Ben
ertesi sabah kafamda bir bandaj, her yerim sağlam hastahaneden taburcu edildim.
Bir ay
boyunca yeryüzü cehennemi yaşadım. Üç aylık hamile olan karımın cenazesini
organize ettim. Yakınlarımın yüzünde beni itham eden ifadelere katlandım. En
kötüsü her saniye kendimi suçlayan bir içses bandıyla beraber olmaktı. En
katlanılmazı buydu. İşten izin aldım. Evde kimseyle konuşmadan oturarak kendimi
toparlamaya çalıştım. İşimin yoğunluğuna rağmen okumaya zaman ayıran biriydim.
Kendimi kitaplara vakfettim, ama daha da kötüledim. Karımın yüzü her saniye
gözümün önündeydi. Kısa zamanda sinir sistemim iflas etti. Dayanamadım ve
intihar etmeye kalktım. Bunun için 14 adet Seraquel, 20 adet Memoropan yuttum
ve üzerine yarım şişe viski içtim. Seraquel’i uyku sorunumu için almıştım. Son
zamanlarda pek tesir etmemeye başlamıştı. Memoropan piyasada bulunan en yeni
kötü anı unutturma hapıydı. Bir gün önce satın almış ve daha hiç
kullanmamıştım.
Bu dozdaki
bir karışımın beni acilen öbür dünyaya postalaması gerekirdi, ama öyle olmadı.
Otuz dört saatlik derin uyku halinden sonra mesanelerim patlıcak gibi şişmiş
durumda uyandım. Susuzluktan dilim kurumuştu. Üzerimde bir ağırlık falan yoktu.
Karnım acıkmıştı. İştahım yerindeydi. Yerinde olmayan şeyi ancak bir saat kadar
sonra farkedebildim. Tıpkı sıhhat gibi yerinde olduğunda ayırdına varılamayan
bir şeydi. Kötü anılar ve ruh kemirici suçluluk duygusu. O sürekli azap
halinden sıyrılmıştım. Kaza ve sonrasıyla ilgili anılarım inanılmaz derecede
seyrelmişti. Onları hatırlamak karnımda ağrı yaratmıyordu artık. Moralim
düzelmişti. Neşem yerine gelmişti. Islıkla çok sevdiğim bir tango parçasını
çalarak alışverişe gittim. Son zamanlarda evi çok ihmal etmiştim.
Evimi
temizleyip eski haline sokmam beş altı saatimi aldı. Ardından annemi aradım.
Akşam yemeğe gittim. Kadın her an başıma kötü bir şey geleceği
beklentisindeydi. Sesimdeki diriliği, yaşama sarılmışlığı hissedince çok
sevinmişti. Tek çocuktum. Kadın kocasını yitireli dört yıl oluyordu. Ölüm
haberimin kadının üzerinde yapacağı etkiyi hayal edin. Bu etki şimdi tersten
geçerli. Annem şu anda benim yüzümden ölü. Tıpkı iş arkadaşlarım, uzak akrabalarım
ve milyonlarca diğerleri olduğu gibi.
Kazadan önce büyük bankalardan birinde uluslar arası finans uzmanı
olarak çalışmaktaydım. Karımın ölümü nedeniyle yıllık iznime ayrıldığım işim
beni bekliyordu. Benden pek verim beklemiyorlardı, ama dönüşümde hiç bunu dile
getirmediler. Görünüşümün ikna ediciliği kadar, Çince ve Almancayı iyi bilmemin,
bu dillerin konuşulduğu ülkelerle ilgili uzmanlık bilgimin de rolü vardı. Otuz
dört yaşındaydım. Geleceğim parlaktı. Kazanın etkisini atlatmış duygusu
vermiştim üstlerime. Bütün dünyada ekonomik kriz hüküm sürmekteydi. Kaliteli
uzmanlara gereksinim büyüktü. Hızla ikna oldular. Emrime yeni bir araba tahsis
ettiler ve ben yokken geçici olarak büroma yerleşmiş olan iki kişiye başka bir
yer buldular.
O
günleri takip eden üç ay yeni hayatımın en güzel anlarıydı. Eski dost çevremi
yeniden kazanmıştım. Mevkimin prestiji bunda başlıca etkendi haliyle, ama doğal
ve neşeli halim de işe yaramıştı. İşim çok yoğundu. İki ayda bir defa Çin’e
gitmem gerekiyordu. Toplantılar, iş yemekleri, bitmez tükenmez rapor
analizleriyle zaman su gibi akıp geçmekteydi.
Selma’yla ilgili anılarım çok hafiflediği için kazadan bir yıl kadar
sonra kendime yeni bir sevgili bulduğumda vicdanım ne surat astı, ne de
hınzırca hışırdadı. Önümdeki çeyrek yüzyıllık zamanı bu şekilde geçirmeye
hazırdım, ama kazın ayağı öyle değildi.
O şeyi
yavaşça farkettim. Bu farkındalık zamanla rüyalarımı etkiledi. Rüyalarımda
kendimi bir kratere bakıyor görmeye başladım. Yüksek bir dağın tepesindeki
krater yakın zamana kadar su doluymuş hissi veriyordu. Bir şey olmuş su
bitmişti. Şimdi en dipten bir duman yükseliyordu.
Günlerce
aynı rüyayı görüp durdum. İçimde bir tedirginlik büyümeye başlamıştı. Rüyayı
anlattığım hiç kimse doğru dürüst bir yorumda bulunamadı. Bu arada zihnimde
sezgilerimin aşırı gayretiyle bir fikir oluşmaya başlamıştı. Orada bir şey
vardı. Dışarı taşıyordu. Çok büyük ve güçlü bir şeydi. O şimdi bize,
hayatlarımıza açılan bir yol bulmuştu. Çıkışa hazırlanıyordu.
Aradan
haftalar geçti. Neredeyse her gece o krateri ziyaret ediyor ve çıkan dumanı
izliyordum. Sonradan bunun O şeyin çıkması için bir tavlama işlemi olduğunu
anladım. Aradan altı ay geçtikten sonra artık krater rüyaları görmemeye
başladım. Kazanın üzerinden üç yılı aşkın bir zaman geçmişti. Patronlarımı uyuz
etmeden artık bir psikoloğa gidebilirdim. Bunu düşündüğüm sıralarda bir gece
yan komşumun haykırışlarıyla uyandım. Yanımda yatan sevgilim Reyhan seslere
aldırışsız uyumaktaydı.
Uzanıp
başucumdaki komodinin üzerinde duran abajuru yaktım. Gördüğüm şey dehşeti
ikinci bir deri gibi kuşanmama neden oldu. Reyhan arkası bana dönük
yatmaktaydı. Uzun bacaklı, diri vücutlu hoş bir kadındı. Kafası çok iyi
çalışıyordu. Finans sektöründe geleceği vardı. Bu canlı kanlı kadın gitmiş
yerine onun saçlarını peruka gibi takmış bir kadid, bandajsız bir mumya
gelmişti.
Yataktan fırlayıp oturma odasına koştum. Oradaki telefondan 112’yi
aradım. Meşguldü. Balkona çıktım. Sağdan soldan sesler geliyordu. Üzerimde
sadece külodum vardı. Serin bir sonbahar akşamıydı. Sokaklarda panikle
koşuştursalar da insanları bu yoğunlukta gördüğüm son geceydi. Bir sonraki gece
buradan görebildiğim her yer hareketsiz araçlar ve kadidi çıkmış cesetlerle
doluydu.
İçeri
girdim. Yatak odasına gittim. Yataktaki şeye yakından baktım. Orada yatan şey
Reyhan’dı. Sokakta ve evdeki insanları suyu çekilmiş kupkuru cesetlere çeviren
şeyin gadrına uğramıştı. Yatak odasında hızla pantolon giydim. Üzerine tişört.
Holde ayakkabılarımı çorapsız giyerek daire kapısını açtım. Alt kattan belli
belirsiz bir ses geliyordu, ama karşı daireden çıt çıkmıyordu. Ne yapayım diye
düşünürken karşı kapının aralık olduğunu gördüm. Kapıyı hafifçe ittim. Normal
şartlarda komşumun adını söyleyerek bir karşılık beklemem lazımdı,, ama içeride
bunu yapabilecek biri kalmadığı hissim çok güçlüydü.
Avukat
Remzi beyin suyu kaçmış cesedi kapının hemen dibinde yatmaktaydı. Üzerinde sarı
bir boksör şortu vardı sadece. Karısı ve büyük kızının cesetleri odalarındaydı.
O zaman muazzam güçte, büyüklükte bir şeyin bize saldırdığını anladım. Apartman
sahanlığına çıktığımda alt kattan gelen sesler kesilmişti. Yirmi iki dairelik
apartmanda tek sağ kalan kimse benim sezgisiyle sarsıldım. Bu nasıl mümkün
olabilirdi? Yanıbaşımdaki Reyhan’ı böyle vahşice katleden şey niye bana
dokunmazdı?
O şeyi
düşündükçe gözümün önünde krater beliriyordu. Benim intihar girişimime endeksli
bir durum mu yaşıyordum? Nasıl? Bunun teknik izahı ne olabilirdi? Ani bir
kararla asansörü çağıran düğmeye bastım. Sekizinci kattaydım. Merdivenleri
inmeye korkuyordum. Asansör yükseldi ve kapı otomatik olarak açıldı. İçinde
oturur durumda kadidi çıkmış yaşlıca bir kadın vardı. Kahverengili turunculu
bir elbise giymişti. Taba renkli yarım topuklu ayakkabılarından biri meydanda
görünmüyordu. Panikle asansöre kaçmıştı belki. Annemi düşünerek ağlamaya
başladım.
Çocukluğumdan beri nedense çok basamaklı merdivenleri pek sevmem, ama kendimi
zorlayarak aşağıya indim. Apartmanın giriş kapısı açıktı. Kim olduklarını
çıkaramadığım biri kadın, iki ceset yüzü koyun yatmaktaydı. Kapının az
ilerisinde bütün kapıları açık duran beyaz renonun ön koltuklarında oturan iki
cesedi görünce sokağa çıkma hevesim söndü. Merdivenleri tırmanarak daireme
döndüm.
Sonraki
günlerde pek çok şey oldu. Elektrikler kesildi. Televizyon yayınları bitti. Cep
telefonları ve internet çalışmıyor. Bir çok yerde yangın çıktı. Bunlar
yakabildiği kadar yeri yakıp söndüler. Sadece radyolar devam ediyor. Avukat
komşumdan ödünç aldığım bir radyoyla gece onların yayınlarını dinlemeyi seviyordum.
Konuşanların çoğu uzaylıların saldırısı ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyor.
Bu doğru değil.
Eğer
benim gibi başkaları da yoksa bütün bu olayların müsebbibi benim. İstenmeyen
anıları unutturan, travmaları hafifleten hapı çok yüksek dozda ve başka
maddelerle karışık olarak kullandım. Bende bir şey vardı. Bedenimdeki genetik
bilgiler arasında bir üniteydi. Uyuyordu. Ölseydim o da benle birlikte toprağın
içinde çürüyecekti. Ama özel bir doz molekülle o üniteyi bombardıman edince
uyandı. Güçlenmeyi bekledi. Krater rüyaları oydu. Cin şişesinin tıpası
çıkmıştı. Bazı anı katmanlarını yok edince o kistlerle kaplı bir verem basili
gibi olan şey açığa çıktı.
Bu
sırf bana ait bir şey olamaz. Milyonlarca yıl önce dinozorlar vardı. Onları yeryüzüne
düşen bir metoroit ya da başka bir şey yeryüzünden silmişti. Bu siliniş belki
çok dağınık molekül yapılı olan dev canlıların da sonu olmuştu. Kurtuluşu bizim
genetik bilgi depomuza sinmekte bulmuşlardı. Anılar genetikle de geçmekteydi.
Üst üste travmaları silen ilaç son olarak bu tıpayı da açmıştı. Dışarı çıkan
şeyi çıplak gözle görmeyi asla başaramadım. Gözümün önünde insanları kadide
çevirdi. Gölgesini bile farkedemedim. Demek ki, görünmez bir ünite. Bir enerji
yumağı. İnsanların suyunu emip buharlaştırıyor. Belki anılarını da emiyor bu
arada. Sırf su istese niye insanlarla uğraşsın.
Evimde
ve karşı dairedeki yiyecek içecek bitince mecburi olarak dışarı çıktım. Dokuzuncu
ya da onuncu gündü. Takvimle bir işim kalmamıştı. Güneşli güzel bir sonbahar günüydü.
Mavi gök ekranında tek bir uçan nesne görünmüyordu. Sokakların ortasında duran
arabaların ve yerlere serilmiş kokmayan, bozulmayan cesetlerin yanıdan geçtim.
Kediler, köpekler ve kargalar tek canlı gibiydi. Öyle olmadığını anlamama
saniyeler vardı. Köşeyi dönünce iki genç kadın ve üç yaşlarındaki bir oğlan
çocuğu gördüm. Kadınlardan biri kısaca siyah saçlı, biraz çekik gözlü çok hoş
kadındı. Diğer kadını andırmaktaydı biraz. Çocuğun teyzesi olduğunu duyunca
şaşmadım yani. Kadınların elleri tıka basa torbalarla doluydu. Karşılarına
çıkınca benim hissettiğim şeyleri hissettiler. Hem korktular, hem de
sevindiler. Kısa bir bilgi teatisinin ardından semtte herkesin ölmediğini
birkaç yüz kişinin var olduğunu öğrendiğimde göz yaşlarımı tutamadım.
Onlar
yeni ve lüks bir daireye taşınmışlardı. Normal şartlarda ayda üç bin lira kira
ödenen yüz kırk metre karelik, jakuzili bir daireydi. Ben de onların
karşısındaki daireye yerleştim. Kendi dairem de bu vasıflara sahipti, ama artık
orada oturmayı istemiyordum. Benim için travma yeriydi. Bu arada yeni
dostlarımın yardımıyla beş blok ötede oturan annemin kadidi çıkmış cesedini bir
parka defnettim. Güzel bir cenaze töreni yaptık. Profesyonel imam bir arkadaş
cenaze namazı kıldırdı. Mezarın başucuna mermer bir taş bile diktim. Benim gibi
yapan başkaları da vardı. Ölü canlarımız yanı başımızda hayata devam
etmekteydik.
Emrimize
amade bir sürü araba vardı. Benzini biteni hemen orada terkrederek bir sürü
araba değiştirdim. Oturduğumuz on altı daireli apartman yavaş yavaş başka
gelenlerle doldu. Benzin boldu. Basit jeneratörlerle elektrik sorununu çözmemiz
kolay oldu.
Aradan
geçen haftalarda kendime bir sevgili edindim. Adı Mesut olan afacan oğlanın
teyzesi Aysu’yla beraber yaşamaya başladık. Giderek sayımız artmaktaydı. Dünkü
sayımda örneğin grubumuz beş bin kişiyi aşmıştı. Bütün İstanbul’da bir milyon
kişi sağdı bir ihtimalle. Çünkü arabayla gezdiğimiz bazı semtlerde nüfus bayağı
kalabalıktı. Bu arada çalışan radyoların sayısı da artmıştı. Gökyüzünde tek tük
uçaklar belirmişti. Keşif için de olsa onları görmek üzerimizde ferahlatıcı bir
etki yapmaktaydı. Dünyanın her yerinde bir sürü kimse felaketi atlatmıştı.
Dünya nüfusunun en az yüzde onu sağdı ve artık yeni ölümler meydana gelmiyordu.
Aradan
haftalar, aylar geçti tek bir saldırı ve ölüm haberi almadık. Gruplar halinde
yaptığımız toplantıda ittifakla varılan çözümleme şuydu: Bize saldıran uzaylı
bir yaratık yoktu. Uzaydan bir tasallut söz konusu değildi. Çok özel mutant bir
virüstü bu işi yapan. Bir laboratuvar
ürünüydü ve şu anda sığınaklarda olan adilerin işiydi. Görünmeyen dev bir canavar
söz konusu değildi. Kurtulanlar dirençli olanlardı. Sağ kalanların büyük
çoğunluğunun on beş ile kırk yaşı arasında olması bu nedenleydi. Dayanıksız
olanlar ölünce salgın sona ermişti. Aylardır aramızda hiç kimse o virüs
yüzünden kadidi çıkarak ölmemişti. Hayatımıza kaldığımız yerden devam
edecektik. Grubumuzda üniversitede ders veren bir virolog da vardı. Onun
liderliğinde öne sürülen bu tez en geniş kabülü kazanmıştı.
Bu
tezle bir süre oyalandım, ama yavaş yavaş başka noktaları keşfetmeye başladım. Çince
ve Almancayı iyi konuştuğumu söylemiştim. Bunun yanı sıra İngilizce ve
İspanyolca da bilirim. Dünya radyolarında duyduğum hikayeler yavaş yavaş gözümü
açtı. Benim yöntemimle intihar etmiş ve sağ kalmış bir sürü kimse vardı. Uyku
ilacı, memoropan ve alkollü içki. Onları dinlerken anılarım canlandı ve bazı
ilginç noktaları bir araya getirdim. Çok ünlü bir pop sanatçısı bu yöntemle
intihar etmiş ve son anda kurtarılmıştı. Bütün dünya medyasında yankı bulmuş
bir haberdi. Gözde intihar vakaları vardır. Bunlar genellikle ünlülerin bize
örnek olduğu vakalardı. Tıpkı Goethe’nin Genç Werter’in Acıları kitabı gibiydi.
Bu kitap yüzünden yayınlandığı sıralarda bir sürü kişi intihar etmişti.
Dünyanın ekonomik krizlerle sarsıldığı
zamanlardı. Her yerde ayaklanmalar, kitlesel işsizlikler ve küçük ölçekli
savaşlar yaşanıyordu. İnsanlar intihara eğimliydi yani. Kim bilir kaç kişi uyku
ilacı, memoropan ve alkollü içki formülünü kullanarak intihar etti. Benim gibi bazıları
ölmedi. Sağ kalanlar kraterleri ve dibinden tüten dumanları gördüler. Bence
genetik bilgi dağarcığımızda çok eski, milyonlarca yıl öncesinden kalma bir fosil
kayıt vardı. Bu karışım onu diriltti. İnsanları kadide çevirmeye başladı ve bir
süre sonra durdu. İstese bulabildiği herkesi öldürürdü, ama yapmadı. Biraz
düşününce bunun nedenini de buldum.
O pop
sanatçısının intiharı ve bütün dünya medyasının çok önemli bir şeymiş gibi
günlerce bunu konu etmesi kasıtlıydı. Binlerce, on binlerce kişinin aynı şeyi
yapacağı öngörülmüştü. Böylelikle o canavarlar çıkıp dünya nüfusunu
bitirecekti. Böylece bu durumu öngörüp sığınaklara saklanmış olan birkaç yüzbin
kişiye kalacaktı dünya. O şeffaf canavarlar kendileri için sorun değildi
herhalde. Nasıl yokedeceklerini biliyorlardı. Bütün bunlar dünyayı sessiz sedasız
küçük bir elit grubun hizmetine vermek, yani resetlemek içindi.
Planlandığı gibi olmadı. O şeffaf yaratıkların da aklı var. Herkesi öldürmedi.
Bir şeyler aksadı, yaratıklar yetersiz ya da devre dışı kaldı süsü vermek için.
Şu anda çoğu genç bir milyar silahlı, eğitimli, enerji kaynakları bol insan var
yeryüzünde. Sığınaklardan kaçan kimselerin radyo vasıtasıyla bu gerçeği dört
bir yana yaymaları yakındır. Böylece sağ kalanların hışmı bu işi planlayanlara
yönelecek.
Bu
fikrimi çok müphem, galibalarla yüklü ve iddiasız bir şekilde lider ekibine
açtığımda şiddetli tepki çektim. Tehdit edildim ve açıkçası tırstım. Aysu dört
aylık hamileydi. Bebeğimizi görmek istiyordum. Kahraman olacak yapıda biri
değildim. Radyolarda benim fikirlerimi haykıranların arasına katılamadım. Bu
seslerin sayısı son günlerde epey azalmış durumda. Kimse bu tür lafları duymak
istemiyor. Buldukları doğruya sımsıkı sarılmış durumdalar.
Yakında sığınaktan çıkanlarla savaşacağız. Yani biz yüzde seksenimizi
telef eden iki güçten birinin safında çarpışacağız. Sonuç şimdiden belli.
Herkes kaybedecek.
Amsterdam, Temmuz 2011
------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder