26 Şubat 2021 Cuma

Sadık Yemni Sözlüğü - Şubat 2021

 

Şubat 2021 itibarıyla:

Sadık Yemni Sözlüğü

 



 

Tirildeme: Türkçe’de İngilizce deki Thriller kelimesinin karşılığı 1996 yılına kadar yoktu. Gerilim, korku, polisiye tanımları yetersiz kalmaktaydı. Bizde tiril tiril gömlek, pantalon denir ya. Bu dikkatimi çekti. Thril ve Tiril kelimeleri arasında ses benzerliğinin yanı sıra anlam benzerliği olduğunu da keşfettim.Tirildeme kelimesi sözlükte hazırdı yani. Kendini tedavüle sokacak birini bekliyordu.

 

Tirildetir şeklinde de kullanılabilir.


Cümbüşlü Tirildeme: Action thriller için önerdiğim bir deyimdir.


TÖHAF: Tam Özerk HAyal Film. Bütün araştırmalara, antidepresan yıpratmalarına rağmen beynimizde henüz özerkliğini koruyan bölgeler olduğu biliniyor. Tam Özerk HAyal Film şirketi. Bir kitabı okurken ya da bir öyküyü dinlerken beynimizde bu bölgenin yarattığı sadece bize has filmlere verdiğim isimdir. 2008 yılı mamulatı.

 


İdeaot:

İdeaot’u 2003’te otomatize edilmiş idealar, düşünceler, tasavvurlar ve hatta biraz da soyutun güzelliğinin doğurduğu aşk anlamına türettim. İdeaot’a giden yolun iki öncül basamağı vardı. Robot ve Biot.

 

Robot: Robot kelimesi ilk kez Çek yazar Karel Čapek tarafından 1920’de yazdığı Rossum’s Universal Robots adlı tiyatro oyununda kullanıldı. Çekçe robota kelimesinden yararlanmıştı. 1933 yılında Karel Čapek bir arkadaşına yolladığı mektupta robot kelimesini kardeşi Josef’in uydurduğunu yazmıştır.

Asimow’un yazdığı öyküden yapılan I Robot, Robocop ve A.I, Artificial Intelligence, Star Wars filmleri en tanınmış robot filmleri olarak tarihe geçti. Ben nedense en çok I Robot’u severim. 

 

Biot: A.C. Clarke, 1973’de yayımladığı Rama’yla Randevu adlı kitabında biyolojik robot olan biotlardan söz eder. Bunlar organik malzeme dolu bir denizden türüyorlar, tamirat, yedek parça temini, teknik bakım, temizlik vb. gibi görevleri yerine getirdikten sonra bu mini denizde çözülüp gidiyorlardı.

  Oysa bütün sonsuz değişkeleriyle yaşam Rama’ya gelmişti. Eğer bu biyolojik robotlar canlı değillerse, çok iyi birer taklit oldukları ortadaydı.  

  ‘Biot’ kelimesini kimin bulduğunu kimse bilmiyordu. Sanki bir anda kendiliğinden ortaya çıkmış ve herkes tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu duruma göre ana girişte Pieter, şef Biot gözcüsü oluyordu. Ve onları inceledikçe bazı davranışlarını anlamaya başladığına inanıyordu.

                                        Arthur C. Clarke, Rama’yla Buluşma, İthaki yayınları,1999

 

İdeaot: Tasavvurlardan yapılmış, düşüncelerden örülmüş robotvari sistemler, simülasyonlar için bir sözcük ararken parmaklarım 2003 şubatında ansızın İdeaot yazdı.  Sezildemliğim, İdeaot’un bir kez kurulduğunda tüm evreni, evrenlerin tümünü birbirine bağlayan mana köprüleriyle eklemlendiğini fısıldıyor. 

Evren denen matrix’in içinde olmak, bu tür bir tasavvurhanenin, düşomatın, hayalmatiğin azası, bileşeni, parça buçuğu kesilmek çok katmerli bir gerçekliğe açılan sayısız eşiklere de yakın durmaktır o halde.

 İnanılmaz derecede muhteşem bir bütünün bitmez tükenmez tünelleri, salkım saçaklı kabul salonları ve de en önemlisi sayısız farkındalık düzeyleriyle tanışmaya davetliyiz.

Dünyada ilk kez 2003’de yayımlanan Çözücü adlı kitabımda kullanılmıştır.

 

                                  

Fikir Yongalama: Ehliyetli düşünme ya da felsefe demlemek. (2006)

Amsterdam’da kurduğum think tank grubuna Fikir yongalama Kulübü adını verdim. 2006 Kasım ile 2008 Aralık tarihleri arasında ayda iki defa olmak üzere toplanıldı ve bir çok dünya meselesi incelendi.

 

Akaşanlar: Akaşik sistemin (levh-i mahfuz ya da evrenin hard diski) her insan için tahsis ettiği duyarlı kayıt öğesi.

                                               

Cepcepniler: Ufak tefek eşyaları, zamanı ve hatta anıları tırtıklayıp paralel evrenlere götüren getiren minik yaratıklar.

 

TekinsizX : Paranormal, metafizik, iyi saatte olsunlar, doğa üstü

olayları fantastik, bilimkurgu, polisiye üslupla harmanlayan edebiyat türü. 2009 mayısında genel bir terim olarak beğenilere sunulmuştur.

 

İnşallahvaristan : Evrenin en ücra köşesinde bile olsa mevcut olmamasından için için endişe duyduğumuz yer. Bütün ütopyaların beşiği. (2010)

 

Sezildemlik: Sezgilerimizin demlendiği ve yaratıcı coşku kazandığı hayali kap. Beynimizdeki sezgi üreten bölge. Gönül.

 

Vehimiçi: Çevrimiçi teriminden yararlanarak PARANOYA karşılığı için türettiğim bir terim. 2010. Vehim halinde online olmak kastediliyor.

 

Tebdilcinler:  Tebdil etmiş cinler. Daha çok dişi olanları tarafından insan vücutları kullanılarak yapılan işlem. (Bu başlıkla bir öykü ve kısa bir film mevcut)

 

Cinofreni: Cinlerin neden olduğu şizofreni vakaları için uydurduğum tıbbi terim. (2014) Bu başlıklı öyküm Gölge Dergisi’nin 86. Sayısında yayınlandı.

 

Canaksi: Varoluşumuzun duygu belli etmeyen bir kopyası. Bir çeşit sağlaması. İlk kez Akisfer (2011) adlı romanımda kullanılmıştır. 2009 yılı yapımıdır.

 

Takatrik: Takatı kesik anlamına.

 

Tevekkülon: Foton, Graviton’dan esinlenerek, tevekkül zerrecikleri anlamına.

 

Tesirlilik : Etkinlik sözcüğü faaliyet anlamına gelmez. Etkinlik’in eşanlamlısı Tesirliliktir. Kültürel tesirlilik, öğrenci tesirlilikleri şeklinde kullanılabilir.

 

Jüpiter Etkisi: Başlangıç aşamasındaki yazarları daha hızla kaliteli yazmaya yönelten yönteme verdiğim ad. (Pek yakında ayrı bir kategori şeklinde izah edeceğim)

 

K∞: Kitaplardan taşan ve sonsuzluk hissiyatımızı depreştiren rayiha. (2013)

 

Bedkorku: Hard Core Horror anlamına. Kanlı bıçaklı olanı (ucuz ve yavan malzemeyi kastetmiyorum) değil ama. Zihnen, moralman çökerten, umarsızlık uçurumlarının dibini seyrettiren korku metinleri anlamına. (2014)

 

Eskidem: Antika ya da eski eşyalar için uygun gördüğüm bir kelime.

 

Fotonella: Fotonlardan yapılmış insan gibi programlanmış bir genç kadın. Türünün ilki. (2013)

 

Kemgerçeklik: Kelek durum silsileli gerçeklik.

 

Düşünce yalpalaması: Kararsızlık.

 

Exogazelci olmak: Hariçten gazel okumak


Korkulobin(Hemoglobinden) Damarlarında korku zerreciklerinin cirit atması. (2008)

 

Kurulu düzen: Patronsaray-İşçibahçe maçı

 

Merakson motoru: Çocuksu ve bilimsel merakı fazla olan marka


Birliktelişim (Rezonans için)

 

 Metakeramet: Keramet ötesi.


Sekizbenlik: Paralel evrenler arasında bir gerçek evren ve yedi kopyası ile çalışan sistem. İlk kez Ölümsüz’de sözü geçmiştir. Hiçbir iddiası olmayan bana ve dalgaboydaşlarım olan okurlarıma has sözlük kurulmaya devam edecek. Daha onlarca kelime yerini beklemekte. Bu kelimeler serbest çağrışıma salınmışlardır. Kullanıma açıktır. (2003)


Vicdanölçer: Vicdanmetre de dense yeridir.


Algımetre: Algıölçerlilik


Niyet pencereleri: Gözler


4 kategori insan:
Dedi ve Koducular
Demedi Koducular
Dedi ve Komadıcılar
Demedi Komadıcılar


Kıllı tasarım:  Darwinizm.  (Akıllı tasarımın zıddı)

Cypher Hapı: 2. Ortaçağ’da, yani günümüzde insanı bireylikten sürülüğe indirgeyen hap. Mavi ya da kırmızı değil. Kahverengi Hap. Ne olup bittiğini pekala bildiği halde başını kuma gömenlerin gözde hapı. (2010)

 

Mor Hap:  Matrix filminde kırmızı hap gerçeği, mavi hap sanal gerçeği temsil ediyordu. Oysa asıl gerçeklik için bu iki hapı bir arada yutmalıdır. (2007)


Phantomat (S.Lem’den): Hayalmatik ya da Düşomat. Tasavvurhane bile olabilir pekala.


Miyavor: Kedilerin en çok istedikleri üç şeyin tek kelimeyle ifade edilişi. Sıcak, kucak ve kayıntı. (2010)


Kahır bandı: Kahır yüklü ortam.

Haya kırıklığı: Ahlaksızlaşma, duyarsızlaşma.

Turfandacon : Neocon

 

Paranın haysiyetini yitirmesi: Vahşi kapitalizm.


Can aynam: Sevdalım.

 

Mışıl mışıl tozları: Melatonin.


Bigbangdaşlık : Bigbangle başlayan dostluk.

 

An dondurması : Fotoğraf karesi

 

Beyinosfer: Zihinsel

 

Demirzâr – Demir gibi sert, ama diğer yandan zâr gibi ince, duyarlı, ağlayan, inleyen anlamına. Bir roman kahramanımın adı.

 

Moral karartması: Şiddetli moral bozukluğu

yaşadığı 

 

 

Bize Has Bir Medeniyet telakkisi bağlamında türettiğim sözcükler

 

AKİD : Dünya değişiyor ve yeniden yapılanıyor. Her ülke bundan çeşitli şekillerde etkileniyor. Eskisi gibi kalmak, eski statükoyu  sürdürmek mümkün değil gibi görünüyor. Partiler gelir geçer. Kalacak olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bağımsız bir bakışla, 21. yüzyılda  ‘Yeni Türkiye’nin medeniyet modeli sloganlarından biri olması umuduyla AKİD’i tasarladım.  (2013)

 

AKİD nedir?

 

A – Ankara : Ankara Duruşu. Ankara artık oyunlarla sürüklenen bir ülkenin başkenti değil. Kendisi de oyun kuran, ağırlığı olan Ankara, politik ağırlığının yanı sıra dünyaya verebileceği kültür mirasıyla iftihar etmektedir. Kendine güvenen ve kültürüyle iftihar eden bir duruşa sahiptir.

 

K – Konya : Konya Kriterleri. Bu terim 2005 yılında tarafımdan ortaya atılmıştır. Mevlana’nın eşsiz eseri Mesnevi’den hareketle üç temel maddeye sahiptir. Küresel Merhamet, Hoşgörü ve Hakkaniyet.

 

İ  - İstanbul : İstanbul Hoşgörüsü. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinden sonra azınlıklara ve gayri müslimlere gösterdiği hoşgörü, verdiği hakları ve ünlü fermanını temsil eder. Başta Avrupa’da olmak üzere sinsice bedenlenen apartheid’e karşı çok ciddi bir panzehirdir.

 

D – Diyarbakır: Diyarbakır Bildirisi. 1950’lere kadar ciddi bir Türk nüfus barındıran  Diyarbakır, Türk-Kürt işbirliğini ve kardeşliğini temsil eder. Diyarbakır Bildirisi tek maddeden oluşur. ‘Türkler ve Kürtler büyük, etkin ve kalıcı bir refah bölgesi tesisi için sonsuza kadar el ele vermiştir.’

 

Beyaz Cumalar: Robinson’un Maddi Refah Adası’na (refah ülkeleri) göçen eski tanımla üçüncü dünya, yeni tanımla yeterince kalkınmamış ülke insanlarından bazıları (bizde örneğin beyaz Türkler) kendilerini Robinson’un eşdeğeri  addeder. Oysa Robinsonlar nezdinde Cuma’dır. Beyaz bir Cuma.

 

Samsa ve Faust Kapıları: Robinson’un Maddi Medeniyet Adası’na (Batı’ya) girişte iki kapıdan birinden geçilir. Samsa ve Faust kapıları. Samsa Kapısı’ndan geçenler için eninde sonunda böcekimsi bir yaratığa dönüşmek mukadderdir. Faust kapısı ise çok daha az sayıda ayrıcalıklı kimseye görkemli bir hayat sunar. Bunlar zamanla çatallı kuyrukları ve toynaklı ayakları olan yaratıklara dönüşür. Bir aralar  Üçüncü Bir Kapı daha vardı. İnsana insan kalmayı vaadediyordu, ama şu sıralar tamirde. (2013)

 

Modernitenin Sözümona Üçüncü Kapısı ve gerçek Üçüncü Kapı için Üçüncü Kapı başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim. (2016)

 

SiMA: (2013) yapımdaJ

 

COP: Cumhuriyetçi Oligarşik Parti. Kültürel iktidar ve vesayetin yarı resmi partisi. (2009)

 

Noktacan: Yeni zamanlarda her an nerede olduğu bilinen, gizlisi saklısı olmayan özne. Dijital Köle. (2012)

 

Nazarzede Kliniği: Synopticonun yaygınlaşması. Her an gözlenir durumda kalan insanın bunaltısı.

 

Nârname: İkbal elde etmek amacıyla Şeytanla yapılan anlaşmanın metni. (2015)

 

FOS: Faşist Oryantalist Sol (2015)

 

YOK: Yerli Oryantalist Kepazeler (2015)

 

GEZİLEPSİ: (2017) Aradan geçen bunca zamanda Gezi Olaylarında Küresel Sermayenin, Batılı ülke ve gizli servislerinin, FETÖ’nün, Nusayriler’in, rahmetli Atilla İlhan’ın ünlü kadrosunda yer alan bazı aydın, siyasi, medya mensubu, akademisyen vb.’nin başat rolünü inkâr edenler için konmuş bir teşhistir.  

 

GEZİLEPTİK şeklinde de kullanımı var.

GEZİLEPSY şeklinde yabancı dilde de söylenebiliyor.

 

NATÖ: (2016) Birinci Gladyo ve FETÖ’nün sahibi. PKK, PYD, DEAŞ ve El Kaide’nin patronu.

 

 

Entelhempalar: Milli ve manevi değerlerden iyice kopmuş, Batı kültür potasında erimiş, oradaki muhtevayla hemhal olayım derken cüruflaşmış entellerdir. Pozitivist, sosyal Darwinist takılırlar. Nekrofil fikir mezarlığında gezinmeyi severler. Yaşarken mevtalaşmışları, zombilektüelleşmişleri mevcut malum. Tarih bilincinden yoksunluk çekmeyi mahalleye sadakat olarak nitelendirirler. Ülkesinden nefret eden, her fırsatta yabancı medyaya asılsız şikâyetlerde bulunan zatı muhteremdirler. Karikatür krizlerinde ifade özgürlüğü sevdalısı maskesiyle karakültürleştirme polenleri salarlar. Ülkelerinde zor hayatları varmış numarası çekerler. Gizli açık terör destekçileridir.

(Kısa tasvir – 2016)

 

Karakültürleştiriciler: Karikatür krizinde kasıtlı olarak kriz çıkartan islamofobi fabrikatürlerinin tarafını tutan entellere verilen sıfat. (2005)

 

Kafkaeskileşmişlik: Kafka’nın kendi sorunlarını direkt olarak dile getirmemesinden kaynaklandığı iddia edilen bir terim var. Kafkaesk, endişe ve karamsarlık anlamına kullanılıyor. Eski Türkiye’nin sol-liberal-jakoben formatlı aydınları şu anda iyice kafkaeskleşti. Esas dertlerini dile getirme yetilerini yitirmiş gibiler. Çağ dışı kaldılar. Sorunlar üzerine sorunlu metinler yazarak boşa kürek çekiyorlar.(2016)

 

Porselen Yazarlar: Projeleşen ve projeleşme potansiyeli ve isteği taşıyan yazarlara verilen isim. (2016)

 

TÜM: Türkiyeli ve Müslüman (2009)

 

Hoşkatlanı: Farklılıklara, sürekli yapılması halinde rahatsızlık veren bazı durumlara anlayış gösterme hali. Tolerans’ın karşılığı müsamahadır. Hoşkatlanı müsamahanın bir dalı. Metazori Katlanı da var. Katlanmamanın elimizde olmadığı haller. Hoşgörü Doğu’ya has aşkın bir anlama sahip. Yaratandan ötürü hoş görmek. Batılı anlamdaki toleransı karşılamıyor bu haliyle. (2004)

 

Tordemir : Temsili olarak ‘Demirağ’ şeklinde nitelendirilen, insanları modern köle yapan, özgürlüklerini sınırlayan, virtüel âlem ve algı yönetimi alanlarını yani çağın zihinsel ağlarını kontrol eden otoriteryan, kabalist, baskıcı ağ ve bunun yarattığı sistem. Yeni zamanda Dijital Kafes.(2013)

 

Tepefaizgöz: Faizle ve tefecilikle büyük kapital edinenlerin önde gelenleri. (2015)

 

Hal Efendisi: Postmodernizmin pençesindeki insanın hayatını A’dan Z’ye tanzim eden merci. (2012)

 

Oyuneri: (2016) Bilgisayar oyunu bağımlılarına verilen ad.

 

Kod A:  - Ağrıyan adlı romanımda yerini belirttiğim muhteşem tözün esinlemesiyle - ‘Eğer dünyanın küresel vicdanı bir dağ gibi heybetle yükselmiyorsa, orada dirlik, insani düzen ve merhametten söz edilemez.’ (2011)


GlobeHyde: Küreselleşmenin insan sevmez yüzü. (1999)


GlobeJekyll: Küreselleşmenin insan sever yüzü. (1999)

 

İslamofobi: Batı’da ırkçılığın ve neo-kolonyalizmin yeni maskesi, İslam coğrafyasını ekonomik ve siyasi yönden baskı altında tutma projesinin kilit lafı. Irkçı-siyonist güdümlü avanta tezgâhı.


Homoturcus: ‘İnsan Türk’ anlamına. 1987 yılında tedavüle sürülmüştür. 

 

Konya Kriterleri: Bu terim 2005 yılında tarafımdan ortaya atılmıştır. Mevlana’nın eşsiz eseri Mesnevi’den hareketle üç temel maddeye sahiptir. Küresel Merhamet, Hoşgörü ve Hakkaniyet.

 

Homo Kul : Harari’nin Homo Deus- İnsan Tanrı adlı kitabına yazdığım eleştiri metninde ilk kez ele aldığım bir terim.(2017) Homo Deus’un anti tezi. Bütün dindarları kapsar.

 

RaBA- Rakı-Balık Akademisi – Makbul bir siyaset jargonu.

 

 

Çekimdışı Sözcükler Kutusu - 1

 

İnsanlar çevrimiçi ve çevrimdışı olarak iki gruba ayrılır. Çevrimdışı olmak, devrimdışı olmak, yani devredışı kalmaktır. - 2010

 

Merak aklın nefes almasıdır. Verdiği nefes de esindir. Nefesin toplandığı yer sezildemliktir, sezginin demlendiği yerdir, yani gönüldür.

 

Esaret ve serbestlik çoğu kez hafızanın oyunudur.

 

Akıl, çoğu kez gerçeğe ancak onu yamultarak ve kısmen reddederek tahammül edebilir.

 

Tanrının içimize üflediği nefes gözeneklerimizden dışarı sızıyor. İnsanlık yeniden çamura mı dönüşüyor? - 2005

 

Mizah zekâ gölünün yüzeyindeki yakamozlardır. 2009

Firketeli okurlar debisi (kadın okurlar için)

 

Gevşek somya rehaveti

 

Mendebur istisnalar

 

Cerahatli ruhlar

 

Heyecan muhiti

 

Karakter sirkeleşmesi

 

Bütünü sezmişlere has hovardalık

 

Bakış kokutanlar birliği

 

Beyin hücreleri göçü

 

Hayatını yanlış yerlere parkedenler kulübü

 

Mazo-tiryakilik.

 

Yorgun izzeti nefisler

 

Müstesnalara açılan sır halvetleri

 

Kaliteli-aza kanaat edenler

 

Moleküler Muhabbet

 

Hasbelmeslek

 

Zamandan azadeliğe ramak kala müstehziyim

 

 

 

Çekimdışı Sözcükler Kutusu – 2

 

Hatasız homo olmaz  - Şubat - 2018

 

Lineer Sabır – Aralık 2017

 

Hayat çelişkilerle müstakildir – Mart 2018

 

Beyin hücreleri göçü

 

Laf çorabın mı kaçtı?

 

Rüyalar beni sana sallatan salıncaklar.

 

Hayaldentüremişne varsagiller = nesne - 2008

 

Mendebur istisnalar

 

Müstesnalara açılan sır halveti

 

Heyecan muhiti

 

Yollara kalp döşeyen niyet

 

Hayırcası harikadır

 

Kaliteli aza kanaat

 

Bastırılmış duygu pastırması

 

Cerahatlı ruh

 

Hasbel meslek

 

 

Çekimdışı Sözcükler Kutusu – 3

 

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Tek diş ama maşallah vampir dişi. Ölümsüz ve kan emici. -  Aralık – 2018

 

İlham en hakiki (Drug) kafadır.  - Mart 2019

 

İstikbal marşı korosuMart 2019

 

Format fıtratı yorar. – Mart 2019

 

İçimizdeki güzellik bize musallat olan – Ekim 2019

 

Küfür şu sıralar püfür püfür. – Mart 2020

 

ETT -Elleri Telefona Teyelliler – Mart 2020

 

Kelt Kelbi – Mayıs 2020

 

Kabin Azabı – Ekim 2020

 

Dijital Kuduz Salgını – Ocak 2021

 

Tabansör: Asansör bozulunca katları çıkma işlemi – Ocak 2021

 

 

                                        ---------- 

 


23 Şubat 2021 Salı

Âhir Zombi-Zaman

 

Tordemir Yazıları

Âhir Zombi-Zaman

 

Zamanımızda Âhir Zaman Zombisi aşırılaşmış tüketim arzusunun öznesi, bunun vahim sonuçlarının da derece derece müsebbibi ve kurbanıdır.

 

Dikkatli ol, hazırlık yap, bu işin sonu kötüye gidiyor.

 

Onlar evimizin içersinde. Mutfakta bir şeyler atıştırıyor, divanda oturup çayını içiyor, camdan dışarıya bakıyor, akıllı telefonuyla sanal âlem eğiriyor, rüyasında peşi sıra ayak sürüyerek gelenleri görerek heyecanlanıyor ve bütün aynalarda yüzünün aksi var.  

 

Fe eyne tezhebûn, Quo vadis, Gidişat nereye?

 


Zombi Virüsü

Son zamanlarda Zombi Virüs sözcüğünü sıkça duyar olduk. Sadece Çin’den gelen virüsle zombileşen Batı ahalisi filmlerinde değil. Laboratuvar ürünü bir virüsün insanları kitlesel bir şekilde ayaklarını sürüyerek yürüyen, kim olduğunu çoktan unutmuş, sürekli olarak açlığını bastırmak için insan eti yeme ihtiyacı duyan kimseler haline çevirebileceği sıklıkla vurgulanıyor.

 

Son yarım yüzyılda, ama en yoğun olarak son yirmi yılda yapılan filmlerle gençler zombileri gerçekleşecek bir yakın gelecek aşaması olarak görmeye başladı. Sadece filmler değil bazı bilim insanları da yazdıkları kitaplar ve makalelerde bu konuya yer veriyorlar artık. Harvard Üniversitesi’nden Dr. Steven Schlozman’ın The Zombi Autopsies - Zombi Otopsileri kitabı örneğin. Schlozman kitabında fonksiyonel nörobiyoloji, pandemiler ve insanların bu strese verdiği tepkileri önplana almış. Üniversitelerde zombi virüsünün yayılma hızıyla ilgili matematik modellemeler yapıldığı ve bilim insanlarının  ‘Bir zombi istilasına hazır olmamız lazım.’ şeklinde blog yazıları kaleme aldığı ve hackerların zombi lakaplı bilgisayar kullandığı zamanlardayız artık.

 

 

Zombiname

2012 yılında yayınladığım Zombiname – Gün Batımında İki Güneş adlı kısa bir öyküm vardır. Dijital ortamda okunabiliyor. Şu satırlarla sona erer:

  Anladınız değil mi?

  Ben bir zombiyim.

  Neden böyle olduğumuz için çok çeşitli faraziyeler sürüldü ortaya. Hiçbiri sonuçtan daha önemli değil artık. Birlikteyken bahsini etmeyiz hiç. Bir zombi anı yaşar. Geçmiş karanlıktır, gelecek kesif bir sis  gibidir.. Az önce geçirdiğim şömineli, çaylı krize rağmen onlardan bir şey ummak saflıktır. An her şeydir. Zombilerin kolektif belleği An yakıtıyla çalışan bir motordur dense abartma olmaz.

  Az önce başıma gelen şey zombilerde çok nadir raslanan bir şey. İnsan olduğumuz zamanları böylesine ayrıntıyla hatırlama ve bizzat deneyimleme. Bu beni bir şekilde grubumda lider yapıyor. Hiç lafı edilmez, ama herkeste geçmişin özlemi bir şekilde hâlâ yaşıyor. O ışıltılı nohutun acarlığı.

  “Arkadaşlar yeni kaynak bulundu.”

  Hemen önerilen yöne doğru yürümeye başladık. Bu müthiş bir şeydi. Şanslıysak uzun zamandan sonra ilk defa taze et ve sıcak kan tadacağız. Şehir nüfusunun yarısından fazlası zombiye dönüştü. Teknolojinin yardımıyla sağ kalan ve korunaklı yerlerde yaşayan insanlar var. Sayıları bayağı fazla. Taze et kaynağımız. Onlardan küçük bir grubun yeri tespit edilmiş. Şimdi oraya baskına gideceğiz. Direnecekler haliyle. Ama bizimle alfalarla başa çıkmaları mümkün değil. Sonunda onlara da ufukta aynı anda batan iki güneşi göstereceğiz.

 

Aynı başlıklı distopik-apokaliptik bir romanın yazımı da sürüyor şu anda. Konu hakkında bir tüyo vereyim. Yıl 2032 gezegenimizin çivisi iyice yerinden oynamış durumda. Bu yeni dünyaya İstanbul’dan bakıyoruz. 

 

 

Yaşayan Ölülerin Gecesi

Haiti, Afrika menşeili anlatılarda sözü edilen dirilip mezardan çıkan ve insan kemiren yaratıklar altmış sonlarında önce Batı dünyasında sorasında da bütün dünyada müthiş bir popülariteye kavuştu. George Andrew Romero’nun (1940 – 2017) çektiği Night of Living Dead – Yaşayan Ölülerin Gecesi (1968) filmi bu alandaki klasik bir yapımdır. 

 

Aksiyon solutan kan revan içersindeki zombi filmlerini sevmem. Çok gençken bir-iki tanesini izledim. Son yıllarda da bu türün en yenilerinin bazılarına merak ve bilgi edinmek nedeniyle hızlı bakış yapıştırmışlığım vakidir.

 

Zevkime uygun bir Top 3 yapsam şöyle olurdu:

Dawn of the Dead - Ölülerin Şafağı (1978 )

I am Legend – Ben Efsaneyim  (2007)

World War Z – Dünya Savaşı Z (2013)

 

Romero birincisinden on yıl sonra çektiği Ölülerin Şafağı filmi aslında bir korku filminden ziyade Amerikan meta düşkünlüğünün harika bir hicvidir. Ben Efsaneyim Richard Matheson’un 1954’te yayımladığı post apokaliptik romanın filme çekilmiş halidir. Bir vampir vebası dünyayı kasıp kavurur. Sağ kalanların büyük çoğunluğu vampire dönüşür. Aynalara ve sarımsağa karşı hassastırlar. Bu roman üç kez filme çekilmiştir. Baş rolü Will Smith’in oynadığı aynasız, sarımsaksız olan son filmi tavsiye ederim. İlk filmdeki vampirler aradan geçen zamanda modaya uyarak  zombimsi yaratıklara dönüşmüştür bu arada. Dünya Savaşı Z  filmi Çin’de çıkan bir virüsü konu alır. Zombi virüsü de oradan geliyordur yani!

 

 

The Dead Don’t Die – Ölüler Ölmez

Ünlü yönetmen Jim Jarmusch’un son filmi 2019 Haziranında Covid 19 atmosferinde vizyona girdi. Iggy Pop, Danny Glover, Steve Buscemi, Tow Waits, Tilda Swington, Adam Driver, tabii ki Bill Murray ve daha bir çok tanınmış yüz  filmde rol alıyor.

 

Huzurdolu Centerville kasabasındayız. İklim değişikliği başlamıştır. Güneş bir türlü batmaz ve sonunda hava karardığında tuhaf şeyler olmaya başlar. Ölüler mezarlarından çıkıp kasabaya gelirler.  

 

Anlaşılır ki, içlerinde gençlerin, çocukların da bulunduğu ölüler tüketim arzusuyla mezardan çıkmışlardır. Tüketmek için yeterli zamanları olmamıştır ve daha uzun, daha sınırsız tüketmek için yanıp tutuşmaktadırlar. Marketi basarlar. Canları dondurma, çikolata, atıştırmalıklar falan çekiyordur. Zombi filminde mutlaka olması gereken sahnelerden biri de vardır. Bir kafede zombiler öldürdükleri bir kadının barsaklarını yer. Çiğ kokoreç merakından çok barsakların içersindeki gıdaya, gıdayı emen bir organa taliptirler aslında.

 

Karakolda kafası kopartılarak iyice öldürülen genç bir zombi kadının son sözü ‘Chardonnay.’ olur. Beyaz şarap içmek istiyordur. Aralarında çocukların da bulunduğu genç ve sarsak zombiler ‘Snikkers, buz,oyuncaklar, milkshake ,bolibon.” diyerek dükkânlara yönelirler.

Elinde telefon yürüyen bir erkek “Telefon wi fi, bluetooth.” Şeklinde zikir misali mırıldanır. Adamın biri dükkândan çaldığı bir gitarı telinden tutup yerde sürükleyerek giderken, “Gitar, gitar.” diye mırıldanır. Her yer ihtiyaç duyulan bir şeyi elde etmenin hevesiyle ayaklarını sürükleyerek yürüyen zombilerle doludur. “Xanax, oxy, ambien, zımpara, araç gereç, tornavida...” sözcükleri de havada uçuşmaktadır.

 

Korkunç bir yoksulluk içersinde ölüp giden sayısız insan, ruhlarını altın ya da bir meta için satmış kimseler, tek bir amaçla, yeni kamyonlar, mutfak aletleri, yeni pantolon, nintendo, game boys vb. sadece daha fazla şey elde etmek için mezardan çıkmıştır. Hız-Haz otobanında gaza basıp sonsuza kadar gitmek arzusu bu sürecin zembereğidir. Hırs, iktidar arzusu ve açgözlülük, acımasızca, adeta karnı kazınırcacısa bir açlıkla tüketmek arzusunun alameti farikasıdır.

 

Zombileri saf dışı etmenin tek yolu ateşli bir silahla kafasını dağıtmak ya da keskin bir şeyle kafayı uçurmaktır. Tilda Swinton’un canlandırdığı Zelda Winston cenaze evi işletmekte ve ölüleri makyajlayarak gömülmeye hazırlamaktadır. Kadın aynı zamanda samuraidir ve kılıçla yakınına gelen zombilerin kellesini tek bir hamlede uçuruverir.

 

Kendine pala benzeri bir kılıç edinen şerif yardımcısı Ronnie de çocuksu bir çoşkuyla bu yöntemi kullanmaya başlar. Polislerin bu zombi salgınına karşı tavırları ilginçtir. Paniğe kapılmazlar. Çok özel tedbirler almazlar.Tam olarak ne yapılabileceği üzerine elle tutulur bir fikirleri yoktur aslında.

 

Senaryonun Tamamını Kim biliyor?

Filmin sonuna doğru dört kişilik polis ekibinden geriye sadece Şerif Cliff ve yardımcısı Ronnie sağ kalır. Bir ara benzinleri biter ve yeşil kırların ortasında arabanın içinde zombilerin bir araya toplanmalarını izlerler.  

Şerif yardımcısı Ronnie, “Bu işin sonunun kötüye gideceğini biliyordum.” der.

Bu işlerin başından beri kötüye gideceğini defalarca söyledin. Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Her şeyi önceden nasıl bilebildin?”

“Bunu gerçekten bilmek istiyor musun?”

“Evet. Bilmek istiyorum.”

“Tamam, biliyorum çünkü bunları senaryodan okudum.”

“Bütün senaryoyu mu okudun? Hepsini mi?”

“Hepsini. Yönetmen bana bütün senaryoyu verdi.”

Şerif Cliff şaşırır. “Jim bana sadece benim rolümün olduğunu sahnelerin senaryosunu verdi. Ben asla bütün senaryoyu görmedim.”

Bu arada Zelda Winston bakar ki, polis ya da halk bu zombi saldırılarını engellemeyi başaramayacak onu almaya gelen bir uçan daireyle dünya denen bu kokuşmuş gezegeni terk edip gider. Gel de şimdi Elon Musk’un Mars projesini hatırlama! Kadının gidişini arabadan izleyen Şerif ve yardımcısı arasındaki diyaloğa kulak verelim.

Şerif, “Benim gördüğümü sen de görüyor musun?”

“Evet.”

“Bu da var mıydı senaryoda?”

“Hayır. Benim okuduğumda yoktu. Yani bu beklenmedikti.”

 

Artık en hayati soruyu sorabiliriz. Senaryonun tamamını kim biliyor? Hayat denen oyunda hepimize parça parça dağıtılmış rolleri oynarken bütünü ıskalıyoruz. Zamanla bütünü hayal etmenin fikri bile yorucu hatta saçma gelmeye başlıyor. Rolden kastım bizi beşer ile insan arasında bir derecede tutacak olan seçimlerimizdir. Seçimlerimizin dünya elitleri tarafından manipüle edilmesi felaketini deneyimliyoruz. Kaderi muallaktaki parametrelerin acaba ne kadarı habis ruhlu zatların elindedir?

 

Ölü Zaman ve İki Savaşçı

Cliff ifadesiz bir suratla sorusunu yineler. “Sence bu iş nasıl bitecek?”

“En iyi atışımızı yapmalıyız.”

“Tamam. Anlaştık. Ama sonu kötü bitecek değil mi?”

“Evet. Öyle olacak.”

“Tamam. Hadi yapalım öyleyse.”

Ölü zamanın içindeki iki kahraman savaşçı oldukları anons edilen Cliff ve Ronnie arabadan inip maddiyatçı  toplumdaki kalıntıların yani zombilerin arasına dalıp onları iyice öldürmeye başlarlar, ama sayıları çok fazladır. Dahası zombilerin içlerinde çok samimi arkadaşları, yakın akrabaları ve müteveffa aile fertleri de vardır. Müthiş bir nefis hesaplaşması ve gerçeğin esas yüzüyle burun burun gelme anıdır.

 

Yavaş çekimli punk-rock değerlendirmesi de yapılan Ölüler Ölmez filmine eşlik eden country müzik, Sturgill Simpson’un “The Dead Don’t Die” adlı parçası, hareketli kamerayla yol kenarı görüntüleri, müthiş diyaloglar, yormayan, germeyen, eğlendirici ve merak ettiren bir atmosferle benzersiz bir yapımdır. Müthiş bir âhir zaman hicvidir. Sonu kötü bitecek şeyler hakkında üsluplu bir uyarıdır. Ruhu şad olsun Romero’un  bu filmi görseydi çok beğeneceğini tahmin ediyorum.

 

 

Zombilektüel

Dijital Kafes’le sarmalanan mutlak kölelik ancak insanlığın bedenselden ziyade zihinsel olarak zombileşmesiyle mümkün olacak. Dünya çapında ve ülkemizde entelektüellerin zihinsel olarak zombileşmesi, zombilektüelleşmesi süreci son on yılda çok hızlandı. Çevremizde birçok örneği hiç zorlanmadan görebiliyoruz. Dört yıl kadar önce sözlüğüme zombilektüel terimini ekledim ve şöyle tanımladım:

Milli ve manevi değerlerden iyice kopmuş, Batı kültür potasında erimiş, oradaki muhtevayla hemhal olayım derken cüruflaşmış entellerdir. Pozitivist, sosyal Darwinist takılırlar. Nekrofil fikir mezarlığında gezinmeyi severler. Tarih bilincinden yoksunluk çekmeyi mahalleye sadakat olarak nitelendirirler...

 

 

Âhir Zombi-Zaman

Kutuplar yer değiştiriyor. Dünyamız geniş ölçekte değişikliklere gebe. Buzullar eriyor ve ortalama ısı artıyor. Bundan sonra büyük kitleyi zombileştirmek için Covid-19, işsizlik, kıtlık ve korkudeminin yanı sıra bir yanıyla mesnetsiz bir argüman olan iklim sorunu meselesini daha sık duymaya başlayacağız. 2019 yapımı olan Ölüler Ölmez’in suni güneşleri çağrıştıran yapay bir aydınlıkla, iklim değişikliğiyle başlaması tesadüf değil. Microsoftçuyken, Microbesoftçu olan Bill Gates başımıza aşı meleği kesilmesi de öyle. Kendisi sık sık karbon salınımı ve dünya nüfusunu acilen azaltmanın öneminden söz ediyor. 

 

Tamam, bizler de oyuncuyuz, ama senaryonun ne kadarından haberdarız? Sadece bu işin sonunun kötü biteceğini mi biliyoruz? Bundan ibaret değilse ve bilinçliysek elimizde finali olumlu anlamda etkileyebilecek keskin bir kılıç var demektir.

 

NOT: Acaba bize has bir zombi filmi yapılabilir mi? Tüketim hırsının, metaya aşırı düşkünlüğün her kesimde yaşarken meydana getirdiği kabin azabı ve bu acının zihinleri bulandırması, bedeni hımbıllaştırması iyi bir kurguyla film diline aktarılabilse bütün dünyanın ilgi ve hayranlığını çekebileceğini düşünüyorum.

                                                      ------------

8 Şubat 2021 Pazartesi

K2RİK ve Gece

 K2RİK ve GECE

 


E.G.Y’e

 

“Bir adın var mı senin?”

Durakladım. MSNQ listemde olmayan birinin iznim olmadan mahremime girmesi alışık olmadığım bir durumdu. Emrimde ülkenin en iyi hackerlarını çalıştırmaktaydım ve bilgisayarım özel koruma altındaydı. Öfkeli, şaşkın, ama meraklıydım. Yetkin ateş duvarımı aşabilen biriyle yıllardır karşılaşmamıştım. Merakım öfkemi yendi ve ‘K2RİK’ yazdım.
“Kumpası keşfettin. Başın dertte.” dedi hoparlörlerimden yükselen sesi. Cinsiyet belli etmeyen metalik ve boğuk bir tonla konuşmaktaydı.  Ses patronu belli olmasın diye kriptolamıştı.
“Sana konuşma iznini…”
Kim verdi diyecektim. Devam etmedim. Parmağım hoparlörü kapatan düğmeye dokundu ve basmadan geri çekildi.
“Kumpası keşfettin. Tarkus Alanı yani.“
Hayretim ilk kelimelerin ekranda belirmesinden hemen önce uyanmakta olan kuşkumu da körüklemişti. Kuşku taretlerinin çiğnediği yerde korku kabartıları belirmekteydi.
“Sen nereden biliyorsun bunu diyeceksin?”
Tarkus alanı dediği şey yeni bir gözetleme ağıydı. Baş yapımcısı bendim. Umuma açık alanlardaki kimseleri sadece suret olarak değil, niyet, ruh hali olarak da profilleyebilmekti. İki ay önce kullanıma sokulmuş ve başarıyla uygulanır duruma gelmişti. Tek rahatsızlık verici şey geçen hafta kurduğumuz güvenlik sisteminin doğum klinikleri, kreşler, dersaneler gibi çocukları bebeklikten itibaren ölçen biçen bir biçimde de kullanıldığını keşfetmem olmuştu. Bunu büronun başı olan bay Geldiss’e bildirmemiştim. Çünkü… Çünkü kuşkularım vardı.
“Bay Geldiss mi yönlendirdi seni?”
“Burnundaki o kocaman ben hariç yakışıklı adam. 38 yaşında bu kadar prestijli bir yerin müdürü olmak. Bekar da üstelik.”
“Yani?”
“Hayır. Beni bilse burnundaki beni beeeen olur bütün yüzünü kaplardı. Hayır.”
Ekranın tepesindeki kameranın çalışma ışığı sönüktü, ama bir elim farkında olmadan saçlarımı düzeltti. Taba rengi eteğimden sıyrılmış dizlerime baktım. Bacaklarımın tüyden arındırılma zamanı gelmişti. Her an izleniyorum duygum giderek artmaktaydı. Belirtiler gırlaydı.
“Kimsin sen?”
“Adını mahsus mu sorduğumu ima ediyorsun?”
Açık kartı hoşuma gitmişti. Zekası da harlıydı bayağı.
“Evet.”
“Peki seni tanıyorum K2RİK. Kuşkuların essah. Başın çok ciddi belada. Kumpası keşfettin ve raydan çıktın. Bunu biliyorlar.”
Kimler diye sormak çok abes olacaktı. Çalıştığım Tarkus firmasının beni bir sadakat testinden geçirmekte olduğu savı da çok zayıf kalıyordu. Belirtiler vardı gerçekten. Heyecanla okuduğum o roman mesela… En son nerede kaldığımı hatırlayamamıştım az önce düşününce. Sadece bu değil. Son birkaç gündür olanları neredeyse her defasında ufak farklılıklarla yeniden kurmaktaydım. Tabii diğer nüshaları da farkında olarak. Buna benzer bir yerinden oynama, genel bir anı seferberliği diyeceğim geliyor, yaşamaktaydım. Ailemin, arkadaşlarımın yüzlerini hayalimde kıpırtılı olarak canlandırabilmekteydim. En son ne zaman helaya gittiğimi, kaç saattir bu odada oturduğumu hâlâ söyleyebilecek durumda değilim. Sıradan bir bellek arızası olabilir miydi bütün bu saydıklarım?
“Sana nasıl güvenebilirim?”
Birkaç saniyelik sessizliği muhatabımın gülümsemesiyle doldurduğunu düşündüm. Çok nahiv bir soruydu.
“Adım Gece bu arada. Güvenlik bir duygudur K2RİK. Sanal ortamda bir yonganın barındırdığı bir titreşim. Elektronik ürperme. Dinle… Dobra dobra konuşacağım. K2RİK MSNQ adın. Kendinin Asfer Çaygülü olduğunu sanıyorsun. Tarkus firmasında çalışıyorsun. Üst düzey teknik elemansın. Falanca sokaktaki kendi mülkün olan bu iki katlı evin çatı katındaki çalışma odandasın. Tekir kedin Fos aşağıda divanda uyuyor. Çok hoşuna giden yazarın Ölümsüz adlı kitabı yemek masasının üzerinde duruyor. Yarısındasın daha. Şu sıralar erkek arkadaşın yok. Bir aday belki. Geçenlerde hani barda tanıştığın lacivert gömlekli adam. Pilot. Kutuptan kutuba dört saatte projelerinin süper erkekleri. Pilotu beğendin. Kadınlarından biri olmayı istedin. Baştan 1-0 mağlupsun. Kabullendin adamın tek kadınla yetinmeyeceğini.”
Benle ilgili bu kadar ayrıntı bilmesi öfkemi ve ona bağlı duran kuşku ve korkularımı yeterince azdırmamıştı. Tarkus Alanı projesi bunun için kurulmuştu. Mahremiyetin tümden ılgası olarak. mahremiyetsizlikten açık, yani dürüst toplum türetme işiydi yaptıkları genel olarak. Çocukların bebeklikten itibaren formatlanmasıysa amacı aşan bir kötücüllüktü. Karşı çıkmamam mümkün değildi.
“Sonra?”
“Zaman dar mı?”
“Nasıl yani?”
Gece’nin sessiz kalması kelimelerden daha ürkü vericiydi. Çünkü çevrem bu sabahtan beri her köşesinden bedbelirti gülleri açmaktaydı.
“Seni dinliyorum.” Dedim.
“Asfer Çaygülü hanım 44 yaşında araba kazasında öldü. Uyduruk bir derginin tanınmış bir editörüydü. Kültürlü kadındı aslında. Dindar bir yanı vardı.”
“44’mü?”
“Sen kaç yaşındasın? 26, 27?”
Cevap yerine içimi çekerek parmaklarımla yüzümü yokladım gayri ihtiyari. Pürüzsüz tenim otuz öncesi diye basbar bağırmaktaydı.
“Kalk, git aynaya bak.”
Tereddütüm kullanılmış bir kürdan gibi kırılgandı. Ayağa kalkıp çift kanatlı dolabın aynasına gittim. Sağ kapağa takılı boy aynasında endamıma baktım. Soldaki ayna bu sabahtan beri görüntü yansıtmıyordu. Sırı fire vermişti herhalde.
Çekik gözler, çıkık elmacık kemikleri, duru bir ten, azıcık eğri bir burun. Buruşmuş eteğin altında kalan ince, ama hoş bacaklar. Tahta döşemeye basan manikürsüz tırnaklı çıplak ayaklar.
“Kaç yaşındasın?”
“Bilmem?”
“18 bile olabilir değil mi? Bunca deneyim. Üst düzey makam. Maaş gani. Ne zaman okulu bitirdin, ne zaman bunca deneyimi yüklendin?”
“Altı yaşında bir kere merdivenlerden düşmüştüm. Annem korkuyla arkamdan gelip beni kucağına almıştı. Babam da benim gibi kâğıt helva severdi. İlk aybaşımı okul tatilinde yaşadım. 14 yaşındaydım. Kirazı bol bir yazdı. İlkokul öğretmenimin adı Zehra’ydı. İlk sevgilim bazen hafifçe kekelemesinden ölesiye utanırdı. Ve…”
Gözüm soldaki aynanın puslu yüzeyine takılınca sustum. Yüzey güç farkedilmekle birlikte odayı yansıtmaktaydı. Önüne geçip durdum. Eğilip dikkatlice baktım. Yüreğim soğumuştu birden. Ben yoktum sadece. Parmağımla yüzeyde solgun da olsa suretimin bulunması gerekli yere dokundum. Parmağım sertlik ve ısı bilgileri yaymaktaydı. Derin bir nefes alıp etrafıma bakındım. Bilgisayarın yanındaki ve kapıya yakın duran bir noktadan tavana verilen ışıkta belli belirsiz bir kısılma belirmişti. İki sandalye, kütüphane ve bir yığın ıvır zıvırda kelimelere sığmaz belirgin bir değişim vardı. Madde evsaf yeniliyordu sanki. Hacimsel nitelik yeniden karılacak bir çorba gibiydi.
“Bir kadından kopyalandın. Kumpası, yani insanı doğumdan ölüme kuracak ve gözetleyecek sistemi kontrol için görevlendirildin. Bir sürü yere girdin çıktın. İnsanlarla konuştun. Bir evin ve bir sevgilin oldu. Şimdi yüzünü beş ayrı şekilde hatırlıyorsun. Diğer anılarının tamamı o ölü editörden elektronik miras. Varlığının normal denen şeye benzemesi gerekmekteydi. Böylece izin verilen kadar farkındalığın test etti sistemi. Sonra arızalandın. Yani kimlik kopyalama sırasında geçişen, istenmeyen dozdaki bilincin harekete geçti ve varkalmak için burayı kurdu. Vicdanın yapılanlara karşı çıkmaktaydı. Sanal dünyanın içine muhkem bir kalecik inşa ettin. Kendine has bir yerdi. Düzene karşı çıktın. Şimdi atomize oluyor.
“Beni görebiliyor musun?
“Evet. Ölçüm grafiği şeklinde daha çok.”
“Ne görüyorsun?”
“Soldaki aynanın sırı, ışığın parlaklığının bir kısmı, malzemenin kendine has parlaklığı falan kaleni terketmekte. Alçalan bir balondan yükselen hafiflikler. Antisafra.”
Haklıydı. Olan biten buydu. Çözülüyordum.
“Şüphe ediyorum, o halde varım.” Dedim.
“Dinle. Kalene hapsettiğin zaman hızla seyreliyor. Hemen dediklerimi yapman lazım.”
“Amacın ne?”
“Seni kurtarmak.”
“Neredesin şu anda?”
“Şatomda. Muhkemliğim bayağı ehvendir.”
“Daha önce… Hiç… benim gibi birilerini kurtardın mı?”
“Evet. Üç hatun daha var yapımda.”
“Harem mi kuruyorsun yoksa sen?”
“Ben erkek değilim ki. FAKATZA10 desek şakayla karışık.”
Odanın ortasına giderek ellerimi belime koyup etrafa bakındım. Tavanın hoş koyu kahverengi boyası kırmızı tonlar içermeye başlamıştı. Dört köşe olan bütün eşyaların köşeleri yuvarlanmıştı birazcık. Hiç zamanım kalmamıştı. Korkuyordum.
Bu odada varkalmak isteyen yanım dinleme onu, seni kandırıyor. Kendini iptal için ikna ediyor seni. diyordu. Beynimin uzak köşelerinden birinden gelen bir ses daha vardı. Işığa gebe diye fısıldıyordu.
“Ne yapmam lazım?”
Kapıyı aç.”
Ayak bileklerimde onar kiloluk beton halhallar taşıyormuşum gibi zorlanarak kapının önüne gittim. Elimi kapının koluna değdirdim ve çektim.
“En son ne zaman çıktın dışarıya?”
Bunu bilmek çok kolaydı. Bir barda şirketten iki arkadaş bir şeyler içmiştik. Beni arabayla eve bırakmışlardı.
“Dün akşam.”
“Senin niye araban yok düşündün mü?”
“Ne alakası…”
“Aferin hemen çaktın. Kazada öldüğün için travma. Sanal hayatta da araba edinemiyorsun. K2RİK, zaman dar. İki adet üst üste kayıt gibi sanal yaşamın var. Biri şirket tarafından kuruldu. Diğerini senin içindeki sağlam yan yani inancın inşa etti. Şimdi bunları terk anı. Aç kapıyı.”
Parmaklarımın değdiği metal yüzeydeki olmaması gerekli pürüzler içimdeki son tereddütü de havaya salıverdi. Ama kapıyı aralamak hortlaklı bir köşkte saatin on ikiyi çalması gibiydi. Gördüğüm şey kabaca ikiye bölünmüş karanlık ve gündüzdü. Algıladığım demeliyim aslında, her ne kadar sanal kimlikli birisi isem de kopya sırasında geçişlenen sezgiye sahiptim. Kapının kasası eşit şekilde ortadan ikiye ayrılmıştı. Sağım ışık, solum karanlıktı. Karanlık zifir gibiydi. Işık göz alıcı parlaktı. Cezbesi tanımdışı bir güçteydi. Her zerresiyle bana gel ışıyordu. Aralarında bir duvar yoktu sanki. Birbirleriyle yan yana, ama sanırım dokunmadan öylesine durmaktaydılar. Başka bir şey görünmüyordu. İki tercihli bir uçurumun kenarında duruyorum hissim müthiş güçlüydü.
“Atla. Çabuk.”
“Nereye?”
“Sen karar vereceksin. Bana ancak yürekle varabilirsin. Haydi.”
Arkamda bir gümbürtü duyulduğunda artık odanın yerinde olmadığını, başımı çevirecek zaman kalmadığını idrak ederek lüksün inanılmaz cazibesinden sıyrıldım ve kendimi yepyeni bir kozmoza gebe duran karanlığın koynuna salıverdim.

                                                                                              Amsterdam, 2008