Yuval Noah Harari’nin Homo Deus – İnsan Tanrı – Yarının Kısa
Bir Tarihi adlı kitabı üzerine bir inceleme
Yuval Noah Harari 1976 doğumlu İsrailli bir tarihçi. Kudüs İbrani
Üniversitesi’nde Beşeri
Bilimler Fakültesi Tarih bölümünde dünya
tarihi dersleri veriyor. Ünlü Sapiens
(2011) adlı kitabından sonra Homo Deus
– İnsan Tanrı (2015) adlı dünya çok
satanlar listesine giren kitabının Türkçe çevirisi bu yılın başında basıldı.
2045’te tamamlanması öngörülen Avatar
Ölümsüzlük Projesini, insan zihninin bir buluta bağlanarak ayaklı bilgi deposu
haline getirilmesini, bedenin nanoteknolojiyle hastalıklardan
arındırılmasını Humanity 2.0 - İnsanlık 2.0, Singularity
- Tekillik kavramlarını, Ex Machina (2015) adlı filmde yaratıcısını
öldürerek laboratuvar ortamından kaçan robot kızı da bir arada düşünün. Otuz
yıl içinde insandan bin misli daha zeki olacak yapay zekâyı ve biraz George
Orwell’ın ünlü 1984 romanı atmosferini hatırlayın. İnsan Tanrı – Yarının Kısa
Bir Tarihi kitabı
bu ortamın ürünü. İnsanlığı yarınlarda bekleyen akıl almaz gelişmelerden
söz ediyor. Bunun yanı sıra Homo Sapiens’in
geçmişi, tarih, siyaset, evrim teorisi, modernite, kapitalizm, hümanizm, dinler
vb. de ana meselenin bileşeni durumunda.
Otodidakt Bir Genç Yazar!
Homo Deus –
İnsan Tanrı kitabını notlar alarak okudum. İlk intibam metni canlı, renkli,
ilginç ve merak çekici kılmak adına bir tarihçinin bilgi sınırını çok aşan
çeşitlilikte bir malzemenin yer yer özensizce çatılmış olduğuydu. Kitap bilişsel bilimlerin önemli kavramlarının
başlıcalarını ustalıkla ele alıyor, ama bu kitabın yaptığı toplam etkiyi çok
etkilemiyor. Özellikle iktisadi ve
siyasi konulardaki acemi işi kestirimleri, Müslümanlara karşı takındığı hasmane
tavır ve kasıtlı cahilliği kitabın kalitesini düşürüyor.
Metnin
cazibeli yanlarının yanı sıra yazarın
özensizliği, dağınıklığı, yüzeyselliği sayısız eleştirmen tarafından dile
getirilmiş durumda. Anlatımda akademik disiplin sınırlarının belirsizleşmesi de
sıkça sözü edilen nokta. Bir sayfada tarih öncesi vakaları işlerken birden
algoritmaya, dataizme ve gelecek vizyonlarına sıçrıyor. Bazen sorduğu sorular
cevaplandırdıklarından fazla oluyor. Kitap onlarca cevapsız duran soruyla
bitiyor.
The
Wall Street Journal’ın ünlü bilim sayfası yazarı Charles C. Mann’ın, yazarın bir önceki kitabı
Sapiens için, “Bu kitap online forum yazışmalarından yararlanan otodidakt bir
genç yazar tarafından yazılmadıysa, şakacı bir akademisyen tarafından kaleme
alınmış olmalıdır.” mealinde bir yorumunu okuyunca araştırdım ve benzer
düşüncede olanların sayısının yüksek olduğunu keşfettim.
Kışkırtıcı tezler
En temel
alanlara ve insan hasletlerine yönelik hızlı ele alış yazara üsttenci bakışla
yorumlama ve kışkırtma imkânı veriyor. Harari nötral ve meselelere mesafeli
yaklaşımlı biri değil. Kasıtlı olarak kışkırtıcı yorumlar kullanarak kitabın
cazibesini artırıyor. İddiaları bilinen ve sıkça gündeme gelen şeyler, ama kat kat
ambalaj ve reklamla yepyeni bir şey gibi sunuldu. Bir yönüyle populüze edildi. Google’ın
Tanrı İnsan’a varma amaçlı yapay zekâ çalışmalarını düşünün. Bu kitap o
projeyle ilgili biraz da.
“Tarih insanın Tanrı’yı icat
etmesiyle başladı ve Tanrı’ya dönüşmesiyle son bulacak.
Her insanın iyiyi, güzeli, anlamlıyı ayırt edecek özgür
bir iradeye sahip olduğu fikri terk edilmelidir.
Önümüzdeki yüzyılda insan haklarına ve demokrasiye
duyduğumuz inanç gelecek nesillere anlamsız görünebilir.
Ölümün olmadığı bir dünyada Hıristiyanlık, İslamiyet ve
Hinduizm’e ne olacak? Cennet, cehennem ve reenkarnasyon yoksa...
İnsani sınıflar arasında şu ana
kadarki bütün farklar maddi ve manevi değerlere bağlıydı. Artık biyolojik
farklar belirleyici olacak. Yeni seçkin sınıfın sağlık, eğitim ve
toplumsal refaha yönelik yaklaşımı çok şeyi belirleyecek.
Makinelerin başarısı yüzünden
fiziksel işleri onlara bıraktık. Bilişsel işleri de onlara
bıraktığımızda üçüncü bir yeteneğimiz kalmayabilir. ‘Süper Seçkinler’
ve ekonomik ve askeri anlamda faydasız insanlardan ibaret bir dünyada
kalabiliriz.
Gelecek nesiller eskiden olduğu gibi Zeus’un korku,
tuhaflık ve güç sınırlarına sahip olacak. “
Bu tez, iddia ve yorumları ana kategoriler olarak ele
alalım.
Hayatın Anlamı
İsrailli
yazar Yuval Noah Harari “Hayatın anlamı nedir?” cinsinden büyük sorular sormayı
seviyor, kitap boyunca lafını ediyor ve bilimin şu ana kadar bir anlam
keşfedemediğini özellikle vurguluyor.
“Hayatın anlamı nedir?” sorusu öylece cevapsız kalıyor. Modernitede Tanrı
artık Nietzsche’nin on dokuzuncu yüzyılda dediği gibi ölüdür. Tanrısız kalan modernite insanı bu soruyu
kendine yöneltmek zorunda kalıyordu. Din onlara en azından bir düşünme yönü
sağlıyor. Teknoloji bunu yapamaz. Atomu parçalayabilir, domuza insan hücreleri
aşılayabilir ve yıldız sistemlerini keşfedebilir, ama yaşam enigmasına çözüm
bulamaz.
Hayatın bir anlam taşıyıp taşımadığı felsefi ve metafizik bir konudur.
Bunun için bilimsel bir kanıt aranması abesle iştigalden başka bir şey
değildir. Bilimsel buluşlar sayesinde birçok sorunun cevabına ulaşabiliriz, ama
hayatın anlamının ne olduğu sorusu yine de cevapsız kalır. Kâinat 13,8 milyar
yaşında. Hayatın anlamının ne olduğunu keşfetmek, bilim diliyle yalın bir
şekilde ifade etmek 13,8 milyar yıl daha sürebilir.
Yazar özgür irade ve bilinci
bir yanılgı, deneyle desteklenemeyen bir varsayım olduğunu iddia ediyor. Özgür İrade ve
Bilinci reddederken, üstü biraz örtük şekilde aslında bunların herkesin harcı
olmadığını ima ediyor. Kendisi Homo Deus’u
yazarken özgür iradesini kullandı. Ve ne yazdığının pekâlâ bilincinde.
Kırıkları özenle ayrı koyuyor.
Kutsal İllüzyonun Sonu
Yazar kitapta “Özgür irade bir illüzyondur, benlik hayali bir kurgudur”
diyor sık sık. Ona göre benlik, uluslar, tanrılar ve para gibi bir
kurgudan ibarettir. Özgür irade yoksa insan davranışı
ilaçlar, genetik mühendisliği beyin similasyonlarıyla yönlendirilebilir
şeklinde bir sonuca ulaşır.
Yuval
Noah Harari kitapta uzun ya da sonsuz ömür sürmenin dinler yönünden ne gibi
bir sonuç yaratacağını sorar. Ona göre insanlar ölümden korktukları için
dindardırlar. Oysa ölümden korkmayan dinsizler, ölümden korkan dindarlar
vardır.
Tanrının Adem ve
Havva’yı kızgınlıkla cennetten kovması, bunun İlk Günah olması, tanrının insanı
yarattığına pişman olması vb. muharref Eski Ahit sözleridir. İslamda farklıdır.
First Sin - İlk Günah kavramı yoktur. Melekler tanrının yarattığı insana secde
eder. Tanrı yarattığı insan nedeniyle pişman değildir. Bu noktaya özellikle
değinmez.
Yazar standart
bir ateisttir. Cennet ve cehennem kavramının insanları savaşa sürüklemek için
uydurulmuş olduğunu söyler. Vatan müdafası diye bir şey yoktur yani. Ona göre
bilimsel bilgilerin ışığında kâinat bir hengâmeden ibarettir, varoluş süreci
bir anlam taşımamaktadır.
Ona göre modern
yaşam anlamdan yoksun bir evrende güç peşinde bitmek tükenmek bilmeyen bir
koşudan ibarettir. Yakında din iyice fantezileşirken, her şey biyokimyasal ve
elektronik algoritmalardan ibaret bir ağa dönüşecektir. Bu ağın içinde bireysel
merkezler mevcut değildir.
Kitap boyunca bu
iddiaları desteklemek için üç ana süreç ve teze yer veriliyor.
1 – Bilim tüm toplumu organizmaların algoritmalar ve
yaşamın veri işleme süreci olduğuna ikna eden bir dogma yolunda ilerliyor.
2 - Zekâ bilinçle
yollarını ayıracak.
3 – Bilinci olmayan, ama yüksek zekâlı algoritmalar
yakında bizi bizden daha iyi bilecek.
Ruh ve Evrim teorisi
Yazar ruhun
varlığının evrim teorisiyle çeliştiğini söylüyor ve “Ruh da evrimleşmesi gerektiği için Tanrı ve ruh
kavramı da asılsızdır, milyarlarca yaratığın çektiği acı ve yaşadığı haz sadece
zihinsel bir kirlilikten ibarettir.” diyor.
“Lakin Darwin ruhlarımızı
elimizden aldı. Evrim teorisi yeterince kavrandığında ruhun olmadığı gerçeğini kabullenmek
kaçınılmazdır.
Dindar bir Hıristiyan ya da
Müslüman biri için olduğu kadar, laik ve herhangi bir inanç sistemine
dahil olmayanlar için de ölümden sonra baki kalacak sonsuz bir öz fikrinden
vazgeçmek oldukça korkutucu olsa gerek.
Ruhun varlığı Evrim Teorisi’yle
çelişir.”
Darwin’in Evrim teorisi tanrının varlığıyla çelişmediği için ruhun
varlığına direkt karşı çıkan bir söylemi yoktur. Tam tersine kendisi evrimi Tanrının
kudreti şeklinde tanımlamıştır. Darwin ateist olduğunu iddia edenlere bir Tanrıya
inandığını ve agnostik olduğunu söylemiştir.
Bu arada dindarların önemli bir kısmı evrim teorisine ve ruhun varlığına
bir arada inanır. İslami öğreti tanrının kâinatı evreler şeklinde yaratması
fikriyle çelişmez. Darwin’den çok önce evrimden söz etmiş El-Cahız, İbn
Miskevehy ve Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi âlimler ruhun varlığına iman etmiş
kimselerdi.
Yapay Zekâ Homo Sapiens’e Karşı
Google’ın mühendislik direktörü olan Ray
Kurzweil yapay zekânın 2029 yılında Turing testini geçerek insan zekâsına
ulaşacağını, 2047’de de süper zekâya sahip makinelerin ortaya çıkacağını
söylüyor. Yapay zekâ robotlar şeklinde fizik güç isteyen işleri, yazılım
şeklinde, bilişsel işlerin çok büyük bir kısmını üstlenecek.
Yazar kitabında Google çizgisinden yürüyerek
bu öngörüleri anlatıyor. Süper
seçkinler, her yönden faydasızlaşmış kitleler ve bu ikisinin arasına sıkışmış yeni
orta sınıf şeklinde üç gruptan söz ediyor. Önce süper seçkinleri ele alalım.
Süper Alfalar
Özelikle
son elli-altmış yılda giderek artan miktarda makale, kitap ve film bu konuyu
işliyor. Bir gen aristokrasisi öngörülüyor. Daha yavaş yaşlanan, daha az
hastalanan, genetik dokunuşla zeki, güzel, yakışıklı ve üstün yetenekli hâle
gelmiş insanlar söz konusu. Süper Alfalar yani. Onlar ve diğerleri şeklinde
gruplaşmadan söz ediliyor.
Elitler giderek daha fazla güce ve
imkâna kavuşuyor. Elit olmayanlarla aralarındaki uçurum her gün daha
derinleşiyor. Biz yeni bir devrin eşiğinde olduğumuzun bilincindeyiz. Hâkim
gücün karakterini iyi tanıdığımızdan pembe renkli mutlu bir son garantisine
sahip olmadığımızı iyi biliyoruz. Yazar çokça çiğnenmiş bir sakızı ambalajlayıp
yeniden sunuyor.
İnsan Tanrılar
Yazar 21. Yüzyılda
güçlü kurgular ve totaliter dinler yaşayacağımızı söylüyor. Uydurma dini
metinlerden feyz alan muktedirlerin bunun için çabaladığını sağır sultan bile
biliyor. Sanal cennet ve cehennemler yaratacaklar. Şu anda bile var. Marka,
hiper mahalle, statü azlığı ya da bolluğu. Bunlara birazdan lüks sanal
mertebeler, hastalıksız hayatlar ve uzatılmış ömürler falan da eklenecek.
Ancak kurguyu
gerçekten ayıranlar kendi özgün iradelerini kullanabilecek. Filmler bunu
anlatıyor. Hazırlık yapıyor adeta. Yeni milenyuma girmek üzereyken yapılmış
gerçek hayatla, kurgunun birbirine girdiği zamanları anlatan ExistenZ – Varoluş filmi bunu
anlatıyordu. Matrix ve The Dark City – Karanlık Şehir filmleri
de öyle.
Bir avuç
zenginin toplam mal varlığı göze alındığında yakın gelecekteki Neo-Zeusların
kimler olacağını tahmin etmek zor değil. Dahi yönetmen Stanley Kubrick son
filmi Eyes Wide Shut – Gözleri
Tamamen Kapalı (1999) filmindeki maskeli zatlar bunlar. Dünyanın yöneticileri.
Neo-Zeuslaşmak için gün sayanlar.
Bu zatlar henüz
ölümlüler ve yerçekimi kanunlarına tabiler. Bunlar aşıldığında kimsenin karşı
koyamayacağı mitolojik tanrı benzeri yaratıklara dönüşecekleri bir ân pekâlâ
gelebilir. Bu kaçınılmaz olarak kendi aralarında çatışmayı da getirecek. Paris,
Güzel Helena’yı kaçırmaya devam edecek yani. İşin bir de ilahi bir boyutu ve
kadim kehanetler yanı var ki, buna ilerleyen satırlarda değineceğim.
Kurgu Âlemleri
Evlere kapanan
bilgisayarın arkasında oturan, odada yiyip, içen, uyuyan çocukları ve ergenleri
düşünün. Keşke dışarıdaki iş hayatı, alışveriş, mecburi akraba ziyaretleri ve
de tabii ki okul olmasa diye hayal ettiklerini biliyoruz. Bunlar hazırlık
nesli. Bir sonraki nesil kurgu âleminin ilk tebası olacak. Bir an gelecek televizyon, internet ve radyo erişiminin zaman zaman
tümden engellendiği devirleri göreceğiz. Bu durum Neo-Zeuslar’ın işine
gelmeyeceği için şimdiden devlet tedbirlerini aşacak teknik sistemleri inşa
ediyorlar. Yasaklar ve sınırlamalar pek işe yaramayacak yani.
Yazar ‘Yirmi yaşının
altındakiler, hatta biraz üstü olanların bu konuda ikna edilmeye bile ihtiyacı
yoktur.’ der ki, ancak bir ölçüde haklıdır.
Bilgisayar oyunları ve arama motorundaki algoritmik uyarlamalar
çocukları ve gençleri derinden etkiliyor. Yakın gelecekte insanlığı şu andan
hayal edilmesi güç bir değişim bekliyor.
Dataizm Gerçekten Son Nokta mı?
“Dataizme göre insan deneyimleri kutsal değildir.
Homo sapiens yaradılışın zirvesi değildir ve Homo Deus’un
öncüsü değildir. Homo Sapiens köhne bir algoritmadan ibarettir.”
Dataizm evrenin
veri akışından ibaret olduğunu ileri sürülüyor. Dataizm matematik kurallarının
hem biyokimyasal, hem de elektronik algoritmalara uygulanabildiğini de
gösterdi. Hayvanlarla makineler arasındaki geçilmez addedilen duvarın yakında
yıkılabileceği iddia ediliyor. Elektronik algoritmaların biyolojik
algoritmaların sırrını çözerek onlardan daha üstün hale geleceği günü beklediği
fikri yabana atılacak gibi değil yani.
Dataizm öğrenme
piramidini de altüst edeceğe benziyor. İnsan veriyi damıtarak bilgiye, bilgiyi
kavrayışa, kavrayışı bilgeliğe çevirmekle yüklüydü. Ancak artık zamanımızda
veri akışıyla baş edilemiyor. Vaktimiz ekran başında uçup gidiyor. Bu işin
elektronik algoritmalara devredilmesi gerektiğini düşünenlerin sayısı giderek
artıyor. Kafamda bir çip olsa da bu bilgileri istediğim zaman bütünüyle
kullansam diye düşünenlerin sayısı hiç te az değil.
Lüzumsuz İnsan
“Bu beklenmedik teknolojik
bolluk içinde hiç çaba göstermeseler bile işe yaramayan kitleleri beslemek ve
desteklemek mümkün olacaktır. Peki hepsini nasıl meşgul edip memnun edeceğiz?
İnsanlar bir şey yapmazlarsa delirirler. Tüm gün ne yapacaklar? Sunulan
çözümlerden biri uyuşturucu ve bilgisayar oyunları olabilir.”
Küresel ölçekte istihdam edilemez
bir işsiz sınıfı ortaya çıkarsa bu
niye tümüyle kötü bir şey olsun. Daha önce bu konuda çok kalem oynatıldı. Daha
az çalışarak beşeri ihtiyaçların karşılandığı bir dünya hayal edildi. Sosyalist
ütopya, yeryüzü cenneti gibi isimler verildi. Daha az
çalışan insanların kendilerini geliştirmek için daha çok vakti olacak. Bilime,
sanata, kültüre, spora ve hobilere daha çok zaman ayırabilecekler. Motorlu
taşıtlar ortak kullanılacak. Çevreye uyumlu bir tüketim tarzı için ciddi bir
yol alınacak. Nüfus planlaması bilinçli bir çizgiye oturacak. Gelecekte
teknoloji daha küçük boyutlu, daha güçlü ve ucuz olacak. Şeker, kanser ve damar
hastalıklarıyla mücadele şimdikinden çok daha etkin bir şekilde yapılacak.
İnsan-makine sentezi sayesinde hayal ötesi sonuçlara ulaşacağız.
İnsan bu arada ona sağlanan serbest
zamanda kendini geliştirmeye devam edecek. Yapay Zekâ avukat, doktor, hâkim,
borsacı, öğretmen ve eczacılık gibi meslekleri de üstlenebilir. Bu her şeyin
sonu demek olmayacak. Yeni meslekler zuhur edecek. 2045 sonrasında dünya
tümüyle bir bilgisayardan ibaret olduğunda insan beynine gücünü katlayan teknik
eklentiler implante edilecek ve bu yetisi sürekli güncellenecek. İnsan makine
sentezi gerçekleşecek.
İnsanlık
adına bu büyük bir ilerlemeyi kim engelleyecek? Kim manipüle edecek? Kendini Tanrılaşmış
addeden elitler mi?
Faydasız
denen kesim ancak distopik bir ortamda uyuşturucu ve bilgisayar oyunlarına
mahkum olabilir. Bu elimizdeki tek çözüm değildir. Distopik gelecek kader değildir.
Kendine Güvensiz Kitle
Yazar bu biyolojik ve algoritmik yetiyi yeterince alamayanların daha alt
düzey, itaatkâr, kendine güveni olmayan kitleyi oluşturacağını söylüyor. Kitle,
halk yani. Halk her yönden geri kaldığı için alıklaşacakmış. Şu anda dünya
ahalisi elindeki imkânla kıyaslandığında
tarihinin en şiddetli alıklaştırma
kampanyasıyla karşı karşıya. Sübliminal mesaj sağanağı altındayız.
Medyada kontrolü elinde tutanların bütün çabası insanların gözünü boyama ve
gerçeği saklama ve yalıtma merkezli değil mi? Diyelim bu hal daha da
yaygınlaştı. Peki buna rağmen yeni tekno-kastlar arasında hiç çatışma olmayacak
mı? Geleceğin Biyonik-Robotik-Spartaküs isyanları engellenebilir mi?
“Makinelerin başarısı yüzünden
fiziksel işleri onlara bıraktık. Bilişsel işleri de onlara bıraktığımızda üçüncü
bir yeteneğimiz kalmayabilir.”
Yazarın muhtemel gördüğünün
aksine fiziksel ve bilişsel işleri makinelere, yapay zekâya asla denetimsiz
olarak bırakmayacağız. Herhalükârda üçüncü bir yeteneğimiz baki kalacaktır.
Böyle bir şey mevcuttur. Yaratıcının varlığına iman ve küresel merhamet. Özgür
İrade ve Bilincin varlığının sağlaması bu çizgiden de yapılmalıdır.
Distopik roman ve
filmlere bakılırsa, salgın hastalıklar, zombiler, kitlesel ölümler, kaos ve
dünya nüfusunun toptan kırılması kaçınılmaz bir senaryo. Gerçek hayatta daha
düşük ölçekli kırımlar her an yaşanıyor. Peki bu senaryoların asıl müsebbibi
kim? Faust ruhu mu? Yazar kitabında moderniteyi insanın ruhunu şeytana satması
olarak tanımlayarak Faust’un adını anar.
Faustvari Medeniyetin Kışı
Alman tarihçi
Oswald Spengler 1918 yılında Batı Medeniyetiyle ilgili öngörülerde bulundu. Ona
göre Faustvari Batı medeniyeti bin yıl önce girdiği bahardan, yaza, yazdan da
sonbahara geçerek kış sezonuna ulaşmıştı. Bunu The Decline of the West – Batının Çöküşü adlı ünlü kitabında
ayrıntılarıyla işledi.
“Faustvari medeniyeti
kuran Batılı insan gururludur, bu trajik bir durumdur, o çabalar ve yaratırken
için için gerçek hedefe hiçbir zaman erişemeyeceğini bilir.
‘Eğer optimizm
ödleklikse, bu medeniyetin en üstün başarısının Faustvari kışta gerçeklikten
kaçış olduğu anlamına gelir.”
O. Spengler
Faustvari
Medeniyet kaçınılmaz olarak çöküşünü, büzülüşünü, güç kaybını sembolize eden
kış sezonuna girmişti. Ona göre Batı insanı individualist, rasyonalist,
emperyalist, sekülarist, huzursuz (restless) ve ırkçıydı. Bu onun Faustvari
ruhunun özellikleriydi. Bu ruh Hıristiyanlığa dönüşmüş ve böylelikle Faustvari
- Hıristiyan bir ahlak oluşmuştu.
Harari’nin moderniteyi insanın ruhunu şeytana satması
şeklinde ifade etmesi bu kitaba ve meslektaşı Spengler’ın 100 yıl önceki
kehanetinin doğru çıkmasının belirtilerinin göründüğü bugünlere göndermedir. Fakat
nedense yazar modernitenin kuşatıcı, belirleyici zembereği olan siyonizmden söz
etmez.
Siyasi Konularda Çuvallama
Kitap siyasal konularda bazıları kasıtlı olmak üzere o kadar çok sayıda
gaf yapıyor ki, yazarın konuları ele almaktaki başarılı yönleri, yer yer akıcı
anlatımı, mizah anlayışı gölgede kalıyor. Yeterince hâkim olmadığı konulara hiç
girmeyip daha ince bir kitapla yetinseydi, bestseller kitaplarının ortalama
sayfa adedine ulaşamazdı, ama bu eleştirilere de maruz kalmazdı. Adam
bestseller olmuş, ünü ve parayı cebe koymuş diyeceksiniz. Bu da doğru, ama yine
de adı bir dizi eleştiriyle anılacak bundan böyle. Kitapta bir de KC, yani
Kasıtlı Cahillik sorunu var. Önemli soru ve iddiaları ele alırken bu noktaya da
özellikle değineceğim.
Şavaşsız Dünya
“Eskiden barış ‘savaşa ara verme’
anlamını taşıyordu. Bugün radikal örnekler haricinde dünya genelinde gerçek anlamıyla
bir barış hakim. Ülkeler
birbiriyle geleneksel anlamda savaşmanın mantıksızlığını anladı. Savaşın
daha az konuşulan ve daha düşük bir ihtimal olmasının en büyük
sebebi savaş maliyetinin çok
yükselmiş, kazancının düşmüş olması. Bugünün büyük ekonomileri mal
ve üründen çok bilgi ve hizmete dayalı. Örneğin Çin Silikon Vadisi’ni işgal
ederek bir şey elde edemez (Silikon Vadisi’nde silikon madeni
yok). Bugünün gücünü fikirler,
beyinler belirliyor. Dolayısıyla ticari ve istihbari faaliyetler çok
daha anlamlı.”
On gram doğrunun yanında doksan gram safsata
duruyor. Şu anda topyekün savaş yapılmıyor. Doğru. Yalnız siber savaş, sivil
toplum örgütleriyle kaos çıkartma, terörle vekalet savaşları son gaz sürüyor. Diğer yandan Suriye ve Irak’ta
ölenlerin sayısı milyonları buldu. Evinden yurdundan olanlarsa çok daha fazla.
Bu radikal örnek değil ayrıca. Standart bir Haçlı-Siyonist saldırı. Kasıtlı
katliam. Seri terör faaliyetleri de barışsızlık anlamına gelir. Ekonomik
alanlardaki savaş kesiksiz sürüyor. Yeni silahlar da savaşlarda denenmeye devam
ediyor. ABD daha yeni Suriye’de 59 adet Tomhawk füzesi ateşledi. Bunun İncil’in
Matta nüshasından bir mesaj olduğu yorumu yapıldı. Bakalım Matta 5:9’da ne yazıyor?
Ne mutlu barışı sağlayanlara!
Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek.
Son birkaç senede ABD tarafından bombalanan ülkelerin sayısını düşünün.
Kuzey Kore ile sertleşen atışmaları hatırlayalım. ABD karadan ve deniz rotalı
olan Yeni İpek Yolu’nun kendi kontrolünde olmasını istiyor. ABD-Çin
çekişmesinde vekalet savaşlarıyla sonuç alınabilir mi bilmiyoruz. Katar’a
yapılan operasyon bir savaş habercisi olabilir. Bölgemizde önce terör
olaylarının artması ve ardından ordular arası savaş yapılması çok yakında
olabilir. Ayrıca nükleer silahların hiç kullanılmayacağının garantisi de
yoktur.
Art Niyet mi?
Harari’nin bazı yorumları art niyet çağrıştırıyor. Örneğin “Allah’tan korkan Suriye, seküler
Hollanda’dan çok daha şiddet dolu” (S.233) diyebiliyor. Suriye’nin
emperyalist güçler tarafından taammüden parçalanıp işgal edildiğini bilmiyor
olamaz. Bu tek kelimeyle vicdansızlık. Hemen başka örnekler de vereyim:
“Yeni dinlerin Afganistan mağaralarında ya da Ortadoğu
medreselerde doğması mümkün görünmüyor. (S.365) – Yeni dinler araştırma
laboratuvarlarında büyüyüp serpilecek.”
Bu sözlerde de
aynı üsttenci ve KC tonu mevcut. Radikal
İslam’ın Batı medreselerinin, neooryantalizm laboratuvarlarının, kısacası üst
aklın ürünü olduğunu bilmiyor olabilir mi? Dünyayı kana bulayan Batılı
emperyalistlerin, laboratuvarlarında
terörist üretenlerin geliştireceği dinden insanlara ne hayır gelecek?
“Radikal İslamcılar kurtuluş islamda diyebilirler ama GNR
yani Genetik, Nano teknoloji, Robotik ve Yapay zekâ karşısında çaresiz
kalacaklar. Kur’an’da, İncil’de ve Konfüçyüs’ten seçmeler’de bu sorulara cevap
bulmaları imkânsızdır.”
Yine aynı konu.
Yazar için ya radikal İslam var ya da sünnetten sıyrılarak dini kültür gibi
benimseyen sulandırılmış, Ilımlı İslam-FETÖ Çizgisi var. Ardından ‘İmam, papaz
ve hahamların genetik mühendisliği ve yapay zekâ için diyecek sözleri var mı?’
diye soruyor. Türkiye’de dindar-muhafazakâr
kesimin bazı aydınları fizik veya biyoloji tahsil etmiş din adamlarına
ihtiyaç olduğu fikrini son yıllarda sıkça dile getiriyor. 21.yüzyılın
ilahiyatçıları bu çağın bilimsel gelişmeleri bilen ve dini metinleri yeniden
yorumlayabilen özelliklere sahip olmak zorunda.
Harari, “Çağ atlamak için kutsal metinleri
bırakmalı ve teknolojiye önem vermelisiniz.” diyor. Teknolojiye önem verme
konusuna kimsenin itirazı yok. Türkiye’de endüstrileşmenin motoru muhafazakâr
partilerdir. Peki genel olarak teknolojiye yön veren irade Mefisto’yla el
sıkışıyorsa ne yapacağız? Ancak Bilim - Teknoloji ve Hakikat-Ahlak-Merhamet’in
bir arada müthiş ve kurtarıcı bir füzyon olduğunu bir kez daha yineliyorum.
Made in West - DAEŞ
“21.yüzyılın köklü değişikliklernini nereden başlayacağını sorun kendi
kendinize. IŞİD’den mi yoksa Google’dan mı?(S.288) IŞİD sadece youtube’a video
yüklemeyi ve işkence tekniklerini biliyor.”
Daha önce El
Kaide örneğinde olduğu gibi IŞİD - DAEŞ de batılı bir yapım. Ortadoğu’yu
yeniden dizayn etmek ve işgali kolaylaştırmak amacıyla CIA tarafından imal
edildi. MI6 gibi diğer bazı gizli servisler tarafından da kullanılıyor. DAEŞ ve
YPG kendi aralarında üniforma değişimi yapan, içlerinde Batılı paralı askerler
, ajanlar bulunan bir yapı. İşkence
filmlerinde rol alanlar Müslüman olmayan Batılı ajanlardı. Bunu herkes biliyor.
Yazarın ülkesinde DAEŞ’in önde gelen elemanları tıbbi bakım görüyor şeklinde
söylentiler mevcut. Guantanemo hapisanesini DAEŞ mi işletiyordu? CIA işkence
gemileri kimin malıydı? Büyük Google Birader’in yakın gelecekte yapacağı köklü
değişikliklere de ayrıca değineceğim.
Charlie Hebdo saldırısı Batılı
güçlerin Fransa’nın Afrika üzerindeki egemenliği ve Orta Doğu’daki kontrol
kapasitesini kısıtlama darbesiydi. Yazar buna da Fransız kalıp, eylemden
Müslümanların işi gibi söz ederek Müslümanları karalamakta kullanıyor.
Nükleer güçten söz ederken de
Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atanların kapitalistler olduğunu unutarak
komunistlerin nükleer silah tutkusunu eleştiriyor.
Yazar bütün bu kasıtlı hataları
savunduğu dünya görüşünün yanı sıra bestseller’ı da garantilemek için kullanmış
izlenimi veriyor. Daha vahimi de Türkiye’de
bu kitap hakkında inceleme yazanların pek çoğu bu konuları pas geçmiş durumda.
Hümanizm’in
üç dini
Yazar Komünizm, Nazizm ve Liberalizmi humanist dinler olarak adlandırıyor.
“Homo Sapiens nasıl oldu da evrenin
insan türünün etrafında döndüğünü ve insanların tüm anlam ve gücün odağı
olduğunu iddia eden hümanist öğretiye inandı?” diye de bir soru sormayı
ihmal etmiyor. Dinlerin
önerdiği Yüce Kozmik Plan’ın dışında ‘Hayata Bir Anlam’ bulmaktı modernitenin
amacı. Siyaset, sanat ve kültürleştirdiği dinle buna cevap arıyordu.
Harari
modern toplumu çökmekten hümanizmin kurtardığını söylüyor. Esas kurtarıcı
kapitalizmdir haliyle.
Aziz Kapitalizm
Yazar Komunizm ve Nazizim’in tesis edilmesinde, fikir babalığının
yapılması ve finans yardımıyla bir devirde etkin olmasında
emperyalistlerin başat rolü oynadığını
bilmezden geliyor. Sosyalizmin topallayan kapitalizmin yürütgeçi olduğu
gerçeğini de.
Kapitalizm iddia edildiği gibi
serbest piyasa anlamına gelmiyor. Refah ülkeleri yetmiş sonlarından itibaren
demokrasiyle değil, şirketokrasiyle idare ediliyor. Planlayıcılık devletlerden
şirketlere kaymış durumda. İspanya Franco zamanında faşizimle idare edilen bir
kapitalist ülkeydi örneğin. Çin kapitalizmin doruğunda mutant bir komunizm
söylemiyle yürüyor. Demokratik görünüm artık bir makyaj. Şehir ve bölge
plancılığı üzerinden toplum mühendisliği yapılıyor örneğin. Halk şehirlerin
silueti üzerinde bir yaptırıma sahip değil. Babil kulesi benzeri beton çelik
yükseltileri çaresizlikle izliyor. Kimse onlara fikrini sormuyor.
“Kıtlık ve salgınların önüne
geçilmesinde, büyümeye inanan gayretli kapitalistlerin rolü büyüktür.
İnsanların arasındaki şiddetin azalması, anlayış ve işbirliğinin artması
konusunda da kapitalizm övgüyü hak eder. Bir sonraki bölümde açıklanacağı gibi
bu gelişmelerin gerçekleşmesinde başka önemli etmenler de vardır elbette, ancak
kapitalizm insanların ekonomiye bakışını değiştirerek küresel barışa inanılmaz
katkılar sağlamıştır.”
Kitap boyunca komünizmi yeriyor. Kapitalizmi ise pek az eleştiriyor ve
küresel barışa sağladığı inanılmaz katkıları yere göğe sığdıramıyor.
“Kapitalizmi
eleştirirken faydalarını ve marifetlerini de görmezden gelemeyiz” (S.231)
Rakamlar ve sonuçlar ortada. Faydaları bir nebze anlıyorum da, marifeti
kavramada yaya kalıyorum. Aklıma Talented Mr. Ripley – Yetenekli Bay Ripley
filmi geliyor.
Büyüme Her şey midir?
Böyle bir kapitalizm övgüsünden sonra yazarın kapitalizmin krizini
açıklamakta yetersiz kaldığını söylememiz herhalde kimseyi şaşırtmayacaktır.
Yoksulluk için tek çözüm ise yazara göre, ekonomik büyümedir.
Kapitalist
bir dünyada yoksulların hayatı sadece ekonomi büyüdükçe iyileşebilir” (S.229)
Recep Tayyip Erdoğan’ın 2003’ten bu yana iktidarda olmasını ülkede
sağladığı ekonomik büyüme ile açıklıyor. Tek neden olarak bunu gösteriyor.
Yine, “Radikal müslümanlar 21. yüzyılı tam
olarak kavrayamadıkları için liberalizm açısından bir tehdit oluşturamıyorlar.
Fırsat yaratamıyorlar.” Diyor.
Neoliberalizmi kastediyor. Batılı ülke aydınları Neoliberalizmi şiddetle
eleştiriyor. Ünlü birçok markanın, buluş aşamasındaki masraflarının önemli bir
kısmının devlet fonları tarafından karşılanmasına rağmen kaymağını şirketlerin
yemesi örneğin. Ucuz iş gücü için sermayenin başka ülkelere yönelmesi ve GPS,
internet, iPhone, 3 boyutlu basıcı, güneş enerjisi panelleri ve elektrikli
arabalar hükümetlerin topladığı vergi paraları harcanmadan ortaya çıkamayacak
olması başlıca şikayet konuları. Yazar bunu görmezden geliyor.
Henüz Aşılamamış Osmanlı Modeli
Harari,
teodise-ilahi adalet ve Müslümanlık meselesini bilmez görünüyor. Muharref dini metinlerdeki çelişkilerden hareketle tanrı
kavramını anlamsızlaştırıyor. Kur’an üzerine tek kelime etmiyor. Tanrı adına
sömürmelerden örnekler veriyor. Ortaçağ Avrupa’sında Papalar’ın akıl almaz
güçleri ve hükümranlıkları İslam âlemi için geçersizdir. Mısır, Çin, müslüman
imparatorlukları vb. sayıyor ve Osmanlı’nın hakkını teslim ediyor. Göreceli
cennetti diyor.
“Osmanlı İmparatorluğu dini sebeplerle ayrımcılık yapsa
ve aralarında kendilerince çatışmalar yaşansa da Avrupa’yla
karşılaştırıldığında özgürlüklerle dolu bir cennetti. (S. 208)”
Osmanlı düzeni bu
nitelikleriyle dünya için hâlâ bir modeldir. Avrupa’da Krallar köylülere
danışmıyordu. Öteki ve etnik ve dini gruplarla çatışma, aşağılama, şiddet
uygulamalarının sonu gelmiyordu. Batı kültürü öteki ve çatışma kültürüdür.
Fatih’in fetih sonrası buyurduğu fermanı Batı’nın şu ân bile layıkıyla
ulaşamadığı bir sosyal sözleşme çizgisidir. Mutlaka ilhamını Veda Hutbesi’nden
almıştır.
Ortaçağ Avrupası
Katolik kilise ve tanrının krallığına girmek için bağışlar vb. gibi
olumsuzlukları konu ediyor, ama Müslümanlıktaki zekat uygulamasından, fitreden
vb. hiç söz etmiyor. Bu arada Arkeolojik bulgularla tahtı sarsılmayan tek din
olan müslümanlıkla ilgili olumlu bir şey yazmamak için kitap boyunca adeta
çırpınıyor.
Tekrar kitabın
ana mesajına dönelim. Yakın gelecekte insanlık tarihinde daha önce
deneyimlemediğimiz müthiş gelişmeler olacak ve biz buna hazır değiliz.
2100’de Hayat Neye Benzeyecek?
Şu anda kimsenin 2100’lerde dünyanın nasıl görüneceği üzerine kesin bir
fikri yok. Bu insanlığın yapacağı seçimlerle ortaya çıkacak. Peki yazarın iddia
ettiği gibi özgür irade bir illüzyonsa, bilinç zekâ kadar önemli değilse bu
seçimi kim yapacak? Tek başına yapay zekâ mı? Yapay zekâya hükmeden ve organik
bedenlerden iyice sıyrılmış, ölümsüzlüğe kavuşmuş makine bedenli elitler, Süper
Elitler mi? O yıllarda Büyük Google Birader her şeye hükmeden, hayatları A’dan
Z’ye kontrol eden miniskül bir Levh-i Mahfuz’a mı dönüşecek? Faustvari ruh,
davranış kalıbı tümüyle Mefisto’nun takipçilerinin denetiminde mi olacak?
“Tarih boyunca
tanrıların her şeye muktedir olmaktan çok, canlı varlıklar tasarlamak ve
yaratmak, kendi bedenlerini değiştirmek, çevreyi ve havayı kontrol etmek,
uzaktan iletişime geçebilmek ve zihin okumak, yüksek hızlarda seyahat etmek ve
tabii ki ölümden kaçarak sonsuza kadar yaşamak gibi belirli süpergüçlere sahip
olduğuna inanılırdı. İnsanlar da tüm bu kabiliyetlere, hatta daha fazlasına sahip
olmanın peşinde. (S.59)”
Bilimi ve tekniği kullanarak mükemmel,
tepeden tırnağa kontrollu, hiçbir şeyin aksamadığı, tek merkezden idare edilen,
enerjiyi, hammaddeyi, gıdayı, suyu havayı, parayı kontrol eden bir düzeni hayal
etmek zor değil. Tek tip insan, tek tip dijital din, yeni bir alfabe, yeni bir
dil. Uydurulmuş din kitaplarında şeytanın kendine tabi olanlara vaat ettiği
dünya modeli bu.
Yakın gelecek
insanlara akla hayale sığmayacak cazip imkânlar sunmakla birlikte yukarıda
bahsini ettiğimiz cinsten devasa tehlikeler de yaratıyor. İnsanın sonsuz ve
gerçek mutluluğu yapay yöntemlerle elde edilebilecek mi? Çok şeye muktedirlik
ihtimalimiz çok yakında, ancak tam altımızda hiçlikten meydana gelen dipsiz bir
uçurum uzanıyor. Singularity-Tekillik
uçurumu.
Kim kurtaracak Bizi?
“Dataizm önce insanlara sağlık,
güç, mutluluk verme alanlarında başarı sağlayacak ve sonra muhtemelen
Homosapiens’in hayvanlara yaptığını yapacaktır.”
Gelelim şimdi bizi
en çok ilgilendiren soruya. Orta Doğu’da büyük karışıklıklar, fitne tuzakları, Melheme-i
kübra, yani Armageddon, yeni bir dünya savaşı kapımızda duruyorken dikkatimizi
bir an için otuz-kırk yıl öteye sıçratalım ve şu soruyu soralım. “Tanrı Elitler’in hışmına uğramaktan,
Dataizm’in bizlere değersiz, harcanabilir yaratıklar gibi muamele etmesinden nasıl
kurtulacağız?” Ve ünlü romancı Cortazar
‘ın Seksek’inden de bir alıntı yapalım. “Kim kurtaracak bizi şimdi şu kapının
altıdan süzülen ateşten?”
Hakikatın Avazı
“Tarih insanın Tanrı’yı
icat etmesiyle başladı ve Tanrı’ya dönüşmesiyle son bulacak.”
Bizi yüce
yaratıcının varlığına iman ve aklımızı – teknolojik bilgimizi en doğru şekilde
kullanmak kurtaracak. Allah insanı yaratırken çamura
nefesini üflemiştir. Bu nefes irade ve bilinçtir. Tarih bilinçle kol kola yürür. Tarih bilincin öznel kaydıdır. Ruh
bünyesinde irade, bilinç ve merhamet barındırır.
Allah zamandan
münezzehtir. Hiçbir şeyin sonucu olmadığı için bir şey de onun nedeni değildir.
‘Allahı kim yarattı?’ sorusu çaresiz ateistlerin sığındığı takatrik bir
zemindir.
Allah’ın
değil de maddenin ezeli olmasını arzu etmişlerdir. Big Bang nedeniyle maddenin
bir başlangıcı olduğunu ve entropi yasalarını biliyoruz. Kâinat rasgelelikten
çok uzak kurulmuş, planlanmış bir yapıdır. Bir yaratıcısı vardır. İnsan yaratıcıyı sezmiştir. Keşfetmiştir.
Vahiyle tebligat yapılmıştır. Bu bir icat değildir. İnsan mitler, hurafeler ve
pagan tahayyüller sisinin ardındaki tanımlara sığmaz gücü seçilmiş kimselere,
peygamberlere yollanan vahiy sayesinde tanımış ve kulluk etmiştir.
Beşeri Sözleşme Olarak - Veda Hutbesi
‘Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da
birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arabın Arab
olmayana, Arab olmayanın da Arab üzerine üstünlüğü olmadığı gibi kırmızı
tenlinin siyah üzerine siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur.
Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli
olanınız ondan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahi bir köle başınıza emir
olarak tayin edilse sizi Allahın kitabıyla idare ederse onu dinleyiniz ve itaat
ediniz.’
Kur’an daha önceki peygamberleri ve onlara
inen vahyi onaylar. Allaha teslimiyeti ortak payda olarak görür. Müslüman
olmayanlar da dahil bütün inananlar takvada eşitlenir. Bu bütün insanlık için
ortak, kimseyi dışarıda bırakmayan bir kurtuluş reçetesidir. Bu ruh büyük
Endülüs medeniyetini kurmuş ve büyük bilim adamları yetiştirmiştir. Avrupa
rönesansının ana temel taşlarından biri Endülüs’teki nurlanmadır. İslam
medeniyeti Anadolu Selçuk ve Osmanlı ile devam etmiş, Cami, Kilise ve Sinagogu,
çeşitli dinden ve kültürden insanları yapısında barındırmada dünya tarihindeki
yegâne örnek olmuştur. Irkçılığa karşı kurduğu merhamet kalesi, yakın gelecekte
zuhur etmesi muhtemel gayri insaniciliğe, Bilen İnsan - Homo Sapiens karşıtlığına karşı da güçlü bir set olacaktır. Bu
nedenle Müslüman ülkeleri istikrarsızlaştırıp, parçalara ayırıyorlar, ama ne
kadar çabalarlarsa çabalasınlar sonuçta içinde nefes barındıranlar galebe
çalacak.
Homo Kul
Yazar Homo Deus’un kendi kendini imal ettiği
için, kendini Bilen İnsan - Homo Sapiens’in
devamı gibi görmeyeceğini söyler. Böylelikle o devir geldiğinde Homo Sapiens organik atık konumuna
düşecektir.
Allaha iman eden,
güvenen, ondan korkan takva sahibi biri Kul İnsan - Homo Kul’dur. Homo Kul,
iblisin kumandasındaki kötücül Homo Deus’a
karşı çıkacak.
Müslüman şeytan itaatkârdır.
Tanrıdan insanı yoldan çıkartabilmesi için izin ister. Bir çeşit kalite
kontrolu yapmak için müsadedir arzusu. Bu ona bahşedilir. Diğer Şeytan, Mefisto
ise asidir. Tanrıya kafa tutar. Ona karşı çıkar. Homo Deus’a da bunu yaptırarak kâinatın yaratıcısına kafa
tutturacak ve sonunu hazırlayacaktır.
Muhteşemin Cazibesi
Yazarın Homo Deus ve Dataizm’den söz ederken
kestiremediği noktalardan biri de şu: Kur’an’ın bir özelliği de çeşitli devir
ve sosyolojik yapılara hitap edebilme gücüdür. Kur’an kabileler ve
imparatorluklara yol gösterebildiği gibi Dataizm’i de etkileyecektir. Gücü
artmış aklın Kur’an’a hayran olacağını düşünüyorum. İnsanı imana davet eden
kelimelerin içine gizlenmiş muhteşem anlamı deşifre edince yapay zihni sevgi,
saygı, hayranlık ve huşuyla dolabilir.
Sezgisel Olarak
Sezgisel olarak
zekâ sahibi bir yaratığın daha üstün aklı, ölümsüzlüğü değil de uzun yaşamayı,
hızı ve gücü elde etmeyi hayal etmemesinin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Önemli olan bu gücün iyinin mi, kötünün mü elinde olacağıdır. Bence esas mesele
budur. Balçığa üflenen nefesin muhtevasında bu merhalelerin bulunması bence
kaçınılmazdır. Allah yarattığı kuluna gelecekte kullanacağı kapasiteyi
yüklemiştir.
Algoritmanın
ateizm cinsinden inorganik bir varsayıma tevessül etmeyeceğini düşünüyorum.
Ateizm, John Gray’in deyişiyle “Victoria devrinden kalan bir fosildir”. Kitapta
“Tanrı insanın hayal gücünün ürünüdür.” deniyor. Hayal gücü de biyokimyasal
algoritmaların ürünüdür.
Yazarın insanın yeni ve üstün algoritmaları
kavrayamayacağı sözleri bilgiyi kontrolu altında tutan elitlerin bunu ondan
mahrum etmesi anlamına geliyor. Böyle bir durum belki kısmen de olsa
gerçekleşebilir. Ben yine de algoritmanın kendi kavranamazının önünde saygıyla
eğileceğini hayal etmeden duramıyorum.
Kâinatta var olan
her şeyin bir ömrü var. Devasa yıldızlar, nebulalar, galaksiler ömürlerini
tamamlayıp başka evrelere dönüşüyorlar. Ölümsüzlük boş hayal yani. Kâinatın
yazılımında böyle bir madde yok. Bu nafile hedefin peşinde koşan iblis
güdümündeki Tekno-Elitler, Neo Zeuslar, Dataizmin için sinmiş kötücül ruh ne kadar çabalarsa çabalasın helak olmaktan
kurtulamayacak.
Kehanet
Harari kitabın
finaline yakın İnsanlık 2.0 – Humanity
2.0 kehanetler kitabının yazarı Ray Kurtzweil’den alıntı yaparak Homo Deus’un her şeyin bilgisine erişmek
için dünyayı terk edeceği, bütün kâinatı gezerek tanımaya çalışacağını
hatırlatıyor.
Benim kafamda da bir soru en üst sırada
duruyor. Urfa’daki Göbekli Tepe’nin bulunuşu tarihe bakışımızı kökünden
değiştirdi. Uygarlığın başlangıcının daha eskilerde olduğunu anladık. Dinî
metinlerde Ad Kavmi gibi helak edilen kavimlerden sıkça söz edilir. Nuh Tufanı bilimsel bulgularla
doğrulanmıştır. Mu, Atlantis, Agartha uygarlıkları hakkındaki efsaneler hâlâ
ilginçliğini koruyor.
Acaba dünya üzerinde kontrolu yapay zekâya kaptıran ya da ihtiraslarının
güdüsünde aşırılaşan, teknik imkânlarla çığrından çıkan elitler eskiden de
mevcut muydu? Bunların sonu ne oldu? Kendilerinden zayıfları imha edip,
sonrasında çekip giderek kâinatın derinliklerine mi gömüldüler? Yoksa metrelerce
taş ve toprağın altında onlardan kalan ibret verici kalıntıları bulmamızı mı
bekliyorlar?
Haziran 2017 - Balçova
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder