“Naber Mete?”
Bunu diyen sınıf arkadaşım İlhan’dı.
Kadıköy’de ana caddede boğa heykeline yakın bir yerde raslantıyla
karşılaşmıştık. Paçalarında biraz akerdeonlaşmış soluk bir kot pantolon ve
neredeyse dizlerine kadar inen beyaz bir tişört vardı üzerinde. Göğsünde iri
kırmızı harflerle İngilizce olarak ‘Beni
Mars’a kaçırdılar?’ yazılı bir tişört giymişti. Başına taktığı siyah
Callaway marka golf şapkası ve siyah spor ayakkabılarıyla karizmasının gaddar
olduğunu düşünmekteydi.
Mete de birkaç ay öncesine kadar bu hattaydı.
Arkadaşının bu tür havalı kıyafetlerine özenirdi, ama aradan geçen zamanda çok
şey değişmişti. Değişim lafı az kalmaktaydı. Delikanlı tepeden tırnağa
yenilenmişti. Reset olmuştu. Altı ay kadar sonra on beş yaşına basacak olan
Mete Sönmez kelimenin tam anlamıyla A’dan Z’ye formatlanmıştı.
“İyilik. Ne yapıyorsun burada?”
“Bizim Cem’e gidiyorum. Oyun oynayacağız.”
Normal koşullarda olsalar Mete hangi oyun
falan diye sorarak lafı uzatır, davet edilmeyi bekler ve çoğunlukla da bu
isteği gerçekleşmezdi. İlhan kendi benzeri arkadaşlarıyla takılırdı. Mete gibi
zeki, ama sosyal yaşam yönünden biraz tutuk tiplere yer yoktu o grupta. Artık
Mete sanal oyun oynayarak suni heyecan yaratan biri değildi. Bu gibi şeyler
formatlanınca geride kalmıştı.Gerçek oyunları kuran ve idare edendi. Şu anda en
yeni oyununu icra etmeye gitmekteydi.
“İyi.”
“Sen?”
Yaz tatili bitmek üzereydi. İlhan onu en son
üç hafta kadar önce yine buralarda görmüştü. Daha aşağılarda bir yerde yine
raslantıyla karşılaşmışlardı. Arkadaşının bakışlarında aşağıdan yukarı tarama,
bir şeyleri anlamlandıramama ifadesi vardı. İhsan içindeki olağanüstü gücü hissediyordu,
ama ne olduğunu anlaması mümkün değildi. Kimse tahmin edemezdi. Moralinin bir
nedenden iyi olduğunu, bunun da fiziğine enerji olarak yansıdığını düşünüyordu.
Belki bir kıza aşık olduğunu bile sanıyor olabilirdi. Filmlerde hayal gibi
izleyip durdukları şey şu anda Mete’nin en yeni, elle tutulur gerçekliğiydi.
Günlük haliydi. İçinde V vardı. Damarlarında muazzam bir güç fink atmaktaydı.
Mete en normal haliyle saatine baktı. “Hiç,
öylesine dolaşıyorum biraz. Birazdan biriyle buluşacağım da.”
‘Buluşmak’ sözcüğü etkili olmuş, İhsan’ın
gözlerinde bunu alımlı bir kıza yorduğunu belli eden seni seni ifadesi ve hafif
çekimli bir kıskançlık duygusu aynı anda belirmişti. İçine V girince Mete’nin
duyuları inanılmaz derecede keskinleşmişti. Arkadaşının düşüncelerini okuyordu
adeta. Kendini ‘Bir sevgilin mi var?’dememek için zor tuttuğunu hissediyordu.
“Yarın okulda görüşürüz.”
“Gidiyor musun?”
“Evet.”
İhsan’ın yüzünde yarısı sahte, üçte biri
kurnazlıkla kaplı bir dostane ifade belirdi. “Eğer pek önemli değilse, Cem’e
gel sen de diyecektim.” Eliyle sanki Mete bilmiyormuş gibi Cem’in oturduğu
bloğu işaret etmişti. “Prototype3 oynayacağız. Daha 2’si bile kimsede yok.”
Mete gayret ederek bu kuyruklu yalanı
çaktığını belli edecek bir sinyal salmadı dışarıya. İhsan Prototype3 mavalıyla
kendisini Cem’in evine çekerek en yeni ışımasını diğer delikanlıların
değerlendirmesine sunmak istiyordu. Bir de ‘Ne oldu sana böyle? Anlat bakalım?’
sıkıştırması yapılacaktı tabii.
Mete bütün yaz tatili boyunca Cem’in evine
tek bir kez davet edilmediğini unutmuş gibi yaparak minnetle gülümsedi. “Bir
başka defa artık. Sağol davetin için. Görüşürüz bir yerlerde.”
“Peki, öyle olsun.”
Mete, İhsan’ı karışık duygularla arkasında
bırakıp yürümeğe başladı. Hiç bakmadan arkadaşının arkasından izlediğini
hissediyordu. Sonunda bıkıp geri döndü ve Cem’in evine doğru yollandı. Mete
bunları hiç bakmadan kesinlikle biliyordu. Bu tür olağanüstü keskin hassalara
sahip olmak harika bir şeydi.
*
Her şey mayıs sonunda bir gece başladı.
Saat gece yarısına yaklaşıyordu ve Mete her
zaman olduğu gibi bilgisayarın arkasındaydı. Cuma gecesiydi. Ertesi gün okul
olmadığı için yatması sabahı bulacaktı. Üç adet bilimkurgu filmini ardı ardına
izlemeye kararlıydı. Mete yalnız bir delikanlıydı. Okul dışında görüştüğü pek
arkadaşı yoktu. Kitap okumak, internet sörfçülüğü ve film izlemek gibi hobileri
nedeniyle neredeyse evde hiç canı sıkılmazdı.
O gece de tipik bir hafta sonu gecesi olmaya
adaydı, ama başka bir şey olacak ve hayatı sonsuza dek kökünden değişecekti.
Mete birinci filmi izlemeye başladığında saat 00.17’ydi. Sayılara merakı
yüzünden bu tür şeylere dikkat ederdi. Daha önce izlediği bir bilimkurgu
filmiydi, ama Mete hoşuna giden filmleri defalarca seyretmeyi severdi. Bazı
filmler otuz odalı büyük bir konak gibiydi. Her ziyarette daha önce
bakmadığınız bir oda keşfederdiniz.
Filmin giriş bölümü başladığında kulakları
bir sesle doldu. Aslında kulakları lafı az kalıyordu. Bedenindeki tüm hücrelerle
birlikte duyabilmekteydi adeta.
“Mete! O an şimdi.”
Mete filmin jenerik bölümünde müzik eşliğinde
gezegenleri gördükleri sahneyi izlemekteydi. Önce bazı filmlerde olduğu gibi
kıllık olsun diye üste ses kaydedilmiş sandı. Sonra birden ayıktı. Ona adıyla
hitap edilmişti ve ayrıca ses bilgisayarın hoparlörlerinden değil sol arka
tarafından gelmişti. Mete filmi durdurdu ve hipnozda gibi başını çevirip
arkasına baktı.
“Buradayım.”
Delikanlının hissettiği heyecandan ense
kılları kabarmıştı. Yerinden doğruldu. Korkak biri değildi. Odasında ışıklar
yanıyordu. Salonda annesi ve teyzesi sohbet etmekteydi. Issız bir şatoda ya da
kocaman ve kapkaranlık bir mahzende yalnız değildi.
“Yaklaş.”
Mete’nin zihninde beliren ‘Nereye?’ sorusu
bir sabun köpüğü gibi şişti ve söndü. Radyo. Kütüphanenin üstünde duran antika
radyoydu. Radyo konuşmuştu. ‘Fişleri takılı olmayan antika radyolar suskun
kalırlar’ düşüncesine rağbet etmeden kütüphanenin yanına gitti. Mete bu yaşta
bir seksen boyundaydı. Başı tam radyo hizasındaydı.
“Aferin, korkacak bir şey yok. Taşlar yerine
oturacak yeniden.”
Mete sandığından daha az korkmaktaydı. Nabzı
belli belirsiz hızlanmıştı. Fiziksel tepkilerini kontrol altına alan
“Kimsiniz?”
“Bana sen diyebilirsin. Yaşıtız neredeyse.
Tarih boyunca çok çeşitli adlarım oldu. Hiçbiri bu ana uymaz artık. Sadede
geleyim. Ben dedenin çok yakınıydım. Kendisiyle yirmi dört yaşındayken
tanıştık. Burada. İstanbul’da. 1934 yılıydı. Bir öğle üzeri evde yalnızdı. O
sırada Kurtuluş’ta oturuyorlardı. Biliyorsun. Evde antika bir radyo vardı. Bu
değil. Bu 1958 yapımı. Diğeri çok eski ve zamanında bayağı değerliydi. Dedenin
babası varlıklı bir adamdı biliyorsun. Kömür tüccarıydı. O sırada radyo sahibi
olmak büyük bir prestijdi. Dedene o radyo kanalıyla hitap ettim. Sesimi senin
olduğu gibi hemen tanıdı. Tanımaktan kastım kendine yakın bulmak. Sen de
öylesin. Beni şu anda varlığımı iliğinde kemiğinde hissediyorsun. Delirdiğini
ve gayipten sesler duyduğunu bir an bile düşünmüyorsun.”
O sesin sahibi haklıydı. Mete heyecan
duyuyordu, ama korkmuyordu. İçinde panik duygusunun P’si bile yoktu. Doğal bir
yakınlık duygusuyla sarmaş dolaştı.
“Sonra?”
“Dedenle beraber olduk. Sırada baban vardı,
ama elim araba kazasında öldü gitti. Aradan dört yıl geçti. Hâlâ üzgünsün. Ben
de öyle. Her şeyi kontrol edemiyorum. Dedenle birlikteydim. Babanla beraber
olsaydım da bazı karanlık anlar var. Şöyle anlatayım:ben dedenleyken ona
yönelen hiçbir tehdit kolay kolay gerçekleşemezdi. Ama ayın görünmediği
zamanlar misali, ben birinle ayın ancak 23 günü beraber olabilirim. Geri kalan
7-8 günde bir kırılganlık söz konusudur. Deden iki ay önce ben yokkenki
periyotta mide kanaması geçirdi ve acilen hastaneye kaldırıldı. Ameliyata
alındı. 102 yaşındaydı. Çeşitli sağlık sorunları vardı. Narkozu kaldıramadı.
Ayılamadı biliyorsun. Ben içinde olsaydım kanamayı kontrol altına alabilir ve
asla ameliyat olmasına izin vermezdim. Geri gelmeme iki gün kalmıştı. Maalesef
şanssız bir gelişme oldu. O bunu bildiği için ameliyatı iki gün sonraya ertelemek
istedi, ama kabul etmediler. Oysa mümkündü. Kanama çok azdı. Dedenin sağlık
koşullarının ameliyata elverişli olmadığı da belliydi. İlaçlarla kanamayı
durdurmayı deneyebilirlerdi. O yaşta birine narkoz verilir mi?”
Mete dedesi
ameliyat olurken hastahanede annesiyle birlikteydi. Ölüm haberi üzerine
yıkılmışlardı. Dedesini çok severdi. Adam öleceğini hissetmiş gibiydi.
Hastahaneye gitmeden önce kendi evinde duran antika radyoyu ona vermiş ve gözü
gibi bakmasını istemişti. Şimdi anlıyordu. Adam mirası devrediyordu.
Delikanlının gözleri dolmuştu. “Onu çok
severdim” dedi. “Babam öldükten sonra yerini almıştı adeta.”
“Biliyorum Mete. Onunla beraberdim. O da seni
gerçek oğlu gibi severdi.”
Mete duygu sarmalından biraz sıyrılınca
aklını kurcalayan soruya yöneldi. “Siz, sen nesin? İnsan değilsin belli ki.”
“Değilim. Ben zeka sahibi bir enerji
büklümüyüm. Ortalama iki bin yıl ömrüm var. Bir dalga boyu sörfçüsü de
denebilir bana. Deden beni bir cin olarak kabullendi. Önce biraz korkmuştu, ama
sonra beraberliğimizin tiryakisi oldu. Sen benim varlığımı dedende bilinçsiz
olarak hissettiğin için daha az korktun. Tanıdık biri gibi algıladın.”
Mete bunun yanı sıra Hostel, Testere, Twilight benzeri dizilerle
büyümüş biriydi. Cinlere hem metafizik, hem de kuvantum fiziği gözlüğüyle bakar
ve enerji bedenli yaratıklar olarak varlıklarını kabullenirdi.
“Biz de beraber mi olacağız?”
“Evet. Rızan olursa. İstem dışı bir eylem
değil bu. İkili yarar bazında birlikte olacağız.”
Mete duyduğu her şeye inanmaktaydı. Sezgileri
dalga boyu sörfçüsünden korkmuyordu. Sadece kendini ilk kez on metre yüksekteki
tramplenden aşağı atlayacağı andaki gibi hissetmekteydi. Kendini aşağıya
salarsa başına kötü bir şey gelmeyecekti, ama o ilk adımı atarak boşluğa çıkmak
yok muydu. Hayalde gibi, “Rızamı verdim.” Dedi.
Sonrası birkaç saniye içinde gerçekleşti.
Mete’nin bedeninde ve algılarında ansızın meydana gelen genleşmeyi tanımlayacak
sıfatları bilmiyordu. Bir tavşanın bedenine fil sığışmış gibiydi. Fizik gücü ve
algıları inanılmaz bir hassasiyet kazanmıştı. Oturma odasında oturan iki
kadının konuşmalarını yanı başlarındaymış gibi duyabilmekteydi. Sıçrasa kafası
betonu delerek bir üst kata çıkacakmış gibiydi. Dedesinin yüz yaşındayken otuz
yaşındaymış gibi hızlı yürüyüşlerini, hiç mola vermeden beş yüz kilometre araba
sürmesini, o yaşta gözlük ya da kulaklık kullanmamasını, hep tetikte duran zeki
bakışlarını ve sık sık düşüncelerini okurcasına niyetini bildiğini düşündü.
Herkes bunu genetiğine, spor yapmasına ve dengeli beslenmesine yormaktaydı.
Oysa damarlarında V kükremekteydi o sırada.
“Demek Vampir olmak böyle bir şey.”
“Vampir, homonocturnis, gecelerin yaratığı...
Bunlar mitolojik söylemler Mete. Benim kanla manla bir işim yok. Yarasa kılığına
girip uçman da söz konusu değil. Biz çok daha ötesini yapacağız birlikte.
Göreceksin. Yalnız V harfini severim. Bana V diyebilirsin.”
*
Hayat apartmanının dış kapısı ilk bakışta
belli olmuyordu, ama aralıktı. Mete kapıyı ittirip içeri girdi. Sahanlık soğan
ve klorlu bir temizlik malzemesi kokmaydı. Saat iki civarıydı. Görünürde
kimsecikler yoktu. Mete merdivenlerden inerek kapıcı dairesine gitti. İçeride
kimse bulunmuyordu. Kapıcı internet üzerinden işlem yapamayan kiracıların
elektrik ve su paralarını yatırmak için gitmişti. Kapıcının sekiz yaşındaki
oğlu ve karısı birkaç kilometre ötedeki akrabalarına gitmişti. Kadının geri
gelmesine en iyi şartlarda iki, kapıcının ise bir buçuk saat vardı. Bu kadar
süre Mete’ye fazla fazla yeterliydi.
V bedenine bağlı görünmez bir uçurtma
gibiydi. O önden giderek her şeyi görüyor ve geriye rapor veriyordu. Bu sayede
Mete evin yedek anahtarının paspasın sağ tarafında duran ayakkabılığın taban
kısmında durduğunu biliyordu. Anahtarı eski bir kışlık terliğin içinden aldı ve
kapıyı açtı. Bunu yaparken yaşıtı olduğunu tahmin ettiği iki genç kız konuşarak
birinci kat basamaklarını inmiş ve ana kapıdan dışarı çıkmışlardı. Daha üstteki
kattan karı koca kavgasına dönüşmek üzere olan bir atışma başlamıştı.
Yakınlardaki etkinlikler şimdilik bundan ibaretti.
Mete kapıcı dairesine girdi. Oturma odasında
mütevazı mobilyalarla çelişen kocaman ekran yassı bir LCD televizyon vardı.
Adam dizi ve futbol maçı izlemeye düşkündü anlaşılan.
Mete apartman boşluğuna açılan kapıyı
kanırtarak açabildi. Kas gücü misliyle artmıştı. İstese tek hamleyle
menteşelerinden bile sökebilirdi, ama kapıcının bir şeyi farketmemesi gerekmekteydi.
Mete elinde anahtar geriye döndü. Kapıyı açıp
anahtarı bulduğu yere koydu. Sonra kapıyı örttü. Kilidin dilini kilitli konuma
getirdi. Burasıyla işi bitmişti.
Kapının sık açılmadığı yerde biriken güvercin
pislikleri, ufak tefek çöp, toz ve topraktan belliydi. Mete bir süre etrafın
niyet ağını ölçtü. Yaz olduğu için apartman boşluğuna bakan bazı pencereler
açıktı. Yedi katlı çift daire apartmanda şu anda bulunan hiç kimse güvercin
pislikleriyle bezeli pervazlara dayanarak aşağı bakmayı düşünmüyordu.
Mete aradan geçen zaman içinde fizik yeti
açısından yenilenmişti. Tuğla örgülü yer yer sıvaları dökülmüş yüzeye parmak
uçlarıyla tutunarak yükseldi. Sanki ağırlığı birkaç yüz grammış gibi hızlı ve
rahat bir şekilde yedinci kata kadar çıktı. Bu arada beşinci kattaki yaramaz
bir oğlan çocuk apartman boşluğuna açılan camdan aşağıya bakmaktan son anda
vazgeçmişti. Güvercinleri ürkütmeyi seven Halil adlı çocuk birden o camdan
içeri öcü gireceğini düşünmüş ve koşarak mutfakta yaprak dolması saran annesinin
yanına gitmişti. Beş yaşındaydı ve iyice tırsmıştı. Bir süreliğine güvercin
ürkütme hobisine ara verecekti.
Hedef pencere yedinci kattaydı. İçerde kılima
çalıştığı için pencere sımsıkı kapalıydı. Arhan Keserci içerideydi.
Bilgisayarının arkasında bir mektup yazıyordu. Dedesini sorumsuzca ameliyat
eden adamdı. Daha önce de yaşlı birkaç hastası narkoz köprüsünü geçememişti.
Kurbanları sadece yaşlılar değildi. Gereksiz yere ameliyat edilip ömür boyu
sakat ve hastalıklı kalan bir sürü hastası olmuştu. Hakkında şikayetlerde
bulunulmuşsa da hukuki bir işlem başlatacak aşamaya gelinememişti. Hasta
dosyaları kulbuna uydurulmuştu. Kısa vadede somut bir hata kanıtı bulmak çok
zordu. Bulunanlar yetersizdi. Kısacası Arhan bey 53 yaşındaydı ve engellenmezse
daha bir çok kimseyi ameliyat parasını aldıktan sonra öbür dünyaya ya da
sakatlar beldesine postalayacaktı.
Mete içeriye çoktan girmiş olan V’nin
gözünden adamı görüyordu. Orta boylu, iri kemikli bir adamdı. Kırlaşmaya
başlamış gür saçlı cerrah üzerinde mavi bir şortla oturmuş tıbbi bir rapor
yazmaktaydı. Evde yalnızdı. Karısı ve Mete’nin yaşıtı olan kızı şu anda
Edremit’teydi. Adam akşam yemeğinden sonra arabasıyla oraya gitmeyi
planlıyordu.
“Mete içinden, ‘Şimdi ne yapacağız?” diye
geçirdi.
“Unutma kural bir: Biz çok mecbur kalmadıkça
can almayız ve savunma hariç asla şiddet uygulamayız. Arhan beyi ikna
edeceğiz.”
Mete ‘Ne için ikna’ diyecekken durakladı. Bu
bilgi birden zihnine dolmuştu. İçinde gençliğin verdiği yabansıl enerjiyi
düşünceleriyle izole etti. Dedesinin katilinin kredisini yerle bir edeceklerdi.
V’nin planı müthişti.
Mete pencerenin arka yüzündeki kilit kolunu
düşündü. V’nin sayesinde gözünün önündeydi. Kol oynadı, sola doğru döndü ve dil
serbest kaldı. Mete yavaşça içeri süzüldü. Adam hâlâ bilgisayarın başındaydı.
Mete yetmiş iki kiloluk bedenini adamın bir metre kadar yakınına kolayca
getirdi. V’nin bedenine kazandırdığı yeni yetiler müthişti. Şu anda ayakları en
fazla on kiloluk bir yük taşımaktaydı.
“Şimdi?”
“Sağ elinle ensesine dokun.”
Mete kolunu uzattı ve adamın terli ensesine
dokundu. Arhan beyin bedeni hafifçe titredi. Başı geriye dönmek istedi, ama
hemen vazgeçti. Klavye üzerindeki sağ eli titreşmiş, durmuş ve sonra yeniden
tuşlar üzerinde gezinmeye başlamıştı.
Adam on dakika içinde son beş yılda sırf
fazladan kazanç temin etmek için hastaları gereksiz yere ameliyat ettiğini
yazdı. Bunların en önde gelenlerinin on yedisinin adını ve ameliyat tarihlerini
yazdı. Dedesinin adı da listedeydi. Yan etkileriyle faydadan çok zarar veren
hangi pahalı ilaçları da yok yere kullandırttığını, hangi gereksiz testleri
yaptırdığını altına ekledi. Sonra da metnin altına çok pişman olduğunu ekledi.
Bu mesajı sırayla doktor arkadaşlarına, çalıştığı hastahanenin başhekimine ve
mağdur durumdaki ailelerin mail adreslerine yolladı. V bazı bilgileri
bilgisayarın harddiskinden sökerek adamın zihnine monte etmişti.
“Şimdi ne olacak?”
“Çekip gideceğiz. Bu defa kapıdan.”
“Arhan bey ne olacak?”
“Beş dakika kadar sonra kendine gelecek ve kimlere
ne maili yolladığını keşfedecek. Sonra... Sonra da ruhi durumuna uygun bir
şeyler yapacak. Hemen Edremit’e gitmeyeceği kesin.”
Mete sokağa çıktığında kendini daha iyi
hissetmekteydi. Adamın yazdıklarını okurken hissettiği hınç duygusu çok
hafiflemişti. Başını kaldırıp yedinci kata baktı. İçinde bir önsezi dalgası
kırılmıştı. Karşı kaldırıma geçti. Hayat apartmanının çapraz karşısındaki Seyir
adlı kafeye girdi.
Yarım saat kadar sonra Mete ikinci buzlu
çayını içerken sol çapraz ileride bir gümbürtü duyuldu. Yere ağır bir şey
düşmüş gibiydi. Bir araba korna çaldı. Ana caddedeki insanlar o tarafa doğru
seğirtti. Arhan bey sandığından çok hızlı karar vermişti. Vicdanı çok yüklü
olmalıydı. Birden Edremit’e gitmekten sonsuza kadar vazgeçmişti.
Amsterdam, Ağustos 2012
--------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder