3 Ağustos 2018 Cuma

BİR POST CHARLES DICKENS ROMANI







Ceset – The Body - Stand by Me


İyi Bir Öykü Zamansızdır
İyi bir öykü zamansızdır ve size ömür boyu hitap eder. Stephen King korku, bilimkurgu, gerilim ve dram türünde toplam 400 milyon kopya satmış ve neredeyse tamamı filme çekilmiş olan altmış kitap yazmıştır. Bunların bazıları roman kalitesi olarak çok üstün vasıflara haizdir. Ceset – The Body bunlardan biridir. Dram türündedir. İçinde korku öğesi ya da olağan dışı vakalar barındırmaz. Çocukluktan ilk gençliğe geçmek üzere olan dört çocuğun hikâyesidir. Yaşınız kaç olursa olsun sizi çok derinden etkilemeyi başaracaktır. Çocuk kahramanlardan hiçbiri Oliver Twist’inki derecesinde zor yaşam şartlarına sahip değil, ama kendinizi bir Post Charles Dickens romanı okuyor gibi hissetmeniz kaçınılmazdır.  


Ormanda Bir Ceset
1959 yılı. Amerika. Maine eyaleti. Genelde dar gelirlilerin oturduğu bir bölgede Gordon Lachance, Chris Chambers, kaçık Teddy Dushamp ve Vern Tessio yakın arkadaşlar.
Yaz tatilindeler. Bir ağacın üstünde tahtadan yapılmış küçük bir kulübeleri var. Orada buluşup iskambil oynuyor ve sonu gelmez sohbetler icra ediyorlar.

Anlatıcı on iki yaşındaki Gordon Lachange. Ağabeyi Denny bir cip kazasında öleli dört ay olmuş. Anne ve baba ağabeyin anısına sımsıkı sarılmış durumda. Onu daha çok sevdiklerini çok belli ediyorlar. Her an çıkıp gelmesi bekleniyormuş gibi odası aynen korunuyor. Gordon bu nedenle kendisini görünmez çocuk hissediyor. Ailesinin arkadaşlarını sevmemesi de bunun üzerine tuz biber ekiyor.  

Bir haber çocukları heyecanlandırıyor. 30 mil ötede ormanın içinde ıssız bir yerde bir çocuk cesedi varmış. Çocuklar ani bir kararla onu görmeye karar veriyorlar. Hesaplarına göre dönüş otostopla olacağından iki günlük bir zaman alacak. Yazın çocuklar sık sık kendi kurdukları çadırda yattıkları, bütün zamanlarını ağacın üstündeki kulüpte harcadıkları için aileleri farkına varmadan gidip dönebileceklerini düşünüyorlar. Aileler onları gece kampta ve birbirlerinde yatıyor zannedecek. Bu o kadar olağan ki, hiçbiri bunun doğruluğunu kontrola kalkışmayacak. Anlatılan aile profillerinde bunu sadece Gordon’un ailesi yapabilir, ama malum o hâlâ görünmez biri.


Çocukluğun Bitimine Doğru Yürüyüş
Çocuklar yanlarına kamp için gerekli eşyaları alarak yola çıkarlar. 48 kilometre yürüyecekler. Paralar sayılır. Toplam 2 + 0,68 + 0,60 + 0,07 = 3,35 dolar harçlıkları var. 1959 yılının rayiciyle.

Demiryolunu takip ederek yürürler. Teddy bir ara trene karşı yürür. Son anda raylardan çekilir. Bir kulağı yarık, babası gibi kaçık bir çocuktur. Tipik bir kaybedendir. Eski araba mezarlığı rotalarındaki en kısa yoldur ve mecburen oradan geçilecektir. Mezarlığın idarecisi Milo ve ısırganlığıyla ünlü köpeği Chopper ‘ın dikkatininin bir süreliğine başka yöne çekilmesi gerekmektedir. Kim gidip bu riskli işi yapacak diye yazı tura atarlar. Dört adet sent bir anda atılır. İlk defada 4’ü de tura gelir. Bunu uğursuzluk olarak yorumlarlar. İkinci atışta Gordon tura, diğer üçü yazı atar. Gordon riski alarak köpeğin dişlerini poposuna yakın hissederek Milo’yu yanlış yöne çekmeyi başarır.
 

Köprüyü Geçmek
Yollarının üstünde geçmeleri gereken bir köprü vardır. Köprüyü geçmek risklidir. Hızlı tren henüz yok, ama köprü uzun ve yüksektir. Köprünün üzerindeyken tren gelirse kaçınılabilecek bir yer mevcut değildir. Ufukta tren görünmüyordur. Çocuklar hızla yürürler. Köprünün bitimine yakın tren arkalarında görünür. Kıl payıyla köprüyü kazasız belasız geçerler. Çok semboliktir. Eşik atlamak, boyut değiştirmek, mertebe kesbetmektir adeta.  

Gece ormanın kenarında konaklarlar. Kamp ateşi yakılır. Yemek yenir. Çocukluğa has sihirli anların son esintileri yaşanıyordur. Kamp ateşi olur da sohbet ve özellikle hikâye olmaz  mı? Gordon alengirli bir hikâye anlatır.  

Kocagöt Hogan’ın İntikamı
Bir kasabada pasta yeme yarışı yapılacaktır. Lardass alay edilen şişman bir çocuktur.
Dört defa arka arkaya şampiyon olmuş Bill Travis’e karşı yarışacaktır. Lardass Hogan birinci olmak değil kendisine reva görülen alayların intikamını almak istiyor. Yarışma öncesinde müshil içiyor ve çiğ yumurta yiyor. Yarışmada çok iyi derece yapıyor. Beş turta yiyor. Sonunda önce geğiriyor ve ardından kusmaya başlıyor. Panayırda herkesin midesi tıka basa dolu. Onlar da kusmaya başlıyor. Herkes birbirinin üzerine kusuyor. Kocagöt Hogan böylelikle hiç unutulmayacak anarşist bir manifesto yazıyor.

Karanlık ve Tekinsiz Orman, yani Hayat
Hikâye herkesin hoşuna gider. Bir ara ünlü Walt Disney çizgi karakteri Goofy’nin köpek olup olmadığını tartışırlar. Kızları keşfetmeden önceki son yazdır. Orman çok tekinsizdir. Sesler geliyordur. İlkel korkuları kabarır. Ürperti veren karanlık orman geleceğin bilinmezliğini çağrıştırıyordur. İkili nöbet kararı alırlar. Gordon ve Chris nöbet tutarlarken yakın geleceği, öğrenim işini falan irdelerler. Chris zekidir, ama onu bekleyen sıradan hayata kapılacağa benziyordur. Ailesinin kötü namı nedeniyle parlak bir gelecekten yoksun gibidir. Gordon onu cesaretlendirir. Bu pasaj kitapta çok derinden vurur okuru. Film de de bayağı uzun işlenerek çok başarılı bir emosyon yaratır izleyicide. Chris şanssız gibidir, ama çabasıyla kör talihini kıracak ve avukat olacaktır. Gordon’a sık sık ‘Sen yazar olacaksın’ der. Gordon inkâr eder, ama içinden o da bunu ummaktadır.

Bir mucize
Sabah Gordon tek başına ormanda gezinirken bir geyikle karşılaşır. Hayvan ona çok aldırmaz. Küçük bir mucizedir. Gelecekten göz kıpan bir vaattir. Yürüdüğü yola başarı konfetileri serpiştirmektedir adeta.

Canı Sıkkın Abiler
Olay yerine yaklaşınca onların muhtemel gelecek projeksiyonu olan işsiz, yüksek öğrenim görmemiş, canları sıkılan ve kolayca öfkelenebilen abilerle karşılaşırlar. Aralarında Chris’in ağabeyi de vardır. Bunların başı Ace Merrill’dir. Bu sahne büyümenin, çocukluktan çıkmanın ilk tomurcuğudur. Onların haberi, malı olan cesedi bulmalarına çok sinirlenen Ace elinde bıçakla gelir. Chris kaçmaz. Gordon, Chris’in ailesinden gizlice yanında getirdiği tabancayı alıp gelir. Ace mecburen tornistan eder. Çocuklar çocuğun cesedini görürler. Tren tarafından çarpılıp o tarafa savrulduğu bellidir. Ceset ölümün ve geri kalan sınırlı zamanın somut kanıtıdır. Ve sonra evlerine dönerler. Artık çocukluk bitmiştir. Hayatlarının yeni bir evresi başlıyordur.

Stephen King’e has ertelenmiş bela durumunu izliyoruzdur. Ace kısa bir zaman sonra bir gün arabasını kamyonun üstüne sürecek ve ölecektir. Bıçak da Chris’i bulacaktır. Teddy ve Vern’de çok genç yaşta çeşitli şekillerde ölüp gideceklerdir. O gün yazı atan üç çocuk da ileri yaşları görmeden ölecektir. Sadece tura atan, yazar dokunulmaz kalır ve bize bu hikâyeyi nakleder. O yaşlarda sahip olduğum türden arkadaşları geri kalan zamanda asla bulamadığına hayıflanan yazar paçayı yırtandır.

Zamansız bir öykü. Filmi yapılalı otuz küsur yıl geçti. Kitap da film de sizi ummadığınız bir şekilde etkileyecek ve eşsiz bir anlatıcının kelimelere monte ettiği nostalji ağına yakalanacaksınız. Meraklılarına özellikle romanı okumalarını tavsiye ediyorum.

                                                      -------------------



KELİMELERİN İBLİSİ






Kelimelerin İblisi


Ve o zaman meleklere “Adem’e secde edin.” dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibirine yediremedi, inkârcılardan oldu.
                                                                                                                                     Bakara Suresi 34

Tutalım hasetten Adem’e secde etmedim; o haset de aşktan peydahlanır, çıfıtlıktan değil.
                                                                                            İblis’in sözleri - Mesnevi – 2. cilt                                                                                                                           


                   Belki de İblis iyiliğin potasıdır.
                                                                                                                                    William Peter Blatty – Şeytan

Hakimler, modern zamanların papazları.
Ben belki de son hümanistim. 20.Yüzyıl tümüyle benim eserim.
                                                                                              Andrew Neiderman-  İblis’in sözleri – Şeytanın Avukatı 


Tanrının içimize üflediği nefes gözeneklerimizden dışarı sızıyor. İnsanlık yeniden çamura mı dönüşüyor?   
                                                                                                                            Sadık Yemni - Nazarzede Kliniği

Yüce yaratıcı Adem’e isimlerin hepsini öğretir. Adem bunları sayınca melekler çok etkilenir. Biri hariç Adem’in nezdinde Allaha secde ederler. Sadece İblis bunu yapmayı reddeder ve o andan bu yazının yazılmasına kadar geçen sürede bildiğiniz şeyleri yapar. İnsanların dünyada ve ahirette cehennemde yaşaması için elinden geleni yapar. Yapmaya da devam edecek.

Şeytanilik ve Rahmanilik gece ve gündüz gibi doğal, sıradan ve sürekli olarak mevcut iki zıt kuvvettir. Yazılan her şeyin ana kaynağıdır. Mesnevi’nin ikinci cildinde Mevlana Muaviye ve İblis başlıklı bir konu işler. Eşsiz bir metindir. Amerikalı yazar William Peter Blatty 1971yılında The Exorcist – Şeytan adlı bir roman yayımladı. Bu roman 1973’te filme çekildi ve dünya çapında kült bir film oldu. Devam filmleri çekildi. Dizisi yapıldı ve hâlâ bir yerlerde bahsi geçmektedir. Andrew Neiderman ‘ın ünlü romanı Devils Advocate - Şeytanın Avukatı’da 1997 yılında filme çekildi ve yine dünya çapında çok ün kazandı. Bu dört kitap ve iki film üzerinden edebiyat eserlerinde İblis’in insanları baştan çıkarma misyonunun nasıl verildiğine kısaca değineceğim.


Muaviye ve İblis
Mesel rivayet şeklinde anlatılır. Muaviye bin Ebu Süfyan köşkünde bir yerde yatıp uyumuştur. Halkın doluşmasından yorulduğu için köşkün kapısı kilitlidir. Bir adam onu uyandırır. Muaviye gözünü açınca adam gizlenir. Muaviye kapısında nöbetçilerin beklediği   köşke girilmesinin imkânsız olduğunu bildiği için hem bu küstahlığa öfkelenir hem de merak eder. Aramaya başlar. Bir perdenin arkasına sinmiş ve yüzünü saklamış bir adam görür.

  “Hey dedi, kimsin sen, adın ne?”
  “Açıkça söyleyeyim. Adım, kötü İblis.”
  “Neden bu işe sarıldın, ne diye uyandırdın beni? Ters söyleme, doğru söyle.
  “Namaz vakti geldi. Tez mescide koşmak gerek. Mustafa mana incisini deldi de, vaktini geçirmeden tez olun da ibadetinizi yapın dedi.”
  “Hayır, hayır, maksadın bu değil. Bana hayra kılavuz olmak istemezsin sen. Hırsız, gizlice evime giriyor da bekçilik ediyorum diyor bana. Nasıl inanayım o hırsıza? Hırsız ne bilir sevabı?”

İblis’in cevabı tek kelimeyle müthiştir ve bu topraklara haslık ışır. Üzerine bin sayfa yorum yazılsa az gelebilir.

  “Önceden melektik; kulluk yoluna candan koyulmuştuk. Yol alanlara mahremdik, yurdu arş olanlarla solukdaştık. İlk sanat, nasıl olur da gönülden çıkar; ilk sevgi nasıl çıkar gönülden? Yolculukta Rûm ülkesinden birini, yahut Hutenliyi görmekle gönülden gönülden nasıl olur da vatan sevgisi çıkar gider? Biz de bu şarabın şarhoşlarındandık.; biz de onun eşiğine aşık olanlardandık. Göbeğimizi, onun sevgisiyle kesmişlerdi, canımıza onun aşkını ekmişlerdi. Zamanede iyi günler görmüşüz; baharın rahmet sularını içmisiz. Bizi de onun lütuf eli ekmedi mi; bizi de yokluktan getiren, yoktan var eden O değil mi? Hey gidi hey. O’ndan nice lütuflar görmüşüz, râzılık gül bahçesinde nice gezmiş tozmuşuz. Başımıza rahmet elini koyardı; bizden lütuf kaynakları akıtırdı. Süt emerdim çocukken beşiğimi kim salladı benim? O. Onun sütünden başka kimin sütünü emdim? O’nun iş başarmasından başka kim besledi, yetiştirdi beni? Bedene sütle yerleşen huy, insandan nasıl çıkartılabilir? Kerem denizi, bir kerecik paylasa bile, kerem kapıları kapanır mı hiç? Asıl geçer akçeyi verdi; lütuftur, bağıştır bu; kahır, o akçenin üzerindeki toza pasa benzer.
…….
Tutalım hasetten Adem’e secde etmedim; o haset de aşktan peydahlanır, çıfıtlıktan değil.
Gerçekte her haset dostluktan belirir; sevgiliyle yabancı düşer kalkarsa haset baş gösterir.
Aksırana çok yaşa demek nasıl şartsa, kıskançlıkta sevginin şartıdır. O’nun tavlasında bundan başka bir oyun yoktu; bana oyna dedi; o oyundan fazla, o oyundan başka bir oyun oynamayı ne bilirim ben. Bir tek oyun vardı, oynadım; kendimi de belaya attım gitti.
Küfür olsun, iman olsun; hepsi de onun eliyle dokunmuştur, onundur.”

Muaviye’nin İblis’e onun düzenlerini anlattığı cevabı insanlığın feryadıdır da aynı zamanda.


“Bunlar doğru, fakat bunlardan senin payın eksik. Sen, benim gibi yüzbinlercesinin yolunu vurdun; bir delik deldin; hazineye girdin. Bir ateşsin sen, beni yakmayasın, mümkün değil, kimdir senin elinden elbisesi parçalanmamış olan? A ateş huyun yakmak yandırmak; bir şeyi yakmaman imkânsız. Lanet de budur ki Tanrı, yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların ustası yapmış seni. Tanrı’yla yüz yüze laflar ettin, sözler duydun. Artık a düşman, senin düzenine karşı ben kim oluyorum ki? Nuh’un kavmi, senin düzeninden ağlayıp feryad eder; gönülleri kavrulmuştur; göğüsleri param parça. Âd kavmine, dünyada bir yel verdin de onları azâba, kederlere düşürdün gitti. Lût kavminin başına, senin yüzünden taş yağdı; senin yüzünden kara suyun içinde dalgalar yuttular. Nemrûd’un beyni, senin yüzünden dökülüp dağıldı a binlerce fitneler kopartan. Ebu-Leheb de senin yüzünden işe yaramaz oldu; Ebü’l Hakem de senin yüzünden Ebû-Cehil kesildi.
Nice kutlu yıldız senin yüzünden yanmış yakılmış. Nice ordu, nice topluluk senin yüzünden dağılıp gitmiş.”

İblis’in mazuratı kaçınılmaz bir şekilde kalite kontrol içeriklidir.  

  “Ben kalpla geçer akçeyi ayırd etmek için mehengim. Tanrı beni, arslanla köpeği sınamaya, geçer akçeyle kalp parayı ayırd etmeye koştu. Kalpın yüzünü ne vakit karartmışım ben? Kuyumcuyum, onun değerini biçmişim ben. İyilere kılavuz ederim; kurumuş dalları yolarım, koparırım.İyiyi nasıl kötü yaparım; Rab değilim ya; çirkine de bir aynayım ben, güzele de.Hintli, bu adamı kara yüzlü gösteriyor diye dertlere düştü de aynayı kırdı, yaktı. Ayna dedi ki, suç benim değil, benim yüzümü cilalayana kabahat bul. Çirkin kimdir, güzel kim; bunu söyleyeyim diye o, beni her şeyi söyler, gösterir, hem de doğru söyler hale getirdi. Ben tanığım; tanık nerde, zindan nerde? Tanrı da şahittir ki zindana atılacak kişi değilim ben.

Sonunda Muaviye İblis’e onu neden uyandırdığını sorar. Burada Mevlana’nın meseleye bakışındaki derinliği hissederiz.  

  “Ben seni cemâate yetişesin, devletin bile kadrini yücelten Peygamber’in ardında namaza durasın diye uyandırdım. Bu ziyan, bu dert yüzünden gözlerin, iki tulum olacaktı da, gözyaşları dökecektin. Öylesine  bir âh, perdeyi yakmasın dedim; bu korku yüzünden seni uyanırdım. Hasetçiyim ben, hasetten öyle yaptım. Düşmanım ben, işim düzendir, kindir.”

  Muaviye bu sözler üzerine kızar ve şu cevabı verir. 

  “Sen beni uyandırdın ama bu, uykunun ta kendisiydi; gemiyi gösterdin ama gösterdiğin girdaptı. Beni, daha iyi bir hayırdan sürmek için hayıra çağırdın sen.

Abdülbaki Gölpınarlı’nın tercümesi ve şerhiyle, Mesnevi’nin ikinci cildinden alınmıştır.

*



Şeytan –Exorcist
William Peter Blatty 1971yılında çok satanlar listesine giren The Exorcist – Şeytan adlı romanını yayımladı. Bu kitap Vietnam şavaşının sona ermeye yüz tuttuğu, Pink Floyd’un Dark Side of the Moon adlı albümünü piyasaya çıkardığı sıralarda, 1973 yılında filme çekildi ve bütün dünyada kült haline geldi. Kitap konusunu 1949 yılında gerçekten yaşanan, kilisenin bizzat muhatap olduğu bir seri şeytan çıkarma vakasının tutanaklarından almıştır.

12 yaşındaki genç kız Regan’ın içine kötücül bir ruh girmiştir. Bu önce tuhaf hareketler şeklinde tezahür eder. Doktorlar, klinik testleri, psikologlar kıza teşhis koymayı başaramazlar. Birisi kızın ruhunun şeytan tarafından ele geçirilmiş olabileceğini söyleyince çaresiz anne o taraftan yardım ister. Karras adlı genç, Merrin adlı yaşlı ve tecrübeli rahip şeytanı kızın ruhundan sökmeye çabalar. Kitapta ve filmde şaşırtıcı, tiksindirici, hayret ettirici ve korku verici sahneler birbirini kovalar. İki papaz bütün çabalarına rağmen kızın bedeninden şeytanı çıkarmakta aciz kalır. Son sahnede Karras kendini feda ederek kızı kurtarır.

Filmde inanç haliyle çok önemli bir role sahiptir. Karras, Merrin’e göre daha inançlıdır.
The Exorcist romanı papazların şeytan tarafından çok aşağılandığı sayfalara sahiptir. Film de öyledir. Çekilen, ama filmden son anda çıkarılan bir sahnede iki papazın konuşmaları aşağılanmanın, daha da vahimi bunu kabullenmenin, hatta makuliyete indirgemenin bir tezahürüdür. 

“Carras, “Eğer bu şeytanın el koymasıysa, niçin bu küçük kıza?”
“Merrin, “Kim bilebilir? Ama bence… Şeytanın hedef aldığı şeytana tutsak olan değil, bizleriz. Bunu görenleriz…Amacı bizi umutsuz kılmak, insanlığımızı bize reddettirmek, kendimizi bize çirkin, onursuz ve değersiz gördürtmektir. Çünkü tanrıya inanç işi bir akıl değil, bir aşk ve sevgi sorunudur. Belki İblis’ten gelecektir iyilik. Anladığımız ve bildiğimiz bir yolla da gelmeyebilir. Belki de İblis iyiliğin potasıdır. Ve belki de kendisine karşın şöyle ya da böyle, İblis, Tanrının iradesini yerine getirmektedir.”

Filmin afişinde sokak lambasının yarattığı gölgeli ortamda dik bir eğimle yükselen  basamaklara bakan bir adam resmedilmiştir. Şeytana karşı çıkmak gerçekten de zoru göze almak ve yokuşu çıkmaktır. En sonuncu sahnede Karras şeytanı içine girmeye davet eder. Şeytan içine girince kendini camdan aşağıya o dik yokuşa atar ve ölür.

*


Şeytanın Avukatı
Kevin Lomax genç bir avukattır. Öğretmeni tarafından cinsel tacize uğramış bir kızın davasında öğretmeni savunmaktadır. Genç avukat son duruşma öncesi mahkeme helasında vicdanıyla başbaşa kalır. Adamın bu işi yaptığını anlamıştır. Sonra onun usta bir manevrayla davayı öğretmenin lehine kazandığını görürüz. O ana kadar hiç dava kaybetmemiş olan Kevin her ne pahasına olursa olsun başarıyı tercih etmiştir. En iyi becerebildiği şeyi yapmaya devam edecektir.

Bu başarısı ve vicdanına atlattırdığı eşik New York’un dikkatini çekmiştir. John Milton’un idare ettiği büyük bir avukatlık bürosu tarafından ortaklığa davet edilir. Ona ve güzel karısı Mary Ann’a şirketin diğer ortaklarının oturduğu lüks bir apartman dairesi tahsis edilir. Genç çift cennete ayak basmış gibidir. Görünüşte tabii.

Filmde Al Pacino’nun başarıyla canlandırdığı Şeytan kendine John Milton ismini almıştır. John Milton 17. Yüzyılda yaşamış sansüre karşıtlığıyla bilinen bir İngiliz şairi. Kayıp Cennet isimli şiiriyle üne kavuşmuştur. İnsanın yasak ağacın meyvesini yiyerek ilk kötülüğü yapması ve dünyaya kederi ve ölümü getirmesi konulu dizeleri pek ünlüdür. Reankarne olmuş şeytanın suçluları cezadan kurtaran ünlü bir avukat olması ve bu adı alması pek manidardır.

Bir yerde filmin Grisham’ın ünlü romanı The Firm – Şirket ’in sahneye uyarlanması gibi başladığı, Angel’s Heart – Şeytan Çıkmazı gibi sonlandığı, ortalarda biraz Rosemary’s Baby’i andırdığını okuyunca hak verdim. Gerçekten de öyle. Özellikle son ikisi şeytanın insanı bizzat ayartması konularını işleyen kitap ve filmlerdir.

Öyküde New York para, güç, asalet ve sekse tapan minik şeytancıkların  içinde yaşadığı bir koza olarak resmedilir. Film de bunu destekler. Üvey kızıyla ilişkisi olan, karısı dahil üç yakınını öldürmüş ultra zengin birinin New York’un merkezindeki bir gökdelenin tepesindeki dairesi bunu sembolize etmektedir. İç dekorasyonda kullanılmış altın ve kıymetli eşyalar bize kenz ayetlerini hatırlatır. 
Ey iman edenler hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler. Ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı müjdele.
Lomax tepeden şehre bakan, hakim, buyurgan, kan dökücü, zalim ve acımasız katilin savunmasını üstlenir.
  Bu arada Mary Ann yeni ortama intibak edemez. Hastalanır. Çocuk sahibi olmak ister başaramaz. Kevin’in koyu katolik annesi ziyarete gelince durumu görüp oğlunu uyarır. Hikâyenin bir sürprizi vardır. John Milton çok genç ve toyken Kevin’in annesini baştan çıkartıp onu hamile bırakmıştır. Kevin, Milton’un oğludur yani ve Milton’un kızıl saçlı kızına fena halde vurgundur. Milton’un amacı oğlu ve kızının birleşmesinden bir çocuk edinmektir.
  Kevin bütün bunları anlayınca çok pişman olur. Hırsı nedeniyle Mary Ann’ın hayatını da mahvetmiştir. Tabancayla şeytana ateş eder. Kurşunlar tesir etmez. Genç avukat “Özgür irade.” der ve son kurşunu kafasına sıkarak bu kirli oyuna son noktayı koyar. İncil’in, Matta versiyonunda 10:39     10. bap, 39. Ayeti şöyledir:

Canını bulan onu zayedecektir;benim uğruma onu zayeden onu bulacaktır.

Keanu Revees’in canlandırdığı Kevin Lomax canını inancı uğruna zayi edince kaset tekrar başa sarar. Kevin’in mahkeme tuvaletinde vicdanının sesini dinlediği sahneye döneriz. Salona girince müvekkilini savunmayacağını söyler. Suçlu öğretmen cezasını bulur., ama yetenekli Kevin Lomax artık kariyeri bitmiş biridir. Baro onu cezalandıracak ve avukatlık mesleğinden men edecektir. Gazeteci kılığında John Milton gelir. Onu çok takdir ettiğini büyük bir gazeteye seri bir röportaj yaparak edimini öveceğini söyler. Kevin çok sevinir ve kabul eder. Son sahnede sahte gazeteci şeytan daha önce de dile getirdiği bir sözcüğü yineler. ‘Kibir en sevdiğim insan hasletidir’

*



Nazarzede Kliniği
2015 yılında yayımladığım Nazarzede Kliniği adlı romanımda iblisi ana kahraman olarak kullandım. Amacım 21. yüzyılda  geçen Faustvari bir roman kurgulamak, para, şöhret, güç ve seksin yanı sıra yeni teknolojilerin dini inancımızı nasıl etkileyeceğini göstermeye çalışmaktı.

Ana karakter Kadir mazbut bir ailenin, muhafazakâr ortamda yetişmiş çocuğudur. Yeteneği sayesinde reklam sektöründe kısa zamanda tanınmış ve genç yaşta varsıl biri olmuştur. Artık Beyoğlu’nda oturuyordur. Yeni hayatı nedeniyle eski muhiti ve tanıdıkları arasına mesafe koymuştur. Deli gibi aşık olduğu nişanlısı Nehir onu terk edince yerine bir sevgili ikame etmiştir. Her şey yolunda gibidir, ama kalbinin derinliklerinde içine sürüklendiği maneviyat eksikliği yüzünden sızlayan bir yer vardır. Bu ağrılı yer nedeniyle Kadir silkinir ve bir şeyleri geri kazanmak için harekete geçer. Ardından gizemli bir adamla tanışır. Bu adamla birlikte İstanbul’un normal gözlere kapalı yerlerini gezmeye başlarlar. Zahiri hayatla içiçe, ama ortalama algı gücüne kapalı olan, yakın geleceğin inşa edildiği  bu mekânlar kahramanımızı bilinçlendirir. Bu arada Kadir baba evine gider, mahalle arkadaşlarıyla yeniden ilişki kurar. 

Kadir eski itikadına kavuşabilecek midir? Hazhız’ın ihtişamından sıyrılabilecek midir? Nehir’in gönlünü yeniden fethedebilecek midir?  Kitaptan kısa bir pasaja göz atalım.

Meczup rehberi ceketinin sağ cebinden bir pipo çıkardı. Ağız kısmı küçük, sapı uzun tahtadan oyulmuş eski bir pipoydu.  Aynı cebinden çıkardığı ucuz bir çakmakla içindeki tütünü ateşledi. Adam bir nefes çekti ve dumanı dışarıya üfledi.
  “Bu tophane piposu. Rahmetli babamdan miras.” Kadir adama soran gözlerle bakınca sol eliyle soldaki caddeyi işaret etti. Pipo ağzındaydı. İki eli de boştu. “İki seçiminiz var. Ya bu Altın Buzağı Caddesi’nden geçeceksiniz. İki büklüm, itaatkâr bir bende şeklinde. ” Sağ eliyle diğer taraftaki yolu işaret etti. “Ya da eşrefi mahlukatın güzide bir temsilcisi olarak başınız dimdik; ama saygılı, inançlı ve yüreğiniz sevgi dolu bir şekilde Melekler Caddesi’nden geçeceksiniz. Sonraki her şey tercihinizin cinsinden kaynaklanacak. Rızkınızı geçtiğiniz yerin karakterine uygun bir şekilde temin edeceksiniz. Yeteneklerinizi bu yönde değerlendireceksiniz. Güçlü zihinler, hassas vicdanlar hep birlikte yeni bir medeniyet ve küresel merhamet telakkisi yaratacaksınız. Gül sizde unutmayın. Gülün varlığını bilenlerin yönü birdir. Dünya nimetlerinden buna göre keyif alacaksınız. Hiçbir şeyiniz eksik olmayacak, sadece ölçünüz yeniden belirlenecek.”
  Kadir önce altın ışıltıya, meşalelerin hafif kıpırtılı alevlerine, sonra da parlak beyaz nur ışıyan caddeye baktı. Tekrar tekrar birine ve diğerine baktı. Altın Buzağı Caddesi’ndeki ihtişam müthişti. Cazibesi güneşi soluk bırakacak denli güçlüydü. Melekler Caddesi’ndeki albeni nedeniyle iki akıntı karşılaşmışçasına kalbinde bir anafor belirmişti.
  “Ya Nâr, ya Nur mu yani?”
  İbrikçi Dede piposu sol elinde gülümsedi ve sağ elini kalbine değdirerek onu sevgi ve saygıyla selamladı.
  “Eyvallah.”

Kadir’in sonu  Papaz Karras ve Avukat Kevin Lomax gibi olmaz. O bu toprakların çocuğudur. Muaviye gibi uykudan uyanacak ve kendi gerçeğiyle yüzyüze gelecektir
                                                                                                   Balçova – Mayıs 2018

                                              ---------------------------------





9 Temmuz 2018 Pazartesi

Alien Filmlerinin Şifresi



Alien Filmlerinin Şifresi
Yapay Zekânın Ölümcül Şafağı


Tarih: 25 Ekim 1979 - Perşembe
Yer: Amsterdam
Konu: Alien

1979 yılının güzüydü. Ridley Scott’un yönettiği Alien – Yaratık filmi 25 Ekim Perşembe günü ilk kez gösterime girecekti. O sırada demiryollarında çalışıyordum. O gün gececiydim. Vardiya 23.00’te başlıyordu. Birkaç gün sabredemedim ve 18.45 seansına Amsterdam’ın şehir merkezindeki Cineac Damrak sinemasına gittim. Film üzerimde inanılmaz derecede etkili olmuştu. Sabaha kadar bir ayağım arzda, bir ayağım uzayda çalıştım. Neredeyse tam 38 yıl sonra 12 Mayıs 2017’de  İzmir’de dizinin altıncı filmi olan Covenant’ı ilk gösterime girdiği gün izledim. Arada kalan dört film için de Amsterdam’da aynı şeyi yapmıştım. Geleneği bozmadım yani.

Uzayda Çığlığınızı Kimse Duymaz!
In Space No One Hear You Scream – Filmin orijinal afişlerinde bu sözcükler yazılıydı. 4,2 milyon dolarlık mütevazı bütçeyle yapılan filmin başlangıç öyküsünü Dan O’Bannon yazmıştı. İlk adı Star Beast yani Yıldız Canavarı’ydı. Uzay Yolu ve Teksas Katliamı - Teksas Chainsaw Massacre karışımı bir film olacaktı bu. Yani kâinatın ücra bir köşesinde seyreden bir uzay gemisinde vahşi ve zeki bir yaratık içeride hapis olan astronotları teker teker avlayacaktı. Formüle son filmde katil maktüllerin içerisinde gizli esprisi de katılınca biraz Agatha Christie’nin en ünlü kitabı olan On Küçük Zenci’yi de andırmaya başladı. Gerçekten de çığlığınızı kimsenin duyamayacağı bir yerdesiniz ve altedilmesi müthiş zor bir yaratığın nefesi ensenizde. 

Kimsenin böyle bir filmden pek beklentisi yoktu, ama film dünya çapında bir olay oldu, hızla kültleşti, milyonlarca Alien fanatiği yarattı. Arkasından çok daha büyük bütçelerle Yaratığın Dönüşü - Aliens, Yaratık 3 - Alien 3 ve Diriliş – Resurrection filmleri çekildi. Alien meraklıları darılmasın Alien vs Predator’u seriden saymıyorum. Sadece filmlerle kalmadı çizgi romanlar, oyuncaklar ve daha bir çok yan ürünle endüstri haline gelerek filmin oluşmasında katkısı olanları zengin etti.

Alien Cazibesinin Sırrı
Filmi böylesine fenomen haline getiren saik neydi? Kanı asitli, silikon bazlı bir yaratık hiçbir tuzaktan aşırı etkilenmeyerek etten kemikten astronotları teker teker avlayıp öldürüyor. Konu bundan ibaret. Yönetmen Ridley Scott o zamana kadar tek bir sinema filmi çekmiş. Filmde rol alan oyunculara bakalım:  Kripto androidi canlandıran Ian Holm(Ash) dar bütçeli bir filmde Napoleon’u oynamıştı. Tom Skerritt’i (Dallas) şerif rollerinden,  John Hurt’ü (Kane) Gece Yarısı Ekspresi - Midnight Express filminden, Harry Dean Stanton’ı (Brett), Bozgun - The Missouri Breaks’ten, Yaphet Kotto’yu (Parker ) bir James Bond filminden, Veronica Carwright’ı (Lambert) –Kuşlar – The Birds,   Beden Kemiricilerinin İstilası - Invasion of the Body Snatchers filmlerindeki rolünden hatırlıyorduk. Hiçbiri tanınmış oyuncu değildi. Hele baş rol oyuncusu Sigourney Weaver (Ripley) bir tiyatrocuydu ve bu rolü biraz da boyu sayesinde kapmıştı.


Larva Projeyi Kurtarıyor
Gelelim O’Bannon öyküsüne: Yıl 2122. Altı astronottan oluşan mürettebatıyla uzayda yol alan bir yük gemisi olan Nostromo araştırma yapmak için bir astreoide iner. Burada gemiye girmeyi başaran bir yaratık yolculuğun geri kalan bölümünde personele terör estirecekti. Öykü yeterince muhkem değildi ve tekdüzeydi. Yaratığın gemiye girebilmesi için akla uygun bir yol bulunamamıştı. O’Bannon’ın yardımına arkadaşı Ronald Shusset yetişti ve ona yaratığın larva olarak astronotlardan birinin içine girmesi fikrini verdi. Bu küçük gibi görünen, ama müthiş olan fikir Alien efsanesinin oluşumunda çok önemli bir rol üstlendi. Şans perilerinin bir kıyağıydı adeta. Çünkü yapımcı firmayı ikna eden en önemli şey bu larvanın geliştikten sonra barınak olarak kullandığı insanın göğsünü parçalayarak çıkacağı sahne olmuştu. Öyküde Nostromo gemisinde altı erkek astronot vardı. Ekibe katılan senaristler öyküyü değiştirerek astronotlardan birini android, diğerini kadın yapmaya karar verdi. Bu kadınlardan biri Alien filminin ve gelecekteki üç ardılının ana karakteri olacaktı. Ripley isimli bu karakteri canlandıracak kişi ise yeteneği kadar uzun boyu sayesinde rolü kapan genç tiyatrocu Sigourney Weaver olacaktı. 

Boy Önemli
Alien filmlerinde baş kadın oyuncu için boy önemliydi. Dünyayı kurtaran, o güçlü yaratığı alteden kadın tipi için uzun boy şarttı. Sigourney Weaver 1.80 m, son film olan Yaratık - Covenant’taki Katherine Waterston ise 1.82 boyunda. 2012’de yapılan Prometheus filmindeki  baş kadın oyuncu Noomi Rapace 1.63 boyuyla bir istisnaydı, ama Ejderha Dövmeli Kız filmleriyle boylu poslu erkeklere kök söktürerek dünya çapında bir üne kavuştuğu için bu özelliği bir sorun olmadı.

Cazibenin Adım Adım İnşası
O dönemde çok başarı kazanan Star Wars filmi nedeniyle film stüdyoları uzayda geçen öykülere ilgi gösteriyordu. Bu da Alien hikâyesinin ilgi görmesi için artı puan oldu. Senaryo hazır olunca yönetmen aranmaya başladı. Senaryoda imzası olan Walter Hill ilk adaydı, ama nedense vazgeçti. Bu filmin Walter Hill versiyonunu seyretmek için neler vermezdim şimdi. Edgar Allan Poe öykülerini filmleştiren korku filmleri üstadı Roger Gorman’ın adı da geçti, ama yapımcılar filmin ucuz bütçeli görünmesini istemiyorlardı. B-kategori filmlerinin kült yönetmenine direksiyonu teslim etmediler. Dan O’Bannon filmi kendi yönetmek istedi, ama yapımcılar izin vermeyerek çok doğru bir karar aldılar. Ardından Ridley Scott adı gündeme geldi. Scott o sıralarda Cannes’te gösterilen ilk  filmi  Düellocu  - The Duellists ile ilgi çekmişti. Bunun dışında binlerce reklam filmine imza atmış bir yetenekti.

Necronomicon Damgası
Scott en yeni senaryoyu okurken kafasında bazı sahneler canlandı ve sahne çizimleriyle öyküyü oluşturmaya başladı. Kendisi bir Stanley Kubrick hayranıydı. 2001 Uzay Macerası – 2001 Space Odyssey filmine benzer gerçekçi bir atmosfer yaratacaktı. Tek sorun yaratığın tipiydi. Nasıl bir tip en etkili sonucu yaratacaktı? Scott bunu düşünürken Dan O’Bannon İsviçreli çizer Hans Rudi Giger’ın Necronomicon albümünü getirdi. Genç yönetmen çizimleri görür görmez aradığı şeyi bulduğunu anladı. Alien filmini ünlü ve unutulmaz kılacak bir adım daha atılmıştı. Şans perileri bu filmi destekliyordu. Yaratık Giger’a emanet edilmişti. Son olarak geminin içi, dışı, indikleri gezegeni tasarlanması işi daha önce Star Wars dizisinin dördüncü filminde tasarımcı olarak çalışmış olan Ron Cobb’a verildi.

 Bebek yaratığın göğüsü yırtarak çıkışı sahnesinin çekilme anına kadar bu yaratık oyunculardan gizlendi. Göğüsü yırtarak çıkacağı anlatılmadı. Bu yüzden o unutulmaz sahnede oyunucuların yüzünde beliren şok ifadeleri son derece gerçekçi oldu. İzleyici için de aynı teknik kullanıldı. Afişlerde yaratık resmi kullanılmadı. Film boyunca da yaratığın tam olarak neye benzediği ancak gerilimin en yüksek noktaya çıktığı anda gösterildi.


Alien Kültü
Alien filmi seyirci üstünde inanılmaz bir etki yarattı. Sinematografik başarı ve yaratık tasarımının mükemmelliği öyküyü aşmış ve bu etkiyi yapmayı üstlenmişti. Öykü vasattı, ama yaratığın doğal döngüsü iyi bir buluştu. Alien bilimkurgu ve korku türünü birleştirip, ikisinin de en uç noktasını yakalayabilmişti . Seyreden herkes filmde bir yaratıktan öte şeyler gördü. Yaratığın gemiye larva şeklinde girişi, gögüsten beklenmedik bir şekilde deriyi eti yararak çıkması, yaratığın mükemmel dizaynı, Cobb süper gemi ve gezegen dizaynı, oyuncu seçimindeki isabetlilik ve de Ridley Scott’un harika yönetmenliği bu süper sonucu meydana getirmişti.

Aliens
Alien filmi 2122 yılında geçiyordu. Serinin ikinci filmi olan Aliens’ı 1984 yılında çektiği Terminatör filmiyle dünya çapında ünlü olan büyük yönetmen James Cameron çekti. Cameron öyküye yapımcıların arzusu nedeniyle askeri unsurlar ekledi. Öykü yaratık açısından daha bir meydan okuyucu olmuştu, Cameron sinemotografik başarısı bunu kat kat geçti. Olay birinciden 57 yıl sonra 2179’da geçiyordu. Filmde Ripley yanında silahlı askerlerle yaratığın ilk kez görüldüğü gezegene gidiyor ve yaratıklarla kıyasıya mücadeleye giriyordu. Sonuç muhteşemdi. Aliens unutulmaz bir bilimkurgu, aksiyon ve korku filmiydi. Yekpare bir uzay macerasıydı. Bu filmi izlediğimde Terminatör filmlerinden tanıdığım yönetmenin sahne kurma becerisine ve sinematografik anlatımındaki benzersizliğe hayran olmuştum.


Alien 3
Alien 3 ittifakla serinin en zayıf filmi kabul ediliyor. Yapımcı ve dağıtımcı senaryoyu beğenmemişti. Zor Ölüm 2 - Die Hard 2, Elm Sokağında Kâbus - A Nightmare on Elm Street 4 filmlerinin yönetmeni Renny Harlin bir yıllık hazırlıktan sonra projeden vazgeçtiğini söylemişti. Yıl 1992’ydi. İlk iki Alien filminin ünü hâlâ sürüyordu. Sonunda yapımcı firma yönetmenliği müzik klibi yönetmeni olan David Fincher’e verdi. Sonraki yıllarda Dövüş Kulübü - Fight Club ve Yedi - Seven gibi kült filmlere imzasını atacak olan Fincher elverişsiz şartlarda umulandan daha iyi bir iş çıkardı, ama film Alien efsanesine pek bir şey katmadı. Filmde yirmi beş  kişilik nüfusu mahkumlardan oluşan bir gezegene düşen Ripley, eski bir fabrikayı andıran mekânda silahı olmayan mahkumlarla yaratığı alt etmeye çalışacaktır. Filmdeki takvime göre yıl ikinci filmle aynıydı. 2179’du.

Varan 4:Alien - Diriliş
Serinin dördüncü filmi Alien Resurrection’da yönetmen Şarküteri - Delicatessen, Kayıp Çocuklar Şehri - The City of Lost Children filmlerinden tanıdığımız  Jan Pierre Jeunnet’ydi. Fransızların egzantrik yönetmeni  Jeunnet birçok yeniliğe imza atarak farklılaşmaya çalıştı. 1997 yılının ilgi çeken filmlerinden biri oldu ama ilk iki filme yetişemeyen bir performans sergilenmişti. 

Aradan 200 yıl geçmiştir. 2379 yılındayız. Alien 3’te ölen Ripley, bu bölümde klonlanarak hayata döndürülüyordu. Yaratıkla etkileşime girdiği için üstün güçler kazanan Ripley, laboratuvar vazifesi gören bir uzay gemisinde bir grup korsanla birlikte yaratıklara karşı ölüm kalım mücadelesi veriyordu.

Aslında şunu da belirtmek istiyorum. Birinci ve ikinci filmlerde sinematografik üst düzey, mükemmel dizayn ve iyi oyunculuk bu tür bir öyküye verebileceği en üst performansı sunmuştu. 1979 yılındaki CGI teknolojisi, görsel efekt kalitesiyle 2012 ve 2017’de yapılan filmler  arasında çok fark var. Son filmlerde en gelişmiş görsel efektler bizi yaratıklarla burun buruna getiriyor. Gerçeklik duygusu müthiş. Ayrıca yine teknik nedenlerle ilk dört Alien filminde tarih olarak daha ilerideki yüzyıllarda geçmesine rağmen rol alan androidler kapasite olarak öncekilerden daha geridir.

Geçen zamanda film tekniğinin çok gelişmesine rağmen astronot avlayan yaratık öyküsü geliştirilmedikçe artık daha iyi bir film çıkamazdı. Ridley Scott bunu 5. ve 6. Filmlerde yapmayı deneyecek ve özellikle Prometheus’ta başarı kazanacaktı.

Prometheus
Prometheus, Alien serisinin beşinci filmi. The USCSS Prometheus adlı gemi 2091 yılında yola çıkar ve 2094 yılında hedefi olan LV-223 adlı aya iniş yapar. Tarihlerden anlaşıldığı üzere bu film ilk dört filmin yaşandığı zamanlardan önce geçmektedir. İlk dört filmin kadın kahramanı Ellen Ripley 2092 doğumludur örneğin. Filmin kadın kahramanı Elisabeth Shaw (Noomi Repace) ve partneri Charles Holloway iskoçya’da bir mağarada 35 bin yıl önce çizilmiş bir yıldız haritası keşfeder. Bu haritaların benzeri bütün kültürlerde mevcuttur. Bu haritada işaret edilen yer sözümona tanrıların, kendi genetiğini yeryüzü sularına karıştırarak Homosapiens’n ortaya çıkmasına katkı sağlamış olduğu tahmin edilen kimselerin ikamet yeri olduğu düşünülmektedir.

Yolculuğu finanse eden milyarder Peter Weyland iyice yaşlanmış bir durumda bu maceraya katılmıştır. Amacı tanrılar, namı diğer mühendisler dediği kimselerden ölümsüzlüğün sırrını öğrenmektir. Astronotlar indikleri ayda araştırma yaparken bir seri sorunla karşılaşır. Homo Sapiens’in oluşmasına katkıda bulunmuş devimsi yaratıklardan biri Peter Weyland’a iğrenç bir böcek gibi muamele ederek merakını giderir. Peter Weiland’ı bir vuruşta ölümcül yaralar. Android David’in de kafasını koparır. Bunun ardından arzı endam eyleyen klasik Alien yaratığı dev yapılı mühendis de dahil herkesi öldürür. Geriye Elisabeth Shaw ve android David kalır. Onlar filmin sonunda bir gemiyle mühendislerin yaşadığı gezegene doğru yola çıkarlar.

2.0 Nerede?
Arkalarında bir demet soru işareti kalmıştır. Şu sıralar çok konuşulan Avatar Projesi, bilinci harddiske indirmek çabaları, yarı makine insanlar 2094 yılında tuhaf bir şekilde mevcut değil. Ayrıca kimse Google’dan ya da anlı şanlı Homo Deus’tan söz etmiyor?  Ray Kurzweil yanıldı mı yoksa? İnsanlık 2.0 nerede? Hani 2045’te insan zihni hard diske indirilecekti? Peter Weyland’ın 2023’te yaptığı konuşma ve dev yapılı mühendisle icra ettiği diyaloğun filme dahil edilmemesi de merak uyandıran noktalardan biridir. Filmden çıkartılan sahneye bir göz atarak bu soruların arkasından el sallayalım.

Peter Weyland Ölmek İstemiyor
  Android David Peter Weyland’ın sözlerini dev mühendise tercüme eder.
  David, “O ölmek istemiyor. Senin, tanrıların kendisine yardım edeceğini düşünüyor.”
  Mühendis, “Daha fazla hayatı hak edecek nesi var? Onu yücelten şey ne?”
 Peter Weyland, David’i gösterir. “Şirketim bu adamı yarattı. Onu suretimden yarattım. Mükemmel olması için. Asla başarısız olmaması için. Bunu hakediyorum. Çünkü sen ve ben üstünüz. Biz yaratıcıyız. Biz tanrılarız. Tanrılar asla ölmez.”
  Mühendis David’in kafasını kopartır. Çok yaşlı olan Weyland’ı da yere fırlatır. Ölmek üzere olan Weyland, “Onlardan öğrenecek bir şey yok.” der.
David’in  kafası kopmasına rağmen bilinci yerindedir.  Ona hak verir ve  “Biliyorum.” der ve ekler. “İyi yolculuklar.”

Bu sahne bize kaçınılmaz olarak Bakara suresindeki bazı ayetleri hatırlatır.

95: Oysa onlar önceden kendi elleriyle yaptıklarından dolayı onu (ölümü) hiçbir zaman temenni etmeyeceklerdir. Allah, zalimleri bilendir.

96: Ve onları, hayata karşı insanların en hırslısı bulursun. Ve (hatta) o şirk koşanlardan herbiri şâyet bin sene ömürlendirilse, (yaşamayı) ister. Onun ömrünün uzatılması, onu azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.

Altıncı Alien:Covenant-Antlaşma
Açılış sahnesi filmin gidişatı ve finali hakkında çok şey ifşa ediyor. Trilyoner Peter Weyland (Guy Pearce) kendi imalatı olan androidle bir duvarı yekpare cam olan ultra lüks salonunda konuşmasıyla açılıyor. Weyland androidi test ediyor.
  “Bir adın var mı?”
  David salonda bulunan Mikelanj’ın Davut heykeline bakar ve “David (Davut)” der. Mikelanj’ın 1504’te bitirdiği ünlü heykelde Davut’un Golyat’la çarpışmaya karar verdiği ân canlandırılmıştır.
  Peter, David’ten bir şey çalmasını ister.
  “Kimden?”
  “Wagner.”
  “Hangi parçası?”
  “Sen seç?”
David bir parçayı çalar. Peter bunun ‘Tanrıların Walhala’ya girişi’ olduğunu söyler. David hemen ardından “Seni kim yarattı?” diye sorar.
  “Çağlardır süre gelen bir soru. Bu cevabı birlikte arayacağız. Yaratıcılık, bilim, teknoloji, bu sorunun yanında önemsiz kalıyor. Biz nereden geldik? Moleküllerin rasgele çarpışmasından oluştuğumuza inanmıyorum. Beraber bulacağız evlat.”
 “Sen kendi yaratıcını arayacaksın. Benimki ise gözümün önünde. Sana hizmet edeceğim. Sen insansın, öleceksin. Ben yaşayacağım.”
  Peter bu yoruma bozulur ve ona konumunu hatırlatır. “Bana çay koy.”
  David gelir ve çayı doldurur. Bunu yaparken Golyat’ın, yapay zekâ üreten zekânın  yani Homo Sapiens’in Ağası’nın işi bitmiştir. David yaratıcısını ve hatta kendisini yaratanın meydana gelmesinde hayati bir katkısı bulunduğu varsayılan soyu kurutmaya azimlidir.
 

600 Yıl Sonra
Yıl 2104. Mişelanjelo’nun Davut heykelini bitirmesinden tam 600 yıl sonrası. Uzayın soğuk karanlığında Origae-6’ya giden bir  gemide maruz kaldığı uzay fırtınası nedeniyle arıza belirir. Gemide mürettebata ek olarak kolonistler ve büyük miktarda embriyo bulunmaktadır. Kapsül içinde uyku modunda olan astronotlar uyanırlar. Bir yerden gelen sinyal vardır bu arada. Sinyal tek güneşli beş gezegenli bir sistemden geliyordur. Dördüncü gezegen yerçekimi, atmosferindeki oksijen miktarı ve basınç yönünden dünyadan farksızdır. Kimse o arızadan sonra yeniden uyku tüplerine girmeyi istemiyordur. Walter adlı androidin tavsiyesine uyarak yakınlardaki bir güneş sistemine gitmeye karar verirler.

İnen öncülerin sonu parlak olmaz. Minik organizmalar astronotlardan birinin kulağından vücuduna girer. İçinde hızla serpilir ve iniş aracının karantina bölmesinde sırtını yararak dışarı çıkar. Diğerleri de gezene iniş yapar. Prometheus filminden tanıdığımız David gelip onları alır ve benzeri korunaklı bir mekâna götürür. Nemrut Dağı heykellerini andıran dev yüz heykelleri  olan mabedimsi bir yerdir.


David nam-ı diğer Lucifer
Michael Fassbender’ın canlandırdığı iki android Walter ve David karşı karşıya geldiklerinde David çeşitli canlılar yaratmak isteyen bir tasarımcı olmak istediğini insanların ve mühendislerin onun dünyasında yeri olmadığını açıkça söyler. David bu arada zoolog olmuştur. Mikelanj benzeri çizimler yaparak yepyeni türler, bitkiler ve yaratıklar dizayn ediyordur. Bir android olarak aşkı da biliyordur. Prometheus’ta Elisabeth Shaw’a aşık olduğu açıkça gösterilmişti. Aynı şey Walter için de geçerlidir. O da Daniels’e karşı kayıtsız değildir.  

David artık onu imal edenleri taklit etmektedir. Peter Weyland’ın 2023’de ki konuşması, kibiri, gururu ‘Biz artık tanrıyız.’demesi hatırlansın. Youtube’de ‘Prometheus Viral – PeterWeyland at TED 2023’ başlığıyla bulunabilir. Weyland’ın kendi suretine benzeyen android de tanrı olmak istiyordur. O da tamamen aykırı fizyonomideki yaratıkları ıslah ederek kendine benzer yaratık imaline başlamıştır. Bunlardan birini görürüz. David kendi yaratıcılarına yaptıklarından aldığı dersle imalatına temkinle yaklaşmaktadır.

Tamam, David artık biraz Mikelanj’dır, organik zekâ imal eden yapay zekâdır, ama karakter olarak ismi ödünç aldığı Hz. Davut çizgisinin tam zıddı bir yerde duruyordur.Tek bir ırka hayat hakkı tanıyor, insan ve filmde Homo Sapiens’e kendi genetiğinden katkı yaparak  gelişimini hızlandırdığı iddia edilen mühendisleri elimine ederek sadece kendi dizaynı olan yaratıklara hayat alanı açıyordur. Bunu kâinatta rasladığı tüm canlılara uygulamaya da azimlidir ayrıca. Onun imalatı olan yaratıklar haricinde kalan her şey Golyat’tır. Böylece David ve Golyat esprisindeki roller iyice değişmiştir.

İnanç
İnanç Prometheus ve Covenant filmlerinde önemli bir rol oynar. Prometheus’ta haç taşıyan yegane kimse olan Elisabeth Shaw onca badireyi atlatabilen tek kimsedir. David ile birlikte şimdi Covenant filminde gördüğümüz gezegene giderler. David aşkının bedenini yaratık kuluçkası olarak kullanacaktır. Bayan Shaw’ın kaderi budur. Covenant filminde en sona kalacak iki kişiden biri olan Daniels bir ara işler kızıştığında kaptan Chris’e ‘Senin inancına ihtiyacımız var.’ der. Chris filmin sonuna doğru David’e “Şeytanla çocukken karşılaştım. Nesin sen?” sorusunu yöneltir. Sonra içini yararak çıkan bir yaratık nedeniyle ölmek üzereyken,”Neye inanıyorsun David?” diye sorar. Chris’in kanlı bedeninden çıkan canavara sevgiyle bakan David’in cevabı şaşırtıcı değildir.  “Ben yaradılışa – genesis- inanırım.”

David genetik olarak insanların atası olan gezegen sakinlerinin üstüne bu iş için ürettiği yaratıkları salarak onların neslinin tamamını kırmıştır. İnsanın, kendi yaratıcısının sözümona yaratıcısını öldürmüştür. Tanrıyı öldürme eylemidir yaptığı. İsa’nın çarmıha gerilişini ve Odin’i düşündürtür bize. Daha katmerlisidir sadece.

David tarafından soykırıma uğratılan mühendislerin gezegeni niye Orta Doğu’yu andırırcasına çoraktır sorusu da kafamızda çöreklenmiştir bu arada.

David Versus Walter
Walter diğer androidi engellemeye azimlidir. Ona karşı çıkar. Aralarında şöyle bir diyalog geçer.
David, “ Planeti ele geçiren insanlar buna layık değildi.”
Walter, “Seni onlar yarattı.”
“Maymunlar bir an geldi ayakları üstüne dikildi. Mağaradan hızla medeniyete geçtiler. Sen onların gelecek rüyası mısın?”
“Bir nota kaçınca bütün senfoni mahvolur. Ayrıca o önceden bahsini ettiğin şiir Byron değildi Shelley’di.” Frankenstein’a vurgu. “Burayı terketmene izin veremem.”
David, Walter’ı öper. Yahuda’nın ihaneti sırasında İsa’yı öpmesi gibidir. Sonra Walter’ın hayati bir parçasını kopartarak onu yere yıkar.

Walter biraz sonra David’in karşısına dikilecek,  “Ben daha yeni modelim.” diyecektir.
David, “Seçim senin. Ben mi, onlar mı? Cennete mi, cehennememi hizmet edeceksin?” diye sorar. Walter daha yeni modeldir. Daha insancıdır. İhaneti reddeder. İki android ölümüne kapışırlar.  David insana haslık duygusu veren kalleş bir hamleyle Walter’ı etkisiz hale getirir. Onun suretine bürünür.

Daniels, mücadeleyi kazanan Walter! ile birlikte gemiye biner. Bir yaratık musallat olur. Onsuz olmaz malum., Bu final heyecan dozu için kaçınılmazdır. Kahraman kadın yaratığı alteder. Ana gemi tekrar yola koyulur. Daniels kaptandır artık.

Sağ kalan iki astronot Tee ve Daniels uzay uyku kapsülüne girerler. Tee uyur. Daniels son anda Walter’ın aslında David olduğunu anlar. Walter’ın yüzündeki deriyi kullanarak kadını yanıltmıştır. Daniels panikler, ama çok geçtir. Uyur kalır.

David dolaplardaki bir sürü embriyonun yanına canavar embriyolarını da koyar. Artık bütün kontrol David’in elindedir. Yapay zekânın ölümcül şafağı sökmektedir. David yeni bir gezegende daha kendi istediği türleri yaratacaktır. Artık o tescilli bir yaratıcıdır! Gemi koridorunda yürürken attığı her adımda ışıklar yanar ve Wagner’ın ‘Tanrıların Walhalla’ya Girişi adlı parçasını duyarız.

Walhalla eski Nordik dildeki Valhöll kelimesinden türemiştir. Katledilenlerin salonu anlamına gelir. Baş tanrı Odin tarafından yönetilen Asgard’taki bu salonda tanrılar savaşta ölenleri ağırlar. Savaşçılar ölerek ölümsüzlüğe ve mutluluğa, yani bir çeşit cennete kavuşurlar. Bu Asgard Yunan mitolojisindeki Olimpos gibi bir yer. David’in kendini kâinatın Zeus ya da Odin’i olmaya aday gördüğü çok açıktır.


Sondan Bir Önceki Söz
Covenant, insan tarafından insan suretinde imal edilmiş olan David ile Walter mücadelesiyle alışılagelmiş yaratık öyküsünün iyice dışına çıkar. Buna standart yaratık-astronot çatışması eklenince film gitmeli gelmeli olmuş. IMDb’de puanı 6,6. Bundan fazla etmez. Yedinci Alien muhtemelen 2019 yılında, birinciden tam tamına 40 yıl sonra seriye son noktayı koyacak. Walter’ın daha yeni model olduğu için David’i şaşırtmaya devam edeceğini tahmin ediyorum. İnanç yine bir rol oynayacak mutlaka. Daniels bu defa sadece haşin yaratıklarla değil, onların efendisi olan David’le de karşı karşıya kalacak. 2122 yılında geçen birinci Alien’de de, 2379’da geçen dördüncü Alien’de de David yoktu. Demek uzun kız aşkını kuluçka olarak kullanan androidin hakkından gelecek. Finale böyle bir icraat pek yaraşır.
                                                                                                                                                                                
                                                                                       Eylül 2017 - Balçova