25 Nisan 2017 Salı

Bir Yakın Gelecek Öyküsü: MEMOROPAN



Memoropan
University of Montreal researchers say that the drug metyrapone reduces the brain’s ability to re-record the negative emotions associated with painful memories. In other words, bad memories are effectively blocked from being recalled or remembered. (27 Mayıs 2011)




  Kötü anıları silen hapları biliyorsunuz. Siz de kullanmışsınızdır belki. 2011’de bahsini duydum ilk kez. İki yıl sonra isteyen herkesin evindeydi. Metirapon hızla aşıldı ve daha şiddetlileri, biraz kafa yapanları desek abartı olmaz piyasaya çıktı. Önceleri çok pahalıydı, şimdilerdeyse 20 kapsüllük kutular 80 liraya satılıyor. Satılıyordu desem daha doğru. Artık alıcı malıcı kalmadı. Şu anda sağ olanlara yaşadıkları dehşeti unutabilmeleri için giyotin hapı tavsiye edebilirim ancak.
  Üç yıl önce bir yaz akşamı arabamla giderken kaza yaptım. Karımla birlikte bir arkadaşın partisinden dönüyorduk. Biraz sarhoştum. Öndeki arabanın istop lambaları yüzünden frene bastım. Hızımız fazlaydı. TEM otoyolunda beş takla attık. Bir yıllık karım Selma kemerleri bağlı olduğu halde anında öldü. Ben ertesi sabah kafamda bir bandaj, her yerim sağlam hastahaneden taburcu edildim.
  Bir ay boyunca yeryüzü cehennemi yaşadım. Üç aylık hamile olan karımın cenazesini organize ettim. Yakınlarımın yüzünde beni itham eden ifadelere katlandım. En kötüsü her saniye kendimi suçlayan bir içses bandıyla beraber olmaktı. En katlanılmazı buydu. İşten izin aldım. Evde kimseyle konuşmadan oturarak kendimi toparlamaya çalıştım. İşimin yoğunluğuna rağmen okumaya zaman ayıran biriydim. Kendimi kitaplara vakfettim, ama daha da kötüledim. Karımın yüzü her saniye gözümün önündeydi. Kısa zamanda sinir sistemim iflas etti. Dayanamadım ve intihar etmeye kalktım. Bunun için 14 adet Seraquel, 20 adet Memoropan yuttum ve üzerine yarım şişe viski içtim. Seraquel’i uyku sorunumu için almıştım. Son zamanlarda pek tesir etmemeye başlamıştı. Memoropan piyasada bulunan en yeni kötü anı unutturma hapıydı. Bir gün önce satın almış ve daha hiç kullanmamıştım.
  Bu dozdaki bir karışımın beni acilen öbür dünyaya postalaması gerekirdi, ama öyle olmadı. Otuz dört saatlik derin uyku halinden sonra mesanelerim patlıcak gibi şişmiş durumda uyandım. Susuzluktan dilim kurumuştu. Üzerimde bir ağırlık falan yoktu. Karnım acıkmıştı. İştahım yerindeydi. Yerinde olmayan şeyi ancak bir saat kadar sonra farkedebildim. Tıpkı sıhhat gibi yerinde olduğunda ayırdına varılamayan bir şeydi. Kötü anılar ve ruh kemirici suçluluk duygusu. O sürekli azap halinden sıyrılmıştım. Kaza ve sonrasıyla ilgili anılarım inanılmaz derecede seyrelmişti. Onları hatırlamak karnımda ağrı yaratmıyordu artık. Moralim düzelmişti. Neşem yerine gelmişti. Islıkla çok sevdiğim bir tango parçasını çalarak alışverişe gittim. Son zamanlarda evi çok ihmal etmiştim.
  Evimi temizleyip eski haline sokmam beş altı saatimi aldı. Ardından annemi aradım. Akşam yemeğe gittim. Kadın her an başıma kötü bir şey geleceği beklentisindeydi. Sesimdeki diriliği, yaşama sarılmışlığı hissedince çok sevinmişti. Tek çocuktum. Kadın kocasını yitireli dört yıl oluyordu. Ölüm haberimin kadının üzerinde yapacağı etkiyi hayal edin. Bu etki şimdi tersten geçerli. Annem şu anda benim yüzümden ölü. Tıpkı iş arkadaşlarım, uzak akrabalarım ve milyonlarca diğerleri olduğu gibi.
  Kazadan önce büyük bankalardan birinde uluslar arası finans uzmanı olarak çalışmaktaydım. Karımın ölümü nedeniyle yıllık iznime ayrıldığım işim beni bekliyordu. Benden pek verim beklemiyorlardı, ama dönüşümde hiç bunu dile getirmediler. Görünüşümün ikna ediciliği kadar, Çince ve Almancayı iyi bilmemin, bu dillerin konuşulduğu ülkelerle ilgili uzmanlık bilgimin de rolü vardı. Otuz dört yaşındaydım. Geleceğim parlaktı. Kazanın etkisini atlatmış duygusu vermiştim üstlerime. Bütün dünyada ekonomik kriz hüküm sürmekteydi. Kaliteli uzmanlara gereksinim büyüktü. Hızla ikna oldular. Emrime yeni bir araba tahsis ettiler ve ben yokken geçici olarak büroma yerleşmiş olan iki kişiye başka bir yer buldular.
  O günleri takip eden üç ay yeni hayatımın en güzel anlarıydı. Eski dost çevremi yeniden kazanmıştım. Mevkimin prestiji bunda başlıca etkendi haliyle, ama doğal ve neşeli halim de işe yaramıştı. İşim çok yoğundu. İki ayda bir defa Çin’e gitmem gerekiyordu. Toplantılar, iş yemekleri, bitmez tükenmez rapor analizleriyle zaman su gibi akıp geçmekteydi.
  Selma’yla ilgili anılarım çok hafiflediği için kazadan bir yıl kadar sonra kendime yeni bir sevgili bulduğumda vicdanım ne surat astı, ne de hınzırca hışırdadı. Önümdeki çeyrek yüzyıllık zamanı bu şekilde geçirmeye hazırdım, ama kazın ayağı öyle değildi.
  O şeyi yavaşça farkettim. Bu farkındalık zamanla rüyalarımı etkiledi. Rüyalarımda kendimi bir kratere bakıyor görmeye başladım. Yüksek bir dağın tepesindeki krater yakın zamana kadar su doluymuş hissi veriyordu. Bir şey olmuş su bitmişti. Şimdi en dipten bir duman yükseliyordu.
  Günlerce aynı rüyayı görüp durdum. İçimde bir tedirginlik büyümeye başlamıştı. Rüyayı anlattığım hiç kimse doğru dürüst bir yorumda bulunamadı. Bu arada zihnimde sezgilerimin aşırı gayretiyle bir fikir oluşmaya başlamıştı. Orada bir şey vardı. Dışarı taşıyordu. Çok büyük ve güçlü bir şeydi. O şimdi bize, hayatlarımıza açılan bir yol bulmuştu. Çıkışa hazırlanıyordu.
  Aradan haftalar geçti. Neredeyse her gece o krateri ziyaret ediyor ve çıkan dumanı izliyordum. Sonradan bunun O şeyin çıkması için bir tavlama işlemi olduğunu anladım. Aradan altı ay geçtikten sonra artık krater rüyaları görmemeye başladım. Kazanın üzerinden üç yılı aşkın bir zaman geçmişti. Patronlarımı uyuz etmeden artık bir psikoloğa gidebilirdim. Bunu düşündüğüm sıralarda bir gece yan komşumun haykırışlarıyla uyandım. Yanımda yatan sevgilim Reyhan seslere aldırışsız uyumaktaydı.
  Uzanıp başucumdaki komodinin üzerinde duran abajuru yaktım. Gördüğüm şey dehşeti ikinci bir deri gibi kuşanmama neden oldu. Reyhan arkası bana dönük yatmaktaydı. Uzun bacaklı, diri vücutlu hoş bir kadındı. Kafası çok iyi çalışıyordu. Finans sektöründe geleceği vardı. Bu canlı kanlı kadın gitmiş yerine onun saçlarını peruka gibi takmış bir kadid, bandajsız bir mumya gelmişti.
  Yataktan fırlayıp oturma odasına koştum. Oradaki telefondan 112’yi aradım. Meşguldü. Balkona çıktım. Sağdan soldan sesler geliyordu. Üzerimde sadece külodum vardı. Serin bir sonbahar akşamıydı. Sokaklarda panikle koşuştursalar da insanları bu yoğunlukta gördüğüm son geceydi. Bir sonraki gece buradan görebildiğim her yer hareketsiz araçlar ve kadidi çıkmış cesetlerle doluydu.
  İçeri girdim. Yatak odasına gittim. Yataktaki şeye yakından baktım. Orada yatan şey Reyhan’dı. Sokakta ve evdeki insanları suyu çekilmiş kupkuru cesetlere çeviren şeyin gadrına uğramıştı. Yatak odasında hızla pantolon giydim. Üzerine tişört. Holde ayakkabılarımı çorapsız giyerek daire kapısını açtım. Alt kattan belli belirsiz bir ses geliyordu, ama karşı daireden çıt çıkmıyordu. Ne yapayım diye düşünürken karşı kapının aralık olduğunu gördüm. Kapıyı hafifçe ittim. Normal şartlarda komşumun adını söyleyerek bir karşılık beklemem lazımdı,, ama içeride bunu yapabilecek biri kalmadığı hissim çok güçlüydü.
  Avukat Remzi beyin suyu kaçmış cesedi kapının hemen dibinde yatmaktaydı. Üzerinde sarı bir boksör şortu vardı sadece. Karısı ve büyük kızının cesetleri odalarındaydı. O zaman muazzam güçte, büyüklükte bir şeyin bize saldırdığını anladım. Apartman sahanlığına çıktığımda alt kattan gelen sesler kesilmişti. Yirmi iki dairelik apartmanda tek sağ kalan kimse benim sezgisiyle sarsıldım. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Yanıbaşımdaki Reyhan’ı böyle vahşice katleden şey niye bana dokunmazdı?
  O şeyi düşündükçe gözümün önünde krater beliriyordu. Benim intihar girişimime endeksli bir durum mu yaşıyordum? Nasıl? Bunun teknik izahı ne olabilirdi? Ani bir kararla asansörü çağıran düğmeye bastım. Sekizinci kattaydım. Merdivenleri inmeye korkuyordum. Asansör yükseldi ve kapı otomatik olarak açıldı. İçinde oturur durumda kadidi çıkmış yaşlıca bir kadın vardı. Kahverengili turunculu bir elbise giymişti. Taba renkli yarım topuklu ayakkabılarından biri meydanda görünmüyordu. Panikle asansöre kaçmıştı belki. Annemi düşünerek ağlamaya başladım.
  Çocukluğumdan beri nedense çok basamaklı merdivenleri pek sevmem, ama kendimi zorlayarak aşağıya indim. Apartmanın giriş kapısı açıktı. Kim olduklarını çıkaramadığım biri kadın, iki ceset yüzü koyun yatmaktaydı. Kapının az ilerisinde bütün kapıları açık duran beyaz renonun ön koltuklarında oturan iki cesedi görünce sokağa çıkma hevesim söndü. Merdivenleri tırmanarak daireme döndüm.
  Sonraki günlerde pek çok şey oldu. Elektrikler kesildi. Televizyon yayınları bitti. Cep telefonları ve internet çalışmıyor. Bir çok yerde yangın çıktı. Bunlar yakabildiği kadar yeri yakıp söndüler. Sadece radyolar devam ediyor. Avukat komşumdan ödünç aldığım bir radyoyla gece onların yayınlarını dinlemeyi seviyordum. Konuşanların çoğu uzaylıların saldırısı ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyor. Bu doğru değil.
  Eğer benim gibi başkaları da yoksa bütün bu olayların müsebbibi benim. İstenmeyen anıları unutturan, travmaları hafifleten hapı çok yüksek dozda ve başka maddelerle karışık olarak kullandım. Bende bir şey vardı. Bedenimdeki genetik bilgiler arasında bir üniteydi. Uyuyordu. Ölseydim o da benle birlikte toprağın içinde çürüyecekti. Ama özel bir doz molekülle o üniteyi bombardıman edince uyandı. Güçlenmeyi bekledi. Krater rüyaları oydu. Cin şişesinin tıpası çıkmıştı. Bazı anı katmanlarını yok edince o kistlerle kaplı bir verem basili gibi olan şey açığa çıktı.
  Bu sırf bana ait bir şey olamaz. Milyonlarca yıl önce dinozorlar vardı. Onları yeryüzüne düşen bir metoroit ya da başka bir şey yeryüzünden silmişti. Bu siliniş belki çok dağınık molekül yapılı olan dev canlıların da sonu olmuştu. Kurtuluşu bizim genetik bilgi depomuza sinmekte bulmuşlardı. Anılar genetikle de geçmekteydi. Üst üste travmaları silen ilaç son olarak bu tıpayı da açmıştı. Dışarı çıkan şeyi çıplak gözle görmeyi asla başaramadım. Gözümün önünde insanları kadide çevirdi. Gölgesini bile farkedemedim. Demek ki, görünmez bir ünite. Bir enerji yumağı. İnsanların suyunu emip buharlaştırıyor. Belki anılarını da emiyor bu arada. Sırf su istese niye insanlarla uğraşsın.
  Evimde ve karşı dairedeki yiyecek içecek bitince mecburi olarak dışarı çıktım. Dokuzuncu ya da onuncu gündü. Takvimle bir işim kalmamıştı. Güneşli güzel bir sonbahar günüydü. Mavi gök ekranında tek bir uçan nesne görünmüyordu. Sokakların ortasında duran arabaların ve yerlere serilmiş kokmayan, bozulmayan cesetlerin yanıdan geçtim. Kediler, köpekler ve kargalar tek canlı gibiydi. Öyle olmadığını anlamama saniyeler vardı. Köşeyi dönünce iki genç kadın ve üç yaşlarındaki bir oğlan çocuğu gördüm. Kadınlardan biri kısaca siyah saçlı, biraz çekik gözlü çok hoş kadındı. Diğer kadını andırmaktaydı biraz. Çocuğun teyzesi olduğunu duyunca şaşmadım yani. Kadınların elleri tıka basa torbalarla doluydu. Karşılarına çıkınca benim hissettiğim şeyleri hissettiler. Hem korktular, hem de sevindiler. Kısa bir bilgi teatisinin ardından semtte herkesin ölmediğini birkaç yüz kişinin var olduğunu öğrendiğimde göz yaşlarımı tutamadım.
  Onlar yeni ve lüks bir daireye taşınmışlardı. Normal şartlarda ayda üç bin lira kira ödenen yüz kırk metre karelik, jakuzili bir daireydi. Ben de onların karşısındaki daireye yerleştim. Kendi dairem de bu vasıflara sahipti, ama artık orada oturmayı istemiyordum. Benim için travma yeriydi. Bu arada yeni dostlarımın yardımıyla beş blok ötede oturan annemin kadidi çıkmış cesedini bir parka defnettim. Güzel bir cenaze töreni yaptık. Profesyonel imam bir arkadaş cenaze namazı kıldırdı. Mezarın başucuna mermer bir taş bile diktim. Benim gibi yapan başkaları da vardı. Ölü canlarımız yanı başımızda hayata devam etmekteydik.
  Emrimize amade bir sürü araba vardı. Benzini biteni hemen orada terkrederek bir sürü araba değiştirdim. Oturduğumuz on altı daireli apartman yavaş yavaş başka gelenlerle doldu. Benzin boldu. Basit jeneratörlerle elektrik sorununu çözmemiz kolay oldu.
  Aradan geçen haftalarda kendime bir sevgili edindim. Adı Mesut olan afacan oğlanın teyzesi Aysu’yla beraber yaşamaya başladık. Giderek sayımız artmaktaydı. Dünkü sayımda örneğin grubumuz beş bin kişiyi aşmıştı. Bütün İstanbul’da bir milyon kişi sağdı bir ihtimalle. Çünkü arabayla gezdiğimiz bazı semtlerde nüfus bayağı kalabalıktı. Bu arada çalışan radyoların sayısı da artmıştı. Gökyüzünde tek tük uçaklar belirmişti. Keşif için de olsa onları görmek üzerimizde ferahlatıcı bir etki yapmaktaydı. Dünyanın her yerinde bir sürü kimse felaketi atlatmıştı. Dünya nüfusunun en az yüzde onu sağdı ve artık yeni ölümler meydana gelmiyordu.
  Aradan haftalar, aylar geçti tek bir saldırı ve ölüm haberi almadık. Gruplar halinde yaptığımız toplantıda ittifakla varılan çözümleme şuydu: Bize saldıran uzaylı bir yaratık yoktu. Uzaydan bir tasallut söz konusu değildi. Çok özel mutant bir virüstü bu işi yapan. Bir  laboratuvar ürünüydü ve şu anda sığınaklarda olan adilerin işiydi. Görünmeyen dev bir canavar söz konusu değildi. Kurtulanlar dirençli olanlardı. Sağ kalanların büyük çoğunluğunun on beş ile kırk yaşı arasında olması bu nedenleydi. Dayanıksız olanlar ölünce salgın sona ermişti. Aylardır aramızda hiç kimse o virüs yüzünden kadidi çıkarak ölmemişti. Hayatımıza kaldığımız yerden devam edecektik. Grubumuzda üniversitede ders veren bir virolog da vardı. Onun liderliğinde öne sürülen bu tez en geniş kabülü kazanmıştı.  
  Bu tezle bir süre oyalandım, ama yavaş yavaş başka noktaları keşfetmeye başladım. Çince ve Almancayı iyi konuştuğumu söylemiştim. Bunun yanı sıra İngilizce ve İspanyolca da bilirim. Dünya radyolarında duyduğum hikayeler yavaş yavaş gözümü açtı. Benim yöntemimle intihar etmiş ve sağ kalmış bir sürü kimse vardı. Uyku ilacı, memoropan ve alkollü içki. Onları dinlerken anılarım canlandı ve bazı ilginç noktaları bir araya getirdim. Çok ünlü bir pop sanatçısı bu yöntemle intihar etmiş ve son anda kurtarılmıştı. Bütün dünya medyasında yankı bulmuş bir haberdi. Gözde intihar vakaları vardır. Bunlar genellikle ünlülerin bize örnek olduğu vakalardı. Tıpkı Goethe’nin Genç Werter’in Acıları kitabı gibiydi. Bu kitap yüzünden yayınlandığı sıralarda bir sürü kişi intihar etmişti.
   Dünyanın ekonomik krizlerle sarsıldığı zamanlardı. Her yerde ayaklanmalar, kitlesel işsizlikler ve küçük ölçekli savaşlar yaşanıyordu. İnsanlar intihara eğimliydi yani. Kim bilir kaç kişi uyku ilacı, memoropan ve alkollü içki formülünü kullanarak intihar etti. Benim gibi bazıları ölmedi. Sağ kalanlar kraterleri ve dibinden tüten dumanları gördüler. Bence genetik bilgi dağarcığımızda çok eski, milyonlarca yıl öncesinden kalma bir fosil kayıt vardı. Bu karışım onu diriltti. İnsanları kadide çevirmeye başladı ve bir süre sonra durdu. İstese bulabildiği herkesi öldürürdü, ama yapmadı. Biraz düşününce bunun nedenini de buldum.
  O pop sanatçısının intiharı ve bütün dünya medyasının çok önemli bir şeymiş gibi günlerce bunu konu etmesi kasıtlıydı. Binlerce, on binlerce kişinin aynı şeyi yapacağı öngörülmüştü. Böylelikle o canavarlar çıkıp dünya nüfusunu bitirecekti. Böylece bu durumu öngörüp sığınaklara saklanmış olan birkaç yüzbin kişiye kalacaktı dünya. O şeffaf canavarlar kendileri için sorun değildi herhalde. Nasıl yokedeceklerini biliyorlardı. Bütün bunlar dünyayı sessiz sedasız küçük bir elit grubun hizmetine vermek, yani resetlemek içindi.
  Planlandığı gibi olmadı. O şeffaf yaratıkların da aklı var. Herkesi öldürmedi. Bir şeyler aksadı, yaratıklar yetersiz ya da devre dışı kaldı süsü vermek için. Şu anda çoğu genç bir milyar silahlı, eğitimli, enerji kaynakları bol insan var yeryüzünde. Sığınaklardan kaçan kimselerin radyo vasıtasıyla bu gerçeği dört bir yana yaymaları yakındır. Böylece sağ kalanların hışmı bu işi planlayanlara yönelecek.
  Bu fikrimi çok müphem, galibalarla yüklü ve iddiasız bir şekilde lider ekibine açtığımda şiddetli tepki çektim. Tehdit edildim ve açıkçası tırstım. Aysu dört aylık hamileydi. Bebeğimizi görmek istiyordum. Kahraman olacak yapıda biri değildim. Radyolarda benim fikirlerimi haykıranların arasına katılamadım. Bu seslerin sayısı son günlerde epey azalmış durumda. Kimse bu tür lafları duymak istemiyor. Buldukları doğruya sımsıkı sarılmış durumdalar.
  Yakında sığınaktan çıkanlarla savaşacağız. Yani biz yüzde seksenimizi telef eden iki güçten birinin safında çarpışacağız. Sonuç şimdiden belli. Herkes kaybedecek.
                                                                                                                                   Amsterdam, Temmuz 2011

                                                 ------------------------------                                                                                   





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder