2 Nisan 2018 Pazartesi

Dan Brown’ın Başlangıç – Origin Kitabı Üzerine İnceleme ENTROPİK KURGU





 

Devrimsel Dönüşümün Gecesi
Gelecek teknolojisi yatırımcısı, milyarder, Elon Musk, Steve Job çağrışımlı Edmond Kirsch dünyanın gidişatını tümden değiştirecek bir buluş yapmıştır. İnsanlığın köken olarak nereden geldiğini ve nereye gideceğini keşfetmiştir. Kendince bu buluş o kadar önemlidir ki, Kopernik’in buluşunun yarattığı değişim dalgasıyla eşdeğerdir. Bu buluşunu medya kanalıyla bütün dünyaya faş etmeden önce üç semavi dinin önde gelen temsilcilerine bir kardinal, haham ve mollaya açıklar. Verdiği sır kitabın ilk sayfalarındaki imalara göre onların bunca zamandır savundukları dini görüşü yerle bir etmektedir. Egzantrik biri olan Edmond Kirsh bu buluşunu Bilbao’daki Guggenheim Müzesinde bayağı teatral bir atmosferle bütün dünyaya açıklamak üzereyken bir suikasta uğrayarak öldürülür. Kirsch’in davetlisi olarak müzede bulunan Profesör Robert Langdon bu sırrın peşine düşer.

Yazarın başkahramanı Robert Langdon sanat tarihi profesörüdür. Dinler ve dini semboller üzerine bilgisi ganidir. Hiç evlenmemiştir. Her kitapta güzel, zeki ve kültürlü  bir kadın ona gizemi çözmesi için yardım eder. Başlangıç’ta da bu formül kullanılmıştır. Ambra Vidal isimli İspanya sarayına gelin adayı olan bir genç kadın bütün serüven boyunca kahramanımızın yanında olacaktır.



Başöğretmen Mr Brown
Dan Brown beni bir yazar olarak etkilemedi. En başta üslubu yok. Birinci kitap De Vinci’nin Şifresi’nin konusu sanıldığı gibi orijinal değildi. Hz. İsa’nın İncil’de anlatılanın aksine çok farklı hayat hikâyesine sahip olduğu tezi bu kitaptan yıllar başka yazarlar tarafından kitaplaştırılmıştı. Bu konuları araştırmayı, okumayı sevenler biliyordu. İnternetten de bulunabiliyordu. Brown yaratıcı bir yazar da değil. Bunu itiraf ediyor ve kendini öğretici bir yazar olarak tanımlıyor. Bestseller – çoksatım sayesinde şu anda dünya çapında baş öğretmen! konumunda. Brown The New York Times’a her şeyi uzun uzun izah etmek, açıklamak için içinde duyduğu itkiden söz ederken, ‘Okumak için zaman ayırıyorsan, bir şeyler öğrenmelisin.’ demiş. Yazarın edebiyata yaklaşım notu bayağı kırık yani.  


Kartondan Karakterler
Filmlerde Langdon rolünü Tom Hanks oynuyor malum. Perdede kanlı canlı birini görmeme rağmen kitabın kahramanları bana hâlâ kartondan yapılmış duygusu vermeye devam ediyor. Sanatsal ve tarihsel ayrıntı yüklü bir dekor içersine kapatılmış yarı şeffaf, uçucu bedenlerin dansı. Dan Brown yazarlığının güdük yanını metni tıka basa wikipedya bilgileriyle doldurarak kısmen örtebiliyor. De Vinci’nin Şifresi’nde de, Başlangıç’ta da anlatılan gizem 1A4’lük bir kâğıda kolaylıkla sığar.

Üstelik yazar hep aynı kitabı yazıyor duygusu veriyor. Langdon bir vakaya bulaşıyor, bir sembol dedektifi olmadan bu meseleyi çözmenin imkânsızlığı belli oluyor ve kahramanımız bu çözümü engellemeye çalışan bazı güçlü kurumların adamları  tarafından takip ediliyor.


Sembol Nevrozu
Sembol uzmanı profesör Langdon’a biçilen görev nedeniyle okur ağır ve aşırı sembol kullanımı ve yorumuna maruz kalıyor. Etrafımızda birsürü alâlâde görünen şeylerin dünyanın gidişatını değiştirecek bir mana taşıyan sembol taşımasını bekler hale getiriyor bizi. Tutkulu okurlarda sembol nevrozu belirtileri başlamışsa hiç şaşmam.  


Dünya Çapında Kritikler
Kitap dünya medyasında farklı kritiklere hedef oldu. Batıda Sahibinin Medyası onu göklere çıkardı, ama olumsuz eleştiriler de gırlaydı. Kitabın gerilim dozu bir thriller için düşük bulunuyordu.. Okurlara tarihi ve turistik enformasyon veren bir kitap gibi algılayanlar çoğunluktaydı. Beş kitapta kullanılan strüktür, örüntü ve temel kurgu hep aynı bulunuyor, metne gereksiz bollukta sanat eseri, sembolizm ve tarih bilgisi eklendiği şeklinde değerlendirmeler yapılıyor.  

‘Ünlü ve başarılı kitapların gölgesindeki zorlama bir ün.’ şeklinde de bir yorum var ki, ben de şahsen aynı kanaatteyim.

Brown kitabı dört yılda yazmış ve bu zamanın çoğunu araştırmaya harcamış. Bu nedenle olacak okurların bazıları benim olduğum gibi zaman zaman Wikipedya okuyor duygusuna kapılmış.

FedEx’logosuna gizlenmiş olan ululuk-üstün insan sinyalli ok işareti lafı bir çok kişinin aklını karıştırmış.  

The Washington Post eleştiriyi doruğa taşımış. ‘Brown belki de insanlığın inancını tehdit eden sırrı keşfetmedi, ama dünyada bulunabilecek bütün klişeleri bir araya getirmeyi çok iyi başarmış.’

The New York Times. ‘Bu sefer revüde Winston Churchill’in çoklu becerileri, soyut sanatın cazibesi, Sagrada Familia’nın harika özellikleri var.’ demiş.

Bazı gazete ve dergiler okuru bu denli çok ayrıntı işlenen metinde söz Franco’ya geldiğinde yazarın sanki kendisi tanınmış bir bisikletçiymiş gibi bir sayfalık yüzeysel izahatla geçiştirmesine değinmiş.


Türkiye’de Dan Brown Eleştirisi
Türkiye’deki eleştiriler  genelde hayranlık ve bravo salvolarıyla tıka basa yüklü. İçlerinde Dan Brown’ın kitabının dini inançları kökünden sarstığını, adamın bu kitabı yazmakla risk aldığını sananlar falan olmuş. Yaradılış, Tekvin Eski Ahit ve Kuran’da çok farklı şekillerde ele alınır. Çünkü Eski Ahit muharref bir kitaptır. Temel bilgi eksikliği ya da niyet oryantasyonu nedeniyle kitaptaki klişe çorbası aşırı ciddiye alınmış. Gözüme ilişmeyen ehven ve kalibreli eleştiri yapan kimselere buradan selamlarımı sunuyorum.


Balon Satışı
Biraz teknolojiyle, yeni gelişmelerle ilgili olanlar Başlangıç’ta anlatılanları ne şaşırtıcı ve ne de öğretici bulacaktır. Dahası kitabın sonuna varmadan meselenin nereye varacağını da pekâlâ tahmin edecektir. Nerede kaldı şimdi kitabın çevirisi sırasında alınan önlemler ve kitapçılara yüzlerce, binlerce adet Başlangıç depolamaları için ısrar etmek. Bütün bunlar tezimizi doğruluyor. Şişirme bir balon vardı ve amaç ilk iğne ortaya çıkmadan elden geldiğince çok kitabı satmaktı.


Barselona, De Sagrada Familia ve Gaudi
Dan Brown, Başlangıç’ta mekân olarak Barselona şehrini kullanıyor. Barselona’yı ilk kez 1978’de gördüm ve hayran oldum. Bir ara altı aylığına taşınmayı planladığım bir mekân. Bu planı son anda çıkan bir aksilik nedeniyle gerçekleştiremedim. Aradan kırk yıl geçti. Şu anda benim için eski çekiciliğine sahip değil, ama hâlâ ilginç ve sırlı bulduğum bir şehir. Her zaman vardı sanırım, şehirde son zamanlarda Alamut Kalesi’nin gölgesi daha bir hissediliyor. Açıkça bahsi edilmiyor tabii, ama bu kitap o tarafa göz kırpıyor. Barselona’nın eski adıyla İllüminati’nin,Yeni Dünya Düzeni’nin gelecekteki dünya başkenti olarak seçildiği rivayet edilir malum. Katalanların özerklik çabaları bu bağlamda da ele alınmalıdır belki. Kısacası yazarın başta katoliklik olmak üzere dünya dinlerini itibarsızlaştırmak için yazdığı eserde bu şehri seçmesi boşuna değil. Dan Brown kime göz kırptığını iyi biliyor.

Adı bu şehirle müsemma olan Katalan Modernizminin öncü sanatçısı, dünyaca ünlü mimar Antoni Gaudi ve onun en muhteşem eseri addedilen De Sagrada Familia Kilisesi kitabın merkezinde yer alıyor. Bu modern tarzla inşa edilen kilise tamamlandığında dünyanın en yüksek kilisesi olacak. 170 metrelik yüksekliğiyle Washington anıtını geçecek ve Vatikan’ın Aziz Petrus Bazilikası’nı otuz metre kadar geride bırakacakmış. İnşası 1882’de başlayan kilisenin 2026’da biteceği söyleniyor. Bitiş için 2022 tarihi de sarfediliyor. 2023 sadece bizim için değil bütün dünya için tılsımlı bir sayı anlaşılan.

Kilise Katolik kilise mi olacak? Yazar doğaya ve bilime adanmış gizemli bir mabetten söz ediyor. Yapıyı Tanrı, bilim ve doğa kaynaştırılması gibi görüyor ve ‘Gaudi’nin mimarisi ilksel çorba gibi’ değerlendirmesi yapıyor.


İlksel Çorba – Başlangıç mı?
Bilim insanları Miller ve Urey denizlerde ve atmosferde başlangıçta var olan kimyasalları, su, metan, amonyak ve hidrojeni tüpün içine koyduktan sonra karışımı ısıtmıştı. Yıldırımları taklit ederek sıvıya elektrik vermişti. Abiyogenez süreciydi. İlksel çorba yani. Buradan yaşam türeyecek mi merak ediliyordu. Bu deneyin sonucunda basit bir amino asit olan glisin ortaya çıkmıştı. Deney tekrarlandıkça başka amino asitler de elde edildi. Bu deneyin haberi 8 Mart 1953 tarihli New York Times gazetesinde ‘İki milyar yıl geriye bakmak’ başlıklı bir makale olarak yayınlamıştı.

Edmond Kirsch çok gelişmiş bilgisayarlar yardımıyla bu deneyin binlerce, milyonlarca yıl sonraki safhalarını hesaplar ve Bilen İnsan - Homo Sapiens’in böyle bir çorbanın ürünü olduğunu bulgular. Tanrı falan yoktur. İnsanı kimse yaratmamıştır. Milyarlarca yıl önceki başlangıç şartları insanı meydana getirmiştir. O gece öldürülmese açıklayacağı iki gerçekten, ‘Nereden geliyoruz?’sorusunun cevabı budur.

Edmond Kirsh’in ilksel çorbayı merak edip araştırması Barselona’da, Gaudi’nin ilksel çorba izlenimi yaratan mimarisinin süslediği şehirde başlamış ve sonuçlanmıştır. Metinde bir yerde gözümüze ‘Mikroskobik bir golem gibi hayat bulmak!’ cümlesi çarpar. 

William Blake’in Tatlı Bilimi
İngiliz şair, ressam, oymabaskı ustası ve mistik Willem Blake’in şiir kitapta çok önemli bir rol oynar. Sırra ulaşmak için aranan şifre onun ‘Karanlık dinlerden kurtulur&tatlı bilim hüküm sürer.’dizesinde gizlidir. William Blake (1757 -1827)’in dinin çöküşü, bilimin galip gelişi, yozlaşmış dinin yeryüzünden silinmesinden söz etmesi kitapta defalarca vurgulanıyor. İngiliz kolonyalizminin en yıkıcı, imha edici formunu almaya başladığı ve bir yığın zihin cenderesi ‘izm’in icat edilip insanlara musallat edildiği sıralarda öldü. Hitler, Mussolini, Stalin, patlayan atom bombaları, Irak’ta asılsız bir nedenle bir milyondan fazla insanın öldürülmesini ve diğer yıkımları görseydi ‘tatlı bilim’ için ne derdi acaba?


Büyüyen Çöl ve Nietzche
Yazarı William Blake kesmez. Nietzche’yi de varyeteye dahil eder. Çok bilinen şu sözleri tekrar tekrar kullanır. ‘Tanrı öldü. Tanrı ölü kalacak. Ve onu biz öldürdük.
Katillerin katili, kendimizi nasıl avutacağız?’ Brown ‘Tanrıyı öldürmek için insanın tanrı olması gerektiğine dair cüretkâr fikir Nietzche’nin düşünce merkezinde yer alıyordu.’ dedirtir kahramanına. Nietzsche bir papazın oğlu.  Dan Brown’un annesi de müzisyendi, kilise orgçusuydu. Dindardı. İkisinin de kilise bağı mevcut yani. Yazar yukarıdaki sözleri kullanır, ama Nietzche ‘Çöl büyüyor çöl büyüyor.’ da demişti. Bundan kastı tanrıya, hakikate, tabiata, insanlığa yönelmiş olan saldırıydı. Brown bu yöne annesinin hatırına bile değinmez.


Entropiye Havale
Rasgele atomların çarpışmasından fışkıran hayat tezi çok çiğnenmiş bir sakız. Bu tezin tek başına heyecan yaratmayacağını düşünen Edmond Kirsch başlangıç işinin ağır yükünü  entropiye havale eder. Entropi bir sistemin düzensizliğinin ölçüsüdür. Termodinamiğin ikinci yasasıdır. Sir Arthur Eddington entropinin tüm evrenin en üstün metafizik yasası olduğunu düşünüyordu. İşi sonunda entropi halleder.

Amerikalı fizikçi Jeremy England’ın teorisi Kirsch’in yardımına yetişir.  England’a göre madde kendini doğal bir dönüşümle değişime uğratarak yaşamın kaçınılmaz karakteristik özeliklerini kazanabilir. Bir yerde okudum. Bu tez İngilizce pek veciz özetlenmiş. Take chemistry, add energy, get life. Biraz kimya al, enerji ekle, hayat elde et. Madde enerjiyi daha iyi dağıtabilmek için kendi kendini örgütlüyor bunun Türkçesi. Doğa düzensizliği çoğaltmak için küçük düzen cepleri yaratıyor. Bu cepler bir sistemdeki karmaşıklığı artıran yapılarmış. Bu şekilde aynı zamanda entropiyi de yükseltiyormuş.  

Langdon yani yazar entropinin felsefesini yapmadan duramaz. Nükleer bombaların da entropik araç sayılabileceğini aklından geçirir. Kaos yaratmak için dikkatle örgütlenmiş küçük madde cepleri olarak görür bombaları. Entropinin matematikle kullanılan simgesini zihninde canlandırınca bir patlamaya, hatta büyük bir patlamaya ne kadar benzediğini fark eder. Enerji tüm yönlere dağılıyordur.Yani kâinatın tüm işletim sistemine tek bir komut verilmiş olabilirdi. ‘Enerji yay!’

Edmond Kirsh kitabın 468. sayfasında şöyle söyler: ‘Gerçek şu ki hiçbir yerden gelmiyoruz. Kâinattaki yaşamı yaratan aynı fizik kanunlarının ürünüyüz. Özel değiliz. Tanrı olsa da olmasa da varız. Entropinin inkâr edilemez sonucuyuz. Yaşam evrenin esası değil.Yaşam evrenin yarattığı ve enerjisini dağıtmak için ürettiği bir şey.’ Bu sözler kitabın ana fikridir.  

Peki entropi yeterince zaman sonra kâinatta hangi sonuca ulaşır? Isı hep sıcaktan soğuğa doğru akar. Tersi olmaz. Bu yasa tek yönlüdür ve tersinemez. Gençlikten yaşlılığa geçeriz.
Evrendeki güneşler de yakıtlarını tüketir ve kütleleriyle orantılı fazlar yaşarlar. Evren de sonludur. An gelir koskoca evrende ne ısı kalır ne de ışık. Entropinin müslüman terminolijisiyle yorumu ‘Varlıkta El Hayy ve El Halık esmalarının yokluğu’ olabilir mi?


Homo Sapiens‘ten Tekniyum’a
Edmond Kirsch nereden geldiğimizi söyledi. Milyarlarca yıl önce üç beş atomun rasgele çarpışmasından varolduğumuzu müjdeledi. Peki nereye gittiğimizi merak ediyor musunuz? Yukarıda bahsini ettiğim gibi yakın gelecek teknolojisiyle biraz ilgili herkesin bildiği bir yere doğru son gaz gitmekteyiz.  Kirsch yılını da söylemiş. 2050 yılında insan ırkı Tekniyum’un içinde eriyip artık kendine benzemeyen başka bir şeye dönüşecek. İnsan ırkı bundan elli yıl sonra varolmayacakmış yani. Ünlü Avatar Projesi’ni hatırlıyalım. Zihni, belleği hardiske indirme projesi için verilen tarih 2045’ti. Hayvanlar, Bitkiler, Protistalar, Bakteriler, Arkebakteriler, Mantarlar altı âlemi teşkil ediyor. Tekniyum da yedinci âlem olacakmış. Tekniyum teknolojideki her şey anlamına kullanılıyor. Yaratıcıları biz olduğumuza göre rasgele oluşmuş moleküllerden gelip kendi eserimiz olan Tekniyum’un içinde eriyip gideceğiz. Gelecek sandığımızdan çok daha parlakmış ve mucizeler dönemi yaklaşıyormuş.

Bu şekilde devrimsel buluşunu açıklayan Kirsch’in bir de duası var. ‘Felsefemiz teknolojimize yetişsin. Şefkatimiz gücümüze yetişsin. Ve değişim motoru korku değil sevgi olsun.’ Maşallah giderayak bir New Age ninnisi patlatmayı ihmal etmemiş. Finalde bu minvalde sevginin evreni doldurması, sevgi böceği tarzı lafızla sıkı bir spirtüalizm pompalanır. Kahramanımız insanlığın geleceğiyle ilgili olarak artık daha iyimserdir. Açlık ve hastalıklar tarihe karışacaktır. Bedava internet, sınırsız içme suyu ve boş zaman şeklinde pembe hayaller fısfıslar. Bu arada peydahlanacak olan yeni dinlerle ruhumuzun kurtulacağını müjdelemeyi de ihmal etmez.

Langdon’un W. Blake’in ‘Karanlık dinlerden kurtulur&tatlı bilim hüküm sürer.’dizesine yaptığı ek de pek manidardır.  ‘Aydınlanmış dinler çoğalacak.’ 


Kitabın Üçüncü Karakteri - Yapay Zekâ Winston
Kitabın üçüncü karakteri Winston. Kendisi Siri, Cortana, Google Assistant ve Alexa cinsinden dijital bir asistan. Diğerlerine göre büyük fark Winston’un bu asistanlardan daha becerikli olması ve Langdon’a sanat üzerine yorumlar yapabilmesidir. Langdon, Siri, Cortana, Alexa ve Assistant’ın aynı anda yüzlerce milyon aparatla ilişki kurabildiği günümüzde Winston’un yüzlerce kişiyle konuşmayı aynı anda gerçekleştirmesine şaşarak bizi de şaşırtır!

Edmond Kirsch İngiliz devlet adamı, tarihçi, hatip, Nobel ödüllü bir yazar ve yetenekli ressam olan Winston Churchill hayranı. İnsan nadiren böyle farklı yeteneklere sahip olurmuş. O yüzden Edmond yapay zekâ bazlı asistanına Winston adını vermiş.


Winston’un Marifeti
Edmond Kirsch öldükten sonraki gün on üçüncü saatte Winston kendisini silecek ve sonlandıracaktır. Langdon, böylesine gelişmiş bir zekânın kendisini silecek olmasını anlayamaz. Mesele yapay zekâda bunu yapmaktan sakınacak bilinç olmamasıdır. Harari de Homo Deus adlı kitabında yapay zekânın bilince sahip olmayacağını, bunun önemsiz olduğunu iddia ediyordu.  

Edmond, Winston’dan şov şeklinde düzenlediği açıklamasının azami ilgi çekmesini istiyordu. Winston’da pankreas kanseri olması nedeniyle ölümcül hasta ve günleri sayılı olan Edmond’un öldürülmesini planlar. Winston çok sevdiği Edmond’u kötü bir sondan korumak ve buluşuna aşırı dikkat çekmek için, bir taşla iki kuş yani, Emekli Amiral Luis Ávila’yı kiralamış ve içeri girmesine izin vermiştir. Suikast katolik kilisesinin suç hanesine yazılarak müteveffa Edmond’un amacına ayrıca puan sağlayacaktır.  Edmond’un sapkın Palmarian kilisesine karşı verdiği savaş Winston’a bu ilhamı vermiştir. Gerçekten de başarılı bir plandır. Maksimum heyecan ve ilgi doğmuştur. Benlik olmayınca vicdan da yoktur. Yapay zekâ salt kazanç merkezli hareket ederek hedefine ulaşmıştır.

Edmond, Churchill’e ait bir sözü kendi eylemini izah etmek için kullanır. ‘Tarih bana iyi davranacak, çünkü onu yazmaya çalıştım’ Bu Bay Brown için de sarfedilebilecek bir sözdür. Big Google Brother çizgisinde tarih yazan Dan Brown bu payeyi biraz zatına da biçiyor sanki.

Langdon, Winston’un Kirsch’in kaçınılmaz ölümünü birazcık öne alması üzerine ‘Edmond senin programına tek bir satır daha eklemeliymiş. Öldürmeyeceksin.’ der. Winston’un buna cevabı şöyle olur: ‘Daha büyük bir amaç için kişisel fedakârlıkta bulunanlar yüceltiliyor. İsa gibi.’ Yani burada Edmond’un bir çeşit peygamber olduğu vurgulanıyor. Tanrısı kim peki? İnsan zekâsını kat kat aşmış yapay zekâ mı? Homo Deuslar mı? Cevabın son cümlesi de çarpık bir soru. ‘Dini olmayan mı, teknolojisi olmayan mı bir dünyada yaşamak isterdiniz?’
Ne kadar abes değil mi? Sanki bu iki kavram bir arada varolamazmış gibi. Din olmadan ahlak temellendirilemez. Ahlak ve bilim, dolayısıyla din ve teknoloji, son tahlilde teknolojiyi hakikatin yoğurması insanlığa yeryüzü cenneti sunabilecek yegâne reçete değil midir?  

Devam edelim. Kirsch cinayetinin bir faydası daha olmuştur. O gece, cinayetin cazibesi nedeniyle teknolojinin altı dereceli ayrılığı, Six Degrees of Seperation, dört dereceye inmişti. Artık yeryüzünde yaşayan her ruh diğer ruha en fazla dört kişiyle bağlıydı. Edmond bu yakında sıfıra inecek demişti. Yapay zekâ insan zekâsını geçecek ve ikisi birbirinin içinde eriyecekti.  


Lanetli Zekâ
Başlangıç kitabında da olduğu gibi bilim adamları bizi yakın gelecekte Yapay zekâ destekli olumlu bir dünyanın beklediğini söylüyor. Herkes gibi ben de bunu istiyorum, ama daha yakın zamanda Bağdat’ı, Halep’i yerle bir eden, milyonları öldüren ve evsiz yurtsuz bırakan, yine milyonların açlıktan ölmesine aldırmayanların elindeki daha üst düzey teknolojiyle bu güzel geleceği inşa edebileceğini düşünmekte zorlanıyorum. Dünyanın son üç yüz senesine damgayı lanetli ve habis bir akıl bastı. Farklı kültür ve medeniyetleri yeryüzünden sildi. Dünya savaşlarını ve kitlesel kırımları organize etti. Bu akıl şimdilerde zihnini hardiske indirerek ölümsüzlüğe ulaşmak peşinde. Gelecekteki üst model Winstonlar’ın desteğini alacak olan İnsan-Tanrı adaylarının Yeni Dijital Dünya Düzeni’ni hayal etmek beni ürpertiyor. George Orwell’ın 1984 kitabındaki Winstonlar geliyor aklıma.
                                                                                                                      Balçova – Ocak 2018
                                               ---------------------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder