3 Ağustos 2018 Cuma

KELİMELERİN İBLİSİ






Kelimelerin İblisi


Ve o zaman meleklere “Adem’e secde edin.” dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibirine yediremedi, inkârcılardan oldu.
                                                                                                                                     Bakara Suresi 34

Tutalım hasetten Adem’e secde etmedim; o haset de aşktan peydahlanır, çıfıtlıktan değil.
                                                                                            İblis’in sözleri - Mesnevi – 2. cilt                                                                                                                           


                   Belki de İblis iyiliğin potasıdır.
                                                                                                                                    William Peter Blatty – Şeytan

Hakimler, modern zamanların papazları.
Ben belki de son hümanistim. 20.Yüzyıl tümüyle benim eserim.
                                                                                              Andrew Neiderman-  İblis’in sözleri – Şeytanın Avukatı 


Tanrının içimize üflediği nefes gözeneklerimizden dışarı sızıyor. İnsanlık yeniden çamura mı dönüşüyor?   
                                                                                                                            Sadık Yemni - Nazarzede Kliniği

Yüce yaratıcı Adem’e isimlerin hepsini öğretir. Adem bunları sayınca melekler çok etkilenir. Biri hariç Adem’in nezdinde Allaha secde ederler. Sadece İblis bunu yapmayı reddeder ve o andan bu yazının yazılmasına kadar geçen sürede bildiğiniz şeyleri yapar. İnsanların dünyada ve ahirette cehennemde yaşaması için elinden geleni yapar. Yapmaya da devam edecek.

Şeytanilik ve Rahmanilik gece ve gündüz gibi doğal, sıradan ve sürekli olarak mevcut iki zıt kuvvettir. Yazılan her şeyin ana kaynağıdır. Mesnevi’nin ikinci cildinde Mevlana Muaviye ve İblis başlıklı bir konu işler. Eşsiz bir metindir. Amerikalı yazar William Peter Blatty 1971yılında The Exorcist – Şeytan adlı bir roman yayımladı. Bu roman 1973’te filme çekildi ve dünya çapında kült bir film oldu. Devam filmleri çekildi. Dizisi yapıldı ve hâlâ bir yerlerde bahsi geçmektedir. Andrew Neiderman ‘ın ünlü romanı Devils Advocate - Şeytanın Avukatı’da 1997 yılında filme çekildi ve yine dünya çapında çok ün kazandı. Bu dört kitap ve iki film üzerinden edebiyat eserlerinde İblis’in insanları baştan çıkarma misyonunun nasıl verildiğine kısaca değineceğim.


Muaviye ve İblis
Mesel rivayet şeklinde anlatılır. Muaviye bin Ebu Süfyan köşkünde bir yerde yatıp uyumuştur. Halkın doluşmasından yorulduğu için köşkün kapısı kilitlidir. Bir adam onu uyandırır. Muaviye gözünü açınca adam gizlenir. Muaviye kapısında nöbetçilerin beklediği   köşke girilmesinin imkânsız olduğunu bildiği için hem bu küstahlığa öfkelenir hem de merak eder. Aramaya başlar. Bir perdenin arkasına sinmiş ve yüzünü saklamış bir adam görür.

  “Hey dedi, kimsin sen, adın ne?”
  “Açıkça söyleyeyim. Adım, kötü İblis.”
  “Neden bu işe sarıldın, ne diye uyandırdın beni? Ters söyleme, doğru söyle.
  “Namaz vakti geldi. Tez mescide koşmak gerek. Mustafa mana incisini deldi de, vaktini geçirmeden tez olun da ibadetinizi yapın dedi.”
  “Hayır, hayır, maksadın bu değil. Bana hayra kılavuz olmak istemezsin sen. Hırsız, gizlice evime giriyor da bekçilik ediyorum diyor bana. Nasıl inanayım o hırsıza? Hırsız ne bilir sevabı?”

İblis’in cevabı tek kelimeyle müthiştir ve bu topraklara haslık ışır. Üzerine bin sayfa yorum yazılsa az gelebilir.

  “Önceden melektik; kulluk yoluna candan koyulmuştuk. Yol alanlara mahremdik, yurdu arş olanlarla solukdaştık. İlk sanat, nasıl olur da gönülden çıkar; ilk sevgi nasıl çıkar gönülden? Yolculukta Rûm ülkesinden birini, yahut Hutenliyi görmekle gönülden gönülden nasıl olur da vatan sevgisi çıkar gider? Biz de bu şarabın şarhoşlarındandık.; biz de onun eşiğine aşık olanlardandık. Göbeğimizi, onun sevgisiyle kesmişlerdi, canımıza onun aşkını ekmişlerdi. Zamanede iyi günler görmüşüz; baharın rahmet sularını içmisiz. Bizi de onun lütuf eli ekmedi mi; bizi de yokluktan getiren, yoktan var eden O değil mi? Hey gidi hey. O’ndan nice lütuflar görmüşüz, râzılık gül bahçesinde nice gezmiş tozmuşuz. Başımıza rahmet elini koyardı; bizden lütuf kaynakları akıtırdı. Süt emerdim çocukken beşiğimi kim salladı benim? O. Onun sütünden başka kimin sütünü emdim? O’nun iş başarmasından başka kim besledi, yetiştirdi beni? Bedene sütle yerleşen huy, insandan nasıl çıkartılabilir? Kerem denizi, bir kerecik paylasa bile, kerem kapıları kapanır mı hiç? Asıl geçer akçeyi verdi; lütuftur, bağıştır bu; kahır, o akçenin üzerindeki toza pasa benzer.
…….
Tutalım hasetten Adem’e secde etmedim; o haset de aşktan peydahlanır, çıfıtlıktan değil.
Gerçekte her haset dostluktan belirir; sevgiliyle yabancı düşer kalkarsa haset baş gösterir.
Aksırana çok yaşa demek nasıl şartsa, kıskançlıkta sevginin şartıdır. O’nun tavlasında bundan başka bir oyun yoktu; bana oyna dedi; o oyundan fazla, o oyundan başka bir oyun oynamayı ne bilirim ben. Bir tek oyun vardı, oynadım; kendimi de belaya attım gitti.
Küfür olsun, iman olsun; hepsi de onun eliyle dokunmuştur, onundur.”

Muaviye’nin İblis’e onun düzenlerini anlattığı cevabı insanlığın feryadıdır da aynı zamanda.


“Bunlar doğru, fakat bunlardan senin payın eksik. Sen, benim gibi yüzbinlercesinin yolunu vurdun; bir delik deldin; hazineye girdin. Bir ateşsin sen, beni yakmayasın, mümkün değil, kimdir senin elinden elbisesi parçalanmamış olan? A ateş huyun yakmak yandırmak; bir şeyi yakmaman imkânsız. Lanet de budur ki Tanrı, yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların ustası yapmış seni. Tanrı’yla yüz yüze laflar ettin, sözler duydun. Artık a düşman, senin düzenine karşı ben kim oluyorum ki? Nuh’un kavmi, senin düzeninden ağlayıp feryad eder; gönülleri kavrulmuştur; göğüsleri param parça. Âd kavmine, dünyada bir yel verdin de onları azâba, kederlere düşürdün gitti. Lût kavminin başına, senin yüzünden taş yağdı; senin yüzünden kara suyun içinde dalgalar yuttular. Nemrûd’un beyni, senin yüzünden dökülüp dağıldı a binlerce fitneler kopartan. Ebu-Leheb de senin yüzünden işe yaramaz oldu; Ebü’l Hakem de senin yüzünden Ebû-Cehil kesildi.
Nice kutlu yıldız senin yüzünden yanmış yakılmış. Nice ordu, nice topluluk senin yüzünden dağılıp gitmiş.”

İblis’in mazuratı kaçınılmaz bir şekilde kalite kontrol içeriklidir.  

  “Ben kalpla geçer akçeyi ayırd etmek için mehengim. Tanrı beni, arslanla köpeği sınamaya, geçer akçeyle kalp parayı ayırd etmeye koştu. Kalpın yüzünü ne vakit karartmışım ben? Kuyumcuyum, onun değerini biçmişim ben. İyilere kılavuz ederim; kurumuş dalları yolarım, koparırım.İyiyi nasıl kötü yaparım; Rab değilim ya; çirkine de bir aynayım ben, güzele de.Hintli, bu adamı kara yüzlü gösteriyor diye dertlere düştü de aynayı kırdı, yaktı. Ayna dedi ki, suç benim değil, benim yüzümü cilalayana kabahat bul. Çirkin kimdir, güzel kim; bunu söyleyeyim diye o, beni her şeyi söyler, gösterir, hem de doğru söyler hale getirdi. Ben tanığım; tanık nerde, zindan nerde? Tanrı da şahittir ki zindana atılacak kişi değilim ben.

Sonunda Muaviye İblis’e onu neden uyandırdığını sorar. Burada Mevlana’nın meseleye bakışındaki derinliği hissederiz.  

  “Ben seni cemâate yetişesin, devletin bile kadrini yücelten Peygamber’in ardında namaza durasın diye uyandırdım. Bu ziyan, bu dert yüzünden gözlerin, iki tulum olacaktı da, gözyaşları dökecektin. Öylesine  bir âh, perdeyi yakmasın dedim; bu korku yüzünden seni uyanırdım. Hasetçiyim ben, hasetten öyle yaptım. Düşmanım ben, işim düzendir, kindir.”

  Muaviye bu sözler üzerine kızar ve şu cevabı verir. 

  “Sen beni uyandırdın ama bu, uykunun ta kendisiydi; gemiyi gösterdin ama gösterdiğin girdaptı. Beni, daha iyi bir hayırdan sürmek için hayıra çağırdın sen.

Abdülbaki Gölpınarlı’nın tercümesi ve şerhiyle, Mesnevi’nin ikinci cildinden alınmıştır.

*



Şeytan –Exorcist
William Peter Blatty 1971yılında çok satanlar listesine giren The Exorcist – Şeytan adlı romanını yayımladı. Bu kitap Vietnam şavaşının sona ermeye yüz tuttuğu, Pink Floyd’un Dark Side of the Moon adlı albümünü piyasaya çıkardığı sıralarda, 1973 yılında filme çekildi ve bütün dünyada kült haline geldi. Kitap konusunu 1949 yılında gerçekten yaşanan, kilisenin bizzat muhatap olduğu bir seri şeytan çıkarma vakasının tutanaklarından almıştır.

12 yaşındaki genç kız Regan’ın içine kötücül bir ruh girmiştir. Bu önce tuhaf hareketler şeklinde tezahür eder. Doktorlar, klinik testleri, psikologlar kıza teşhis koymayı başaramazlar. Birisi kızın ruhunun şeytan tarafından ele geçirilmiş olabileceğini söyleyince çaresiz anne o taraftan yardım ister. Karras adlı genç, Merrin adlı yaşlı ve tecrübeli rahip şeytanı kızın ruhundan sökmeye çabalar. Kitapta ve filmde şaşırtıcı, tiksindirici, hayret ettirici ve korku verici sahneler birbirini kovalar. İki papaz bütün çabalarına rağmen kızın bedeninden şeytanı çıkarmakta aciz kalır. Son sahnede Karras kendini feda ederek kızı kurtarır.

Filmde inanç haliyle çok önemli bir role sahiptir. Karras, Merrin’e göre daha inançlıdır.
The Exorcist romanı papazların şeytan tarafından çok aşağılandığı sayfalara sahiptir. Film de öyledir. Çekilen, ama filmden son anda çıkarılan bir sahnede iki papazın konuşmaları aşağılanmanın, daha da vahimi bunu kabullenmenin, hatta makuliyete indirgemenin bir tezahürüdür. 

“Carras, “Eğer bu şeytanın el koymasıysa, niçin bu küçük kıza?”
“Merrin, “Kim bilebilir? Ama bence… Şeytanın hedef aldığı şeytana tutsak olan değil, bizleriz. Bunu görenleriz…Amacı bizi umutsuz kılmak, insanlığımızı bize reddettirmek, kendimizi bize çirkin, onursuz ve değersiz gördürtmektir. Çünkü tanrıya inanç işi bir akıl değil, bir aşk ve sevgi sorunudur. Belki İblis’ten gelecektir iyilik. Anladığımız ve bildiğimiz bir yolla da gelmeyebilir. Belki de İblis iyiliğin potasıdır. Ve belki de kendisine karşın şöyle ya da böyle, İblis, Tanrının iradesini yerine getirmektedir.”

Filmin afişinde sokak lambasının yarattığı gölgeli ortamda dik bir eğimle yükselen  basamaklara bakan bir adam resmedilmiştir. Şeytana karşı çıkmak gerçekten de zoru göze almak ve yokuşu çıkmaktır. En sonuncu sahnede Karras şeytanı içine girmeye davet eder. Şeytan içine girince kendini camdan aşağıya o dik yokuşa atar ve ölür.

*


Şeytanın Avukatı
Kevin Lomax genç bir avukattır. Öğretmeni tarafından cinsel tacize uğramış bir kızın davasında öğretmeni savunmaktadır. Genç avukat son duruşma öncesi mahkeme helasında vicdanıyla başbaşa kalır. Adamın bu işi yaptığını anlamıştır. Sonra onun usta bir manevrayla davayı öğretmenin lehine kazandığını görürüz. O ana kadar hiç dava kaybetmemiş olan Kevin her ne pahasına olursa olsun başarıyı tercih etmiştir. En iyi becerebildiği şeyi yapmaya devam edecektir.

Bu başarısı ve vicdanına atlattırdığı eşik New York’un dikkatini çekmiştir. John Milton’un idare ettiği büyük bir avukatlık bürosu tarafından ortaklığa davet edilir. Ona ve güzel karısı Mary Ann’a şirketin diğer ortaklarının oturduğu lüks bir apartman dairesi tahsis edilir. Genç çift cennete ayak basmış gibidir. Görünüşte tabii.

Filmde Al Pacino’nun başarıyla canlandırdığı Şeytan kendine John Milton ismini almıştır. John Milton 17. Yüzyılda yaşamış sansüre karşıtlığıyla bilinen bir İngiliz şairi. Kayıp Cennet isimli şiiriyle üne kavuşmuştur. İnsanın yasak ağacın meyvesini yiyerek ilk kötülüğü yapması ve dünyaya kederi ve ölümü getirmesi konulu dizeleri pek ünlüdür. Reankarne olmuş şeytanın suçluları cezadan kurtaran ünlü bir avukat olması ve bu adı alması pek manidardır.

Bir yerde filmin Grisham’ın ünlü romanı The Firm – Şirket ’in sahneye uyarlanması gibi başladığı, Angel’s Heart – Şeytan Çıkmazı gibi sonlandığı, ortalarda biraz Rosemary’s Baby’i andırdığını okuyunca hak verdim. Gerçekten de öyle. Özellikle son ikisi şeytanın insanı bizzat ayartması konularını işleyen kitap ve filmlerdir.

Öyküde New York para, güç, asalet ve sekse tapan minik şeytancıkların  içinde yaşadığı bir koza olarak resmedilir. Film de bunu destekler. Üvey kızıyla ilişkisi olan, karısı dahil üç yakınını öldürmüş ultra zengin birinin New York’un merkezindeki bir gökdelenin tepesindeki dairesi bunu sembolize etmektedir. İç dekorasyonda kullanılmış altın ve kıymetli eşyalar bize kenz ayetlerini hatırlatır. 
Ey iman edenler hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler. Ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı müjdele.
Lomax tepeden şehre bakan, hakim, buyurgan, kan dökücü, zalim ve acımasız katilin savunmasını üstlenir.
  Bu arada Mary Ann yeni ortama intibak edemez. Hastalanır. Çocuk sahibi olmak ister başaramaz. Kevin’in koyu katolik annesi ziyarete gelince durumu görüp oğlunu uyarır. Hikâyenin bir sürprizi vardır. John Milton çok genç ve toyken Kevin’in annesini baştan çıkartıp onu hamile bırakmıştır. Kevin, Milton’un oğludur yani ve Milton’un kızıl saçlı kızına fena halde vurgundur. Milton’un amacı oğlu ve kızının birleşmesinden bir çocuk edinmektir.
  Kevin bütün bunları anlayınca çok pişman olur. Hırsı nedeniyle Mary Ann’ın hayatını da mahvetmiştir. Tabancayla şeytana ateş eder. Kurşunlar tesir etmez. Genç avukat “Özgür irade.” der ve son kurşunu kafasına sıkarak bu kirli oyuna son noktayı koyar. İncil’in, Matta versiyonunda 10:39     10. bap, 39. Ayeti şöyledir:

Canını bulan onu zayedecektir;benim uğruma onu zayeden onu bulacaktır.

Keanu Revees’in canlandırdığı Kevin Lomax canını inancı uğruna zayi edince kaset tekrar başa sarar. Kevin’in mahkeme tuvaletinde vicdanının sesini dinlediği sahneye döneriz. Salona girince müvekkilini savunmayacağını söyler. Suçlu öğretmen cezasını bulur., ama yetenekli Kevin Lomax artık kariyeri bitmiş biridir. Baro onu cezalandıracak ve avukatlık mesleğinden men edecektir. Gazeteci kılığında John Milton gelir. Onu çok takdir ettiğini büyük bir gazeteye seri bir röportaj yaparak edimini öveceğini söyler. Kevin çok sevinir ve kabul eder. Son sahnede sahte gazeteci şeytan daha önce de dile getirdiği bir sözcüğü yineler. ‘Kibir en sevdiğim insan hasletidir’

*



Nazarzede Kliniği
2015 yılında yayımladığım Nazarzede Kliniği adlı romanımda iblisi ana kahraman olarak kullandım. Amacım 21. yüzyılda  geçen Faustvari bir roman kurgulamak, para, şöhret, güç ve seksin yanı sıra yeni teknolojilerin dini inancımızı nasıl etkileyeceğini göstermeye çalışmaktı.

Ana karakter Kadir mazbut bir ailenin, muhafazakâr ortamda yetişmiş çocuğudur. Yeteneği sayesinde reklam sektöründe kısa zamanda tanınmış ve genç yaşta varsıl biri olmuştur. Artık Beyoğlu’nda oturuyordur. Yeni hayatı nedeniyle eski muhiti ve tanıdıkları arasına mesafe koymuştur. Deli gibi aşık olduğu nişanlısı Nehir onu terk edince yerine bir sevgili ikame etmiştir. Her şey yolunda gibidir, ama kalbinin derinliklerinde içine sürüklendiği maneviyat eksikliği yüzünden sızlayan bir yer vardır. Bu ağrılı yer nedeniyle Kadir silkinir ve bir şeyleri geri kazanmak için harekete geçer. Ardından gizemli bir adamla tanışır. Bu adamla birlikte İstanbul’un normal gözlere kapalı yerlerini gezmeye başlarlar. Zahiri hayatla içiçe, ama ortalama algı gücüne kapalı olan, yakın geleceğin inşa edildiği  bu mekânlar kahramanımızı bilinçlendirir. Bu arada Kadir baba evine gider, mahalle arkadaşlarıyla yeniden ilişki kurar. 

Kadir eski itikadına kavuşabilecek midir? Hazhız’ın ihtişamından sıyrılabilecek midir? Nehir’in gönlünü yeniden fethedebilecek midir?  Kitaptan kısa bir pasaja göz atalım.

Meczup rehberi ceketinin sağ cebinden bir pipo çıkardı. Ağız kısmı küçük, sapı uzun tahtadan oyulmuş eski bir pipoydu.  Aynı cebinden çıkardığı ucuz bir çakmakla içindeki tütünü ateşledi. Adam bir nefes çekti ve dumanı dışarıya üfledi.
  “Bu tophane piposu. Rahmetli babamdan miras.” Kadir adama soran gözlerle bakınca sol eliyle soldaki caddeyi işaret etti. Pipo ağzındaydı. İki eli de boştu. “İki seçiminiz var. Ya bu Altın Buzağı Caddesi’nden geçeceksiniz. İki büklüm, itaatkâr bir bende şeklinde. ” Sağ eliyle diğer taraftaki yolu işaret etti. “Ya da eşrefi mahlukatın güzide bir temsilcisi olarak başınız dimdik; ama saygılı, inançlı ve yüreğiniz sevgi dolu bir şekilde Melekler Caddesi’nden geçeceksiniz. Sonraki her şey tercihinizin cinsinden kaynaklanacak. Rızkınızı geçtiğiniz yerin karakterine uygun bir şekilde temin edeceksiniz. Yeteneklerinizi bu yönde değerlendireceksiniz. Güçlü zihinler, hassas vicdanlar hep birlikte yeni bir medeniyet ve küresel merhamet telakkisi yaratacaksınız. Gül sizde unutmayın. Gülün varlığını bilenlerin yönü birdir. Dünya nimetlerinden buna göre keyif alacaksınız. Hiçbir şeyiniz eksik olmayacak, sadece ölçünüz yeniden belirlenecek.”
  Kadir önce altın ışıltıya, meşalelerin hafif kıpırtılı alevlerine, sonra da parlak beyaz nur ışıyan caddeye baktı. Tekrar tekrar birine ve diğerine baktı. Altın Buzağı Caddesi’ndeki ihtişam müthişti. Cazibesi güneşi soluk bırakacak denli güçlüydü. Melekler Caddesi’ndeki albeni nedeniyle iki akıntı karşılaşmışçasına kalbinde bir anafor belirmişti.
  “Ya Nâr, ya Nur mu yani?”
  İbrikçi Dede piposu sol elinde gülümsedi ve sağ elini kalbine değdirerek onu sevgi ve saygıyla selamladı.
  “Eyvallah.”

Kadir’in sonu  Papaz Karras ve Avukat Kevin Lomax gibi olmaz. O bu toprakların çocuğudur. Muaviye gibi uykudan uyanacak ve kendi gerçeğiyle yüzyüze gelecektir
                                                                                                   Balçova – Mayıs 2018

                                              ---------------------------------





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder