Son
Bilet
Geldiler… Zihnimizin
en ücra yerinden çıkıp geldiler ve bizi bitirdiler. Tek kelimeyle yokettiler.
Stüdyolarımızın yüz yıllık emeğini birkaç haftada sıfıra indirgediler. Tanrım!
Bu bir düş olsa da, tepetaklak yere yuvarlansam ve eski gerçekliğimize uyansam.
Bir dakikalığına olsa bile.
Stanley Richard Loyd Kubrick – 2020 Los
Angeles
“MGM,
Lionsgate, Paramount, Unitedartists bunların hepsi Roma devrinden kalma isimler
gibi geliyor, ama büyük film felaketinin üstünden sadece 11 yıl geçti. Kim o
sırada üç yaşından büyüktü?”
Kırk iki kişilik öğrenci grubundan kimsenin eli kalkmadı. Murat Gürsarı
eliyle İki tarafı ağaçlıklı yolun bitimindeki kocaman parlak harflerle
Universal Studios yazılı kapıyı işaret etti. “2008 yılında büyük bir yangın
felaketiyle yokolan stüdyonun yenisi ve çok daha muhteşemi inşa edilmişti. Ömrü
kısa oldu. Gezegen çaplı büyük bir felaket film endüstrisine kökten darbe
indirdi. Şu gördüğünüz şaşaalı giriş bu yıkımın sembolü olarak tarihe
geçmiştir.”
“Dünyadışı
zeka müdahalesi neden kabul görmüyor öğretmenim.”
Murat Gürsarı iri ela gözlü, kumral çocuğa bakarak gülümsedi ve “Bu bize
has bir romantizm.” Dedi. Bütün bilimsel kanıtlar ortada. Halis muhlis dünyalı
bir sorun.”
Yüzlerindeki hayalkırıklığı ya da inkâr çizgilerinden anlaşıldığına göre
grubun içinde exobiyoloji taraftarları bayağı fazlaydı.
“Şimdi ana kapıya doğru yürüyeceğiz. Normal
davranın. Kendi aranızda konuşabilirsiniz. İçinizde korkanlar varsa bizi burada
bekleyebilir. İçeriye gönüllü olarak girilecek daha önce konuştuğumuz gibi.
Yarım saat kalıp çıkacağız. Anlaşıldı mı?”
Yekpare sessizlik ve hiç kimsenin çürüğe ayrılmaması çok olumlu bir
işaretti. Murat’ın kalbinde titrek bir umut ışığı yanmıştı. Başlangıç azmini
fazla abartmaktan korkuyordu. “Haydi.” Dedi.
Grup iri metalik harflere doğru yürümeye başladı. Taktik icabı
tepelerinde onları gözetleyen helikopterler, çevrede konuşlanmış polis
arabaları yoktu. Üzerlerinde alıcı, telefon, mini kamera benzeri bir elektronik
ekipman da mevcut değildi. Daha önceki denemelerden ders alınmıştı. Downloaders
Packman’i, kısa adıyla Dopamm’ı
bu yöntemlerle faka bastırmanın mümkün
olmadığı kesinlikle anlaşılmıştı.
“Dopamm’ı görecek miyiz?”
Murat sağ yanında yürüyen adaşı kumral çocuğa gülümsedi. “Sanırım. Bunun
için buradayız öyle değil mi?”
Çocuğun gözlerindeki ince tabakalı korku plakasının ardında yanan merak
ve karşı çıkış parıltısını görmek içindeki umudu yeşertmekteydi. Belki bu defa
bir öncekinden daha iyi bir sonuç alabileceklerdi. 42 adet yüksek yetenekli
çocuğu dört yıldır eğitmekteydiler. Bütün dünyada film endüstrisini tekrar
canlandırabilmek için üç bin kadar üstün yetenekli çocuk eğitilmişti. Murat
burada Türkiye adına bulunmaktaydı.
Bugünün ilk ekibiydiler. Öğleden sonra Japonya, akşam da Bulgaristan’dan
gelen ekiple test yapılacaktı.
Dopamm 2012 yılının 14 aralığında dünya internet şebekesine sokulmuş çok
gelişkin bir elektronik virüsün adıydı. Kaçak olarak film indirenleri
etkisizleştirmek için imal edilmişti. Daha önce bu eylemi sıfırlamak için
alınan bütün önlemler başarısız olunca, film şirketleri ortaklaşa bir kararla
Dopamm’ı kullanmaya karar vermişlerdi.
Bundan
önce bazı filmlerin içine gizlenen harddiski silen virüsler hekırlar tarafından
kolaylıkla tesirsiz hale getirilmişti. IP adreslerini saptayıp kullanıcılar
için kanuni işlem başlatma eylemi, hızla piyasaya sürülen sahte İnternet
Protokol numaraları yüzünden başarısız olmuştu. Bedava film indirdiğini
söyleyenleri işten atma, para cezası kesme cinsinden yaptırımlar işsiz güçsüz
öğrencileri ve gözüpek film indiricileri durdurabilecek çapta girişimler
olamamıştı. Piyasaya sahte IP numaraları süren, caydırıcı virüsleri bloke eden
birkaç ünlü hekır şüpheli kazalara kurban gidince geniş çaplı bir protesto
başgöstermişti. Bir çok ülkede youtube ve google erişimleri aylarca
yasaklanmıştı. Çevreciler, yeni düzenden memnun olmayanlar, işsizler, sosyal
güvenceden yoksunlar ve dünya çapında her şeyi yıkacak yerle bir edecek
Marduk’un gelmemesinden ötürü hayalkırıklığına uğrayanların da desteklediği
kampanyalarla küresel çapta bir direncin ilk belirtileri çıkmıştı ortaya.
Sokaklarda polislerle çatışmalar bile başgöstermişti. Polisin şiddete
başvurması ilk olarak sinema salonlarını vurmuştu. Bu olayları takibeden sürede
sinema izleyicisi yüzde 34 azalmıştı. Bu medyaya yansıyan rakamdı. Esas durum
yüzde ellilerle ifade edilmekteydi. Direnç en yeni dünya düzenini tehdit eder
hale gelmeye başlayınca
film şirketleri yelkenleri suya indirmiş ve
serbest film indirme dönemi geri gelmişti. Bu geçici bir barış ortamıydı.
Dopamm gezegen çapında şaha kalkmış asi ruhu çökertmeye hazır beklemekteydi.
Geriye sayım başlamıştı.
Dopamm’ın etkisi planlandığı gibi yavaş, ama köktenbitirici oldu. İlk
kurbanlar yeni virüsü bloke etmeye çalışan hekırlardı. Downloaders Packman, nöroiletken
ve hormon olan dopaminin etkisine benzer bir etki yaptığından kısa zamanda
Dopamm adıyla anılmaya başlamıştı. Dopamm film indirenlere izledikleri film
aracılığıyla etki yapmaktaydı. Aslında dizayn edilmiş bir seri elekromanyetik
şoktan ibaretti. Beyin bunu algılıyor ve dopamin salgısı etkileniyordu.
Bilgisayarlarda yakından izlenen filmler efekti artırmaktaydı. Dopamin salgısı
kiminde azalıyor, kiminde aşırı çoğalıyordu. Hormon derecesi azalanlarda yaşını
bakmadan yaşlılık belirtisi olan bilişsel kavrama eksikliği ve parkinson
hastalığı yaratıyordu. Artış halinde ise şizofreni ve hiperaktiflik sorunu
yaşanıyordu.
Genç yaşta çeşitli yaşlılık sorunlarıyla hastalıklarla boğuşanlar, ağır
şizofreni hastalığına yakalananlar ve hiper aktiflik nedeniyle rayından
çıkanlar ilk iki yılda film indirenlerin yüzde 14’üydü ki, dünya çapında ele
alındığında inanılmaz büyük bir felaketti. 14 ile 20 yaşı arasındaki İntiharlar
yüzde 30 artmıştı. Daha kötüsü hastalık saçan filmleri izlemeyi kesenlerde
rahatsızlık sonlanmıyordu. Virüs bir kez beyni etkileyince ne yaparsan yap işe
yaramıyordu. Aileler çaresizdi. Hastahaneler genç hastalarına yardım
edememekteydiler. Yaşlı dünyamızın son yüzyılda gördüğü en büyük salgındı. Film
şirketlerini mahkum etmek için açılan sayısız dava delil yetersizliği nedeniyle
bir sonuç vermemekteydi. Amerika’da ünlü aktörlere, yönetmen ve yapımcılara
girişilen suikastler devri başlamıştı. Bu nedenle ABD’nin bir çok eyaletinde
sıkıyönetim ilan edilmişti. Tam o sıralarda dini bütün kimselerin takdiri ilahi
dedikleri şey gerçekleşti. Dopamm mutantlaştı, kendini hızla değiştirdi ve
airborn, yani varlığını havada da sürdürebilir hale geldi. Bunun sonucu
tahminleri çok aşan bir yıkıma neden oldu. Bumerang efekti şeklinde Dopamm
imalatçılarına yöneldi.
Beyinleri etkileyen dizayn edilmiş elektromanyetik şoklar demeti olan
Dopamm hızla kendini çoğalttı ve kendini yapıbozuma uğratacak mikrodalgasal
hücumlara karşı direnç inşa etti. Özerkleşti. Filmlerde doğduğu, serpildiği ve
onu izleyenlere etki yaptığı için bir çeşit annesi gibi gördüğü her çeşit film kaydını
ikamet adresi olarak belirledi. Kısa bir zaman içinde dünyada ne kadar video,
film şeridi, CD, DVD ve harddisk varsa işgal etti. Bloglar, siteler, youtube
vb. de işgalden nasibini almıştı. Dopamm sırf işgal etmekle kalmamış ve yeni evini
dekore etmeye de başlamıştı. Mevcut sahnelere, diyaloglara, aktörlerin
giysilerinden, sokak kaldırımlarına kadar filmlerin her saniyesine, her
karesine kendi zevkinin damgasını bastı.
İki
buçuk yıl içinde film tarihimizde çektiğimiz filmlerin tamamı önce deforme olmuş,
sonra da çıplak gözle görülemeyen bir forma dönüşmüştü. Dopamm kendi değiştikçe
filmleri de değiştirmeye devam etmekteydi. Nano saniyelerle gerçekleşen bu
etkinliği çok hassas aparatlarla bile izlemek mümkün değildi. Yüzlerce metre
yeraltında, metrelerce betonla, çelik kasalarla korunan filmler de bu akibetten
kurtulamamıştı. İnsanlığın son yüz otuz yılda çektiği filmlerin tamamı
seyredilemez hale gelmişti.
Film endüstrisi bu felaketi takip eden ilk aylarda büyük bir gümbürtüyle
çökmüştü. Çöküşün nedeni henüz gösterime girmeyen yüzlerce filmin elden gitmesi
değildi yalnız. Artık yeni film çekmek de mümkün değildi. Stüdyoyu ne kadar
yalıtırsan yalıt Dopamm içeri nüfuz ediyor ve kaydedilen her yeni karenin içine
ediyordu.
Gezegen çapında büyük bir çöküş başlamıştı. Dopamm katalizör olmuştu.
Küresel nümayişler, sivil itaatsizlikler, yağmalar ve lüks mağazaları
kundaklamalar devri başlamıştı. Sıkı yönetimler, toplama kampları, aşırı şiddet
kullanma durumu sadece daha kötüleştirmekle kalmıştı.
Beş
yıl açlık, sefalet, yağmalar, yerel çatışmalar, terör olayları ve kitlesel
ölümlerle geçmişti. Düzen tekrar kendini toparladığında artık sinemalar mevcut
değildi. Önemli bulunan bazıları müze olarak korunmuştu. Gerisi sadece
belleklerde kalan soluk ve netameli anılardı. Dopamm ele geçirdiği filmlerde
hâlâ varlığını sürdürmeye devam etmekteydi. Artık onu yoketmek için çaba
gösterilmiyordu. Çünkü gücü müthişti. Geçen yılın nisanında isterse uydu
iletişimini durdurabileceğini göstermişti. Dört gün boyunca kuzey yarıkürenin
neredeyse tamamında cep telefonları susmuştu. Bu iyi bir ders olmuştu. Çünkü
Dopamm isterse bir nükleer füzeyi bir metropole yollayabilir, elektrikleri
kesebilirdi. Nükleer santrallarda meltdown felaketi bile yaratabilirdi.
İşin iyi tarafı da vardı. Kimse artık film
indirme yüzünden hastalanmıyordu. Bazı aşırılar kirli propaganda yüklü ve sade
suya tirit konulu Hollywood filmlerinden kurtulduk demekteydi, ama çoğunluk
film izleyerek hayallere daldıkları zamanları özlemekteydi.
İnsan asla pes etmezdi. Bilim insanları halka açık oturumlarda yeniden film
çekebilmenin muhtemel yöntemlerini izah etmişlerdi. Bunlardan biri şu anda
denenmekteydi. Dopamm kendisini imha eden kısa dalgalara karşı bir tepki
geliştirmişti. Bu nedenle kısa dalgalarla çalışan hiçbir aparatın işe
yaramayacağı çok açıktı. Buna cep telefonu kullanan beyinler de dahildi ne
yazık ki. Tekrar film çekilecekse aktöründen, yönetmenine, set işçisinden,
editörüne kadar herkesin hayatında tek bir kez bile cep telefonu kullanmamış
olması gerekmekteydi. Buna baz istasyonlarına yakın oturmamak, mikro dalga
fırınlarda ısıtılmış bir şey yememek de dahildi.
Murat ilk kez cep telefonuyla konuşmaya çalıştığında üç yaşındaydı.
Annesi dayısıyla konuşurken telefonu ona uzatmıştı. ‘Dayı sana at almış’
Telefon kulağına beş santim yaklaştığında başına korkunç bir ağrı girmişti.
Dayısının aldığı oyuncak at altmış kilometre mesafeden kafasını çiftelemiş
gibiydi. Telefonu yere atmış ve geri
kalan yaşamında bir daha cep telefonu kullanmamıştı. Şimdi bu sayede bu takımın
başında burada bulunma ayrıcalığına sahipti.
Her
ülke geleceğin film endüstrisini kuracak çocukları yetiştirme işine girmişti.
Doğduklarından beri tek bir film bile izlememiş, tek bir kez bile cep
telefonundan alo dememiş bu yetenekli çocuklar Dopamm’ı altetmek için değil,
ikna etmek için seçilmişlerdi. Hayalgüçleri fokur fokurdu. Fantazilerini
görüntü ve ses şeklinde sergilemek istiyorlardı.
Murat eskiden kapıcıların, korumaların beklediği boş girişten geçerken
içinde ilk korku lambası titrek ışığını yakıverdi. Altı yıl önce şimdiki gibi
aranan tüm vasıflara sahip olmayan bir grupla yaptığı girişi hatırlamıştı.
Üzerlerine ilk olarak Ben Hur filmindeki savaş arabaları gelmiş, sonra en
öndeki binanın çatısından Viva Zapata’nın son sahnesindeki gibi tüfekler
ateşlenmişti. Kurşunlar bedenlerinden içeri girmiyordu, ama elbiselerinin
parçalandığını ve üzerlerine kırmızı boya sıçradığını görmek çok berbat bir
duyguydu. Ölü aktörlerin çektiği nutuklar, anlattıkları belden aşağı fıkralar
seyredenlerde depresyon etkisi yapmıştı. Murat 1999 yılında ölmüş olan S.
Kubrick’in hayaletinin ağlamaklı bir sesle icra ettiği konuşmayı unutamıyordu.
“Geldiler… Zihnimizin en ücra yerinden
çıkıp geldiler ve bizi bitirdiler.” Bu konuşmadan sonra ünlü bir sürü
filmden ödünç alınmış şiddet sahneleri takımı bozmuş ve apar topar dışarı
kaçılmıştı. Ardından şizofreni, parkinson rahatsızlığı beklentili süre
gelmişti. Neyse ki, Dopamm görsel ve sessel atakla yetinmiş ve daha ileri
gitmemişti. Daha sonra içeri girme denemesi yapan Çin, Fransa ve Slovak
takımları da aynı bozguna uğrayınca testlere ara verilmişti.
Murat yıllardır temizlenmediği ve bakım
görmediği için kir, toz içindeki zemindeki ayak seslerini dinlerken film
efektlerinin üzerlerine saldırmasını beklemekteydi elinde olmadan. Saniyeler
geçti. Bir şey olmadı. Ardından önlerindeki ana binanın ön cephesinde kıpırdayan
bir şey gördüler.
Küçük bir şey hızla üzerlerine doğru geliyordu. Biraz yaklaşınca bunun
uzaktan kumandayla hareket eden kırmızı bir yarış arabası olduğunu gördüler.
Murat içinden morallerini darmadağın edecek bir şey çıkacak beklentisine kulak
vermemeye gayret etmekteydi. Kırmızı araba ayaklarının dibinde durunca bir
süredir tuttuğu nefesini yavaşça koyuverdi. Bir şey yapmaya ya da söylemeye
korkuyordu. Hareketinin kötücül bir şeyi başlatacağından korkmaktaydı. Kırmızı
zeminin üzerinde minik harflerle Bright Friday yazılı araca büyülenmiş gibi
bakakalmıştı.
“Bu
Light Friday” dedi siyah bukleli bir çocuk. “Evde, koleksiyonumda küçük bir
örneği var. Çevre dostu lakabı olan bir yarış arabasıdır.”
Murat, light’tan bright’a geçişi düşünürken bakışları deminden beri
gözönünde olan, ama sanki yeni farkına varmış gibi etkin duran şeye
odaklanmıştı. Kumral adaşı eğildi ve o şeyi alıp yakından baktı.
“Bu
bir bilet. Bir film bileti. Ders kitaplarında resmi var.”
Murat yakından bakınca küçük sarımsı kalın kağıttan kartın gerçekten bir
film bileti olduğunu olduğunu gördü. Isırmasıdan korkuyormuş gibi yavaşça
bileti çocuğun elinden aldı. Arabayla film izlenen Serap adlı bir sinemaya
aitti. Her şeyiyle gerçek bir bilete benzemekteydi. Sadece numarasında bir
numara vardı. Son rakam omegaydı.
SERAP
Drive – In -
Theatre
ADMIT ONE
SCREEN 4
CHILD $ 2.00
INCLUDES ALL TAXES
00000Ω
“Efendim bu omega, son bilet anlamına mı geliyor?”
Murat
siyah bukleli çocuğa bakarak omuzlarını silkti. Üstün zekalı çocuklarla
birlikte olmanın böyle hoş yanları vardı. Bir şeyi kolayca anlatmak mümkün
oluyordu.
Araba tekrar hareket edince birkaç çocuk hayret nidası salıverdi. Araba
geldiği yere dönerken Murat’ın içi ilk kez güçlü bir umut hissiyle doldu.
Olacaktı. Bu biletin ardından esas biletlerin geleceği anlar yakındı.
Hissediyordu. Küresel film ağası Dopamm, yeni film çekmelerine izin verecekti.
Bütün eski filmlerin senaryoları film akademilerinde, film meraklılarında
mevcuttu. En yeni tekniklerle yenilerinin yanı sıra eski konuların da filme
çekileceği anlar yakındı belki de. On bir yıllık filmsizlik dönemi bitmek üzere
olabilirdi.
Murat kırk iki çift gözün üzerine dikildiğini görünce bileti özenle
cüzdanına yerleştirdi ve “Şu gördüğünüz binalar dev stüdyolardı. Bütün dünyanın
seyrettiği filmlerin önemli bir kısmı orada çekilmekteydi.” Dedi. Sesi bu
sabahtan beri ilk kez normal tınısına kavuşmuştu.
Amsterdam 2009
------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder