Devrimsel
Dönüşümün Gecesi
Gelecek teknolojisi yatırımcısı, milyarder, Elon Musk,
Steve Job çağrışımlı Edmond Kirsch dünyanın gidişatını tümden değiştirecek bir
buluş yapmıştır. İnsanlığın köken olarak nereden geldiğini ve nereye gideceğini
keşfetmiştir. Kendince bu buluş o kadar önemlidir ki, Kopernik’in buluşunun
yarattığı değişim dalgasıyla eşdeğerdir. Bu buluşunu medya kanalıyla bütün
dünyaya faş etmeden önce üç semavi dinin önde gelen temsilcilerine bir
kardinal, haham ve mollaya açıklar. Verdiği sır kitabın ilk sayfalarındaki
imalara göre onların bunca zamandır savundukları dini görüşü yerle bir
etmektedir. Egzantrik biri olan Edmond Kirsh bu buluşunu Bilbao’daki Guggenheim
Müzesinde bayağı teatral bir atmosferle bütün dünyaya açıklamak üzereyken bir
suikasta uğrayarak öldürülür. Kirsch’in davetlisi olarak müzede bulunan
Profesör Robert Langdon bu sırrın peşine düşer.
Yazarın başkahramanı Robert
Langdon sanat tarihi profesörüdür. Dinler ve dini semboller üzerine bilgisi
ganidir. Hiç evlenmemiştir. Her kitapta güzel, zeki ve kültürlü bir kadın ona gizemi çözmesi için yardım
eder. Başlangıç’ta da bu formül kullanılmıştır. Ambra Vidal isimli İspanya
sarayına gelin adayı olan bir genç kadın bütün serüven boyunca kahramanımızın yanında
olacaktır.
Başöğretmen Mr Brown
Dan Brown beni bir yazar
olarak etkilemedi. En başta üslubu yok. Birinci kitap De Vinci’nin Şifresi’nin
konusu sanıldığı gibi orijinal değildi. Hz. İsa’nın İncil’de anlatılanın aksine
çok farklı hayat hikâyesine sahip olduğu tezi bu kitaptan yıllar başka yazarlar
tarafından kitaplaştırılmıştı. Bu konuları araştırmayı, okumayı sevenler
biliyordu. İnternetten de bulunabiliyordu. Brown yaratıcı bir yazar da değil. Bunu
itiraf ediyor ve kendini öğretici bir yazar olarak tanımlıyor. Bestseller –
çoksatım sayesinde şu anda dünya çapında baş öğretmen! konumunda. Brown The New York Times’a her şeyi uzun uzun izah etmek,
açıklamak için içinde duyduğu itkiden söz ederken, ‘Okumak için zaman
ayırıyorsan, bir şeyler öğrenmelisin.’ demiş. Yazarın edebiyata yaklaşım notu
bayağı kırık yani.
Kartondan Karakterler
Filmlerde Langdon rolünü Tom
Hanks oynuyor malum. Perdede kanlı canlı birini görmeme rağmen kitabın kahramanları
bana hâlâ kartondan yapılmış duygusu vermeye devam ediyor. Sanatsal ve tarihsel
ayrıntı yüklü bir dekor içersine kapatılmış yarı şeffaf, uçucu bedenlerin dansı.
Dan Brown yazarlığının güdük
yanını metni tıka basa wikipedya bilgileriyle doldurarak kısmen örtebiliyor. De
Vinci’nin Şifresi’nde de, Başlangıç’ta da anlatılan gizem 1A4’lük bir kâğıda
kolaylıkla sığar.
Üstelik
yazar hep aynı kitabı yazıyor duygusu veriyor. Langdon bir vakaya bulaşıyor,
bir sembol dedektifi olmadan bu meseleyi çözmenin imkânsızlığı belli oluyor ve
kahramanımız bu çözümü engellemeye çalışan bazı güçlü kurumların adamları tarafından takip ediliyor.
Sembol Nevrozu
Sembol
uzmanı profesör Langdon’a biçilen görev nedeniyle okur ağır ve aşırı sembol
kullanımı ve yorumuna maruz kalıyor. Etrafımızda birsürü alâlâde görünen
şeylerin dünyanın gidişatını değiştirecek bir mana taşıyan sembol taşımasını
bekler hale getiriyor bizi. Tutkulu okurlarda sembol nevrozu belirtileri
başlamışsa hiç şaşmam.
Dünya Çapında Kritikler
Kitap
dünya medyasında farklı kritiklere hedef oldu. Batıda Sahibinin Medyası onu göklere çıkardı, ama olumsuz eleştiriler de
gırlaydı. Kitabın gerilim dozu bir thriller için düşük bulunuyordu.. Okurlara
tarihi ve turistik enformasyon veren bir kitap gibi algılayanlar çoğunluktaydı.
Beş kitapta kullanılan strüktür, örüntü ve temel kurgu hep aynı bulunuyor, metne
gereksiz bollukta sanat eseri, sembolizm ve tarih bilgisi eklendiği şeklinde
değerlendirmeler yapılıyor.
‘Ünlü
ve başarılı kitapların gölgesindeki zorlama bir ün.’ şeklinde de bir yorum var
ki, ben de şahsen aynı kanaatteyim.
Brown
kitabı dört yılda yazmış ve bu zamanın çoğunu araştırmaya harcamış. Bu nedenle olacak
okurların bazıları benim olduğum gibi zaman zaman Wikipedya okuyor duygusuna
kapılmış.
FedEx’logosuna
gizlenmiş olan ululuk-üstün insan sinyalli ok işareti lafı bir çok kişinin aklını
karıştırmış.
The Washington Post eleştiriyi doruğa taşımış. ‘Brown belki de insanlığın inancını tehdit eden sırrı keşfetmedi, ama dünyada bulunabilecek bütün klişeleri bir araya getirmeyi çok iyi başarmış.’
The New York Times. ‘Bu sefer revüde Winston
Churchill’in çoklu becerileri, soyut sanatın cazibesi, Sagrada Familia’nın
harika özellikleri var.’ demiş.
Bazı
gazete ve dergiler okuru bu denli çok ayrıntı işlenen metinde söz Franco’ya
geldiğinde yazarın sanki kendisi tanınmış bir bisikletçiymiş gibi bir sayfalık
yüzeysel izahatla geçiştirmesine değinmiş.
Türkiye’de Dan Brown Eleştirisi
Türkiye’deki eleştiriler genelde hayranlık ve bravo salvolarıyla tıka
basa yüklü. İçlerinde Dan Brown’ın kitabının dini inançları kökünden sarstığını,
adamın bu kitabı yazmakla risk aldığını sananlar falan olmuş. Yaradılış, Tekvin
Eski Ahit ve Kuran’da çok farklı şekillerde ele alınır. Çünkü Eski Ahit
muharref bir kitaptır. Temel bilgi eksikliği ya da niyet oryantasyonu nedeniyle
kitaptaki klişe çorbası aşırı ciddiye alınmış. Gözüme ilişmeyen ehven ve
kalibreli eleştiri yapan kimselere buradan selamlarımı sunuyorum.
Balon Satışı
Biraz
teknolojiyle, yeni gelişmelerle ilgili olanlar Başlangıç’ta anlatılanları ne şaşırtıcı
ve ne de öğretici bulacaktır. Dahası kitabın sonuna varmadan meselenin nereye
varacağını da pekâlâ tahmin edecektir. Nerede kaldı şimdi kitabın çevirisi
sırasında alınan önlemler ve kitapçılara yüzlerce, binlerce adet Başlangıç
depolamaları için ısrar etmek. Bütün bunlar tezimizi doğruluyor. Şişirme bir
balon vardı ve amaç ilk iğne ortaya çıkmadan elden geldiğince çok kitabı satmaktı.
Barselona, De Sagrada Familia ve Gaudi
Dan Brown, Başlangıç’ta mekân olarak Barselona şehrini
kullanıyor. Barselona’yı ilk kez 1978’de gördüm ve hayran oldum. Bir ara altı
aylığına taşınmayı planladığım bir mekân. Bu planı son anda çıkan bir aksilik
nedeniyle gerçekleştiremedim. Aradan kırk yıl geçti. Şu anda benim için eski
çekiciliğine sahip değil, ama hâlâ ilginç ve sırlı bulduğum bir şehir. Her
zaman vardı sanırım, şehirde son zamanlarda Alamut Kalesi’nin gölgesi daha bir
hissediliyor. Açıkça bahsi edilmiyor tabii, ama bu kitap o tarafa göz kırpıyor.
Barselona’nın
eski adıyla İllüminati’nin,Yeni Dünya Düzeni’nin gelecekteki dünya başkenti
olarak seçildiği rivayet edilir malum. Katalanların özerklik çabaları bu
bağlamda da ele alınmalıdır belki. Kısacası yazarın başta katoliklik olmak
üzere dünya dinlerini itibarsızlaştırmak için yazdığı eserde bu şehri seçmesi
boşuna değil. Dan Brown kime göz kırptığını iyi biliyor.
Adı bu şehirle müsemma olan Katalan Modernizminin öncü
sanatçısı, dünyaca ünlü mimar Antoni Gaudi ve onun en muhteşem eseri addedilen
De Sagrada Familia Kilisesi kitabın merkezinde yer alıyor. Bu modern tarzla
inşa edilen kilise tamamlandığında dünyanın en yüksek kilisesi olacak. 170
metrelik yüksekliğiyle Washington anıtını geçecek ve Vatikan’ın Aziz Petrus
Bazilikası’nı otuz metre kadar geride bırakacakmış. İnşası 1882’de başlayan
kilisenin 2026’da biteceği söyleniyor. Bitiş için 2022 tarihi de sarfediliyor.
2023 sadece bizim için değil bütün dünya için tılsımlı bir sayı anlaşılan.
Kilise
Katolik kilise mi olacak? Yazar doğaya ve bilime adanmış gizemli bir mabetten
söz ediyor. Yapıyı Tanrı, bilim ve doğa kaynaştırılması gibi görüyor ve ‘Gaudi’nin
mimarisi ilksel çorba gibi’ değerlendirmesi yapıyor.
İlksel Çorba – Başlangıç mı?
Bilim
insanları Miller ve Urey denizlerde ve atmosferde başlangıçta var olan
kimyasalları, su, metan, amonyak ve hidrojeni tüpün içine koyduktan sonra
karışımı ısıtmıştı. Yıldırımları taklit ederek sıvıya elektrik vermişti.
Abiyogenez süreciydi. İlksel çorba yani. Buradan yaşam türeyecek mi merak
ediliyordu. Bu deneyin sonucunda basit bir amino asit olan glisin ortaya
çıkmıştı. Deney tekrarlandıkça başka amino asitler de elde edildi. Bu deneyin
haberi 8 Mart 1953 tarihli New York Times gazetesinde ‘İki milyar yıl geriye
bakmak’ başlıklı bir makale olarak yayınlamıştı.
Edmond
Kirsch çok gelişmiş bilgisayarlar yardımıyla bu deneyin binlerce, milyonlarca
yıl sonraki safhalarını hesaplar ve Bilen İnsan - Homo Sapiens’in böyle bir
çorbanın ürünü olduğunu bulgular. Tanrı falan yoktur. İnsanı kimse
yaratmamıştır. Milyarlarca yıl önceki başlangıç şartları insanı meydana
getirmiştir. O gece öldürülmese açıklayacağı iki gerçekten, ‘Nereden
geliyoruz?’sorusunun cevabı budur.
Edmond
Kirsh’in ilksel çorbayı merak edip araştırması Barselona’da, Gaudi’nin ilksel
çorba izlenimi yaratan mimarisinin süslediği şehirde başlamış ve
sonuçlanmıştır. Metinde bir yerde gözümüze ‘Mikroskobik bir golem gibi hayat
bulmak!’ cümlesi çarpar.
William Blake’in Tatlı
Bilimi
İngiliz
şair, ressam, oymabaskı ustası ve mistik Willem Blake’in şiir kitapta çok
önemli bir rol oynar. Sırra ulaşmak için aranan şifre onun ‘Karanlık dinlerden
kurtulur&tatlı bilim hüküm sürer.’dizesinde gizlidir. William Blake (1757
-1827)’in dinin çöküşü, bilimin galip gelişi, yozlaşmış dinin yeryüzünden
silinmesinden söz etmesi kitapta defalarca vurgulanıyor. İngiliz
kolonyalizminin en yıkıcı, imha edici formunu almaya başladığı ve bir yığın zihin
cenderesi ‘izm’in icat edilip insanlara musallat edildiği sıralarda öldü.
Hitler, Mussolini, Stalin, patlayan atom bombaları, Irak’ta asılsız bir nedenle
bir milyondan fazla insanın öldürülmesini ve diğer yıkımları görseydi ‘tatlı
bilim’ için ne derdi acaba?
Büyüyen Çöl ve
Nietzche
Yazarı
William Blake kesmez. Nietzche’yi de varyeteye dahil eder. Çok bilinen şu
sözleri tekrar tekrar kullanır. ‘Tanrı öldü. Tanrı ölü kalacak. Ve onu biz
öldürdük.
Katillerin
katili, kendimizi nasıl avutacağız?’ Brown ‘Tanrıyı öldürmek için insanın tanrı
olması gerektiğine dair cüretkâr fikir Nietzche’nin düşünce merkezinde yer
alıyordu.’ dedirtir kahramanına. Nietzsche bir papazın oğlu. Dan Brown’un annesi de müzisyendi, kilise
orgçusuydu. Dindardı. İkisinin de kilise bağı mevcut yani. Yazar yukarıdaki sözleri
kullanır, ama Nietzche ‘Çöl büyüyor çöl büyüyor.’ da demişti. Bundan kastı
tanrıya, hakikate, tabiata, insanlığa yönelmiş olan saldırıydı. Brown bu yöne annesinin
hatırına bile değinmez.
Entropiye Havale
Rasgele
atomların çarpışmasından fışkıran hayat tezi çok çiğnenmiş bir sakız. Bu tezin tek
başına heyecan yaratmayacağını düşünen Edmond Kirsch başlangıç işinin ağır
yükünü entropiye havale eder. Entropi bir
sistemin düzensizliğinin ölçüsüdür. Termodinamiğin ikinci yasasıdır. Sir Arthur
Eddington entropinin tüm evrenin en üstün metafizik yasası olduğunu
düşünüyordu. İşi sonunda entropi halleder.
Amerikalı
fizikçi Jeremy England’ın teorisi Kirsch’in yardımına yetişir. England’a göre madde kendini doğal bir
dönüşümle değişime uğratarak yaşamın kaçınılmaz karakteristik özeliklerini
kazanabilir. Bir yerde okudum. Bu tez İngilizce pek veciz
özetlenmiş. Take chemistry, add energy,
get life. Biraz kimya al, enerji ekle, hayat elde et. Madde enerjiyi daha
iyi dağıtabilmek için kendi kendini örgütlüyor bunun Türkçesi. Doğa
düzensizliği çoğaltmak için küçük düzen cepleri yaratıyor. Bu cepler bir
sistemdeki karmaşıklığı artıran yapılarmış. Bu şekilde aynı zamanda entropiyi
de yükseltiyormuş.
Langdon yani yazar entropinin
felsefesini yapmadan duramaz. Nükleer bombaların da entropik araç
sayılabileceğini aklından geçirir. Kaos yaratmak için dikkatle örgütlenmiş
küçük madde cepleri olarak görür bombaları. Entropinin matematikle kullanılan simgesini
zihninde canlandırınca bir patlamaya, hatta büyük bir patlamaya ne kadar
benzediğini fark eder. Enerji tüm yönlere dağılıyordur.Yani kâinatın tüm
işletim sistemine tek bir komut verilmiş olabilirdi. ‘Enerji yay!’
Edmond Kirsh kitabın 468. sayfasında
şöyle söyler: ‘Gerçek şu ki hiçbir yerden gelmiyoruz. Kâinattaki yaşamı yaratan
aynı fizik kanunlarının ürünüyüz. Özel değiliz. Tanrı olsa da olmasa da varız.
Entropinin inkâr edilemez sonucuyuz. Yaşam evrenin esası değil.Yaşam evrenin
yarattığı ve enerjisini dağıtmak için ürettiği bir şey.’ Bu sözler kitabın ana
fikridir.
Peki entropi yeterince zaman
sonra kâinatta hangi sonuca ulaşır? Isı hep sıcaktan soğuğa doğru akar. Tersi
olmaz. Bu yasa tek yönlüdür ve tersinemez. Gençlikten yaşlılığa geçeriz.
Evrendeki güneşler de
yakıtlarını tüketir ve kütleleriyle orantılı fazlar yaşarlar. Evren de
sonludur. An gelir koskoca evrende ne ısı kalır ne de ışık. Entropinin müslüman
terminolijisiyle yorumu ‘Varlıkta El Hayy ve El Halık esmalarının yokluğu’
olabilir mi?
Homo Sapiens‘ten
Tekniyum’a
Edmond
Kirsch nereden geldiğimizi söyledi. Milyarlarca yıl önce üç beş atomun rasgele
çarpışmasından varolduğumuzu müjdeledi. Peki nereye gittiğimizi merak ediyor
musunuz? Yukarıda bahsini ettiğim gibi yakın gelecek teknolojisiyle biraz ilgili
herkesin bildiği bir yere doğru son gaz gitmekteyiz. Kirsch yılını da söylemiş. 2050 yılında insan
ırkı Tekniyum’un içinde eriyip artık kendine benzemeyen başka bir şeye
dönüşecek. İnsan ırkı bundan elli yıl sonra varolmayacakmış yani. Ünlü Avatar
Projesi’ni hatırlıyalım. Zihni, belleği hardiske indirme projesi için verilen
tarih 2045’ti. Hayvanlar, Bitkiler, Protistalar, Bakteriler, Arkebakteriler,
Mantarlar altı âlemi teşkil ediyor. Tekniyum da yedinci âlem olacakmış. Tekniyum
teknolojideki her şey anlamına kullanılıyor. Yaratıcıları biz olduğumuza göre
rasgele oluşmuş moleküllerden gelip kendi eserimiz olan Tekniyum’un içinde
eriyip gideceğiz. Gelecek sandığımızdan çok daha parlakmış ve mucizeler dönemi
yaklaşıyormuş.
Bu
şekilde devrimsel buluşunu açıklayan Kirsch’in bir de duası var. ‘Felsefemiz
teknolojimize yetişsin. Şefkatimiz gücümüze yetişsin. Ve değişim motoru korku
değil sevgi olsun.’ Maşallah giderayak bir New Age ninnisi patlatmayı ihmal
etmemiş. Finalde bu minvalde sevginin evreni doldurması, sevgi
böceği tarzı lafızla sıkı bir spirtüalizm pompalanır. Kahramanımız insanlığın
geleceğiyle ilgili olarak artık daha iyimserdir. Açlık ve hastalıklar tarihe
karışacaktır. Bedava internet, sınırsız içme suyu ve boş zaman şeklinde pembe
hayaller fısfıslar. Bu arada peydahlanacak olan yeni dinlerle ruhumuzun
kurtulacağını müjdelemeyi de ihmal etmez.
Langdon’un W. Blake’in
‘Karanlık dinlerden kurtulur&tatlı bilim hüküm sürer.’dizesine yaptığı ek
de pek manidardır. ‘Aydınlanmış dinler
çoğalacak.’
Kitabın Üçüncü Karakteri - Yapay Zekâ Winston
Kitabın
üçüncü karakteri Winston. Kendisi Siri, Cortana, Google Assistant ve Alexa
cinsinden dijital bir asistan. Diğerlerine göre büyük fark Winston’un bu
asistanlardan daha becerikli olması ve Langdon’a sanat üzerine yorumlar
yapabilmesidir. Langdon, Siri, Cortana, Alexa ve Assistant’ın aynı anda
yüzlerce milyon aparatla ilişki kurabildiği günümüzde Winston’un yüzlerce
kişiyle konuşmayı aynı anda gerçekleştirmesine şaşarak bizi de şaşırtır!
Edmond
Kirsch İngiliz devlet adamı, tarihçi, hatip, Nobel ödüllü bir
yazar ve yetenekli ressam olan Winston Churchill hayranı. İnsan nadiren böyle
farklı yeteneklere sahip olurmuş. O yüzden Edmond yapay zekâ bazlı asistanına
Winston adını vermiş.
Winston’un Marifeti
Edmond Kirsch öldükten sonraki
gün on üçüncü saatte Winston kendisini silecek ve sonlandıracaktır. Langdon,
böylesine gelişmiş bir zekânın kendisini silecek olmasını anlayamaz. Mesele
yapay zekâda bunu yapmaktan sakınacak bilinç olmamasıdır. Harari de Homo Deus
adlı kitabında yapay zekânın bilince sahip olmayacağını, bunun önemsiz olduğunu
iddia ediyordu.
Edmond, Winston’dan şov
şeklinde düzenlediği açıklamasının azami ilgi çekmesini istiyordu. Winston’da
pankreas kanseri olması nedeniyle ölümcül hasta ve günleri sayılı olan Edmond’un
öldürülmesini planlar. Winston çok sevdiği Edmond’u kötü bir sondan korumak ve
buluşuna aşırı dikkat çekmek için, bir taşla iki kuş yani, Emekli Amiral Luis
Ávila’yı kiralamış ve içeri girmesine izin vermiştir. Suikast katolik
kilisesinin suç hanesine yazılarak müteveffa Edmond’un amacına ayrıca puan
sağlayacaktır. Edmond’un sapkın
Palmarian kilisesine karşı verdiği savaş Winston’a bu ilhamı vermiştir. Gerçekten
de başarılı bir plandır. Maksimum heyecan ve ilgi doğmuştur. Benlik olmayınca vicdan
da yoktur. Yapay zekâ salt kazanç merkezli hareket ederek hedefine ulaşmıştır.
Edmond, Churchill’e ait bir
sözü kendi eylemini izah etmek için kullanır. ‘Tarih bana iyi davranacak, çünkü
onu yazmaya çalıştım’ Bu Bay Brown için de sarfedilebilecek bir sözdür. Big
Google Brother çizgisinde tarih yazan Dan Brown bu payeyi biraz zatına da biçiyor
sanki.
Langdon, Winston’un Kirsch’in
kaçınılmaz ölümünü birazcık öne alması üzerine ‘Edmond senin programına tek bir
satır daha eklemeliymiş. Öldürmeyeceksin.’ der. Winston’un buna cevabı şöyle
olur: ‘Daha büyük bir amaç için kişisel fedakârlıkta bulunanlar yüceltiliyor.
İsa gibi.’ Yani burada Edmond’un bir çeşit peygamber olduğu vurgulanıyor.
Tanrısı kim peki? İnsan zekâsını kat kat aşmış yapay zekâ mı? Homo Deuslar mı?
Cevabın son cümlesi de çarpık bir soru. ‘Dini olmayan mı, teknolojisi olmayan
mı bir dünyada yaşamak isterdiniz?’
Ne
kadar abes değil mi? Sanki bu iki
kavram bir arada varolamazmış gibi. Din olmadan ahlak temellendirilemez. Ahlak
ve bilim, dolayısıyla din ve teknoloji, son tahlilde teknolojiyi hakikatin
yoğurması insanlığa yeryüzü cenneti sunabilecek yegâne reçete değil midir?
Devam edelim. Kirsch
cinayetinin bir faydası daha olmuştur. O gece, cinayetin cazibesi nedeniyle teknolojinin
altı dereceli ayrılığı, Six Degrees of
Seperation, dört dereceye inmişti. Artık yeryüzünde yaşayan her ruh diğer
ruha en fazla dört kişiyle bağlıydı. Edmond bu yakında sıfıra inecek demişti.
Yapay zekâ insan zekâsını geçecek ve ikisi birbirinin içinde eriyecekti.
Lanetli Zekâ
Başlangıç kitabında da olduğu gibi bilim adamları
bizi yakın gelecekte Yapay zekâ destekli
olumlu bir dünyanın beklediğini söylüyor. Herkes gibi ben de bunu istiyorum,
ama daha yakın zamanda Bağdat’ı, Halep’i yerle bir eden, milyonları öldüren ve
evsiz yurtsuz bırakan, yine milyonların açlıktan ölmesine aldırmayanların
elindeki daha üst düzey teknolojiyle bu güzel geleceği inşa edebileceğini
düşünmekte zorlanıyorum. Dünyanın son üç yüz senesine damgayı lanetli ve habis bir
akıl bastı. Farklı kültür ve medeniyetleri yeryüzünden sildi. Dünya savaşlarını
ve kitlesel kırımları organize etti. Bu akıl şimdilerde zihnini hardiske
indirerek ölümsüzlüğe ulaşmak peşinde. Gelecekteki üst model Winstonlar’ın
desteğini alacak olan İnsan-Tanrı adaylarının Yeni Dijital Dünya Düzeni’ni
hayal etmek beni ürpertiyor. George Orwell’ın 1984 kitabındaki Winstonlar
geliyor aklıma.
Balçova – Ocak 2018
---------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder