8 Ağustos 2017 Salı

FREKANS KARDEŞLİĞİ (öykü)





 “Naber Mete?”
  Bunu diyen sınıf arkadaşım İlhan’dı. Kadıköy’de ana caddede boğa heykeline yakın bir yerde raslantıyla karşılaşmıştık. Paçalarında biraz akerdeonlaşmış soluk bir kot pantolon ve neredeyse dizlerine kadar inen beyaz bir tişört vardı üzerinde. Göğsünde iri kırmızı harflerle İngilizce olarak ‘Beni Mars’a kaçırdılar?’ yazılı bir tişört giymişti. Başına taktığı siyah Callaway marka golf şapkası ve siyah spor ayakkabılarıyla karizmasının gaddar olduğunu düşünmekteydi.
  Mete de birkaç ay öncesine kadar bu hattaydı. Arkadaşının bu tür havalı kıyafetlerine özenirdi, ama aradan geçen zamanda çok şey değişmişti. Değişim lafı az kalmaktaydı. Delikanlı tepeden tırnağa yenilenmişti. Reset olmuştu. Altı ay kadar sonra on beş yaşına basacak olan Mete Sönmez kelimenin tam anlamıyla A’dan Z’ye formatlanmıştı.
  “İyilik. Ne yapıyorsun burada?”
  “Bizim Cem’e gidiyorum. Oyun oynayacağız.”
  Normal koşullarda olsalar Mete hangi oyun falan diye sorarak lafı uzatır, davet edilmeyi bekler ve çoğunlukla da bu isteği gerçekleşmezdi. İlhan kendi benzeri arkadaşlarıyla takılırdı. Mete gibi zeki, ama sosyal yaşam yönünden biraz tutuk tiplere yer yoktu o grupta. Artık Mete sanal oyun oynayarak suni heyecan yaratan biri değildi. Bu gibi şeyler formatlanınca geride kalmıştı.Gerçek oyunları kuran ve idare edendi. Şu anda en yeni oyununu icra etmeye gitmekteydi.
  “İyi.”
  “Sen?”
  Yaz tatili bitmek üzereydi. İlhan onu en son üç hafta kadar önce yine buralarda görmüştü. Daha aşağılarda bir yerde yine raslantıyla karşılaşmışlardı. Arkadaşının bakışlarında aşağıdan yukarı tarama, bir şeyleri anlamlandıramama ifadesi vardı. İhsan içindeki olağanüstü gücü hissediyordu, ama ne olduğunu anlaması mümkün değildi. Kimse tahmin edemezdi. Moralinin bir nedenden iyi olduğunu, bunun da fiziğine enerji olarak yansıdığını düşünüyordu. Belki bir kıza aşık olduğunu bile sanıyor olabilirdi. Filmlerde hayal gibi izleyip durdukları şey şu anda Mete’nin en yeni, elle tutulur gerçekliğiydi. Günlük haliydi. İçinde V vardı. Damarlarında muazzam bir güç fink atmaktaydı.
  Mete en normal haliyle saatine baktı. “Hiç, öylesine dolaşıyorum biraz. Birazdan biriyle buluşacağım da.”
  ‘Buluşmak’ sözcüğü etkili olmuş, İhsan’ın gözlerinde bunu alımlı bir kıza yorduğunu belli eden seni seni ifadesi ve hafif çekimli bir kıskançlık duygusu aynı anda belirmişti. İçine V girince Mete’nin duyuları inanılmaz derecede keskinleşmişti. Arkadaşının düşüncelerini okuyordu adeta. Kendini ‘Bir sevgilin mi var?’dememek için zor tuttuğunu hissediyordu.
  “Yarın okulda görüşürüz.”
  “Gidiyor musun?” 
  “Evet.”
  İhsan’ın yüzünde yarısı sahte, üçte biri kurnazlıkla kaplı bir dostane ifade belirdi. “Eğer pek önemli değilse, Cem’e gel sen de diyecektim.” Eliyle sanki Mete bilmiyormuş gibi Cem’in oturduğu bloğu işaret etmişti. “Prototype3 oynayacağız. Daha 2’si bile kimsede yok.”
  Mete gayret ederek bu kuyruklu yalanı çaktığını belli edecek bir sinyal salmadı dışarıya. İhsan Prototype3 mavalıyla kendisini Cem’in evine çekerek en yeni ışımasını diğer delikanlıların değerlendirmesine sunmak istiyordu. Bir de ‘Ne oldu sana böyle? Anlat bakalım?’ sıkıştırması yapılacaktı tabii.
  Mete bütün yaz tatili boyunca Cem’in evine tek bir kez davet edilmediğini unutmuş gibi yaparak minnetle gülümsedi. “Bir başka defa artık. Sağol davetin için. Görüşürüz bir yerlerde.”
  “Peki, öyle olsun.”
  Mete, İhsan’ı karışık duygularla arkasında bırakıp yürümeğe başladı. Hiç bakmadan arkadaşının arkasından izlediğini hissediyordu. Sonunda bıkıp geri döndü ve Cem’in evine doğru yollandı. Mete bunları hiç bakmadan kesinlikle biliyordu. Bu tür olağanüstü keskin hassalara sahip olmak harika bir şeydi.

*
 
  Her şey mayıs sonunda bir gece başladı.
  Saat gece yarısına yaklaşıyordu ve Mete her zaman olduğu gibi bilgisayarın arkasındaydı. Cuma gecesiydi. Ertesi gün okul olmadığı için yatması sabahı bulacaktı. Üç adet bilimkurgu filmini ardı ardına izlemeye kararlıydı. Mete yalnız bir delikanlıydı. Okul dışında görüştüğü pek arkadaşı yoktu. Kitap okumak, internet sörfçülüğü ve film izlemek gibi hobileri nedeniyle neredeyse evde hiç canı sıkılmazdı.
  O gece de tipik bir hafta sonu gecesi olmaya adaydı, ama başka bir şey olacak ve hayatı sonsuza dek kökünden değişecekti. Mete birinci filmi izlemeye başladığında saat 00.17’ydi. Sayılara merakı yüzünden bu tür şeylere dikkat ederdi. Daha önce izlediği bir bilimkurgu filmiydi, ama Mete hoşuna giden filmleri defalarca seyretmeyi severdi. Bazı filmler otuz odalı büyük bir konak gibiydi. Her ziyarette daha önce bakmadığınız bir oda keşfederdiniz.
  Filmin giriş bölümü başladığında kulakları bir sesle doldu. Aslında kulakları lafı az kalıyordu. Bedenindeki tüm hücrelerle birlikte duyabilmekteydi adeta.
  “Mete! O an şimdi.”
  Mete filmin jenerik bölümünde müzik eşliğinde gezegenleri gördükleri sahneyi izlemekteydi. Önce bazı filmlerde olduğu gibi kıllık olsun diye üste ses kaydedilmiş sandı. Sonra birden ayıktı. Ona adıyla hitap edilmişti ve ayrıca ses bilgisayarın hoparlörlerinden değil sol arka tarafından gelmişti. Mete filmi durdurdu ve hipnozda gibi başını çevirip arkasına baktı.
  “Buradayım.”
  Delikanlının hissettiği heyecandan ense kılları kabarmıştı. Yerinden doğruldu. Korkak biri değildi. Odasında ışıklar yanıyordu. Salonda annesi ve teyzesi sohbet etmekteydi. Issız bir şatoda ya da kocaman ve kapkaranlık bir mahzende yalnız değildi.
  “Yaklaş.”
  Mete’nin zihninde beliren ‘Nereye?’ sorusu bir sabun köpüğü gibi şişti ve söndü. Radyo. Kütüphanenin üstünde duran antika radyoydu. Radyo konuşmuştu. ‘Fişleri takılı olmayan antika radyolar suskun kalırlar’ düşüncesine rağbet etmeden kütüphanenin yanına gitti. Mete bu yaşta bir seksen boyundaydı. Başı tam radyo hizasındaydı.
  “Aferin, korkacak bir şey yok. Taşlar yerine oturacak yeniden.”
  Mete sandığından daha az korkmaktaydı. Nabzı belli belirsiz hızlanmıştı. Fiziksel tepkilerini kontrol altına alan
  “Kimsiniz?”
  “Bana sen diyebilirsin. Yaşıtız neredeyse. Tarih boyunca çok çeşitli adlarım oldu. Hiçbiri bu ana uymaz artık. Sadede geleyim. Ben dedenin çok yakınıydım. Kendisiyle yirmi dört yaşındayken tanıştık. Burada. İstanbul’da. 1934 yılıydı. Bir öğle üzeri evde yalnızdı. O sırada Kurtuluş’ta oturuyorlardı. Biliyorsun. Evde antika bir radyo vardı. Bu değil. Bu 1958 yapımı. Diğeri çok eski ve zamanında bayağı değerliydi. Dedenin babası varlıklı bir adamdı biliyorsun. Kömür tüccarıydı. O sırada radyo sahibi olmak büyük bir prestijdi. Dedene o radyo kanalıyla hitap ettim. Sesimi senin olduğu gibi hemen tanıdı. Tanımaktan kastım kendine yakın bulmak. Sen de öylesin. Beni şu anda varlığımı iliğinde kemiğinde hissediyorsun. Delirdiğini ve gayipten sesler duyduğunu bir an bile düşünmüyorsun.”
  O sesin sahibi haklıydı. Mete heyecan duyuyordu, ama korkmuyordu. İçinde panik duygusunun P’si bile yoktu. Doğal bir yakınlık duygusuyla sarmaş dolaştı.
  “Sonra?”
   “Dedenle beraber olduk. Sırada baban vardı, ama elim araba kazasında öldü gitti. Aradan dört yıl geçti. Hâlâ üzgünsün. Ben de öyle. Her şeyi kontrol edemiyorum. Dedenle birlikteydim. Babanla beraber olsaydım da bazı karanlık anlar var. Şöyle anlatayım:ben dedenleyken ona yönelen hiçbir tehdit kolay kolay gerçekleşemezdi. Ama ayın görünmediği zamanlar misali, ben birinle ayın ancak 23 günü beraber olabilirim. Geri kalan 7-8 günde bir kırılganlık söz konusudur. Deden iki ay önce ben yokkenki periyotta mide kanaması geçirdi ve acilen hastaneye kaldırıldı. Ameliyata alındı. 102 yaşındaydı. Çeşitli sağlık sorunları vardı. Narkozu kaldıramadı. Ayılamadı biliyorsun. Ben içinde olsaydım kanamayı kontrol altına alabilir ve asla ameliyat olmasına izin vermezdim. Geri gelmeme iki gün kalmıştı. Maalesef şanssız bir gelişme oldu. O bunu bildiği için ameliyatı iki gün sonraya ertelemek istedi, ama kabul etmediler. Oysa mümkündü. Kanama çok azdı. Dedenin sağlık koşullarının ameliyata elverişli olmadığı da belliydi. İlaçlarla kanamayı durdurmayı deneyebilirlerdi. O yaşta birine narkoz verilir mi?”
  Mete dedesi  ameliyat olurken hastahanede annesiyle birlikteydi. Ölüm haberi üzerine yıkılmışlardı. Dedesini çok severdi. Adam öleceğini hissetmiş gibiydi. Hastahaneye gitmeden önce kendi evinde duran antika radyoyu ona vermiş ve gözü gibi bakmasını istemişti. Şimdi anlıyordu. Adam mirası devrediyordu.
  Delikanlının gözleri dolmuştu. “Onu çok severdim” dedi. “Babam öldükten sonra yerini almıştı adeta.”
  “Biliyorum Mete. Onunla beraberdim. O da seni gerçek oğlu gibi severdi.”
  Mete duygu sarmalından biraz sıyrılınca aklını kurcalayan soruya yöneldi. “Siz, sen nesin? İnsan değilsin belli ki.”
  “Değilim. Ben zeka sahibi bir enerji büklümüyüm. Ortalama iki bin yıl ömrüm var. Bir dalga boyu sörfçüsü de denebilir bana. Deden beni bir cin olarak kabullendi. Önce biraz korkmuştu, ama sonra beraberliğimizin tiryakisi oldu. Sen benim varlığımı dedende bilinçsiz olarak hissettiğin için daha az korktun. Tanıdık biri gibi algıladın.”
  Mete bunun yanı sıra  Hostel, Testere, Twilight benzeri dizilerle büyümüş biriydi. Cinlere hem metafizik, hem de kuvantum fiziği gözlüğüyle bakar ve enerji bedenli yaratıklar olarak varlıklarını kabullenirdi.
  “Biz de beraber mi olacağız?”
  “Evet. Rızan olursa. İstem dışı bir eylem değil bu. İkili yarar bazında birlikte olacağız.”
  Mete duyduğu her şeye inanmaktaydı. Sezgileri dalga boyu sörfçüsünden korkmuyordu. Sadece kendini ilk kez on metre yüksekteki tramplenden aşağı atlayacağı andaki gibi hissetmekteydi. Kendini aşağıya salarsa başına kötü bir şey gelmeyecekti, ama o ilk adımı atarak boşluğa çıkmak yok muydu. Hayalde gibi, “Rızamı verdim.” Dedi.
  Sonrası birkaç saniye içinde gerçekleşti. Mete’nin bedeninde ve algılarında ansızın meydana gelen genleşmeyi tanımlayacak sıfatları bilmiyordu. Bir tavşanın bedenine fil sığışmış gibiydi. Fizik gücü ve algıları inanılmaz bir hassasiyet kazanmıştı. Oturma odasında oturan iki kadının konuşmalarını yanı başlarındaymış gibi duyabilmekteydi. Sıçrasa kafası betonu delerek bir üst kata çıkacakmış gibiydi. Dedesinin yüz yaşındayken otuz yaşındaymış gibi hızlı yürüyüşlerini, hiç mola vermeden beş yüz kilometre araba sürmesini, o yaşta gözlük ya da kulaklık kullanmamasını, hep tetikte duran zeki bakışlarını ve sık sık düşüncelerini okurcasına niyetini bildiğini düşündü. Herkes bunu genetiğine, spor yapmasına ve dengeli beslenmesine yormaktaydı. Oysa damarlarında V kükremekteydi o sırada.
  “Demek Vampir olmak böyle bir şey.”
  “Vampir, homonocturnis, gecelerin yaratığı... Bunlar mitolojik söylemler Mete. Benim kanla manla bir işim yok. Yarasa kılığına girip uçman da söz konusu değil. Biz çok daha ötesini yapacağız birlikte. Göreceksin. Yalnız V harfini severim. Bana V diyebilirsin.” 
 
*
  
  Hayat apartmanının dış kapısı ilk bakışta belli olmuyordu, ama aralıktı. Mete kapıyı ittirip içeri girdi. Sahanlık soğan ve klorlu bir temizlik malzemesi kokmaydı. Saat iki civarıydı. Görünürde kimsecikler yoktu. Mete merdivenlerden inerek kapıcı dairesine gitti. İçeride kimse bulunmuyordu. Kapıcı internet üzerinden işlem yapamayan kiracıların elektrik ve su paralarını yatırmak için gitmişti. Kapıcının sekiz yaşındaki oğlu ve karısı birkaç kilometre ötedeki akrabalarına gitmişti. Kadının geri gelmesine en iyi şartlarda iki, kapıcının ise bir buçuk saat vardı. Bu kadar süre Mete’ye fazla fazla yeterliydi.
  V bedenine bağlı görünmez bir uçurtma gibiydi. O önden giderek her şeyi görüyor ve geriye rapor veriyordu. Bu sayede Mete evin yedek anahtarının paspasın sağ tarafında duran ayakkabılığın taban kısmında durduğunu biliyordu. Anahtarı eski bir kışlık terliğin içinden aldı ve kapıyı açtı. Bunu yaparken yaşıtı olduğunu tahmin ettiği iki genç kız konuşarak birinci kat basamaklarını inmiş ve ana kapıdan dışarı çıkmışlardı. Daha üstteki kattan karı koca kavgasına dönüşmek üzere olan bir atışma başlamıştı. Yakınlardaki etkinlikler şimdilik bundan ibaretti.
  Mete kapıcı dairesine girdi. Oturma odasında mütevazı mobilyalarla çelişen kocaman ekran yassı bir LCD televizyon vardı. Adam dizi ve futbol maçı izlemeye düşkündü anlaşılan.
  Mete apartman boşluğuna açılan kapıyı kanırtarak açabildi. Kas gücü misliyle artmıştı. İstese tek hamleyle menteşelerinden bile sökebilirdi, ama kapıcının bir şeyi farketmemesi gerekmekteydi.
  Mete elinde anahtar geriye döndü. Kapıyı açıp anahtarı bulduğu yere koydu. Sonra kapıyı örttü. Kilidin dilini kilitli konuma getirdi. Burasıyla işi bitmişti.
  Kapının sık açılmadığı yerde biriken güvercin pislikleri, ufak tefek çöp, toz ve topraktan belliydi. Mete bir süre etrafın niyet ağını ölçtü. Yaz olduğu için apartman boşluğuna bakan bazı pencereler açıktı. Yedi katlı çift daire apartmanda şu anda bulunan hiç kimse güvercin pislikleriyle bezeli pervazlara dayanarak aşağı bakmayı düşünmüyordu.
  Mete aradan geçen zaman içinde fizik yeti açısından yenilenmişti. Tuğla örgülü yer yer sıvaları dökülmüş yüzeye parmak uçlarıyla tutunarak yükseldi. Sanki ağırlığı birkaç yüz grammış gibi hızlı ve rahat bir şekilde yedinci kata kadar çıktı. Bu arada beşinci kattaki yaramaz bir oğlan çocuk apartman boşluğuna açılan camdan aşağıya bakmaktan son anda vazgeçmişti. Güvercinleri ürkütmeyi seven Halil adlı çocuk birden o camdan içeri öcü gireceğini düşünmüş ve koşarak mutfakta yaprak dolması saran annesinin yanına gitmişti. Beş yaşındaydı ve iyice tırsmıştı. Bir süreliğine güvercin ürkütme hobisine ara verecekti.
  Hedef pencere yedinci kattaydı. İçerde kılima çalıştığı için pencere sımsıkı kapalıydı. Arhan Keserci içerideydi. Bilgisayarının arkasında bir mektup yazıyordu. Dedesini sorumsuzca ameliyat eden adamdı. Daha önce de yaşlı birkaç hastası narkoz köprüsünü geçememişti. Kurbanları sadece yaşlılar değildi. Gereksiz yere ameliyat edilip ömür boyu sakat ve hastalıklı kalan bir sürü hastası olmuştu. Hakkında şikayetlerde bulunulmuşsa da hukuki bir işlem başlatacak aşamaya gelinememişti. Hasta dosyaları kulbuna uydurulmuştu. Kısa vadede somut bir hata kanıtı bulmak çok zordu. Bulunanlar yetersizdi. Kısacası Arhan bey 53 yaşındaydı ve engellenmezse daha bir çok kimseyi ameliyat parasını aldıktan sonra öbür dünyaya ya da sakatlar beldesine postalayacaktı.
  Mete içeriye çoktan girmiş olan V’nin gözünden adamı görüyordu. Orta boylu, iri kemikli bir adamdı. Kırlaşmaya başlamış gür saçlı cerrah üzerinde mavi bir şortla oturmuş tıbbi bir rapor yazmaktaydı. Evde yalnızdı. Karısı ve Mete’nin yaşıtı olan kızı şu anda Edremit’teydi. Adam akşam yemeğinden sonra arabasıyla oraya gitmeyi planlıyordu.
  “Mete içinden, ‘Şimdi ne yapacağız?” diye geçirdi.
  “Unutma kural bir: Biz çok mecbur kalmadıkça can almayız ve savunma hariç asla şiddet uygulamayız. Arhan beyi ikna edeceğiz.”
  Mete ‘Ne için ikna’ diyecekken durakladı. Bu bilgi birden zihnine dolmuştu. İçinde gençliğin verdiği yabansıl enerjiyi düşünceleriyle izole etti. Dedesinin katilinin kredisini yerle bir edeceklerdi. V’nin planı müthişti.
  Mete pencerenin arka yüzündeki kilit kolunu düşündü. V’nin sayesinde gözünün önündeydi. Kol oynadı, sola doğru döndü ve dil serbest kaldı. Mete yavaşça içeri süzüldü. Adam hâlâ bilgisayarın başındaydı. Mete yetmiş iki kiloluk bedenini adamın bir metre kadar yakınına kolayca getirdi. V’nin bedenine kazandırdığı yeni yetiler müthişti. Şu anda ayakları en fazla on kiloluk bir yük taşımaktaydı.
  “Şimdi?”
  “Sağ elinle ensesine dokun.”
  Mete kolunu uzattı ve adamın terli ensesine dokundu. Arhan beyin bedeni hafifçe titredi. Başı geriye dönmek istedi, ama hemen vazgeçti. Klavye üzerindeki sağ eli titreşmiş, durmuş ve sonra yeniden tuşlar üzerinde gezinmeye başlamıştı.
  Adam on dakika içinde son beş yılda sırf fazladan kazanç temin etmek için hastaları gereksiz yere ameliyat ettiğini yazdı. Bunların en önde gelenlerinin on yedisinin adını ve ameliyat tarihlerini yazdı. Dedesinin adı da listedeydi. Yan etkileriyle faydadan çok zarar veren hangi pahalı ilaçları da yok yere kullandırttığını, hangi gereksiz testleri yaptırdığını altına ekledi. Sonra da metnin altına çok pişman olduğunu ekledi. Bu mesajı sırayla doktor arkadaşlarına, çalıştığı hastahanenin başhekimine ve mağdur durumdaki ailelerin mail adreslerine yolladı. V bazı bilgileri bilgisayarın harddiskinden sökerek adamın zihnine monte etmişti. 
  “Şimdi ne olacak?”
  “Çekip gideceğiz. Bu defa kapıdan.”
  “Arhan bey ne olacak?”
  “Beş dakika kadar sonra kendine gelecek ve kimlere ne maili yolladığını keşfedecek. Sonra... Sonra da ruhi durumuna uygun bir şeyler yapacak. Hemen Edremit’e gitmeyeceği kesin.”
  Mete sokağa çıktığında kendini daha iyi hissetmekteydi. Adamın yazdıklarını okurken hissettiği hınç duygusu çok hafiflemişti. Başını kaldırıp yedinci kata baktı. İçinde bir önsezi dalgası kırılmıştı. Karşı kaldırıma geçti. Hayat apartmanının çapraz karşısındaki Seyir adlı kafeye girdi.
  Yarım saat kadar sonra Mete ikinci buzlu çayını içerken sol çapraz ileride bir gümbürtü duyuldu. Yere ağır bir şey düşmüş gibiydi. Bir araba korna çaldı. Ana caddedeki insanlar o tarafa doğru seğirtti. Arhan bey sandığından çok hızlı karar vermişti. Vicdanı çok yüklü olmalıydı. Birden Edremit’e gitmekten sonsuza kadar vazgeçmişti.
                                                                                                       Amsterdam, Ağustos 2012 
                                                --------------------------------------

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder