“Şimdi
aklıma geldi birden. Bu öğle üzeri Altusa marka kazakları gördüm.
Nişantaşı’nda. Fiyatı yüzde yirmi beş indirmişler. Az kalsın alacaktım; ama
önce sorayım dedim. Sarı istiyordun değil mi?”
Ahmet Ertuna’nın soğan doğrayan hareketli eli
durakladı ve dönüp Nermin’e baktı. Kadın içeri yeni girmişti. Çok yürümüştü
yine besbelli. Çünkü ayakkabılarını çıkarınca terlik giymemişti. Birazdan
ayaklarını soğuk su dolu leğene koyacak ve saatlerce sokaklarda gezmesiyle
ilgili tek bir kelime etmeyecekti. Bu arada telefonla üç beş arkadaşına
ayrıntılı alışveriş raporları sunacağından, Ahmet bütün dökümü çeşitli nüshalar
halinde zaten dinleyecekti. Aylin nüshası, Meliha nüshası, Fatma nüshası. Her
arkadaşına aynı mamul üzerine bile olsa farklı bilgiler sunacaktı. Nermin’in
yeni numarasıydı bu. Tek değildi. Altı ay içinde bir irili ufaklı numaralar
paketi açmış ve kendince bir sinsilikle tedavüle sokmuştu birer birer.
“Sarıydı evet.”
Karısı buzdolabını açmış içine bakmaktaydı.
Üç aylık hamileydi. Bir oğulları olacaktı. Üzerinde kendine çok yakışan petrol
mavisi eteği ve beyaz gömlek vardı. Bakımlı kumral saçları omuzlarını
okşamaktaydı. Hoş kadındı Nermin. Hamilelik yakışmıştı. Büyük teyzesinden kalan
miras sayesinde burun ve çene ameliyatı yaptırarak görünümünü olumlu anlamda
yenilemişti.
Bakışları karşılaşınca kadının kırışan alnı
düzeldi, şaşkın yüz ifadesini ani bir gülümsemeyle adeta sildi. Gözlerinde 10
vatlık standart fettanlık yandı söndü. Ardından gülümsemesi diğer yana kaydı.
Sıradan bir her şey yolunda gülümsemesi şeklinde asıldı kaldı. Kapatmak üzere
olduğu buzdolabı kapağını tekrar açtı. Bunu gözlerini saklamak için yapmıştı.
Çünkü iki gün sonra üçüncü evlilik yıldönümünü kutlayacağı biricik kocacığının
yüzündeki ifadeyi hiç beğenmemişti. O meşum ifadenin anlamını bir görüşte
çözmesinin çok hatalı olacağını kestirecek kadar zekiydi.
“Her şeyi biliyorum.”
“Ne dedin
şekerim?”
“Hamilesin.
İnsan çocuğunu düşünür be.”
Kadın ona doğru
döndüğünde Ahmet elindeki bıçağı olanca gücüyle kadının göğsüne sapladı. Sivri
uçlu bıçak neredeyse sapına kadar gömülmüştü ete.
Kadının
gömleğinin sol göğüs tarafı kanla lekelenirken yüzüne şaşkınlık ve acıyla
baktı. Yeşil gözleri elem doluydu.
“Nereden… Bir hataydı. Hata… hapları içmedim.
Çocuğumuz… İçseydim bir şeyi… Hiçbir şeyi farketmeyecektin. Yakında mod… Moda
olacak Ahmet. Anlıyor musun?”
Kadın yere yığılınca Ahmet bir iki adım
geriledi. Bir yanı hemen ambulans çağır diyordu. Bu sesi
mutfakta bırakmak istercesine oturma odasına gitti. Karısı ölmek üzereydi. Kimse yardım edemezdi
artık.
Oturma odasında duran fincanın yarısı kahve
doluydu. Ahmet soğuk kahve severdi. Bir yudum aldı. Nabzı
normale dönmüştü. Sağ eline baktı. Tek bir damla kan bulaşmamıştı. Kadın için
çok üzülmekteydi. Nermin’i severek evlenmişti. Hâlâ da öyleydi, ama bu en yeni
formatıyla çocuğunu doğurmasına izin veremezdi.
Bütün şüpheli kanıtlar
her saniye gözünün önünde olduğundan ilk belirgin hatadan hareketle bütün
portreyi çözmesi kısa sürmüştü. İki günlük bir araştırma yetip de artmıştı.
Karısı bir reklameş yaratığıydı.
Reklameş resmî araştırma ve istatistiklere
göre mevcut olmayan bir durumdu. Bu çok normaldi. Çünkü azami etkinlik için bu
yanın sır kalması gerekmekteydi. Ahmet son kriz sırasında işten atılana kadar
bilgisayar programcısıydı. Şimdi bir arkadaşının şirketinde pazarlamacı olarak
çalışmaktaydı. Hem pazarı hem de programlama denen şeyi tanımaktaydı. Elinde
sayısız done vardı; ama insanın en yakınına böyle bir hali yakıştırması kolay
değildi.
Nermin ilk kez üç gün önce çok açık bir hata
sergilemişti. Altusa marka kazak bahsiydi. Böyle bir kazak alması için üç beş
kez ısrar ettikten sonra, “Boş ver, şu sıralar çok pahalıya satıyorlar. Yakında
indirime giderler.” demişti. Bu söz çok normaldi; ama kadın bunu altı saat
içinde yedi kez yinelediğinin farkında değildi.
Ahmet bir ayrıntı sapığıydı. Ayrıntı işleyen
yanı karısıyla ilgili her türlü anomaliyi dosyalamaktaydı zaten. Tek yaptığı
karısının gizli kayıtlarını araştırmak olmuştu. Bunun yanı sıra arkadaşlarına
verdiği alışveriş raporları vardı. Karısı her gün İstanbul’un çeşitli
semtlerinde beş altı saat yol tepmekteydi. Bol bol vitrin görmesi ve
karşılaştığı kadınlara listesindeki mamulleri övmesi gerekmekteydi. Ayda iki
bin yüz lira kazandırıyor dediği anket işi paravanaydı. Hiçbir anketöre uzun
süreli bu kadar ücret verilmezdi. Anket manket yoktu. Nermin beynine çip
yerleştirilmiş iki ayaklı bir reklam programıydı. Nefes alıp veren, gülen, ağlayan,
sevişen, insanı ikna eden, daha da kötüsü çocuk doğuran bir organik reklam ünitesiydi.
Ahmet’in eski hacker arkadaşları istediği
bilgilerin hızlı temininde bayağı etkin rol oynamıştı. Reklameş skandalları
çeşitliydi. İlki 3 yıl önce İsviçre’de, ikincisi Londra’da patlamıştı. Bunlar
küçük ve etkisi sınırlı patlamalardı. Geçen yılki New York skandalı ise ayyuka
çıkmıştı. Bahis konusu olan tanınmış bir senatörün kızıydı. Satılmış medya
bütün gücüne rağmen örtbas edebilmeyi başaramayınca manipülasyonla halkın
bilgilendirilmesini engellemeye çabalamıştı. Bütün internet blokajlarına rağmen
yeterince bilgi sızmıştı dışarıya.
Çoğu genç, konuşkan ve kadın olan kimseler
reklameş olmak için teklif almaktaydılar. Çok güçlü bir propaganda söz
konusuydu. Yirmi yıl içinde dünya nüfusunun onda birinin reklameş olacağı
öngörülmekteydi. Bu bir piramit şeklinde yapılanmaydı. İlk grubun sayısı az,
puanı yüksek olacaktı. Bu gruba katılmakta geç kalanlar daha sonra daha alt
düzeyde yer alacak ve düşük puanla çalışacaklardı.
Şu anda İstanbul’da üç yüz kadar reklameş
bulunduğu sanılmaktaydı. Bunlar piramitin en üst katında yer alanlardı. Sayı
bini geçince ikinci kat başlayacaktı. Karısı altı ay önce büyük bir sevinçle
eve gelmiş ve ölen büyük teyzesinden 690.000 TL kaldığını müjdelemişti. Bütün
kâğıt işlemleri kılıfına uydurulmuştu. Ahmet, Meral Tor adlı kadının
cenazesinde bulunmuş, defin ruhsatını ve noterin karısına imzalattığı belgeleri
gözüyle görmüştü. Şüphelenmesi için hiçbir neden yoktu. Şimdi Meral Tor’un mütevazı
emekli aylığını yaşlılar evine verip orada barınan biri olduğunu biliyordu.
Karısı onu tanıdığından bu yana kadından neredeyse hiç söz etmemişti ve birden
mirasa konmuştu. Telefonda arkadaşlarıyla yeni mamuller üzerine saatlerce
konuşup bağımsız bütçeli filmler hakkında tek bir kelime etmeyen film akademisi
mezunu Nermin Hanım için çok filmatik bir mucizeydi.
Kimse banka hesabındaki fazlalıktan şikâyet
etmezdi. Ahmet hiç şüphelenmemişti. Mali durumları o sıralarda biraz
sallantıdaydı. Ansızın gelen para nedeniyle sevinçten havalara uçmuştu.
Nermin’in annesi kimseyle ilişki kurmayan, adresini bile bilmediği, en az on
yıldır görmediği büyük ablasının bu kadar parası olmasına ve bunu bütün ömründe
beş on kez gördüğü birine bırakmasına şaşmıştı. Ama kadın kendine kalan 31.000
lirayı memnuniyetle langırt köy sandığı yapmış ve işi fazla kurcalamamıştı.
Ahmet şimdi yetmiş bir yaşında ölen kadının ölümünün hızlandırıldığını
düşünmekteydi. Dün Kurtuluş’taki yaşlılar evindeki müdürle konuşurken bu kanısı
çok güçlenmişti. Kadının tiroid yetmezliği, ara sıra gelen çarpıntılar
cinsinden birkaç rahatsızlığı vardı ve bunlar kontrol altındaydı. Daha sonra,
ölümünden iki hafta kadar önce, kadın birden kötülemiş ve kurtarılamamıştı.
Kalp krizi denmekteydi. Cinayetti düpedüz. Bayan Nermin Keskin Ertuna’nın
kazancını belgelemek için yaşlı kadını öbür dünyaya yollamışlardı.
Kadına estetik ameliyatı sırasında çip
yerleştirilmişti. Karısında bir nebze insanlık kalmıştı. Yoksa Ahmet’in dönen
dümenleri farketmesi yirmi yıl sürebilirdi. Bir reklameşin bu kadar uzun
kullanım tarihi olduğunu sanmıyordu. Çip beyni etkiliyordu. İlk testler üzerine
bir sürü yazı okumuştu. Erken bunama, alzaymır, felç gibi yan tesirleri vardı.
Ahmet divana yaslanarak gözlerini yumdu. Son
birkaç gün neredeyse hiç uyumamıştı. İnsanın her şeyini paylaştığı birinin ona
belli mamulleri alması için sabah akşam örgütlü baskı yaptığını saptaması çok
berbat bir şeydi. Sevişirlerken insanın karısının bu koku sana çok yakışıyor,
falanca marka külot çok seksi gösteriyor, diye fısıldamasının sıradan bir
reklam programına dönüşmesi bir felaketti. Yemek yenecek restoran, piknik
yapılacak özel kamp, yolda durulacak benzin istasyonu, seyredilecek filmler,
çocuk odası eşyaları, gereksiz vitaminler, kolesterol düşürücüler... En kötüsü
bunlara ortalama uyulduğunda takınılan memnun gülümseme. Mutlu kadının erkeğine
verdiği pozitif ışımayla taltif.
Kadının kendi
ve onun ebeveynlerine, yakın arkadaşlarına 24 saat boyunca beynindeki çip
doğrultusunda yayın yaptığının bulgulanması acaip moral çökertici bir durumdu.
Her şey normal gitseydi ve bir çocuk doğurabilseydi, oğulları doğumundan
itibaren bir firmalar sultasının komutuna uygun bir hayat sürecekti. Bu kuşaklara çip mip
yerleştirmeye gerek de kalmayacaktı belki.
Karısının bozulmadan kalan insan yanı
sayesinde bu durumu farketmişti. Beyne yerleştirilen çipin iyi çalışabilmesi
için muntazaman hap kullanmak gerekmekteydi. Karısı bir yerde, bu tür hapların
çocuklarda zekâ geriliğine, disleksiye falan neden olduğunu keşfetmişti. Ahmet,
bunu bilgisayarının hard diskinden sildiği bilgileri geri çağırarak
keşfetmişti. Hapları aksatınca rolünde defolar başlamıştı. Bu sayede Ahmet,
beyninde birbirinden ayrı ayrı duran şüphe boncuklarını bir araya
getirebilmişti.
Karısına ödül, hızlı ve acısız bir ölümdü.
Mahkemeye verse rezil olması bir yana, hapislerde sürünmesi işten değildi
yoksa. Çok rol kesmişti. Bir daha kimsenin yüzüne bakamazdı. Foyasının ortaya
çıkmasını istemeyen şirket ne yapardı? Bu da bir başka yanıydı işin.
Avukat arkadaşına telefon etmeliydi. Ardından
da polise. Elinde çok sağlam deliller vardı. Karısının reklameşliğini
kanıtlaması zor olmayacaktı. Yaşlı teyzenin mezardan çıkartılacak cesedi de pek
çok şeyler anlatacaktı kuşkusuz. Nermin’in annesi ve babasıyla karşılaşacağı
anları hayal ederek içini çekti. Ortak dostları, yakınları mahkeme sonuçlanana
kadar hakkında kimbilir ne düşüneceklerdi.
Gözlerini açtı ve sehpanın üzerindeki
telefona uzandı. Tam o sırada cep telefonu çalmaya başladı. Baktı. Özel
numaraydı. Düğmeye bastı.
“Ahmet Bey, merhaba.”
Hiçbir yerden tanımadığı ses evin içinden
geliyormuş gibi bir duyguya kapılmıştı. Kendisinin izin vermediği bir samimiyet
tonuna sahipti.
“Kimsiniz?”
“Adım önemli değil. Bir sorununuz var
sanırım.”
Ahmet iyice dirilmişti. Karısının patronuyla
konuştuğunu anlamıştı hemen.
“Mutfak kirlenmiş biraz. Yardıma ihtiyacınız
var.”
Ahmet ayağa kalkarak gidip, sokak kapısını
kontrol etti. Ev boştu ve kapı arkadan sürgülüydü.
“Temizlikçi bir firmayı
aramamızı ister misiniz? Onlar her türlü lekeyi çıkartmayı iyi bilirler.”
Evin içine
gizli kameralar gizledikleri çok açıktı. Yoksa mutfaktaki cesedi nasıl
bilebilirlerdi.
“Neden bana yardım etmek
istiyorsunuz?”
“Bazı şeylerin bilinmemesi iki taraf için de
iyi değil mi?”
“Sonra ne olacak peki?”
“Karınız bir iş gezisine çıkacak. Bir elim
kaza. Üzgün ve gamlı kocanın gazetelerin iç sayfalarındaki yüzü. Sonra hayata
kaldığı yerden devam. Nermin Hanım’ın hayat sigortasının yürek ısıtıcı
gölgesinde tabii ki.”
Ahmet bu çözümü isteyen yanının gücüne
şaşarak, “Artık çok geç.” dedi.
“Hiçbir zaman geç değil derler. Biraz
düşünün.”
“Bitti dedim ya. Her şey…”
Ahmet telefonu kapattı ve mutfağa gitti.
Karısının göğsü kan içindeki cesedi iradesine umduğu darbeyi indirdi. Kafasında
sigortayı alsana ahmak, diyen sese aldırmadan avukat arkadaşını aradı. Arkadaşı
bir tanıdığıyla birlikte yarım saat içinde eve geldi. Ahmet elindeki bütün
delilleri, tuttuğu dosyayı adama verdi. Sonra gelen polislere teslim oldu.
Uluslararası medyanın çok ilgi gösterdiği bir
dava oldu. Bir gazete İstanbul’da Birinci Reklameş Cinayeti başlığını atmıştı.
Bu çok popüler oldu. Birçok ülke medyası nedense cümleden İstanbul’u silerek
yayınladılar. Durumu dünya çapında bir birincilik gibi göstermekteydiler. Meral
Tor’un cesedine yapılan otopside kalp krizi yaratan bir alkoloid saptadı.
Nermin Hanım’ın beyninde de bir çip vardı gerçekten. Hepsi buydu. Ne Meral
Hanım’ın katili ne de çipi yerleştiren firma saptanabildi. Mahkeme Ahmet
Ertuna’ya bir buçuk yıl hapis cezası verdi. Bir yıl sonra serbest bir adamdı
yeniden.
Hapisten çıktıktan sekiz ay kadar sonra Ahmet
Ertuna güpegündüz kaldırıma çıkan bir otomobil tarafından çiğnendi ve olay
yerinde öldü. Araba bulundu; ama firari şoför yakalanamadı. Eğer Ahmet Bey altı
gün daha yaşasaydı onun hikâyesinden hareketle yapılmış filmin galasına
katılabilecekti. Onun yerine en yakın dostlarından ikisi gittiler.
Birinci Reklameş Cinayeti adlı filme rağbet
müthişti. Ahmet Ertuna tarihe geçmişti. Reklameş firmaları çok memnundular.
Piramitin en üstünde yer almak isteyen genç, zeki ve sıhhatli çoğu kadın bir sürü
yeni evli kimse onlarla ilişkiye geçmek için çırpınmaktaydı. Bir illegal
internet sitesinde filmi bu firmaların finanse ettiği ve dağıttığı haberi, bu
ilgiyi artıran reklam etkinliklerinden sadece biriydi. Maktûle Nermin Hanım son
sözlerinde haklıydı. Reklameşlik moda olma yolundaydı.
Amsterdam, Nisan
2009
--------------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder