2 Haziran 2020 Salı

Sadık Yemni Sözlüğü - Haziran 2020


Haziran 2020 itibarıyla:
Sadık Yemni SÖZLÜĞÜ



Haziran 2020 itibarıyla:
Sadık Yemni SÖZLÜĞÜ

Tirildeme: Türkçe’de İngilizce deki Thriller kelimesinin karşılığı 1996 yılına kadar yoktu. Gerilim, korku, polisiye tanımları yetersiz kalmaktaydı. Bizde tiril tiril gömlek, pantalon denir ya. Bu dikkatimi çekti. Thril ve Tiril kelimeleri arasında ses benzerliğinin yanı sıra anlam benzerliği olduğunu da keşfettim.Tirildeme kelimesi sözlükte hazırdı yani. Kendini tedavüle sokacak birini bekliyordu.

Tirildetir şeklinde de kullanılabilir.

Cümbüşlü Tirildeme: Action thriller için önerdiğim bir deyimdir.

TÖHAF: Tam Özerk HAyal Film. Bütün araştırmalara, antidepresan yıpratmalarına rağmen beynimizde henüz özerkliğini koruyan bölgeler olduğu biliniyor. Tam Özerk HAyal Film şirketi. Bir kitabı okurken ya da bir öyküyü dinlerken beynimizde bu bölgenin yarattığı sadece bize has filmlere verdiğim isimdir. 2008 yılı mamulatı.


İdeaot:
İdeaot’u 2003’te otomatize edilmiş idealar, düşünceler, tasavvurlar ve hatta biraz da soyutun güzelliğinin doğurduğu aşk anlamına türettim. İdeaot’a giden yolun iki öncül basamağı vardı. Robot ve Biot.

Robot: Robot kelimesi ilk kez Çek yazar Karel Čapek tarafından 1920’de yazdığı Rossum’s Universal Robots adlı tiyatro oyununda kullanıldı. Çekçe robota kelimesinden yararlanmıştı. 1933 yılında Karel Čapek bir arkadaşına yolladığı mektupta robot kelimesini kardeşi Josef’in uydurduğunu yazmıştır.
Asimow’un yazdığı öyküden yapılan I Robot, Robocop ve A.I, Artificial Intelligence, Star Wars filmleri en tanınmış robot filmleri olarak tarihe geçti. Ben nedense en çok I Robot’u severim. 

Biot: A.C. Clarke, 1973’de yayımladığı Rama’yla Randevu adlı kitabında biyolojik robot olan biotlardan söz eder. Bunlar organik malzeme dolu bir denizden türüyorlar, tamirat, yedek parça temini, teknik bakım, temizlik vb. gibi görevleri yerine getirdikten sonra bu mini denizde çözülüp gidiyorlardı.
  Oysa bütün sonsuz değişkeleriyle yaşam Rama’ya gelmişti. Eğer bu biyolojik robotlar canlı değillerse, çok iyi birer taklit oldukları ortadaydı.  
  ‘Biot’ kelimesini kimin bulduğunu kimse bilmiyordu. Sanki bir anda kendiliğinden ortaya çıkmış ve herkes tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu duruma göre ana girişte Pieter, şef Biot gözcüsü oluyordu. Ve onları inceledikçe bazı davranışlarını anlamaya başladığına inanıyordu.
                                        Arthur C. Clarke, Rama’yla Buluşma, İthaki yayınları,1999

İdeaot: Tasavvurlardan yapılmış, düşüncelerden örülmüş robotvari sistemler, simülasyonlar için bir sözcük ararken parmaklarım 2003 şubatında ansızın İdeaot yazdı.  Sezildemliğim, İdeaot’un bir kez kurulduğunda tüm evreni, evrenlerin tümünü birbirine bağlayan mana köprüleriyle eklemlendiğini fısıldıyor. 
Evren denen matrix’in içinde olmak, bu tür bir tasavvurhanenin, düşomatın, hayalmatiğin azası, bileşeni, parça buçuğu kesilmek çok katmerli bir gerçekliğe açılan sayısız eşiklere de yakın durmaktır o halde.
 İnanılmaz derecede muhteşem bir bütünün bitmez tükenmez tünelleri, salkım saçaklı kabul salonları ve de en önemlisi sayısız farkındalık düzeyleriyle tanışmaya davetliyiz.
Dünyada ilk kez 2003’de yayımlanan Çözücü adlı kitabımda kullanılmıştır.

                                  
Fikir Yongalama: Ehliyetli düşünme ya da felsefe demlemek. (2006)
Amsterdam’da kurduğum think tank grubuna Fikir yongalama Kulübü adını verdim. 2006 Kasım ile 2008 Aralık tarihleri arasında ayda iki defa olmak üzere toplanıldı ve bir çok dünya meselesi incelendi.

Akaşanlar: Akaşik sistemin (levh-i mahfuz ya da evrenin hard diski) her insan için tahsis ettiği duyarlı kayıt öğesi.
                                               
Cepcepniler: Ufak tefek eşyaları, zamanı ve hatta anıları tırtıklayıp paralel evrenlere götüren getiren minik yaratıklar.

TekinsizX : Paranormal, metafizik, iyi saatte olsunlar, doğa üstü
olayları fantastik, bilimkurgu, polisiye üslupla harmanlayan edebiyat türü. 2009 mayısında genel bir terim olarak beğenilere sunulmuştur.

İnşallahvaristan : Evrenin en ücra köşesinde bile olsa mevcut olmamasından için için endişe duyduğumuz yer. Bütün ütopyaların beşiği. (2010)

Sezildemlik: Sezgilerimizin demlendiği ve yaratıcı coşku kazandığı hayali kap. Beynimizdeki sezgi üreten bölge. Gönül.

Vehimiçi: Çevrimiçi teriminden yararlanarak PARANOYA karşılığı için türettiğim bir terim. 2010. Vehim halinde online olmak kastediliyor.

Tebdilcinler:  Tebdil etmiş cinler. Daha çok dişi olanları tarafından insan vücutları kullanılarak yapılan işlem. (Bu başlıkla bir öykü ve kısa bir film mevcut)

Cinofreni: Cinlerin neden olduğu şizofreni vakaları için uydurduğum tıbbi terim. (2014) Bu başlıklı öyküm Gölge Dergisi’nin 86. Sayısında yayınlandı.

Canaksi: Varoluşumuzun duygu belli etmeyen bir kopyası. Bir çeşit sağlaması. İlk kez Akisfer (2011) adlı romanımda kullanılmıştır. 2009 yılı yapımıdır.

Takatrik: Takatı kesik anlamına.

Tevekkülon: Foton, Graviton’dan esinlenerek, tevekkül zerrecikleri anlamına.

Tesirlilik : Etkinlik sözcüğü faaliyet anlamına gelmez. Etkinlik’in eşanlamlısı Tesirliliktir. Kültürel tesirlilik, öğrenci tesirlilikleri şeklinde kullanılabilir.

Jüpiter Etkisi: Başlangıç aşamasındaki yazarları daha hızla kaliteli yazmaya yönelten yönteme verdiğim ad. (Pek yakında ayrı bir kategori şeklinde izah edeceğim)

K∞: Kitaplardan taşan ve sonsuzluk hissiyatımızı depreştiren rayiha. (2013)

Bedkorku: Hard Core Horror anlamına. Kanlı bıçaklı olanı (ucuz ve yavan malzemeyi kastetmiyorum) değil ama. Zihnen, moralman çökerten, umarsızlık uçurumlarının dibini seyrettiren korku metinleri anlamına. (2014)

Eskidem: Antika ya da eski eşyalar için uygun gördüğüm bir kelime.

Fotonella: Fotonlardan yapılmış insan gibi programlanmış bir genç kadın. Türünün ilki. (2013)

Kemgerçeklik: Kelek durum silsileli gerçeklik.

Düşünce yalpalaması: Kararsızlık.

Exogazelci olmak: Hariçten gazel okumak

Korkulobin(Hemoglobinden) Damarlarında korku zerreciklerinin cirit atması. (2008)

Kurulu düzen: Patronsaray-İşçibahçe maçı

Merakson motoru: Çocuksu ve bilimsel merakı fazla olan marka

Birliktelişim (Rezonans için)

 Metakeramet: Keramet ötesi.

Sekizbenlik: Paralel evrenler arasında bir gerçek evren ve yedi kopyası ile çalışan sistem. İlk kez Ölümsüz’de sözü geçmiştir. Hiçbir iddiası olmayan bana ve dalgaboydaşlarım olan okurlarıma has sözlük kurulmaya devam edecek. Daha onlarca kelime yerini beklemekte. Bu kelimeler serbest çağrışıma salınmışlardır. Kullanıma açıktır. (2003)

Vicdanölçer: Vicdanmetre de dense yeridir.

Algımetre: Algıölçerlilik

Niyet pencereleri: Gözler

4 kategori insan:
Dedi ve Koducular
Demedi Koducular
Dedi ve Komadıcılar
Demedi Komadıcılar

Kıllı tasarım:  Darwinizm.  (Akıllı tasarımın zıddı)

Cypher Hapı: 2. Ortaçağ’da, yani günümüzde insanı bireylikten sürülüğe indirgeyen hap. Mavi ya da kırmızı değil. Kahverengi Hap. Ne olup bittiğini pekala bildiği halde başını kuma gömenlerin gözde hapı. (2010)

Mor Hap:  Matrix filminde kırmızı hap gerçeği, mavi hap sanal gerçeği temsil ediyordu. Oysa asıl gerçeklik için bu iki hapı bir arada yutmalıdır. (2007)

Phantomat (S.Lem’den): Hayalmatik ya da Düşomat. Tasavvurhane bile olabilir pekala.

Miyavor: Kedilerin en çok istedikleri üç şeyin tek kelimeyle ifade edilişi. Sıcak, kucak ve kayıntı. (2010)

Kahır bandı: Kahır yüklü ortam.

Haya kırıklığı: Ahlaksızlaşma, duyarsızlaşma.

Turfandacon : Neocon

Paranın haysiyetini yitirmesi: Vahşi kapitalizm.

Can aynam: Sevdalım.

Mışıl mışıl tozları: Melatonin.

Bigbangdaşlık : Bigbangle başlayan dostluk.

An dondurması : Fotoğraf karesi

Beyinosfer: Zihinsel

Demirzâr – Demir gibi sert, ama diğer yandan zâr gibi ince, duyarlı, ağlayan, inleyen anlamına. Bir roman kahramanımın adı.

Moral karartması: Şiddetli moral bozukluğu


Bize Has Bir Medeniyet telakkisi bağlamında türettiğim sözcükler

AKİD : Dünya değişiyor ve yeniden yapılanıyor. Her ülke bundan çeşitli şekillerde etkileniyor. Eskisi gibi kalmak, eski statükoyu  sürdürmek mümkün değil gibi görünüyor. Partiler gelir geçer. Kalacak olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bağımsız bir bakışla, 21. yüzyılda  ‘Yeni Türkiye’nin medeniyet modeli sloganlarından biri olması umuduyla AKİD’i tasarladım.  (2013)

AKİD nedir?

A – Ankara : Ankara Duruşu. Ankara artık oyunlarla sürüklenen bir ülkenin başkenti değil. Kendisi de oyun kuran, ağırlığı olan Ankara, politik ağırlığının yanı sıra dünyaya verebileceği kültür mirasıyla iftihar etmektedir. Kendine güvenen ve kültürüyle iftihar eden bir duruşa sahiptir.

K – Konya : Konya Kriterleri. Bu terim 2005 yılında tarafımdan ortaya atılmıştır. Mevlana’nın eşsiz eseri Mesnevi’den hareketle üç temel maddeye sahiptir. Küresel Merhamet, Hoşgörü ve Hakkaniyet.
 
İ  - İstanbul : İstanbul Hoşgörüsü. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinden sonra azınlıklara ve gayri müslimlere gösterdiği hoşgörü, verdiği hakları ve ünlü fermanını temsil eder. Başta Avrupa’da olmak üzere sinsice bedenlenen apartheid’e karşı çok ciddi bir panzehirdir.

D – Diyarbakır: Diyarbakır Bildirisi. 1950’lere kadar ciddi bir Türk nüfus barındıran  Diyarbakır, Türk-Kürt işbirliğini ve kardeşliğini temsil eder. Diyarbakır Bildirisi tek maddeden oluşur. ‘Türkler ve Kürtler büyük, etkin ve kalıcı bir refah bölgesi tesisi için sonsuza kadar el ele vermiştir.’

Beyaz Cumalar: Robinson’un Maddi Refah Adası’na (refah ülkeleri) göçen eski tanımla üçüncü dünya, yeni tanımla yeterince kalkınmamış ülke insanlarından bazıları (bizde örneğin beyaz Türkler) kendilerini Robinson’un eşdeğeri  addeder. Oysa Robinsonlar nezdinde Cuma’dır. Beyaz bir Cuma.

Samsa ve Faust Kapıları: Robinson’un Maddi Medeniyet Adası’na (Batı’ya) girişte iki kapıdan birinden geçilir. Samsa ve Faust kapıları. Samsa Kapısı’ndan geçenler için eninde sonunda böcekimsi bir yaratığa dönüşmek mukadderdir. Faust kapısı ise çok daha az sayıda ayrıcalıklı kimseye görkemli bir hayat sunar. Bunlar zamanla çatallı kuyrukları ve toynaklı ayakları olan yaratıklara dönüşür. Bir aralar  Üçüncü Bir Kapı daha vardı. İnsana insan kalmayı vaadediyordu, ama şu sıralar tamirde. (2013)

Modernitenin Sözümona Üçüncü Kapısı ve gerçek Üçüncü Kapı için Üçüncü Kapı başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim. (2016)

SiMA: (2013) yapımdaJ

COP: Cumhuriyetçi Oligarşik Parti. Kültürel iktidar ve vesayetin yarı resmi partisi. (2009)

Noktacan: Yeni zamanlarda her an nerede olduğu bilinen, gizlisi saklısı olmayan özne. Dijital Köle. (2012)

Nazarzede Kliniği: Synopticonun yaygınlaşması. Her an gözlenir durumda kalan insanın bunaltısı.

Nârname: İkbal elde etmek amacıyla Şeytanla yapılan anlaşmanın metni. (2015)

FOS: Faşist Oryantalist Sol (2015)

YOK: Yerli Oryantalist Kepazeler (2015)

GEZİLEPSİ: (2017) Aradan geçen bunca zamanda Gezi Olaylarında Küresel Sermayenin, Batılı ülke ve gizli servislerinin, FETÖ’nün, Nusayriler’in, rahmetli Atilla İlhan’ın ünlü kadrosunda yer alan bazı aydın, siyasi, medya mensubu, akademisyen vb.’nin başat rolünü inkâr edenler için konmuş bir teşhistir.  

GEZİLEPTİK şeklinde de kullanımı var.
GEZİLEPSY şeklinde yabancı dilde de söylenebiliyor.

NATÖ: (2016) Birinci Gladyo ve FETÖ’nün sahibi. PKK, PYD, DEAŞ ve El Kaide’nin patronu.


Entelhempalar: Milli ve manevi değerlerden iyice kopmuş, Batı kültür potasında erimiş, oradaki muhtevayla hemhal olayım derken cüruflaşmış entellerdir. Pozitivist, sosyal Darwinist takılırlar. Nekrofil fikir mezarlığında gezinmeyi severler. Yaşarken mevtalaşmışları, zombilektüelleşmişleri mevcut malum. Tarih bilincinden yoksunluk çekmeyi mahalleye sadakat olarak nitelendirirler. Ülkesinden nefret eden, her fırsatta yabancı medyaya asılsız şikâyetlerde bulunan zatı muhteremdirler. Karikatür krizlerinde ifade özgürlüğü sevdalısı maskesiyle karakültürleştirme polenleri salarlar. Ülkelerinde zor hayatları varmış numarası çekerler. Gizli açık terör destekçileridir.
(Kısa tasvir – 2016)

Karakültürleştiriciler: Karikatür krizinde kasıtlı olarak kriz çıkartan islamofobi fabrikatürlerinin tarafını tutan entellere verilen sıfat. (2005)

Kafkaeskileşmişlik: Kafka’nın kendi sorunlarını direkt olarak dile getirmemesinden kaynaklandığı iddia edilen bir terim var. Kafkaesk, endişe ve karamsarlık anlamına kullanılıyor. Eski Türkiye’nin sol-liberal-jakoben formatlı aydınları şu anda iyice kafkaeskleşti. Esas dertlerini dile getirme yetilerini yitirmiş gibiler. Çağ dışı kaldılar. Sorunlar üzerine sorunlu metinler yazarak boşa kürek çekiyorlar.(2016)

Porselen Yazarlar: Projeleşen ve projeleşme potansiyeli ve isteği taşıyan yazarlara verilen isim. (2016)

TÜM: Türkiyeli ve Müslüman (2009)

Hoşkatlanı: Farklılıklara, sürekli yapılması halinde rahatsızlık veren bazı durumlara anlayış gösterme hali. Tolerans’ın karşılığı müsamahadır. Hoşkatlanı müsamahanın bir dalı. Metazori Katlanı da var. Katlanmamanın elimizde olmadığı haller. Hoşgörü Doğu’ya has aşkın bir anlama sahip. Yaratandan ötürü hoş görmek. Batılı anlamdaki toleransı karşılamıyor bu haliyle. (2004)

Tordemir : Temsili olarak ‘Demirağ’ şeklinde nitelendirilen, insanları modern köle yapan, özgürlüklerini sınırlayan, virtüel âlem ve algı yönetimi alanlarını yani çağın zihinsel ağlarını kontrol eden otoriteryan, kabalist, baskıcı ağ ve bunun yarattığı sistem. Yeni zamanda Dijital Kafes.(2013)

Tepefaizgöz: Faizle ve tefecilikle büyük kapital edinenlerin önde gelenleri. (2015)

Hal Efendisi: Postmodernizmin pençesindeki insanın hayatını A’dan Z’ye tanzim eden merci. (2012)

Oyuneri: (2016) Bilgisayar oyunu bağımlılarına verilen ad.

Kod A:  - Ağrıyan adlı romanımda yerini belirttiğim muhteşem tözün esinlemesiyle - ‘Eğer dünyanın küresel vicdanı bir dağ gibi heybetle yükselmiyorsa, orada dirlik, insani düzen ve merhametten söz edilemez.’ (2011)

GlobeHyde: Küreselleşmenin insan sevmez yüzü. (1999)

GlobeJekyll: Küreselleşmenin insan sever yüzü. (1999)

İslamofobi: Batı’da ırkçılığın ve neo-kolonyalizmin yeni maskesi, İslam coğrafyasını ekonomik ve siyasi yönden baskı altında tutma projesinin kilit lafı. Irkçı-siyonist güdümlü avanta tezgâhı.

Homoturcus: ‘İnsan Türk’ anlamına. 1987 yılında tedavüle sürülmüştür. 

Konya Kriterleri: Bu terim 2005 yılında tarafımdan ortaya atılmıştır. Mevlana’nın eşsiz eseri Mesnevi’den hareketle üç temel maddeye sahiptir. Küresel Merhamet, Hoşgörü ve Hakkaniyet.

Homo Kul : Harari’nin Homo Deus- İnsan Tanrı adlı kitabına yazdığım eleştiri metninde ilk kez ele aldığım bir terim.(2017) Homo Deus’un anti tezi. Bütün dindarları kapsar.

RaBA- Rakı-Balık Akademisi – Makbul bir siyaset jargonu.


Çekimdışı Sözcükler Kutusu - 1

İnsanlar çevrimiçi ve çevrimdışı olarak iki gruba ayrılır. Çevrimdışı olmak, devrimdışı olmak, yani devredışı kalmaktır.

Merak aklın nefes almasıdır. Verdiği nefes de esindir. Nefesin toplandığı yer sezildemliktir, sezginin demlendiği yerdir, yani gönüldür.

Esaret ve serbestlik çoğu kez hafızanın oyunudur.

Akıl, çoğu kez gerçeğe ancak onu yamultarak ve kısmen reddederek tahammül edebilir.

Tanrının içimize üflediği nefes gözeneklerimizden dışarı sızıyor. İnsanlık yeniden çamura mı dönüşüyor? - 2005

Mizah zekâ gölünün yüzeyindeki yakamozlardır.

Firketeli okurlar debisi (kadın okurlar için)

Gevşek somya rehaveti

Mendebur istisnalar

Cerahatli ruhlar

Heyecan muhiti

Karakter sirkeleşmesi

Bütünü sezmişlere has hovardalık

Bakış kokutanlar birliği

Beyin hücreleri göçü

Hayatını yanlış yerlere parkedenler kulübü

Mazo-tiryakilik.

Yorgun izzeti nefisler

Müstesnalara açılan sır halvetleri

Kaliteli-aza kanaat edenler

Moleküler Muhabbet

Hasbelmeslek

Zamandan azadeliğe ramak kala müstehziyim



Çekimdışı Sözcükler Kutusu – 2

Hatasız homo olmaz  - Şubat - 2018

Lineer Sabır – Aralık 2017

Hayat çelişkilerle müstakildir – Mart 2018

Beyin hücreleri göçü

Laf çorabın mı kaçtı?

Rüyalar beni sana sallatan salıncaklar.

Hayaldentüremişne varsagiller = nesne - 2008

Mendebur istisnalar

Müstesnalara açılan sır halveti

Heyecan muhiti

Yollara kalp döşeyen niyet

Hayırcası harikadır

Kaliteli aza kanaat

Bastırılmış duygu pastırması

Cerahatlı ruh

Hasbel meslek


Çekimdışı Sözcükler Kutusu – 3

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Tek diş ama maşallah vampir dişi. Ölümsüz ve kan emici. -  Aralık – 2018

İlham en hakiki (Drug) kafadır.  - Mart 2019

İstikbal marşı korosuMart 2019

Format fıtratı yorar. – Mart 2019

İçimizdeki güzellik bize musallat olan – Ekim 2019

Küfür şu sıralar püfür püfür. – Mart 2020

ETT -Elleri Telefona Teyelliler – Mart 2020

Kelt Kelbi – Mayıs 2020




                                         ----------------------------------------------- 


30 Mayıs 2020 Cumartesi

Kaosun Yıvışkan Lekesi - Palyaço ve Joker Zamanları


Tordemir Yazıları
Kaosun Yıvışkan Lekesi



2019 - Palyaço ve Joker Yılı!
2019 yılında korku filmleri ve çizgiroman atmosferli filmleri sevenler için iki film vizyona girdi. Birincisi Stephen King’in IT – O adlı romanından sahneye aktarılan film, diğeri de Gotham City’nin ünlü kahramanı Joker. Bu iki sevimli yüzün ardındaki öldürücü potansiyeli bir arada görmek komplo teorisi severleri, dünya konjonktürünü küresel çapta ortaya sürülen görsel figürler üzerinden  okuma meraklısı olan kimseleri heyecanlandırmış olmalı. Güldürmesi, neşe vermesi gerekenler cinayet işliyor ve insanları kitlesel kaosa kışkırtıyordu çünkü.


IT-O

King’in It-O romanını seksenli yılların ikinci yarısında okudum. O sıralarda Türkçede esas kitabın geniş bir özeti gibi kısaltılarak basılmıştı. Çeyrek yüzyıl sonra O esas haliyle yeniden basıldığında 1138 sayfalık romanı bir kez daha okudum. Kızkardeşimin yaş günü hediyesiydi.

Bu roman sanıldığı gibi sadece başarıyla ardarda dizilmiş korku sahnelerinden ibaret değildir.
İnsanın içindeki kötüyle mücadelesinin çok başarılı bir anlatımıdır. Bu yazı bir roman ve film incelemesi değildir. Zamanımızda medyatik ortamda kötüye yapılan kasıtlı makyajın kandırıcı tesirini ortaya koyabilmek için kaleme alınmıştır. Bu nedenle romanı isimlere pek az değinerek kısaca özetleyeceğim.

Olay ABD’nin Maine eyaletindeki Derry adlı bir kasabasında geçer. Pennywise adlı dünya dışı bir yaratık bu kasabayı mesken tutmuştur. Yuvası yerin altındaki kanalizasyon şebekesindedir. Pennywise ilk kez İspanya Veraset Savaşlarının bitim yılı olan 1715 yılında uyanmış, her 27 yılda bir aktifleşerek 1958 yılına kadar gelmiştir. Pennywise büyük felaketlerle, insanların ve özellikle çocukların korkularıyla beslenen habis bir yaratıktır. Kendisi palyaço kılığındadır, ama insan beyni onun gerçek görünümünü kavramaktan acizdir. Bu nedenle istediği kılığa, ölmüş kimselerin suretine bürünebilen bu yaratığı korkunç bir dev örümcek formunda hayal eder.  Bu yaratık kasaba halkını da derece derece uyuşturmuştur. Dünya ahalisinin Akdeniz’de boğulan göçmen bebeklere olan ilgisini hatırlatır bir şekilde kimse cinayetlerle uzun boylu ilgilenmez, unutmayı yeğler.

1958 yılında on iki yaşlarında biri kız olan yedi çocuk Pennywise’ı haklamak üzere harekete geçer. İçlerinden birinin küçük erkek kardeşi Palyaço tarafından öldürüldüğü için fazladan öfkelidirler. Çocuklar bin bir badire atlatarak sonunda Pennywise’ın soluğunu kesmeyi başarır ve bir söz verirler. Eğer habis Palyaço Pennywise tekrar ortaya çıkacak olursa geri gelip mücadele edeceklerdir.

Aradan 27 yıl geçer. 1984’te Pennywise yeniden uyanır. Yedi çocuktan biri Derry’de kalmış, diğerleri kasaba dışına gitmiştir. Gidenlerin altısı da iş hayatlarında çok başarılı olmuştur. Kız modacı, erkek kardeşi katledilen çocuk ünlü bir yazar, bir diğeri tanınmış mimar olmuştur örneğin. Derry’de kalan, kasaba kütüphanesinde çalışan arkadaşları olaylar başlayınca hepsini tek tek telefonla arar ve durumu anlatır. Erkeklerden biri korkudan intihar eder. Diğer beş kişi Derry’e gelir ve mücadeleyi yeniden başlatır. Bu arada mazi uyanır, çok korkunç olaylar olur, ama azimli altı yetişkin Pennywise’ı bir kez daha alt etmeyi başarır.

Ekrandaki O
1990 yılında dar bütçeyle bir televizyon mini seri filmi olarak sahneye uyarlandı. Meraklıları bu filmi iki video kasetinden izledi. 2017’de tam 27 yıl sonra! IT yeniden sahneye çıktı. Birinci filmi sadece çocukların hikâyesi şeklinde izledik. İyi bir bütçeyle yapılan film oyunculuk ve teknik açıdan diğerinden çok üstündü. Yeni kuşak genç izleyiciler için tarihler uyarlanmış ve başlangıç 1958 yerine 1989’a kaydırılmıştı.

Palyaço Rolü Önemli
1990’daki filmde Palyaço rolü Tim Curry   tarafından başarıyla canlandırılmıştı. Koyu makyajın altından bile mimikleri belli olan, kendi saçlarını kullanan aktör filmin başarısında baş rolü oynamıştı. Seyirciler   IT ve  IT2 filminde  Bill Skarsgård’ın palyaço performansını da başarılı buldu. Bu rol için biraz gençti sadece. Ardından 2019’da ikinci kısım IT 2 sadece yetişkinler bölümü olarak vizyona girdi ve bu türün meraklılarına hoş-gerilimli saatler yaşattı.

İki Yenilik
Bu yeni yapımda kitapta ve ilk filmde olmayan noktalardan ikisi dikkat çekiciydi. IT2 – O İkinci Bölüm lunaparktan çıkan bir eşcinsel çifte yapılan ölümcül saldırı ile başlıyor. Böylelikle Pennywise en yeni cinayet ve ortama korku salma sezonunu açıyor. Diğer nokta intihar eden Derryli adamla ilgili. Kitapta korkup Derry’e gelmemek için intihar eden adamın grubun içersindeki yegane Yahudi olduğu yazılıydı. Bu filmde yine intihar ediyor, ama mücadelenin en zor aşamasında astral bedeni başı kipalı, dindar bir musevi suretinde arkadaşlarına manevi destek sunuyor. Ve bu filmin ardından Joker vizyona girdi.  
                          

Joker’in durdurulamaz Gülüşü
Batman’nin şehri Gotham’ın ünlü karakteri, Batman’in hasmı joker çizgiroman meraklıları tarafından iyi tanınıyor. Victor Hugo’nun bir romanından esinlenerek çizgiroman sayfalarına ve film ekranlarına defalarca taşınmıştır. Burada en yeni Joker filminin mesajına değinmeye çalışacağım. Aktör Joaquin Phoenix’in çok başarılı oyunculuğu sadece yapımcıların kasasını doldurmakla kalmadı, filmi mesajı açısından fazladan etkili hale getirdi.

Film 1981 yılında Gotham şehrinde geçiyor. Çöp yığınları, metrodaki şiddet olayları ve tekinsiz sokaklarıyla o yılların New York’unu çok andıran bir ortamı görüyoruz. Penny adlı annesiyle fakir bir ortamda yaşayan, filmin başında ergenlerden dayak yiyen, daha sonra birdenbire işsiz kalan Arthur Fleck komedyen olamayacağını anladığında inanılmaz bir hayal kırıklığı yaşıyor. Bu arada kendisinin bir evlatlık olduğunu keşfediyor.

Arthur seri katil değil. Daha başlarda, filmin 30. dakikasında metroda durduk yerde gelen gülme krizi nedeniyle kendisine musallat olan, tartaklayan iyi gelirli üç kişiyi tabancayla vurarak öldürüyor. O andan sonra 110. dakikada bu hâlâ yegane cinayet olarak kalıyor. Kaçan üçüncü kurbanı takip ederek vurup öldürdüğü halde arada geçen zamanda cinayeti benimsememiz, haklı görmemiz ya da onu aşırı kınamamamız için Joker’in dram öyküsünü bütün ayrıntılarıyla öğreniyoruz.  

Arthur filmin 120. dakikasında hayatının bir trajedi değil komedi olduğunu keşfediyor ve son darbeyi dalga geçilmek ve reyting artırmak için davet edildiği canlı yayında programın ünlü sunucusu Murray Franklin’i tabancasıyla vurarak indiriyor. Arthur Fleck filmin son on dakikasında artık palyaço maskeli nümayişçileri sokaklara yönelten ve Gotham şehrini yaktıran yıktıran müntakim bir Jokerdir. Son sahnede Joker polis arabasında nümayişçilerin arasından geçirilirken Cream grubunun White Room’unu duyarız. Sözlerine dikkat edilirse  bu parçanın son sahnelere filmin ana mesajına pek uygun düştüğü görülecektir.  

Kaosun Yıvışkan Lekesi
IT romanında yazar iyi ve umutvar olmayı, dünyayı var ettikten sonra uzayın bir köşesinde kıpırtısız duran kaplumbağa şeklinde tasvir etse de bir yaratıcının varlığına inanmayı, arkadaşlığın birlik gücünden vazgeçmemeyi öneriyor. Çocukların korkularından beslenen Pennywise’a bu inanç manzumesine sahip olmadan karşı çıkmaları ve kötüye karşı savaşmaları mümkün değildir. Palyaço kılıklı canavar korkuyla beslenerek güçlenmektedir. Bu canavar her an her yerde belirebilir, çeşitli suretlere bürünebilir, ama iç cihattan kaynaklanan cesaretle karşı çıkıldığında rasgele malzemelerden bile ölümcül etkilenebilmektedir. Burada inanç ve niyet önemlidir. Bunlarla her türlü kötülüğe karşı durulabilir.

Jokerdeki mesaj ise kötümserdir. Bugün sağlık sistemindeki yetersizlik, toplumdaki çöküş, hoşgörünün buharlaşması, kısacası o sihirli American Dream’in, Amerikan Rüyasının çöküşü ortamında joker zamanımızın Amerikalısına ve dünya ahalisine çözüm olarak sokakları işaret ediyor. Uğranılan haksızlıklara karşı sisteme başkaldırmanın, ortalığı yakıp yıkmanın adeta bir haklılık çerçevesine oturması, bu uğurda işlenen cinayetlerin hoşgörülmesine varan kasıtlı olarak yamultulmuş bir yorum söz konusudur. New Yok başta olmak üzere, dünya üzerinde bir çok yerde sistem karşıtı  gösterilerde Joker maskesi ya da gülen palyaço maskeleri çoktan kullanılmaya başlandı. Bir ara da ‘V for Vendetta’ modası vardı. Bir çizgi roman kahramanıydı. Yine bir film aracılığıyla tedavüle sokulmuştu.

Fleck’in anlamlarından biri lekedir. Arthur Fleck kitleyi etrafı yakıp yıkmağa ve karşı koyanları öldürmeye teşvik eden bir psikoloji bulaştırıyor insanlara. Ahaliyi palyaço maskesi takarak protesto amaçlı olarak sokağa çıkmaya teşvik ediyor. Oyunda her iskambili kağıdının yerine geçebilen Joker mobil nümayişçileri sokağa süren iki ayaklı bir baz istasyonu gibidir.
Makyajla bezenenerek müphemleşmiş kötücül bir potansiyeli yönetir.

‘Everything Must go!!’ afişi filmin ilk sahnesinde gözümüze sokuluyor. Üç-beş ergen bu afişi Bay Fleck’in elinden kapıp kaçıyor, onları takip eden Joker’i dövüyor ve her şeyi başlatıyor. Ardından ‘Sokaklarda empati yok, uygarlık yok ve tüm burjuvalar yok edilmeli.’ sloganlarını görüyoruz. 76 milyon kişi dünya zenginliğinin %99’una sahip olduğu, 26 milyarderin dünya zenginliğinin % 82’sine sahip olduğu bir dünyada insanın içindeki iyi tükenmeye mi yüz tutuyor?

Tahripkâr iç palyaçoya karşı koyacak gücümüz mü tükenen aslında? Yoksa yakın gelecekte kurulacak robotik düzen nedeniyle insana gereksinim kalmayacağı için dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirme projesi sahiplerinin yeni bir oyununa mı geliyoruz?

Joker’in amansız düşmanı Batman’dir malum. Peki küresel sistemde Batman kimlere karşılık geliyor? Haksız gelişmeler karşısında çaresiz kalan, öfke duyan insan bu gücü gerçek Batmanlere yöneltebilecek mi? Yoksa her zaman olduğu gibi planlı tatbikatlı manipülasyonların piyonu olarak mı kalacak? Malum Kaos Milyarderleri’nin şu sıralar Jokerlere çok, ama çok ihtiyacı var. 

                                                     ----------------------
           
                                              

14 Mayıs 2020 Perşembe

ZOMBİNAME - Gün Batımında İki Güneş


ZOMBİNAME
GÜN BATIMINDA İKİ GÜNEŞ


  Oturduğum yerde huzursuzca kımıldandım. Bir şeyler... Bir şey yolunda değil sanki. Şöminede sönmeğe yüz tutmuş alevlerin yüzüme yolladığı samimi ısı dalgaları, kız belli bardağımdaki demli çayın rengi, sevgilimin geçen yaş gününde aldığı boz renkli yün çoraplardan soldakinin baş parmağım hizasındaki ten rengi leke,  birinde kaykıldığım kahverengi iki deri koltuk, yerdeki el örmesi halının üzerindeki akrep desenleri, arkamdaki kütüphanedeki kitapların ciltli sırtlarında basılı exlibrisim ve diğer sayısız konfor hareketliliği içinde ters giden bir şey var.
  Parmağımla sağ kulağımdaki plastik nesneye dokundum. Pink Floyd’un The Final Cut albümünden Your Possible Pasts  adlı parçanın melodileri bir şişeye tenekeden dökülen zeytin yağı gibi kıvamlı ve zahmetsizce beynime akıyor. Birazdan en çok sevdiğim bir diziyi izleyeceğim. Bir çay daha. Keyfime diyecek yok. O halde niye kurup durumaktayım? Ha... Dizinin son bölümünde ne olduğunu unutmuşum. Ondan mı acaba huzursuzluğum?
  Yeni bölüm başlasın hemen hatırlarım. Hep öyle olur. Günlük hay huy içinde bunlar normal. Dilin ucunda duran ve sadece başkaları anlatınca hatırlanan fıkralar gibi.
  “Peki ya diğer şeyler? Esas dizi?”
  Sağıma soluma bakındım. Sesin sahibini göremedim. Parazit atak olmalı yine. Sinsi virüsler gibi her yere sızan sesler. Eğilip çay bardağımı aldım. Soğumuş çay içmeyi severim. Buzlu çayı da. Çayı her ısıda içebilirim yani. O kadar çay hastasıyım ki, dondurması yapılsa ona bile fitim.
  Çayın tadındaki bozukluğu neye yormalı? Sanki birisi bana çaktırmadan içine birkaç damla sirke damlatmış gibi.
  “Peki ya diğer belirtiler?”
  Parazit sese aldırış etmeden ayağa kalktım, ama bunu niçin yaptığımı hatırlamıyordum. Birkaç adım atayım hemen aklıma gelir. Hep öyle olur. Belki bu arada bir ayna bulmalıyım.
  “Aferin, kafanın dibindeki nohut ışıldadı yine.”
  Dilimin ucunda bir küfür nemlendi, ama dışarı salmadım. Yaşım çok genç, ama biraz batıl itikatlıyımdır. Şu anda uğursuzluk getirir diye düşünüyorum. Kulaklığımı çıkarıp sehpanın üstüne bıraktım. Aralık duran oda kapısına baktım. İçim üşüdü. Çocukluğumda özellikle rüyalarımda aralık duran kapılardan çok korkardım. Bir şeyin arkası, göremediğin şeylerin cepleri sürpriz doludur. Çoğu da ehven değildir. Korkutur, acıtır, hüsrana uğratır ve yerinden koparır insanı. Burada rahatım. Çok rahatım. Keyfim de gıcır. Öyle kalmak istiyorum. Orada duran, kapının arkasındaki, haneme davetsiz olarak gelen o şeyleri görmek istemiyorum.
  “Gelen melen yok ahmak.”
  İçimden ‘uyma ona’ diye fısıldayan dürtüye aldırmadan sesimi yükselttim. “Ne oluyor peki?”
  “Gelen yok, gidiliyor. Gidiyorsun.”
  “Nereye?”
  “Müziği dinle.”
  Gayri ihtiyari sağ elim kulağıma gitti. Kulaklığım sehpanın üstünde bıraktığım yerde durmaktaydı. Müzik devam ediyordu. Kulağımda kulak varcasına ama. Ses ses yükseltici kutulardan geliyor gibi yankılanmıyordu odada. İngilizce sözlerin tercümesi mutlak sıfır ısısında. Bu arada albümün en sonuncu parçasına gelmişiz. ‘Gün Batımında İki Güneş’ adlı son parça çalıyor. Zaman nasıl hızlanmış. Kayıt dışı, kayıp zaman. Topu topu üç adım attım odanın içinde. Her adımım bir çeyrek saat sürmüş gibi.
 “Korku,
O sesleri asla duymayacaksın,
O yüzleri asla görmeyeceksin.
Dişlerin bile buharlaşacak.
Sonunda çok az kimsenin bildiği şeyi kavrayacaksın.
Küller ve elmaslar, düşmanlar ve dostlar,
Sonunda hepsi bir ve tek olacak.”  
  Saksafonun harika sesi şu anda kulağımda ruh törpüsü. Hayır böyle bitemez. Hayır. Şöminede ateş, kulağımda melodi ve bardağımda çay varken olmaz. Hayır..!

*

  “Kendine geliyor.”
  Bana bakan yüzler aşina. Hepsi yoldaşım kanka dostlarım. İçimdeki korku yatışıyor. Kalp atışlarım normale döndü bile. O neydiyse, geldi ve geçti. 
  “Nasılsın?”
  Yerden doğrulup çevremdekilere baktım. Ana belleğim hâlâ yetersizdi. O odayı, çayın tadını ve müziğin kalbimde yarattığı titreşimi hatırlıyordum. Kelime haznemi daracık karanlık bir mahzenden spotları ışıl ışıl yanan olimpik bir stadyuma çevirmişti. Ve oraya dönmek istiyordum. Ben değil, ben ait olduğum yerdeyim. Ben değil, o nohut kadar küçücük ışıltı. O istiyor. Ne kadar güçlü avazı.
  “Nasılsın?”
  “İyiyim.” Dedim etrafımdakilere. Yüzüme hepsi aynı şekilde bakıyor. Göz bebekleri donuk, mimiksiz. Kimsenin ağzı kımıldamıyor, ama üzerime arı kümesi gibi kelimeler üşüşmüş durumda. Benim için endişeleniyorlar. Bazıları başıma gelen arızaya talipmişçesine istekle ayrıntıları soruyor.
  “Dedim ya... Çay vardı, şömine yanıyordu. Müzik vardı. Benim değil... Babamın... Evet, babamın çok beğendiği bir albümü dinliyordum. Ufukta batan iki güneş vardı. Sonra...”
  “Tekrar bize döndün sevindik.”
  Sevenlerimin bu kadar bol olması ne kadar güzel bir duygu. Az önceki cinsten bir atağı en son iki ay önce de geçirmiştim. O da birkaç dakikalık bir zaman balonunun içine üflenmiş saatler şeklinde seyretmişti.     
  “Krizi atlattın. Çok sevindik.”
  “Sağolun dostlarım.”
  Benle beraber sekiz kişilik bir gruptuk. Sokakta yürümeye başladık. Eskiden İstanbul denen şehirdeyiz. Gökdelenlerin dibindeki sokaklardan birinde amaçsızca yürümeye başladık. O odanın etkisi silinmeye başlamıştı. Su çekiliyor. Böylesi iyi. Çünkü ben artık o gerçekliğe ait değilim. Dört buçuk yıldır kalbim eskisi gibi koşuşturmuyor. Gencim. Damarlarımda bir zamanlar fokurdayan kan şimdi tembelce gezinen yoğun ve soğuk bir sıvı. Midem sıcak yemek öğütmeyeli yıllar oldu. Soğuk ve çürümüş ete talim ediyorum. Gözlerim sıradan görüşünü yitireli yıllar oldu. Dışarıdan yönetilen bir sistemle görüyor ve duyuyorum ben de diğerleri gibi.
  Anladınız değil mi?
  Ben bir zombiyim.
  Neden böyle olduğumuz için çok çeşitli faraziyeler sürüldü ortaya. Hiçbiri sonuçtan daha önemli değil artık. Birlikteyken bahsini etmeyiz hiç. Bir zombi anı yaşar. Geçmiş karanlıktır, gelecek kesif bir sis  gibidir.. Az önce geçirdiğim şömineli, çaylı krize rağmen onlardan bir şey ummak saflıktır. An her şeydir. Zombilerin kolektif belleği An yakıtıyla çalışan bir motordur dense abartma olmaz.
  Az önce başıma gelen şey zombilerde çok nadir raslanan bir şey. İnsan olduğumuz zamanları böylesine ayrıntıyla hatırlama ve bizzat deneyimleme. Bu beni bir şekilde grubumda lider yapıyor. Hiç lafı edilmez, ama herkeste geçmişin özlemi bir şekilde hâlâ yaşıyor. O ışıltılı nohutun acarlığı.
  “Arkadaşlar yeni kaynak bulundu.”
  Hemen önerilen yöne doğru yürümeye başladık. Bu müthiş bir şeydi. Şanslıysak uzun zamandan sonra ilk defa taze et ve sıcak kan tadacağız. Şehir nüfusunun yarısından fazlası zombiye dönüştü. Teknolojinin yardımıyla sağ kalan ve korunaklı yerlerde yaşayan insanlar var. Sayıları bayağı fazla. Taze et kaynağımız. Onlardan küçük bir grubun yeri tespit edilmiş. Şimdi oraya baskına gideceğiz. Direnecekler haliyle. Ama bizimle başa çıkmaları mümkün değil. Sonunda onlara da ufukta aynı anda batan iki güneşi göstereceğiz.
                                                                                                             Amsterdam, Nisan 2012

29 Nisan 2020 Çarşamba


Tordemir Yazıları

POE’nun Mirası
 

Altın Böcek İlhamı
  Edgar Allan Poe’nun The Gold Bug – Altın Böcek adlı öyküsünü Varlık yayınlarının 1955 baskısı olan kitaptan okuduğumda on iki-on üç yaşında falandım. Öykü bir altın böcek tarafından sokulan birinin, William Legrand’ın böceğin onu soktuğu yerde eski bir İspanyol definesini bulmasını anlatır. Legrand’ın defineye ulaşabilmesi için çözümlediği kriptografik metin ve işaretler 1843’te yayımlanan öyküyü benzersiz kılar. İskoçyalı yazar Robert Louis Stevenson'un 1882’de yayımlanan ünlü macera romanı Define Adası’na ilham kaynağı olmuştur.
  Defalarca okuduğum öyküde Legland bu defineye nasıl ulaştığını,  korsanların şifrelerini ve gizemlerini nasıl çözdüğünü ayrıntıları ile anlatır. Bu ayrıntılar  bu öyküdeki olaylardan da özel ve gizemlidir. Legrand’ın şifreyi kırarken uyguladığı yöntem beni çok etkilemiş ve bundan esinlenerek o yaşta kriptografik gizli bir alfabe hazırlamıştım. Hâlâ kullanıyorum.
  Poe modern polisiye öykü-romanın mucididir. Öyküleri sayısız yazara model olmuş ve ilham vermiştir. Öykülerinde anlatıcı kullanması örneğin Sir Arthur Conan Doyle’a Sherlock Holmes’in yanına onun maceralarını anlatan Watson karakterini eklemeyi ilham etmiştir. Agatha Christie’nin ünlü anlatıcısı Teğmen Hastings de bu miras kapsamındadır.  Ayrıca S. Holmes, Poe’nun dedektifi olan Auguste Dupin’den piposu da dahil bir çok şeyi esinlenmiştir.
  Poe’nun mirasının tam bir dökümü kalınca bir kitap olabilir. Bu yazımda  Poe’nun Çalınan Mektup, Amontillado Fıçısı adlı iki öyküsü ve Stephen King’in mirasyediliği üzerinden bu edebi terekenin muhteviyatına küçük bir ışık huzmesi tutmayı deneyeceğim.

Çalınan Mektup
  Çalınan Mektup adlı öykünün konusu kısaca şöyledir: Devletin üst düzeyinde bulunan bir kadına ait bir mektup Bakan D. tarafından çalınmıştır. Polisin Bakan D.’nin evinde yaptığı aramalar bir netice vermeyince Dupin’e başvurup bu mektubu geri almasını isterler. Mektup açıklanırsa büyük bir skandal çıkacaktır. Dupin elbetteki para karşılığında, ama yüksek mevkiye sahip bir hanımefendiye yardım elini uzatan şövalye ruhuyla da bu işi kabul eder. Araştırır ve mektubu bulur. Mektup ne bir kasanın içersindedir, ne de çok gizli, derinlerde saklıdır. Spoiler vermeyeceğim. Gizli saklı yerleri arayanları yanıltmak için göz önünde bırakılmıştır.  
  Bu öykü popüler psikanalistler ve edebiyat eleştirmenleri tarafından inceleme konusu yapılmıştır. Ben Çalınan Mektup’ta bize verilen mesajın şu anda çağımızda da çok geçerli ve kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bilgi kirliliği, enformasyon bombardımanı çağında ufak tefek sırlar çok iyi gizleniyor, ama insanlığı en çok ilgilendiren, en hayati meselelere değin sırlar hepimizin gözünün önünde duruyor.
  Bu bir taktik. Üst akıl, üstün akıl ya da şeytani akıl da bütün insanlığı ilgilendiren en büyük, en dehşetengiz planına dair sırrını apaçık ortada tutuyor. En yakında duran ve kolayca görünenin çehresini çözümlemek için bizi sarmalamış olan algı yamultucu tesirleri bertaraf etmemiz tek başına yeterli.

Amontillado Fıçısı 
  Diğer öykü Amontillado Fıçısı. İtalya ortaçağındayız. Montresor adlı bir elit, eski bir tanıdığı olan kendisini binlerce kez incitmiş, giderek işi hakarete vardırmış olan soylu arkadaşı Fortunato’yu öldürmeye karar vermiştir. Bir planı vardır ve iki nokta çok önemlidir. Cezalandırmayı ceza almadan yapmak ve alınan öcün o şahıs tarafından derinliğine hissedilmesini sağlamak.
  Bir karnaval akşamı yüzü maskeli olarak sokakta gezinen Montresor, maske takmış ve kafasına çıngıraklı bir külah geçirmiş olan Fortunato ile karşılaşınca çok sevinir ve hemen planını uygulamaya başlar. Şaraptan anlamakla öğünen arkadaşına bir fıçı nadir bulunan Amontillado şarabı aldığını, ama gerçek olup olmadığından kuşkulu olduğunu ve bu iş için Fortunato’nun çok gıcık olduğunu bildiği birine danışacağını söyler. Arkadaşı büyük bir hevesle evinin mahzenindeki fıçıyı görmek ve kalite kontrolü yapmak ister. Birlikte eve doğru giderlerken yolda, sonrasında mahzendeyken Montresor ona defalarca nemin öksürüğünün azdırdığını bu işi başka zaman yapabileceklerini söyler. Özellikle sokakta Furtuno bu şansı teper. En iyi şarap uzmanı odur ve Amontillado’yu çok merak etmiştir. Böylelikte kaderine gider ve arkadaşı finalde onu evinin derin mahzeninin en dibinde hazır beklettiği bir bölmenin duvarına zincirle bağlar. Duvarı tuğlalarla örerek onu orada karanlıkta susuzluktan ölmeye bırakır. Bağırması çırpınması boşunadır. İki kat duvarın ardında sesini kimselerin duyması mümkün değildir. İntikam alınmıştır. Cürmün tanığı yoktur ve adı ‘şanslı’ anlamına gelen Fortuno’nun önünde adı ‘benim hazinem’ anlamına gelen Montresor’a yaptığı yanlışları düşünmek için epey vakti vardır. Şu ana kadar yazılmış en iyi öc alma öyküsüdür. İyi plan yap, denk getir, öcünü al ve asla yakalanma

King Ne Diyor? 
  Stephen King konuşmalarında E.A.Poe’nun kendine model olmasını ve edebiyata katkısını defalarca dile getirmiştir.  Kısa bir alıntı yapıyorum.
“Poe dedektif öykülerini, öykülerinde anti kahraman kullanmayı icat etmiş, başkahramanı kaçık ya da kötü olan öyküler kaleme almış olan ilk yazardır. Onun gizemli ve dehşet yüklü öyküleri benim çok beğendiğim Robert Bloch, H.P. Lovecraft and Ray Bradbury de dahil birçok yazarı etkilemiştir. Benim The Old Dude’s Ticker – Yaşlı Dude’nın Yüreği adlı öyküm Poe’nun The Tell Tale Heart - Müzevir –Gammaz Yürek adlı öyküsüyle paralel izlekle yürür. Tek fark olayın yetmişlerde bir Vietnam gazisinin başından geçiyor olmasıdır. Kısacası Poe’nun öyküleri harikadır ve hâlâ benim onları onlu yaşlarda keşfettiğim sırada olduğu derecede okunabilirliğe sahiptir.”

Overlook Oteli
  King ve Poe ile ilgili bir kıyaslama metni kaleme alsam King’in The Shining – Parıltı’sıyla başlardım.  Bu roman Poe’nun The Fall of Ushers House – Usherlerin Evi’iyle çok benzer bir temaya sahiptir. Overlook oteli Usherler’in evi gibi bir kötü mekândır. Poe’nun Kara Kedi öyküsündeki baltalı cinayet te bu atmosfere fena halde uymaktadır. Ayrıca Parıltı’daki otobiyografik öğeler de ilginçtir. King ile Poe’nun alkolik geçmişleri tek başına kayda değer bir etkileşimdir.  İki yazarın eserlerindeki karakterlerin Shakespear karakterlerinden esinlenmişliği  de böyledir. Ben meseleye kısaca değindim. Meraklılar için engin bir denizdir.

Poe’nun Mirası


  Poe’nun mirası denince benim aklıma gelen ilk şey Dupin’in dedüktif düşünce tarzıyla Morgue Sokağı cinayetinin faalinin sirkten kaçmış bir goril olduğunu bulmasıdır. Çok şaşırmış ve afallamıştım. On üç yaşındaydım. Televizyon bile yoktu o sıralarda J Altın Böcek’teki kripto çözümün etkileyiciliğini anlattım. Kaleme aldığı dedektif öyküleri ve  eserlerindeki sıkı kaçık-acayip kötü başkahramanlar on dokuzuncu yüzyılın başında endüstri toplumunda ananelerden kopmuş, şehir denen jangılda kendini yalnız hisseden, raydan çıkan bireylerin gelişini müjdeliyordu.
  Kırk yaşında hayat mumu sönen Poe şiirleri ve öyküleriyle bir süper nova gibi saçıldı ve bu satırların yazarı da dahil inanılmaz sayıda yazara ve okura ilham verdi.                                                                 

                                                    ------------------------

21 Nisan 2020 Salı

Borges ve Kemeraltı


Tordemir Yazıları
Borges ve Kemeraltı
J. L. Borges 17-18 Mayıs 1986’da Amsterdam’daki Rai Kongre salonunda Fritjof Capra, Susan Griffin, R.D. Laing, Cloé Madanes, Rollo May’le birlikte bir konuşma yapacaktı. Assolist oydu haliyle. Kendisine Türkçe ve Hollandaca basılmış iki kitabını imzalatmayı hayal ediyordum. Mümkün olmadı. Borges rahatsızlanmıştı, o yılın Haziran ayında bu dünyadan göçtü gitti. Yukarıda ismini verdiğim yazarların kısa öykü ve denemelerini basan Kaos dergisinin özel sayısını hâlâ saklıyorum. Bellek sobasının ateş tuğlası olarak kütüphanemde duruyor. 

  Borges ve Kemeraltı denememin labirent ve bellek merkezli kısmını burada sizlerle paylaşıyorum. Yazarı defalarca İzmir’de Kemeraltı sokaklarını arşınlarken hayal etmişimdir. Sonunda kelimeleri bir araya getirebildim.
  Kemeraltı bir labirent. Ne kadar gezersen gez tamamını görmüşüm hissiyatı vermez. Aynı yerlerden, sattıkları her şey diğerleriyle bire bir aynı olan satıcıların önünden defalarca geçsen de zihnimizde çalışan ‘her an başka, her an diğerinden farklı’ jeneratörü bizi aldatır. Mevcudatın tümü ele geçmezdir ve sürekli bir devinim içersindedir. Bir yerden bir şeyler getirilir, insanlar bunları alır götürür, ciddi ölçüde kayıt dışıdır.
  El işi azlığı tekdüzelik getiriyor. Çünkü elin becerisi, kifayetsizliği, malzemenin bolluğu ya da azlığı inanılmaz bir çeşitlilik oluşturur. Buna rağmen tıpa tıp aynı gibi görünen binlerce fabrikasyon mamul bize biraz farklı görünür. Bunu unutma ve hatalı hatırlama yetimize borçluyuz. Unutmak tekdüzeliğin ilacıdır.
  Borges özellikle altmışların yetmişlerin Kemeraltı’sında bir-iki gün gezinseydi labirenti hemen sezerdi. Bir yeri labirent yapan şey onun karmaşık yapısından çok insana has bellek tökezlemesi yaratabilme kapasitesidir. Berkeleyvari bir zaman telakkisinin de labirent inşasında harcı yok değildir. 
  Borges 1942’de yazdığı Bellek Funes – Funes el memorioso adlı öyküsünde İreneo Funes adlı bir gencin her şeyi hatırlaması yüzünden büyük bir yükün altında ezildiğini, insan bedeninin bunu kaldıramadığını, attan düşme nedeniyle aldığı yaralar yüzünden çok genç yaşta ölerek kurtulduğunu anlatır. Adı barış, huzur; soyadı eğlenceli anlamına gelen İreneo Funes bütün ayrıntıları hatırlıyor; bu benzersiz hatırlama yetisi sayesinde sayılar yerine kelimeler ikame ediyor, nesnelerin bozulmasını, dişlerin çürümesini ve ölümün yavaşça yaklaşışını derinden hissediyordu.
  On iki yaşında falandım. Başkan Kennedy’nin ABD’de suikasta uğradığı sıralardı. Üçkuyular’a adı henüz verilmemişti. Fahrettin Altay’a ise daha çok vakit vardı. Kemeraltında olan biten her şeyi hatırlayan bir adamı dinledim. Kolonyacılar sokağında küçük bir imalathanesi vardı. Sadece limon kolonyası imal ediyordu. Adı İhsan’dı. Kolonyacı İhsan diyorlardı. Babamla gitmiştik. Kolonya alma bahanesiyle gelmiş iki adam daha vardı. Motor gibi eskileri anlatıyordu. Birisi on küsur yıl önce falanca dükkân dediğinde hemen sahibinin ismini söylüyor, şu anda ne iş yaptığını – Kemeraltı sınırları içindeyse söylüyordu. Herkesi ismi soyadı ve tevellütüyle tanıyordu. Kim öldü, kim yakında yolcu, kim teneşir kaçkını etiketiyle geziyor hepsini biliyordu. Müthiş bir bellekti. Kemeraltı’nın canlı yakın tarih kitabıydı mübarek. Anlattığı şeylerin hiçbirini bilmiyordum, ama bilenler hayret vitesi büyültüp duruyordu.
  Ergenlik çağının hayhuyunda bir ara o adamı unuttum. Tekrar aklıma geldiğinde kırkların kara sularına girmek üzereydim. Babam ben yirmi yaşındayken vefat etti. Ona soramazdım, neyse ki, aile dostumuz İsmail amca yardımıma yetişti. Boya atölyesini yaşlılık nedeniyle kapatmıştı, ama her gün iş gibi Kemeraltı’na gelip eşi dostuyla çay kahve içiyor, kıraathanelerde tavla oynuyor, akşam iş çıkışıymış gibi evine dönüyordu. Önünde bunu yapabileceği upuzun iki buçuk yılı daha vardı. Bay Hafıza denen Kolonyacı İhsan’ın seksen sonlarında öldüğünü ve onun yerini birinin alacağını, ama kim olacağının henüz belli olmadığını söyledi. Bu bir ananeydi. Kemeraltı vakalarını hatmeden bir hafız silsilesi vardı. İhsan beyden önceki vaka hafızı Rasim Mehmet adlı bir kunduracıydı. Adam İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşlılıktan ölerek postu kolonyacı İhsan’a bırakmıştı. 
  İreneo ile Kolonyacı İhsan çok farklı.  İhsan bey evliymiş, üç oğlu varmış, karısı zeytinyağlı kereviz yemeğini çok güzel yaparmış ve bazan motor gibi dur durak bilmeden anlatırmış. Ağır ağır kelime seçerek konuşan İreneo ise genç delikanlı ve bekâr. Kolonyacı duyduğu şeyleri hatırlıyormuş en çok. Aklında kalmasın diye kitap gazete falan okumazmış. O sırada televizyon ve sosyal medyanın olmaması şansı olmuş.
 
Bir yakın arkadaşıma bir gün yarı şakayla ‘İleride kendinle ilgili olarak benim de tanığı olduğum ya da bana anlattığın bir şeyi unutursan bana gel, benden dinle’ demiştim. Gençken yüksek sesle söylenen telefon numaraları bile aklımda kalırdı. Bu istidatım sonradan otobiyografik metinler yazarken çok işime yaradı. Şimdilerde yedinci on yılı doldurmak üzereyken bu tür iddialarda bulunacak durumda değilim, ama hâlâ yarım yüzyıl öncesine ait bir yığın ayrıntı zihnimde dans etmeye devam ediyor. Çocukken ve ilk gençliğimde ısrarlı rüyalarım vardı. Bunları hatırlamaya devam ediyorum mesela, ama evvelsi gün yaptığım beş telefon konuşmasının beşinin de kimle olduğunu duraksamadan sayabileceğimden kuşkuluyum.
  Kolonyacı İhsan eskiden tanıdığı kimselere o sıralarda ne giydiğini, nelerden bahsettiğini söylermiş. Bu özelliği de fazladan seyirci çekermiş. Birçok kimse kendi belleğini tazelemek, nostaljik duygularla sarsılmak için Kolonyahaneye gelir ve ‘Anlatsana İhsan abi, ben hani çocukken buraya gelmişim. Ne giymiştim? Ağzım ne tür laf yapıyordu? Babam rahmetli neler diyordu benim için.’ vb. falan diye sorarlarmış. Ne yalan söyleyelim adam sağ olsaydı bunu ben de yapmak isterdim şimdi.
    Kunduracı Rasim’in Üçüncü Beyler sokağının bitiminde küçük bir ayakkabı tamircisi varmış. Onun belleği de müthişmiş. Daha çok maniler, türkü ve şarkı sözleri, adı sanı bilinmeyen çoğu sıradan olan şairlerin şiirlerini ve en müthişi meyhanelerde edilen en uçuk sohbetleri kelime kelime hatırlıyormuş. Çarşıda iş tutan alüftelerin, parlakçıların, ispirtocuların, goygoycuların, bul karayı al parayıcı taifesinin falan hepsinin adını bilirmiş. Küçük dükkânı yaz-kış ayakkabı tamiri bahanesiyle gelen insanlarla dolu olurmuş. İkinci Dünya Harbi sırasında kimine göre veremden, kimine göre sirozdan ölünce yerini kolonyacı almış. Bundan Kemeraltı’nda böyle bir sınırlı, insani bellek bankaları ananesi ve saklı bir silsile olduğunu düşünmeye başladım. Bunun da peşine düşmek lazım.  
  Borges Bellek Funes öyküsünde bir yerde şöyle yazar:
Herbirimiz ölümsüzüz ve er ya da geç bütün insanların her şeyi yapacağını ve bileceğini biliyoruz.

Babil, Londra ve New York’un hoyrat görkemleriyle insanların hayal gücünü zaptetmişlerdir; onların o kalabalık kulelerinde ya da hızlı hızlı gidilen caddelerinde hiç kimse, fakir Güney Amerika taşrasında bahtsız Ireneo’nun gece ve gündüz  üzerine çöken aman vermez gerçekliğin hararetini ve basıncını hissetmemiştir.
                                                   Hayaller ve Hikâyeler, İletişim Yayınevi. Çev: Fatih Özgüven
  Ireneo bir öncüdür. Bana bir cyborg öncülü çağrışımı yapıyor. Cyborg dedim çünkü hisleri olmayan bünyedeki bir mega bellek asla yıpratıcı ve rahatsızlık verici bir yük değildir. Tamamen organik bir yapı bütün ayrıntıyı belleğinde tutabilse o bahtsız delikanlı gibi çok acı çekerdi. Ayrıntıların dar bir alanda sınırsız çoğalmasının zamanla kara delik benzeri bir yapıya evrilmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
  İkinci Dünya Harbi sırasında Borges ve benzeri bazı yazarlar gerçekçi edebiyatla bağlarını kopardılar. Daha o zamanda bile Babil-Londra-New York’un inşa ettiği sentetik gerçeklikten, hakikatsiz gelecek fikrinden hem korktular hem de bunaldılar ve büyülü gerçekliğin başı sonu belirsiz labirentlerini inşa ettiler. Hippilik de dahil bütün izmlerin bir kandırmaca ve oyalama taktiği olabileceği şüphesiyle labirentlere dalıp bir nebze rahat nefes almaya çalıştılar.
  Bu labirentler eskisi kadar olmasa da bugün hâlâ popüler. Altmış ve yetmişlerdeki refah toplumlarının okuru onu bağrına bastı. Diğer ülkelerde de bunun bir yansıması oldu. Türkiye bunlardan biridir.
  Kemeraltı’nın haritası yoktur. Yapılan birkaçı da işe yaramaz düzeyde kötü ve külliyen kifayetsizdir. Az sayıda da olsa mutena bir haritayı yapabilecek evsafta ustalar var, onlar bilerek bu işe kalkışmazlar ve kasıtlı olarak çırak yetiştirmezler. Bunu iki nedenden yapmazlar. Birincisi Kemeraltı’nın fiziki beden olarak sayısız kopyaları olduğundan emindirler. Her kopya ayrıntıda da olsa birbirinden olabildiğince farklı kalsın isterler. Harita yapmak sayısız Kemeraltı algı ve izlenimini tıpatıp birbirine benzer hale getirme çabası olacaktır ki, yüce yaratıcı buna asla izin vermeyecektir beklentisi hâkimdir. Diğeri bir batıl inançtır. Çok kaliteli gerçeklikle bire bir örtüşen bir harita yapılırsa bu haritanın bir parçasının yırtılması durumunda o yere denk gelen alanın yıkılıp gideceğini, gözden yiteceğini, kötücül birinin haritayı ele geçirmesi halinde tüm alana istediği gibi tahakküm edebileceğini ve hatta isterse kâğıdı yakarak tarihi çarşıyı tümden yok edebileceğini düşünürler. Borges bu temalı bir harita öyküsü yazmıştır malum. O nedenle bahsi geçseydi anlayışla gülümseyeceğinden hiç şüphem yok. 
...
  Tlön Kemeraltı’na nüfuz edebilir mi? Bence artık mümkün değil, çünkü Tlön’ün yerini zamanımızda Dijital Kafes Gerçekliği aldı. Kendi nüfuz hücreleri işbaşında. Ortamı dijital toza, bilgi kirliliği sisine dumanına boğuyor. Bu nedenle birinin Kemeraltı’nda Alef’i görme olasılığı neredeyse imkânsız.  Alef’i boş meşgale olarak aratma kursları açılıyor. Tamam bunlar var, bazıları bayağı pahalı da üstelik, ama en elzem, en hayati olan soru sorulmuyor.      
  Bu tarihi çarşının kendine has bir Beatriz Viterbo’su var mıydı ve varsa evi neredeydi? Bunu bilseydik toza dumana rağmen Alef’i en doğru yerde aramaya başlayabilirdik.
...

                                                           --------------------------------