8 Ağustos 2017 Salı

Birinci Reklameş Cinayeti (öykü)





“Şimdi aklıma geldi birden. Bu öğle üzeri Altusa marka kazakları gördüm. Nişantaşı’nda. Fiyatı yüzde yirmi beş indirmişler. Az kalsın alacaktım; ama önce sorayım dedim. Sarı istiyordun değil mi?”
  Ahmet Ertuna’nın soğan doğrayan hareketli eli durakladı ve dönüp Nermin’e baktı. Kadın içeri yeni girmişti. Çok yürümüştü yine besbelli. Çünkü ayakkabılarını çıkarınca terlik giymemişti. Birazdan ayaklarını soğuk su dolu leğene koyacak ve saatlerce sokaklarda gezmesiyle ilgili tek bir kelime etmeyecekti. Bu arada telefonla üç beş arkadaşına ayrıntılı alışveriş raporları sunacağından, Ahmet bütün dökümü çeşitli nüshalar halinde zaten dinleyecekti. Aylin nüshası, Meliha nüshası, Fatma nüshası. Her arkadaşına aynı mamul üzerine bile olsa farklı bilgiler sunacaktı. Nermin’in yeni numarasıydı bu. Tek değildi. Altı ay içinde bir irili ufaklı numaralar paketi açmış ve kendince bir sinsilikle tedavüle sokmuştu birer birer.
 “Sarıydı evet.”
  Karısı buzdolabını açmış içine bakmaktaydı. Üç aylık hamileydi. Bir oğulları olacaktı. Üzerinde kendine çok yakışan petrol mavisi eteği ve beyaz gömlek vardı. Bakımlı kumral saçları omuzlarını okşamaktaydı. Hoş kadındı Nermin. Hamilelik yakışmıştı. Büyük teyzesinden kalan miras sayesinde burun ve çene ameliyatı yaptırarak görünümünü olumlu anlamda yenilemişti.
  Bakışları karşılaşınca kadının kırışan alnı düzeldi, şaşkın yüz ifadesini ani bir gülümsemeyle adeta sildi. Gözlerinde 10 vatlık standart fettanlık yandı söndü. Ardından gülümsemesi diğer yana kaydı. Sıradan bir her şey yolunda gülümsemesi şeklinde asıldı kaldı. Kapatmak üzere olduğu buzdolabı kapağını tekrar açtı. Bunu gözlerini saklamak için yapmıştı. Çünkü iki gün sonra üçüncü evlilik yıldönümünü kutlayacağı biricik kocacığının yüzündeki ifadeyi hiç beğenmemişti. O meşum ifadenin anlamını bir görüşte çözmesinin çok hatalı olacağını kestirecek kadar zekiydi.
  “Her şeyi biliyorum.”
  “Ne dedin şekerim?”
  “Hamilesin. İnsan çocuğunu düşünür be.”
  Kadın ona doğru döndüğünde Ahmet elindeki bıçağı olanca gücüyle kadının göğsüne sapladı. Sivri uçlu bıçak neredeyse sapına kadar gömülmüştü ete.
Kadının gömleğinin sol göğüs tarafı kanla lekelenirken yüzüne şaşkınlık ve acıyla baktı. Yeşil gözleri elem doluydu.
  “Nereden… Bir hataydı. Hata… hapları içmedim. Çocuğumuz… İçseydim bir şeyi… Hiçbir şeyi farketmeyecektin. Yakında mod… Moda olacak Ahmet. Anlıyor musun?
  Kadın yere yığılınca Ahmet bir iki adım geriledi. Bir yanı hemen ambulans çağır diyordu. Bu sesi mutfakta bırakmak istercesine oturma odasına gitti. Karısı ölmek üzereydi. Kimse yardım edemezdi artık.
  Oturma odasında duran fincanın yarısı kahve doluydu. Ahmet soğuk kahve severdi. Bir yudum aldı. Nabzı normale dönmüştü. Sağ eline baktı. Tek bir damla kan bulaşmamıştı. Kadın için çok üzülmekteydi. Nermin’i severek evlenmişti. Hâlâ da öyleydi, ama bu en yeni formatıyla çocuğunu doğurmasına izin veremezdi.
  Bütün şüpheli kanıtlar her saniye gözünün önünde olduğundan ilk belirgin hatadan hareketle bütün portreyi çözmesi kısa sürmüştü. İki günlük bir araştırma yetip de artmıştı. Karısı bir reklameş yaratığıydı.
  Reklameş resmî araştırma ve istatistiklere göre mevcut olmayan bir durumdu. Bu çok normaldi. Çünkü azami etkinlik için bu yanın sır kalması gerekmekteydi. Ahmet son kriz sırasında işten atılana kadar bilgisayar programcısıydı. Şimdi bir arkadaşının şirketinde pazarlamacı olarak çalışmaktaydı. Hem pazarı hem de programlama denen şeyi tanımaktaydı. Elinde sayısız done vardı; ama insanın en yakınına böyle bir hali yakıştırması kolay değildi.
  Nermin ilk kez üç gün önce çok açık bir hata sergilemişti. Altusa marka kazak bahsiydi. Böyle bir kazak alması için üç beş kez ısrar ettikten sonra, “Boş ver, şu sıralar çok pahalıya satıyorlar. Yakında indirime giderler.” demişti. Bu söz çok normaldi; ama kadın bunu altı saat içinde yedi kez yinelediğinin farkında değildi.
  Ahmet bir ayrıntı sapığıydı. Ayrıntı işleyen yanı karısıyla ilgili her türlü anomaliyi dosyalamaktaydı zaten. Tek yaptığı karısının gizli kayıtlarını araştırmak olmuştu. Bunun yanı sıra arkadaşlarına verdiği alışveriş raporları vardı. Karısı her gün İstanbul’un çeşitli semtlerinde beş altı saat yol tepmekteydi. Bol bol vitrin görmesi ve karşılaştığı kadınlara listesindeki mamulleri övmesi gerekmekteydi. Ayda iki bin yüz lira kazandırıyor dediği anket işi paravanaydı. Hiçbir anketöre uzun süreli bu kadar ücret verilmezdi. Anket manket yoktu. Nermin beynine çip yerleştirilmiş iki ayaklı bir reklam programıydı. Nefes alıp veren, gülen, ağlayan, sevişen, insanı ikna eden, daha da kötüsü çocuk doğuran  bir organik reklam ünitesiydi.
  Ahmet’in eski hacker arkadaşları istediği bilgilerin hızlı temininde bayağı etkin rol oynamıştı. Reklameş skandalları çeşitliydi. İlki 3 yıl önce İsviçre’de, ikincisi Londra’da patlamıştı. Bunlar küçük ve etkisi sınırlı patlamalardı. Geçen yılki New York skandalı ise ayyuka çıkmıştı. Bahis konusu olan tanınmış bir senatörün kızıydı. Satılmış medya bütün gücüne rağmen örtbas edebilmeyi başaramayınca manipülasyonla halkın bilgilendirilmesini engellemeye çabalamıştı. Bütün internet blokajlarına rağmen yeterince bilgi sızmıştı dışarıya.
  Çoğu genç, konuşkan ve kadın olan kimseler reklameş olmak için teklif almaktaydılar. Çok güçlü bir propaganda söz konusuydu. Yirmi yıl içinde dünya nüfusunun onda birinin reklameş olacağı öngörülmekteydi. Bu bir piramit şeklinde yapılanmaydı. İlk grubun sayısı az, puanı yüksek olacaktı. Bu gruba katılmakta geç kalanlar daha sonra daha alt düzeyde yer alacak ve düşük puanla çalışacaklardı.
  Şu anda İstanbul’da üç yüz kadar reklameş bulunduğu sanılmaktaydı. Bunlar piramitin en üst katında yer alanlardı. Sayı bini geçince ikinci kat başlayacaktı. Karısı altı ay önce büyük bir sevinçle eve gelmiş ve ölen büyük teyzesinden 690.000 TL kaldığını müjdelemişti. Bütün kâğıt işlemleri kılıfına uydurulmuştu. Ahmet, Meral Tor adlı kadının cenazesinde bulunmuş, defin ruhsatını ve noterin karısına imzalattığı belgeleri gözüyle görmüştü. Şüphelenmesi için hiçbir neden yoktu. Şimdi Meral Tor’un mütevazı emekli aylığını yaşlılar evine verip orada barınan biri olduğunu biliyordu. Karısı onu tanıdığından bu yana kadından neredeyse hiç söz etmemişti ve birden mirasa konmuştu. Telefonda arkadaşlarıyla yeni mamuller üzerine saatlerce konuşup bağımsız bütçeli filmler hakkında tek bir kelime etmeyen film akademisi mezunu Nermin Hanım için çok filmatik bir mucizeydi.
  Kimse banka hesabındaki fazlalıktan şikâyet etmezdi. Ahmet hiç şüphelenmemişti. Mali durumları o sıralarda biraz sallantıdaydı. Ansızın gelen para nedeniyle sevinçten havalara uçmuştu. Nermin’in annesi kimseyle ilişki kurmayan, adresini bile bilmediği, en az on yıldır görmediği büyük ablasının bu kadar parası olmasına ve bunu bütün ömründe beş on kez gördüğü birine bırakmasına şaşmıştı. Ama kadın kendine kalan 31.000 lirayı memnuniyetle langırt köy sandığı yapmış ve işi fazla kurcalamamıştı. Ahmet şimdi yetmiş bir yaşında ölen kadının ölümünün hızlandırıldığını düşünmekteydi. Dün Kurtuluş’taki yaşlılar evindeki müdürle konuşurken bu kanısı çok güçlenmişti. Kadının tiroid yetmezliği, ara sıra gelen çarpıntılar cinsinden birkaç rahatsızlığı vardı ve bunlar kontrol altındaydı. Daha sonra, ölümünden iki hafta kadar önce, kadın birden kötülemiş ve kurtarılamamıştı. Kalp krizi denmekteydi. Cinayetti düpedüz. Bayan Nermin Keskin Ertuna’nın kazancını belgelemek için yaşlı kadını öbür dünyaya yollamışlardı.
  Kadına estetik ameliyatı sırasında çip yerleştirilmişti. Karısında bir nebze insanlık kalmıştı. Yoksa Ahmet’in dönen dümenleri farketmesi yirmi yıl sürebilirdi. Bir reklameşin bu kadar uzun kullanım tarihi olduğunu sanmıyordu. Çip beyni etkiliyordu. İlk testler üzerine bir sürü yazı okumuştu. Erken bunama, alzaymır, felç gibi yan tesirleri vardı.
  Ahmet divana yaslanarak gözlerini yumdu. Son birkaç gün neredeyse hiç uyumamıştı. İnsanın her şeyini paylaştığı birinin ona belli mamulleri alması için sabah akşam örgütlü baskı yaptığını saptaması çok berbat bir şeydi. Sevişirlerken insanın karısının bu koku sana çok yakışıyor, falanca marka külot çok seksi gösteriyor, diye fısıldamasının sıradan bir reklam programına dönüşmesi bir felaketti. Yemek yenecek restoran, piknik yapılacak özel kamp, yolda durulacak benzin istasyonu, seyredilecek filmler, çocuk odası eşyaları, gereksiz vitaminler, kolesterol düşürücüler... En kötüsü bunlara ortalama uyulduğunda takınılan memnun gülümseme. Mutlu kadının erkeğine verdiği pozitif ışımayla taltif.
  Kadının kendi ve onun ebeveynlerine, yakın arkadaşlarına 24 saat boyunca beynindeki çip doğrultusunda yayın yaptığının bulgulanması acaip moral çökertici bir durumdu. Her şey normal gitseydi ve bir çocuk doğurabilseydi, oğulları doğumundan itibaren bir firmalar sultasının komutuna uygun bir hayat sürecekti. Bu kuşaklara çip mip yerleştirmeye gerek de kalmayacaktı belki.
  Karısının bozulmadan kalan insan yanı sayesinde bu durumu farketmişti. Beyne yerleştirilen çipin iyi çalışabilmesi için muntazaman hap kullanmak gerekmekteydi. Karısı bir yerde, bu tür hapların çocuklarda zekâ geriliğine, disleksiye falan neden olduğunu keşfetmişti. Ahmet, bunu bilgisayarının hard diskinden sildiği bilgileri geri çağırarak keşfetmişti. Hapları aksatınca rolünde defolar başlamıştı. Bu sayede Ahmet, beyninde birbirinden ayrı ayrı duran şüphe boncuklarını bir araya getirebilmişti.
  Karısına ödül, hızlı ve acısız bir ölümdü. Mahkemeye verse rezil olması bir yana, hapislerde sürünmesi işten değildi yoksa. Çok rol kesmişti. Bir daha kimsenin yüzüne bakamazdı. Foyasının ortaya çıkmasını istemeyen şirket ne yapardı? Bu da bir başka yanıydı işin.
  Avukat arkadaşına telefon etmeliydi. Ardından da polise. Elinde çok sağlam deliller vardı. Karısının reklameşliğini kanıtlaması zor olmayacaktı. Yaşlı teyzenin mezardan çıkartılacak cesedi de pek çok şeyler anlatacaktı kuşkusuz. Nermin’in annesi ve babasıyla karşılaşacağı anları hayal ederek içini çekti. Ortak dostları, yakınları mahkeme sonuçlanana kadar hakkında kimbilir ne düşüneceklerdi.
  Gözlerini açtı ve sehpanın üzerindeki telefona uzandı. Tam o sırada cep telefonu çalmaya başladı. Baktı. Özel numaraydı. Düğmeye bastı.
  “Ahmet Bey, merhaba.”
  Hiçbir yerden tanımadığı ses evin içinden geliyormuş gibi bir duyguya kapılmıştı. Kendisinin izin vermediği bir samimiyet tonuna sahipti.
  “Kimsiniz?”
  “Adım önemli değil. Bir sorununuz var sanırım.”
  Ahmet iyice dirilmişti. Karısının patronuyla konuştuğunu anlamıştı hemen.
  “Mutfak kirlenmiş biraz. Yardıma ihtiyacınız var.”
  Ahmet ayağa kalkarak gidip, sokak kapısını kontrol etti. Ev boştu ve kapı arkadan sürgülüydü.
  “Temizlikçi bir firmayı aramamızı ister misiniz? Onlar her türlü lekeyi çıkartmayı iyi bilirler.”
  Evin içine gizli kameralar gizledikleri çok açıktı. Yoksa mutfaktaki cesedi nasıl bilebilirlerdi.
  “Neden bana yardım etmek istiyorsunuz?”
  “Bazı şeylerin bilinmemesi iki taraf için de iyi değil mi?”
  “Sonra ne olacak peki?”
  “Karınız bir iş gezisine çıkacak. Bir elim kaza. Üzgün ve gamlı kocanın gazetelerin iç sayfalarındaki yüzü. Sonra hayata kaldığı yerden devam. Nermin Hanım’ın hayat sigortasının yürek ısıtıcı gölgesinde tabii ki.”
  Ahmet bu çözümü isteyen yanının gücüne şaşarak, “Artık çok geç.” dedi.
  “Hiçbir zaman geç değil derler. Biraz düşünün.”
  “Bitti dedim ya. Her şey…”
 Ahmet telefonu kapattı ve mutfağa gitti. Karısının göğsü kan içindeki cesedi iradesine umduğu darbeyi indirdi. Kafasında sigortayı alsana ahmak, diyen sese aldırmadan avukat arkadaşını aradı. Arkadaşı bir tanıdığıyla birlikte yarım saat içinde eve geldi. Ahmet elindeki bütün delilleri, tuttuğu dosyayı adama verdi. Sonra gelen polislere teslim oldu.
  Uluslararası medyanın çok ilgi gösterdiği bir dava oldu. Bir gazete İstanbul’da Birinci Reklameş Cinayeti başlığını atmıştı. Bu çok popüler oldu. Birçok ülke medyası nedense cümleden İstanbul’u silerek yayınladılar. Durumu dünya çapında bir birincilik gibi göstermekteydiler. Meral Tor’un cesedine yapılan otopside kalp krizi yaratan bir alkoloid saptadı. Nermin Hanım’ın beyninde de bir çip vardı gerçekten. Hepsi buydu. Ne Meral Hanım’ın katili ne de çipi yerleştiren firma saptanabildi. Mahkeme Ahmet Ertuna’ya bir buçuk yıl hapis cezası verdi. Bir yıl sonra serbest bir adamdı yeniden.
  Hapisten çıktıktan sekiz ay kadar sonra Ahmet Ertuna güpegündüz kaldırıma çıkan bir otomobil tarafından çiğnendi ve olay yerinde öldü. Araba bulundu; ama firari şoför yakalanamadı. Eğer Ahmet Bey altı gün daha yaşasaydı onun hikâyesinden hareketle yapılmış filmin galasına katılabilecekti. Onun yerine en yakın dostlarından ikisi gittiler.
  Birinci Reklameş Cinayeti adlı filme rağbet müthişti. Ahmet Ertuna tarihe geçmişti. Reklameş firmaları çok memnundular. Piramitin en üstünde yer almak isteyen genç, zeki ve sıhhatli çoğu kadın bir sürü yeni evli kimse onlarla ilişkiye geçmek için çırpınmaktaydı. Bir illegal internet sitesinde filmi bu firmaların finanse ettiği ve dağıttığı haberi, bu ilgiyi artıran reklam etkinliklerinden sadece biriydi. Maktûle Nermin Hanım son sözlerinde haklıydı. Reklameşlik moda olma yolundaydı.
                                                                                 Amsterdam, Nisan 2009
                                                                                                                                      
                         --------------------------------------------




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder