Sadık Yemni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sadık Yemni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Haziran 2023 Cumartesi

Öte Yer Fotoğrafçısı

 


Öte Yer Fotoğrafçısı

 

                                                     Öte Yer Fotoğraf Arşivi

1902 ile 2010 arasındaki zaman dilimine ait fotoğraflar. Tanesi sadece 10 TL.  Bu dünyadan göçmüş sevdiklerinizin, çocukluğunuzun artık mevcut olmayan mekânları ve geçmişte merak ettiğiniz daha nice kimselerin fotoğrafları için bize başvurun. Milyarlarca fotoğraflık arşivimizden çok memnun kalacaksınız.

 

  Parmağım kapıya dokunduğunda her an dağılıp gidiverecek ortam beklentim sönüverdi. Kapı yüzeyindeki grimsi mavi boyanın pürtüklü yüzeyi buram buram gerçeklik soluyordu.  Sıcak bir yaz sabahında yatakta ter içinde uyanıp bölük pörçük hatırlayacağım bir rüyanın içinde değildim. İşgünüydü. Bankadan öğlene kadar izin almıştım. Sol ayakkabımın burnu hafifçe sıkmaktaydı. Hava sıcaktı. Tansonu iş hanının üçüncü katında kilima milima hak getireydi. Gömleğimin koltukaltında şimdilik ping pong topu büyüklüğünde olan ter lekeciklerinin belirdiğini hissediyordum.

  “Hoşgeldiniz. Kendinizi tanıtır mısınız lütfen.”

  Sıradan bir iş hanından beklemediğim içdüzen nedeniyle şaşırmıştım. Bir sekreter bölmesi, gelenlerin oturması için sandalyeler, dolaplar ve diğer büro aksesuvarlarının hiçbiri mevcut değildi. Altı metreye sekiz metre ebatlarındaki uçuk sarı badanalı bomboş odayı görünce yanlış adrese geldim ya da rüyaya dönüyorum beklentisi oluşmamıştı içimde. İliklerime kadar hissettiğim şey profesyonelce bir ciddiyet ve organize erkin çığlığıydı. Bankada kredi araştırmaları yapan bölümün başı olarak bunu kolayca kestirebilecek biriyim.

  “Adım Kenan. Kenan Kovan. Şeyde çalışıyorum. Biliyor musunuz, burayı çok başka türlü hayal etmiştim.”

  Siyah pantolon, uçuk mavi gömlekli, orta yaşlı adam gülümsedi. “Haklısınız Kenan bey. Arşivimiz yan bölümde. Burayı sadece alımlama ve arzu edilen görsel malzemeyi sergileme yeri olarak kullanıyoruz. Tek kişilik bir müesseseyiz aslında.”

  Kısa kır saçlı, etkileyici yüzlü adamın sözleri ve boş mekândan çok olumlu etkilenmiştim. Asansörle üçüncü kata çıkarkenki umutsuzluğumdan hızla sıyrılmaktaydım. Karşımda işinin erbabı biri durumaktaydı. Eğer şansım varsa kalbimin en harlı isteğine karşılık bulabilecektim.

  “Sizi dinliyorum Kenan bey”

  “Ben… Şey… Çok sevdiğim, bana otuz beş yıl bakmış olan halam geçenlerde öldü. Kendisini çok severdim. İlanınızı görünce, onunla ilgili…”

  “Anlıyorum Kenan bey. En çok bunun için gelinir buraya. Özel bir anı var mı aklınızda?

  Orta boylu, narin yapılı olmasına rağmen vekar ve güç ışıyan adama düşüncelerimi dürüstçe açmaya karar verdim ve “Bu ilanı ilk kez gördüğümde önce şaka sandım. Karıma bile bahsini etmedim, ama telefonla aradım ve sanırım sizle konuştum.”

  “Bendim.”

  “Sonra iş hanında gerçekten bir yeriniz olduğunu görünce hayal kırıklığı yaratacak bir arşiv ya da şarlatanca bir girişimden şüphelendim.”

  “Şu anda peki?”

  “Beklenti çitam çok daha yüksek, ama… Ama sabah akşam sayılarla, para hareketliliğiyle meşgul olan aklım milyarlık materyal kaynağınızı realize edemiyor.”

  “Anlıyorum Kenan bey. Halanız. Oradan başlayalım. Adı soyadı, doğum tarihi ve en son nerede oturduğunu söyleyin lütfen.”

  Bir çırpıda istenileni yaptım.

  Adam pantolonunun cebinden çıkardığı çakmak büyüklüğündeki siyah bir nesneyi kapının tam karşısındaki duvara yöneltti ve “Şu kimse mi?” dedi.

  Halamı yirmi yaşlarında o sırada ikamet ettiği evin oturma odasında gördüm. Elinde çay bardağı vardı. Ne kadar gençti. Onu bu yaşta hatırlamam mümkün değildi. Daha doğmama yirmi yıl falan vardı. Birkaç eski fotoğrafta gördüklerimden aklımda kalandan çok farklıydı. Kadını böyle genç, kocaman ve inanılmaz netlikte görmek nedeniyle kalbim huşu ile meteroloji balonu gibi genişlemişti. Sözcükler ağzımdan güçlükle dökülüverdi.

  “Evet, ama bu… Bu… Nasıl erişebiliyorsunuz bu fotoğraflara?”

  “Açıklayacağım. Özel bir an talebiniz var mı?”

  Olmaz mıydı? Halamı düşündüm.  Okuldan üşümüş, acıkmış, titrer bir şekilde yolda eve gelirken kafamdan geçen güzel dolmanın yaprak sarmanın, gününe mevsimine göre fasulye veya bezelyenin kokusu karşılardı beni. İstediğim tatlı yokluklar içinde bulunup buluşturulmuş yapılmış olur, tüm dertlerim ayakkabılarımla beraber kapının önünde kalırdı.

  “Dokuz ya da on yaşındaydım. Bir gün… Çok acıkmıştım. Canım bezelye çekmişti. Son derslerde hep bunu düşünmekteydim. Konuşmaya gerek kalmayan bir insandı halam. Lisanlar üstüydü diyaloğumuz. Beden dili dersleri veren psikologlar yanında halt etmişti. Kadın dudağımın kıvrılmasından ne olduğunu hemen anlardı. Beni hissetmiş. Düşüncelerimi yani. O gün pırasa pişirecekmiş. Hatta kesmiş iki tanesi. Sonra vazgeçip bezelye yapmış. İçeri girdiğimde ve o kokuyu duyduğumda neredeyse ağlayacaktım. O gün nedense…”

  “Anlıyorum Kenan bey. Şu olmalı.”

  Elimdeki hiçbir fotoğrafta bulamadığım bir derinlikten bakmaktaydım geçmişe. On yaşındaki Kenan masada oturmuştu. Önündeki Bezelye tabağı boştu. Yüzü gülüyordu. Halamı profilden görüyordum. Sol yanımda ayakta duruyordu. Yüzünün çevrik olduğu yerde kendi boyunda iki şeffaf yaratık durmaktaydı. Kaşları, gözleri, yüz hatları falan mevcut değildi, ama insan suretliydiler. Halamın çocukluğunun yarısı İstanbul’da, yarısı Eskişehir’de geçmişti İstanbul’da tanıştığı görünmez arkadaşları, ışık insanlar Eskişehir’e kadar onunla gelmiş yerleşmiş bir koloni kurmuşlardı. Bir çoğuyla buluğ çağıma dek ben de oynadım. Hiç yaşlanmadılar. Uzun zamandır seslerini duymuyor yaptıkları küçük şakaları hissetmiyor, geceleri kalkıp onlarla anne ve babamdan gizlice oynamıyordum. Halamın ölümünden sonra yine seslerini duyar gibi oluyordum. İşin garibi onları çoktan unutmuştum. Güncel hayatın, ailemin, bankanın içinde spritüel kimliğimi kaybetmiştim. Ama ölümün şokuyla silkinip hepsini tekrar hatırlar olmuştum. 9 aylık oğlum da bazen sağımdaki solumdaki boşluğa bakıp gülümsediğinde, odasında biz yokken uyanıp kendi başına kahkahalar atıp oynadığında yakınımda olduklarını hissediyordum. Gözlerim dolmuştu. Uyanıp bütün bunların rüya olduğunu anlamaktan korkuyordum.

  “Bunu nasıl..?” dedim. “Nereden buluyorsunuz bu fotoğrafları?”

  “Tek bir fotoğraf satın alabilirsiniz. Buna talip misiniz?”

  “Evet.”

  “On lira.”

  Cüzdanımı çıkartıp onluk bir banknotu adama uzattım. Parayı alıp pantolonunun cebine tıktı. “Bu sahne belleğinizde canlı duracak.” Dedi.

“Aşağı yukarı altı ay kadar. Sonra yavaştan yapıbozum başlayacak. Bu süreç uzun sürer merak etmeyin. Şu anki netlik biraz kaybolur, ama son nefesinize kadar baki kalacak bir alım gerçekleştirdiniz.”

  “Nereden buluyorsunuz bunları? O şeffaf varlıklar? Halamın ışıktan dostlarıydı.”

  “Ata ruhları der bazılarınız. Çevrenizde kıpır kıpırdırlar.”

  “Peki bütün bu görüntüleri nasıl temin ediyorsunuz”

  “Size bir izah borçluyum. Ben bu gerçekliğe çok benzeyen komşu bir evrenden geliyorum. Genetik açıdan pek yabancınız sayılmam, ama kendimizin gerçekleştirdiği değişimler nedeniyle aramızdaki makas epey açıldı. Şöyle izah edeyim. Yan yana duran yüzlerce tünel hayal edin. Ben üç yüzdeyim. Siz birde. Buralarda zaman değişik hızla akıyor. Biz sizden iki yüz yıl kadar ilerideyiz. Size komşu ikinci tüneldekiler şu anda bir iki ay ilerinizi yaşıyorlar. Ben ikinci tünele geçip 1902 ile 2010 yılı arasındaki her ana ve yere gidebilecek bir teknolojiye sahibim. Buraya kadar açık mı?”

  “Ama görünüşünüz pek şey değil.”

  “Tebdil-i suret Kenan bey. Bizim artık tek ve sabit bir görünüşümüz kalmadı. Değişken bir yumağız.”

  Kandırıldığım hissine sahip değildim. Muhatabım doğru söylüyordu. Bu arada sabah akşam bir şeyleri hizaya sokan aklım bir noktayı yakalamıştı.

  “Neden bizim tünelden değil de komşudan alıyorsunuz bu malzemeyi?”

  “Fizik zorunluluk. Sizin tüneldeki geçmişten alınan bir malzemeyi yine size sunmak mümkün, ama çok enerji gerektiren bir iş. Masraflı yani. Bu nedenle en yakındakini tercih ediyorum.”

  Kredi isteyenlere sorduğumuz ilk soruyu düşündüm ve “Peki bunu niçin yapıyorsunuz?”

  “Ben bir girişimciyim.”

  “Kendi dünyanızda bizim onlukların geçeceğini sanmıyorum.”

  Adam gülümsedi. “Öyle tabii. Gelirimi üzerine rakamlar basılı kağıtlardan  değil, izlenen fotoğraflardan temin ediyorum.”

  “Nasıl yani?”

  “Komşu gerçekliğe ait malzeme sizler tarafından izlenince kıvam değiştiriyorlar. Değerleri artıyor. Geleceğin kıymetli antikaları oluyor. Ben bunları depoluyorum. Siz gözleyince malzeme bir çeşit anlam derinliği kazanıyor.”

  Söylediklerini kavramakta zorlanmaya başlamıştım. Adam bunu sezmiş olmalıydı. Sağ eliyle karşı duvarı işaret etti. “Resme dikkatli bakın. Bir şeyler farklı mı?”

  Birden az önce bilinçsizce fark ettiğim bir noktayı keşfedince hayretten dona kaldım. Belleğimde iyice eprimiş bir sahne olmasına rağmen bir şeyi fark etmiştim. Okul üniformamın yakasında beyaz bir kurdela vardı. Yirmi beş yıl önce bazı okullarda çalışkan öğrencilere kurdela takılırdı. Ben iyi bir öğrenciydim, ama hiçbir zaman kurdela takmamıştım. Bitirdiğim ilkokulda böyle bir adet yoktu.

  “Kurdela.” Dedim.

  “Örneğin.”

  “Başka bir fark göremiyorum.” Dedim.

  “Eski bir anı bu. Çok normal. Gülümsemeniz de farklı. Burada kendi dünyanızdakinden çok daha içten, esrikçe bir hazla gülümsemektesiniz. Bu gülümseme siz izledikten sonra iyice değerlendi. Bir iç içe geçmişlik, yavaş çekimli, sırlı bir devinim kazandı. Dünya zamanıyla 209 yıl sonra bayağı kâr getiren bir sahne olacak. Bizim dünyamız çok değişti. Eskiye özlem var haliyle. Bu tür malzemelere talep giderek artıyor.”

  Bir sessizlik anı oluşunca içimi çekerek bezelye yiyen çocuğa, halama, o şeffaf şeylere baktım. Ayrılma zamanının yakın olduğunu sezmekteydim.

Adam elini uzatınca otomatik olarak aynısını yaptım. Derisi, dokunuşu bilinen insan eli gibiydi.

  “Nasıl diyorsunuz halk dilinde, hakkınızı helal ediyor musunuz? Sizden bir şey aldım ve bir şey verdim. ”

  Başımla onayladım. “Bir şey daha sorucam. Her şeyi açıkça anlattınız. Yakalanmaktan korkmuyor musunuz?”

  Adam ona yakışan bir şekilde gülümsedi yine. İri kahverengi gözleri neşeyle yanmaktaydı. “Masalvari ya da aşırı dünyevi yapılan bilimkurgu filmlerinin etkisindesiniz.” Dedi. “Her zihni bir gemi kabul etsek, her istekli için ayrı bir liman mevcut.”

  Minareyi çalan kılıfını hazırlardı. Elde tek bir kanıt bile mevcut değildi. Tansonu iş hanının üçüncü katında yan yana duran kimbilir kaç liman vardı.

  “Tekrar gelmek mümkün mü?”

  “Maalesef. Polaroid bir fotoğraf gibi. Tek kullanımlık bir hat söz konusu.”

  “Ne yapalım. İyi günler.”

  “Hoşçakalın.”

  Kapıya doğru yürüdüm. Eşikte durup arkama baktım. Karşı duvardaki görüntü silinmişti. Adını sormayı ancak şimdi akıl ettiğim adam bıraktığım yerde duruyordu. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Hol hatırladığım gibiydi. Tekrar sıcağı ve tozu hissetmeye başlamıştım. Asansöre doğru giderken şişmanca bir kadının dışarı çıktığını gördüm.

  “10 liraya eski fotoğraflar.” Dedi. “Eski fotoğrafçı. Bu kat mı?”

  Alacalı bulacalı bir kumaştan şalvarımsı bir pantolon giymiş, takmış takıştırmıştı. Yüzünde iki milimetre kalınlığında fondöten sürülüydü. Esmer tenine iyi giden siklamen rengi ruj sürmüştü. Kırk ortalarında falan olmalıydı. Kilosuna rağmen sıcaktan rahatsız bir hali yoktu.

  “Bu kat. Şu mavi kapı.”

  Kadının ela gözleri hızla ciddi pantolonumu, gömleğimi, saç traşımı ve bunlara uygun yüz ifademi süzüp beni kategorize etti.

  “Reklamda denilen şeyler doğru mu? Pul kadar bir şeydi. Tesadüfen gördüm. Milyarlarca fotoğraf. Arşivleri o kadar büyük mü gerçekten?”

  Yüzünde ağzımdan çıkacak söze göre hareket edeceğini belli eden bir ifade belirmişti.

  “Tek kelimeyle muhteşem.” Deyip 209 yıl sonra çok kıymetlenecek olan gülüşüme benzediğini sandığım bir ağız hali takındım.

  Kadının gözlerinin içi gülmüştü. “Tahmin etmiştim.” Dedi. “İyi günler.”

  “İyi günler” deyip asansörün kapısını araladım. Eve gidince burada olup bitenlerden tek kelime bile etmeyecektim. Karım beni iyi tanırdı. Çok ısrarla yinelesem söylediklerimin her kelimesine inanırdı. Ama bu sırrı kendime saklayacaktım. Belki oğlum on beş yaşına geldiğinde ikisine birden anlatırdım. Uçsuz bucaksız zaman tünellerinden birinde kıpırtısız duran bir kompartıman kiralamıştım. On liraya üstelik.

  Dışarıdaki günlük hayat denen yere varınca biraz durup debelenen kalabalığı seyrettim. İnsanlar üçüncü kattaki muhteşem şeyden bihaber koşuşturmaktaydılar. Güneş gökyüzünde iyice dik konuma geldiği için sıcak artmıştı. Ensemde boza piştiğini hissederek arabamı park ettiğim yere doğru yürüdüm. Siyah bir opel geriye çıkışımı çok zorlaştıracak bir şekilde tam dibime park etmişti. Sahibini görmek için boşuna etrafıma bakındım. Dilimin ucunda galiz bir küfür şekillenirken birden kafamda bir şimşek çaktı. Şu anki esrikliğim, aşkın ruh düzeyim, hayatımı kökünden değiştirme arzumun şiddeti altı ay bile sürmeyecek, eski düzenimin çarkında çakılı kalmaya devam edecektim. Hayat böyle bir şeydi. Devinim merkezine yakın duranları taze kavrulmuş kahve çekirdeği gibi öğütürdü.

  Pul kadar bir şeydi. Tesadüfen gördüm.

  Arabamın kapısını açarken aklım bir kez daha vites büyülttü. Öte Yer Fotoğrafçısının reklamını internette sörf yaparken bulmuştum. O şişman kadın  büyük bir ihtimalle gazetede görmüştü. Reklamın rüyalar da dahil her yerde, soluk aldığımız havada bile bulunduğunu düşündüm. Herkes biliyordu o halde. Herkes. Kimse ayrıcalıklı değildi. Herkesin geçmişinde böyle bir anı kompartımanı, bazen çok acımasız, bunaltıcı, tekdüze ve dayanılmaz olan hayata katlanmasını sağlayacak kıymetli bir tebessümü vardı.

                                                                                 Temmuz 2009 Çeşme

 

                              -----------------------------

 

 

 

 

12 Ocak 2020 Pazar

Dilek Çetindaş. Türk Edebiyatında Memoratlar ve Büyü İnançlarının Bir Örneği: Sadık Yemni Romanları.


Dilek Çetindaş. 
Türk Edebiyatında Memoratlar ve Büyü İnançlarının Bir Örneği: Sadık Yemni Romanları





Giriş

Kültürel belleğin önemli bir yanını oluşturan inanç kavramı, (Eren 2013) “belli bir toplumun eski dinlerinden miras alıp kendi çağının şartlarına uygulayarak yaşattığı yeni dininde, yaşam şartlarının gerektirdiğince yeni biçimler, yeni içerikler ve anlatışlarla oluşturduğuinanışlar”dır. (Boratav 1999). Sözlü ve yazılı olarak birey hafızasında depolanan inanç unsurları, kültürün tüm uzuvları gibi zamanla toplumsal kodlara ve kolektif bilinç/altıunsurlarına dönüşür (Assmann 2001). Bellek yitimini durduran ve ikincil sözlü kültür dönemine geçişi (Ong 1995) sağlayan edebî metinler ise kolektif hafızaya dair unsurların, bilinçaltından alınarak ortaya çıkarılması, işlenmesi, dönüştürülmesi, hatta yeniden üretilmesi(Ricoeur 2012) ve folklorun bir işlevini yerine getirerek, modern aktarımını yapması açılarından mühimdir. (Bascom  2007)

Halkın inanç birikimi içerisinde yer almakla birlikte, bilinç dışına itilmek istenen memoratlar ise mitolojik kültüre ve fantastiğe yönelik birikimleri ile dönüştürülme ve yeniden işlenme konusunda önemlidir. Memoratlar, “hatırlama ve hatırlayan” anlamlarına gelir. Halk bilim terimi olarak ise anlatıcının kendi geleneksel inanç pratikleri ekseninde yorumladığı, olağanüstü varlıklar veya paranormal olaylarla karşılaşma deneyimlerini açıklar (Simpson,Roud 2000). Dolayısıyla memoratlar, bünyesinde yer alan tekinsiz durumlar nedeniyle, modern edebiyatın gotik romanları için, halkın gotik hafızasını oluşturan birikimleri taşıması noktasında mühim bir malzeme değeri taşır ve romanın imkânlarını genişletir. Batı edebiyatında, aydınlanma çağına tepki ve romantizmle doğan ilkel kültürlere yatkınlığın sonucu olarak varlık gösteren gotik romanlar, dinsel ve olağanüstüye duyulan ihtiyacın periyodik olarak canlanması sayesinde, edebî geleneğini oluşturmayı başarır (Kilgour, 1994).

Türk edebiyatında romana gelene dek çeşitli anlatılar içerisinde memorat unsurlarının kullanıldığını görürüz. Ancak cinler, periler, devler gibi varlıklar, Arap ve Fars edebiyatının etkileriyle gotik bilinçle değil, fantastik arayışlar noktasında kullanılır. Kahramanın gücünü artırmak için oluşturulan yapay atmosfer inandırıcılık etkisini sarstığı gibi, memoratların hayal unsuru olarak algılanarak fanteziye kaydırılması riskini getirir. Tanzimatçıların, gerçekçi bir edebiyat anlayışıyla yola çıktığı ve yerli romanı örneklediği dönemde, folklora yaslanan ürünleri fantastik kabul ettikleri için küçümsediklerini görürüz  Türkeş 2008).                     
Namık Kemal’in “kocakarı hikâyesi nevinden” (Yetiş 1996) görerek eleştirdiği bu 
metinler,“akla, hayale ve tabiata” uygun metin arayışında, özellikle natüralizmin hakim olduğu devrelerde, “birer hastalık” olarak görünmeye başlanır (Moran 1998). Dolayısıyla ilk devrede Türk romanının tarihi, “edebiyattan cin/peri kovma savaşının tarihi” olarak görülmelidir (İnci 2005).

Gotik roman doğaüstü unsurları, karanlık bir atmosfer ve uygun bir mekan seçimi ile aktaran ve amacı, okuyucu üzerinde tekinsize dayalı bir korku oluşturmak olan romandır. Tarihî ve epik romanlardan sonra en millî roman türüdür. Toplumların korku unsurları, kültürel bir bilincin neticesidir ve değişiklik gösterir. Hıristiyanlarda, bedene giren şeytanlar, 
vampirler,ucube yaratıklar korkuyu sağlarken, Türk okuru, İslâmî kaynaklardan ve hurafe olarak değerlendirilen itikatlardan doğan unsurları korkutucu bulur. Halk inançları ile bu kadar örtüşen gotik roman, halkın korku belleğini ve olağanüstüye dayanan inançlarını işler. Tekinsiz ve ürpertici mekânlar, hayalet ve cinler, lanet, kehanet, batıl inançlardan doğan olaylar, kötü ruhların neden olduğu intikam veya sonsuzluk arzuları Türk gotiğinin kaynağıdır. Ayrıca gotikte millî mitolojilere ve ilkel inanç sistemlerine ait unsurlar da yer alır.Şamanizmin gotik edebiyat üzerinde katkısı, İslâmî pratiklerin katkısı kadar yoğundur.

Bununla birlikte mitolojinin gotik edebiyata kattığı bir diğer özellik, ölümsüz kahraman mitinde ve şaman kültünde gizlidir (Bayat 2015). Özellikle arkaik dönem için, Tanrılardan sonra ilk kez insanın kahraman olması ile birlikte, Tanrıların dünyasında gezen, yer altı ve üstünü dolaşan, çeşitli olağanüstü varlıklarla savaşan, bir tılsım vb sayesinde hayatta kalmak konusunda yardım alan, kötü ruhlar, canavarlar, devlerle savaşan bu kahraman, gotik edebiyatın tipolojisinde önemli bir konumda bulunur (Campbell 2010). Gotik romancı, romanı için “arketipsel imgeler” bulup, “onları bilince” salarken, (Le Guin 2015) memoratları kullanarak, “mitlerin oluşumu hakkında bilgi” de üretir (Çobanoğlu 2003). Anlaşıldığı üzere Batı toplumu gibi “korku kültü oluşturamayan” Türk toplumunun hafızasında, hurafe olarak tanımlanan inançlar ve olağanüstü varlıklarla ilgili büyük bir birikim vardır (Türkeş 2005). 

Modern romancının bu birikimi fantastiğe bulanmamış gotikanlatılarında kullanması, geleneğe dair dönüşümün sağlanması noktasında önem arz eder. Gotik romanın memoratlara yaslanan tarafı, tekinsizliği beslerken, türün asıl amacı olan korku unsurunun, dinî ve millî kabullere en uygun tarzda sunulması anlamında da başarı sağlar. Ömrünün büyük kısmını Hollanda’da geçiren ve orada kaleme aldığı eserlerle, Türk kültürü hakkında tanıtıcı çalışmalar yapan Sadık Yemni, eserlerinde, modern imkânlar içerisinde dönüştürdüğü memorat inançlarını, kültürel asimilasyon riskine karşı koruma altına aldığı gibi kolektif hafızaya dair unsurları birleştirerek, halk hafızasını diri tutmayı başarır. Yemni’nin gotik nehir roman özelliği gösteren romanları, Sarp isimli Şaman kahramanın insanlar ve dünya lehine olağanüstü varlıklarla giriştiği mücadeleleri konu edinir. Sarp, Muska, Yatır, Öte Yer ve Ağrıyan romanlarında cinlerle savaşta veya işbirliğindedir.

Muska romanında bahçeli bir evin yer aldığı mahallede yaşanan ölümlerin kaynağının bulunması ve alt edilmesi meselesi vardır. İzmir’in işgali sırasında, iki düşman askeri bir kız çocuğuna tecavüz eder. Bu askerlerden birisi, daha önce de bir erkek çocuğuna tecavüz etmiştir. Çocuk, askeri öldürerek, intikamını alır ve ölü bedeni de bahçeli evin kuyusuna atar. Bu asker, oldukça yaşlı ve çirkin olmasına rağmen, kendisini o zamanlar büyü ile gençleştirip güzelleştiren Kara Nesne’nin sevgilisidir. Kötücül varlık, sevgilisinin intikamını almak için kuyulu evde yaşayan insanları evden uzaklaştırmak ve öldürmek ister. Bu ev ile ilgilenirken, kuyunun ikincil hayatlara giden eşik olduğunu fark eder ve gücünü kuyunun enerjisinden almaya başlar. Kendisine yardımcı olarak seçtiği süt kızı Ayten, beğendiği erkeklerin eşlerini sabun büyüsü yapmak suretiyle ortadan kaldırmaktadır. İlk kurbanı fizik öğretmeni Halit Bey’in eşidir ve Halit büyü yapılan eşinin ölümünden sonra aklını yitirir. Mahalledeki sonkurban Necla’dır. Necla’ya yapılan sabun büyüsünü fal açarak öğrenen Şaman nineler, bunun arkasında yatan isimlerin mahalledeki bohçacı Zehra ve Ayten olduğunu; yönlendirici ismin ise kuyudaki eşik vasıtasıyla ölümsüzlüğe ve dünyayı yok edecek kadar büyük bir güce erişme amacı taşıyan Kara Nesne olduğunu fark ederler. Büyük bir tehlike içerisinde olan Sarp’ı korumak için ona bir muska hazırlarlar ve gerekli eğitimlerden geçirdikten sonra bahçeli evde yaşanan büyük mücadeleye hazırlarlar. Sarp’tan beklenen büyülü sabunu  ve anahtarı ele geçirmesidir. Sarp, Ayten ve Kara Nesne’yi kuyuya hapsetmeyi başarır. Bu mücadelede Sarp’a yardımcı olacak tekinsiz bazı mahalleli tipler, düşsel dostlar ve aynı evi paylaştığı olağanüstü yetenekleri, şifacılıkları olan şaman nineler Cemile, Ayzıt ve Seher’dir.

Yatır’da, Hızır Arif İzmir’de yaptırmaya başladığı ev tamamlanamadan vefat edince, bahçeye yaptırılan mermer lahde gömülür. On yıl sonra Fuad Bey’in evi satın alması ile yirmi bir yılda bir gerçekleşen ve ailenin erkeklerini hedef alan ölümler başlar. Alınan tedbirlerin 
Hiçbiri ölümleri durdurmaz. Ev, başka ailelere kiralandığında da lanet, hedef değiştirmez. Sarp, aile fertlerinin çocuk ve torunlarından Şahin ve Mustafa ile olayın gizemini çözmeye çalışır. Sarp’ın parlak taşa dokunması ile İzmirella’ya ulaştıklarında burada yaşayanların, yedi bin yıl önce semada beliren bir ışık etkisiyle evrim geçirmiş cinler olduğunu öğrenirler. İzmirella’nın yeniden belirmesi için uzay yaratıklarından kalan bir sondanın izolasyonun kaldırılması gerekmektedir ki bunu Hızır Arif gerçekleştirmiştir. Arif, uzaydan gelen bu enerji sayesinde ölümsüz olmak için aparatı, bodrumdaki taşın altına gömerse de amacına ulaşamaz. Sarp cinleri kendi evrenlerine göndermek için aparatı bodrumdan almayı başarır ancak karşısına Arif çıkar. Sarp’ın zor anında gökyüzünden beliren bir asansör onu alarak      kuyuluevin bahçesine götürür. Böylece Kara Nesne ile Arif’in cinleri anayurtlarına dönmek konusunda engelledikleri anlaşılır. Bir mücadeleden sonra, cinler kendi alemlerine, Sarp da arkadaşları ile birlikte İzmir’e döner. Yatırlı evin bodrumundan kendilerini dışarı atar atmaz, evin yandığını görürler.

Romanlarda Gotik Unsurlar ve Memoratlar
Sadık Yemni romanlarında gotik unsurların başında, karşı güç veya yardımcı güç konumunda
 bulunan cinler bulunur. “İslam teolojisinde tanrının insandan önce siyah ve dumansız ateşten yarattığı varlıklar” (Öztürk 2009) olarak adlandırılan cinler, romanların memorat değerini oluşturur.

 Muska romanında görülen cinler içerisinde ilk sırada Kara Nesne vardır. Henüz çirkinliği nedeniyle dışlanan küçük bir çocukken siluet değiştirebileceğini keşfeden Kara Nesne, gücünün tamamını kullanabilmek için kırk bir yıl boyunca kuluçkaya yatar. Hayatını yaptığı büyüler ve bitkiler satarak kazanan varlık, “hiçbir şeye benzemeyen; yoğun bir zift gibi ağır, akışkan, kapkara bir nesne”dir. Kimi büyüleri insanların çıldırmalarına neden olur. Don değiştirme motifini kullanan bu kötücül varlık, gözleri kor gibi yanan, hemen hemen üç metre boyunda, ürkütücü bir cindir ve erliği anımsatır.

Sarp’a Kara Nesne ile olan mücadelesinde yardım eden Beyaz (parlak) nesne ise, mitik dünyadan gelen ak kara karşıtlığını iyi ve kötü olarak sistemleştirir. Sarp’ın anlattığı papaz hikâyesi sonrasında, anlatıdaki papazı yanında görmesi, ata binen cin anlatısı ile uyuşur. Sarp’ın arkadaşlarıyla top oynarken, topun üç kez yaşlı bir kadına çarpması ve kadının topla birlikte kaybolması bu kadının cin tayfasından olduğunu gösterdiği gibi, cinlerin yakalanabilir olduğu yönündeki inançlarla örtüşür. Sarp’ın arkadaşı Esma, üst tarafı kelebek, alt tarafı insan olan varlıklar görür ve cin olduklarını anlar. Ziya’yı tam da Hıdırellez gününde ölümden kurtaran ve onunla hiç konuşmayarak denizde kaybolan Esrar Dede, Hızır İlyas kültünün yansıması olarak görülebilir. Yeşilimsi gözeneklerden oluşan, bedeni bulunmayan, yüzü ve gözleri olmakla birlikte ağzı olmayan ancak iyi kalpli bir varlık olan Dede, Hızır hizmetkarı bir cin olarak değerlendirilebilir.

Yatır’ın olumsuz gücü Arif, yatır kültünün olumsuz örneğini verir. Yıldırım hızında hareket eden, yüz yılın üzerinde yaşayan, başını çevirmeden arkasını görebilen, insanlara verdiği paralar kırkıncı günün sonunda bakıra dönüşen bir cindir. Sarı bir sandıkta saklanan Cimon ise dışarı sızma yoluyla çıkabilen ancak eşiklerden geçemeyen kötücül bir cindir. Deniz anası benzeri Cimon, yere basan altı ayağı mor tırtıllıkıllarla kaplı, ayaklarının ucunda siyah halkaları olan ucube bir varlıktır. Mor ve sarının anlatı içerisinde cini işaret etmek için kullanılması ölüm ve tekinsizliği, sır kavramını işaret eder (Gabain 1968). Padahto, mor ipekten sade bir maske ile yüzünü kapatan, çıplak ayaklı, bastığı yeri eriten kötücül bir varlıktır. Padahto, roman içerisinde “hayalet, gulyabani, cin anlamlarını barındıran” bir varlık olarak, neredeyse tüm mahallenin anlattığı bir memorat biçiminde sunulur.

İletişim tecrübesi yaşanan olağanüstü varlıklardan biri de İzmirella’yı yöneten ve zeybek kıyafetleriyle donanmış Cevdet Ağa isimli cindir. Sarp, bu mekanın cinlere ait olduğu
Nu yanındaki iyisaatteolsunölçeri ile keşfeder ve oradaki cinlerin yardımıyla tüm sorunları çözer. Sarp’ın arkadaşı olan Şahin’in bir ölüm tehlikesi atlatmasının ardından ona musallat olarak hayatını cehenneme çeviren ve nihayetinde gencin ölmesine neden olan Göz Dede, ölmüş kişilerin kılığına girip, onların gözlerini taklit eden kem varlıktır. Şahin’i öldürdükten sonra gözlerini oyar.

Mustafa, bodrumdaki parlak taşa dokunduktan sonra, tef ve konuşma sesleri duyulan varlıklar
ona musallat olur. Yazarın olumlu cin ve ev sahibi anlamında değerlendirdiği ateş cini ise aileyi korumaktadır. Sahiplerince Huzursuzkaradayı olarak adlandırılan soba içerisinde yaşayan ateş cini, aileyi kiraladıkları yatırlı evden kurtarmak için, sobayı yürüterek, taşınmalarını sağlar.

Hortlak
Hortlaklar, öldükten sonra gömülmüş olan ve çeşitli nedenlerle gömüldükten sonra mezarından çıkarak insanlara göründüğüne inanılan varlıklardır. Muska’da Türkler için önemli bir mevsimlik inanç bayramı olan Hıdırellez gününde daha önce ölmüş kişilerin
giyim kuşamları ile farklı zamanlardan gelerek, dileklerini yazdıkları kağıtları denize attıkları görülür. Bu hortlaklar, geleneğin aksine iyidirler ve mahallenin delisi Çatlak Şadiye’yi, Ziya’nın evinde çıkan yangından kurtarırlar. Fiziksel yaşamını terk etmiş kişilerin, henüz hayatlarını kaybettiklerini bilmeden Cemile’nin yanına gelmeleri, Şamanların ruhları kurtarmak amacıyla seyahatler gerçekleştirmelerini anımsatır (İnan 1986). Bu anlamda en dikkat çekeni gelinliği ile korkulu ve şaşkın vaziyette gelen genç kadın olmak üzere Cemile’ye gelen bu hortlaklar, Şamanist inançlar ile memoratların birleştiği bir saha oluşturur. Romanda kötücül güçlerin kahramanları kışkırtmak ve ele geçirmek için geçmişten gelen öfkeleri, psikolojik baskıları, baba düşmanlığını, küllenmiş suçluluk duygularını harekete geçirişlerine şahit oluruz. Örneğin Sarp ile birlikte limon almaya giderken, araba çarpması sonucu ölen Saniye, yıllar sonra Sarp’ı ölüm eşiğine getirmek için hayallerine dolar, kendisini bodrumdan kurtarmasını ister, ancak Sarp iç görüsü sayesinde bunun Kara Nesne’nin bir oyunu olduğunu anlar. Ayzıt’ın ölmüş olan oğlunun ruhu, Kara Nesne’nin verdiği rahatsızlık sonucu eşiği aşıp, annesinin yanına geldiğinde, Ayzıt onu ikna ederek, yerine gönderir. Yatır romanında ise ölmüş olan Ayzıt’ın ruhu, dualarda destek olmak ve istişarelere katılmak için Cemile ve Seher’in yanlarına gelir.

Büyü
“İyi veya kötü bir sonuç almak için tabiat öğelerini, yasalarını etkilemek ve olayların olağan düzenlerini değiştirmek için girişilen işlem” (Boratav 1999) olan büyü,  Muska’nın temel entrikasıdır ve kötücül güçlerce yapılır. Kara Nesne, yardımcıları eliyle Semra ve Necla’ya sabun büyüsü yaparak ilkinin ölümüne, ikincisinin de ağır biçimde hastalanmasına neden olur.

Ayrıca Sarp’ı öldürebilmek için arkadaşının annesinin gözüne, evdeki limonları soğan olarak gösterir. Kadın kızını ve Sarp’ı limon almaya yollar ve Sarp’ın mucize eseri kurtulduğu kazada, kız ölür. Burada limonun soğan olarak görülmesi de soğan kabuklarını para olarak kullanan cinlerle büyü münasebetini kurması bakımından önemlidir. Büyünün bozulması içinse ateşin sağaltıcı gücünden faydalanan yazar, büyülü sabunun ateşte yakılması gerektiğini Ayzıt ağzından söyletir. Sarp’ı korumak isteyen Cemile, ona bir ateş yaktırır ve Sarp için dualar okur.

Fal
Şamanların kaybolan eşyalardan haber almak için ayna falına baktığı bilinmektedir (Boratav1999). Kahve falı yanında kurşun dökmek de fal misyonuyla değerlendirilmiştir. Necla’yayapılan sabun büyüsü, Ayzıt, Cemile ve Seher hanımlarca kurşun dökmek yoluyla tespit edilir. Sarp’ı kötü güçlerden korumak ve mücadelenin nihayeti hakkında bilgi sahibi olmak için de onun saç tellerini kullanarak, kurşun dökme yoluna gidilir. Ayzıt’ın geleneksel yapıdan farklı olarak, bu ritüelin uygulanımı sırasında “kurşun piri, kurşun cini, suyu al, havayı al, de bize bildiğini” (118) sözleri ile kurşun cini kavramının oluşturulması geleneğe yazarca eklemlenen unsurdur.

Koruyucu Unsurlar
Muska romanında kötü güçlerin saldırısından korunmak için ateşin nihaî göstergesi olan kül kullanılır. Sarp’ın yatağının altına ve çevresine dökülen küller, kötü ruhların erişmesine engel olmak amacını taşır ki burada da geleneğe dair dönüşümler mevcuttur. Muska ise “hastalıkları sağaltma”, “düşmandan gelebilecek kötülükler, görünmez kazalar”gibi “herhangi bir zararı önleme amacıyla üstte taşınan” (Boratav 1999) bir nesne olarak, romana hem adını verir hem de gidişatı değiştirir. Muska, Yatır romanında da evi korumak maksadıyla duvarlara asılmış̧  koruyucu bir nesne konumundadır.

Mekânlar
 Gizli yer altı geçitleri, gotik edebiyatın mekanları içerisinde önemlidir (Hennessy 1978).Romanlarda bahsedilen eşikler, asansör, kuyu, ayna, bodrumlar, özellikle de mahzenler, insanın korkularıyla yüzleşmesi noktasında önemli bir konumdadır (Bachelard 1996).Memoratlara dair anlatılarda, cinlerle karşılaşma alanlarının bu tarz yerler olması da gotik hafızaya vurgudur.

Yemni romanlarında geçitler, şamanların yer altı seyahatlerini, astral gezinmelerini
vurgularken, ikincil alemlere geçiş eşikleri de olurlar. Mitolojik dönemlerden itibaren eşik kutsal kabul edilir. Hayat ile mematı ayıran çizgi olan eşik, kişinin sığınma alanıdır. Bir“adapte sorunu” olarak, kötü varlıklar eşiği aşamamaktadırlar. Romanda kullanılan kuyu motifi modern edebiyat için gotik mekanların tekinsizliğini destekler. Kuyunun Türk-İslam inanç sisteminde, arınma, baht dönümünü sağlama gibi işlevleri vardır. Modern edebiyatta kişinin kendini buluşu ile açıklanabileceği gibi psikanalist ve mitik açıdan da kahramanın yaşadığı ikincil evren maceralarının eşiği veya düşmanların hapsedildiği, kötülüğün yenildiği alan olarak kurgulanır. Yatır romanında psikanalitik bir unsur olarak mağara motifi de dönüştürülmüş olarak yer eder. Jung mağaranın bilinç ile bilinçdışı arasında, kişinin kendisini dönüştürme sürecini görür (Jung 2013). Mustafa, bir eşik kabul edilen parlak taşa dokunduğunda zihninde uyananiki mağara ile konuşmaya başlar ve zamanla olumsuz bir kişiye dönüşür.

Tekinsizlik
Memoratlara dair unsurlar içerisinde, ayna tekinsiz durumu destekleyen bir unsurdur. Bir taraftan fal ve büyü ile ilgili olan cephesi, bir yandan da inanç pratiği olarak gölge varlıklarınyansıma alanlarından biri olarak kabul edilmesi, ayna ile memoratların ilişkisini güçlendirir. Muska’da ayna, uğursuzluk nesnesi olarak kabul edildiği gibi, cinlerin yansıma alanı olarak da kullanılır. Şamanlar, aynaları metafizik alemle ilişki kurmak amacıyla kullanırlar ve bu anlamda ayna daha da önem arz eder. (Çetindağ 2009) Aynanın
Muska romanında yüklendiği konum, Yatır’da da korunur. Burada yine aynaya dair itikatlara bağlı olarak kırılmayan bir ayna söz konusudur. Aynaya yüklenen tekinsiz rol, onun cinlerle olan ilişkisine bilinçaltı noktasında işaret etmesi bakımından mühimdir.

Gotik anlatıda resme dair unsurların kullanılması, tekinsizliği tetikler. Yatır romanında lanetten kaçmaya çalışan kahramanın resim tablosunun içerisine hapsolması bu anlamda manidardır. (Sedgwick 1986)

Sonuç
Sadık Yemni paranormal romanlarında memoratların gücünü kullanır ve geleneğin dönüştürüldüğü sinematografik eserler yazar. Toplumsal kimliği şekillendirmek, çizmek veya korumak için memoratların imkanlarını kullanmak ve sınırları değiştirmek, geliştirmek
gerekebilir. Topluma ait kadim anlatıların ve inanç pratiklerinin romanlarda kullanılması, anlatılara yeni bir güç ve ivme kazandırmak, belki de parlak epik zamanlara yeniden dönmek arayışının bir neticesi olur.

KAYNAKÇA

ASSMANN, Jan, (2001),
 Kültürel
Bellek 
, (Çeviren: Ayşe Tekin), İstanbul: Ayrıntı.
 BACHELARD, (1996),
 Mekânın Poetikası
, (Çeviren: Aykut Derman), İstanbul: Kesit

BASCOM, William R., (2007/4), “Folklorun Dört İşlevi”, (Çeviren: A. Tansel),
Folklor/Edebiyat,
 52: 7-28.BAYAT, Fuzuli, (2015),
Türk Mitolojik Sistemi 
, İstanbul: Ötüken.
 BORATAV, Pertev Naili, (1999),
100 Soruda Türk Folkloru
, İstanbul: Gerçek.
 CAMPBELL, Joseph, (2010),
 Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
, (Çeviren: Sabri Gürses),İstanbul: Kabalcı.

ÇETİNDAĞ, Yusuf, (2009),
Ayna Kitabı 
İstanbul: Kitabevi.

ÇOBANOĞLU, Özkul, (2003),
Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İnançları
 ,

Ankara: Akçağ.

GABAİN, Annemarie von, (1968), “Renklerin Sembolik Anlamları”, (Çeviren: Semih
Tezcan),
Türkoloji Dergisi
, III, 1: 101-113.EREN, Metin, (20
13), “Halk İnancı’ Kavramının Sınırları ve Sınırlılıkları Üzerine Birİnceleme”,
Turkish Studies
, 8/13: 857-865.HENNESSY, Brendon, (1978),
The Gothic Novel 
 ,
Harlow: Longman
İNAN, Abdulkadir 
, (1986),
 Tarihte ve Bugün Şamanizm
, Ankara: TTK
İNCİ, Handan, (2005), “Aziz Efendi’nin Reddedilen Mirası Türk Romancısının GerçeklikleSavaşı”,
Kitaplık 
, 80: 73-83.JUNG, Carl Gustav, (2013),
 Dört Arketip
, (Çeviren, Zehra Aksu Yılmazer), İstanbul: Metis

 ,
Harlow: Longman
İNAN, Abdulkadir 
, (1986),
 Tarihte ve Bugün Şamanizm
, Ankara: TTK
İNCİ, Handan, (2005), “Aziz Efendi’nin Reddedilen Mirası Türk Romancısının GerçeklikleSavaşı”,
Kitaplık 
, 80: 73-83.JUNG, Carl Gustav, (2013),
 Dört Arketip
, (Çeviren, Zehra Aksu Yılmazer), İstanbul: Metis


276KILGOUR, Maggie, (1994),
The Rise of the Gothic Novel 
, New York: RouthledgeLE GUIN, Ursula K., (2015),
 Kadınlar Rüyalar Ejderhalar 
, İstanbul: Metis.
 MORAN, Berna, (1998),
Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış
III, İstanbul: İletişim.
 ONG, Walter J., (1995),
 Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi 
 ,
(Çeviren: S.Postacıoğlu Banon), İstanbul: Metis.

ÖZTÜRK, Özhan, (2009),
Folklor ve Mitoloji Sözlüğü
, Ankara: Phoenix.RICOEUR, Paul, (2012),
 Hafıza, Tarih, Unutuş,
(Çeviren: M.E. Özcan), İstanbul: Metis.

SEDGWİCK, Eve K., (1986), “The Structure of Gothic Conventions”,
The Coherence ofGothic Conventions,
 New York: Methuen.SIMPSON, J. ve S. ROUD, (2000)
A Dictionary of English Folklore 
,Oxford UniversityPress. 
TÜRKEŞ, Ömer, (2005), “Korkuyu Çok Sevdik Ama Az Ürettik”,
Radikal Kitap
, 16-17.(200
8), “Korku Türünde İnsan Özgü Çok Şey Bulmak Mümkün”,
HürriyetGösteri
, 292: 118-119.
YEMNİ, Sadık, (2013a),
Muska 
, İstanbul: Nar Kitap
 (2013b),
Yatır 
, İstanbul: Nar Kitap

YETİŞ, Kâzım, (1996),
 Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve
Yazıları
, İstanbul: Alfa.


16 Nisan 2017 Pazar

VALLA AFFETTİM

VALLA AFFETTİM

Bana siyasi tercihim nedeniyle açıkça hakaret eden, şucu bucu diyerek aklınca karalayan, cahil bulan, alay eden, ihtar çeken, delirdiğimi, elden gittiğimi  söyleyen, zaten kofti bir yazar olduğumu hassasiyetle belirten, Yeni Türkiyeci olmamı menfaat saikine bağlayan kimseler mevcut. Bunu sayısız kereler tekrarladılar. Ben kimseye siyasi tercihi nedeniyle yukardakilere benzer sözler etmedim. Benim eleştirilerim ortamı çözümleme amaçlı olarak kaleme alınmıştır. Bu kardeşlerimi, merhum Atilla İlhan’ın kadrosundan olanları hariç affettim. Buğzetmiyorum.

Umuma açık Hayat Hikâyem’de yıllarca önceden neci olduğum açıkça belli edilmiştir: https://sadikziyayemni.blogspot.com.tr/2017/01/sadk-yemninin-hayat-hikayesi.html

Ben Batı uygarlığına alternatif olacak bir medeniyet telakkisine sahip olan kimselerden biriyim. Türkiye’nin Küresel merhamet, Hakkaniyet ve Hoşgörü şeklinde dünya için sarfedecek eşsiz sözleri var. Yıllardır dergi ve blog yazılarımda buna değiniyorum. Özellikle Üçüncü Kapı ve Balonlu Vadi adlı denemelerimde bunları görebilirsiniz.  


Eski Türkiye’nin aydınları bir girdap içinde çırpınıyor. Tarih bilinci eksikliği, Doğuyu ve Batıyı yeterince bilmemek bunda başlıca rol oynuyor. Birçoğu bilmediğini bilmiyor. Bazıları da bilmek istemiyor. Daha da acısı bu taifenin içinde yazarlar da var. Porselen Yazarlar(Bak: Balonlu Vadi)

Bu kimseler için umudum diri. Özellikle genç kardeşlerimin kısa vadede hızlı bir toparlanma ve ülkelerinin eşsiz potansiyelini hissetme sürecine gireceklerini düşünüyorum.


NOT: Bu yazıyı dürüstlük ilkesi gereği 16 Nisan sabahı referandum sonuçları henüz belli değilken yayınlıyorum.