ÜÇÜNCÜ
KAPI - Birinci Nüsha - İtibar Dergisi - 2016
1975 yılının Kasım’ında modernitenin neşet edildiği
coğrafyanın bir parçası oldum. Kırk yıla yakın süren bir tecrübeydi. Birazdan
bahsini edeceğim kapıların imal edildiği yerlerde bulundum. Kapı bekçileri ve müdavimleriyle
sonu gelmez diyaloglar icra ettim. Tartıştım. Kapıların çağrısına kapıldığım
oldu. Kendimi sorguladım.
1999’da basılan bir romanımda ve 2013’te
yayımlanan Alsancak Börekçisi adlı kitabımda bu kapıların bahsini ettim. Şimdi
burada bir kez daha dile getirmeye çalışacağım.
Modern zamanlarda kapılar aslında üç tanedir.
Bizlerin, müslümanların gözüyle bakınca dört adetmiş gibi görünür. Çünkü Batıda
-Avrupa’da Üçüncü Kapı olarak takdim edilen şey asılsızdır. Sağlam bir temele
oturmayan kurtuluş vaadidir. Sanal bir yapıdır.
Batı uygarlığı maddi bir uygarlıktır. Zamanında
insanların dünyevi beklentilerine ve ihtiyaçlarına önemli ölçüde karşılık
buldu. Bunu yaparken kendi dışındaki kültürleri yok etti, ülkeleri yağmaladı,
insanları maddiyat bağımlısı yaptı ve tek tip kalıptan geçirdi. Çıkardığı
savaşlarla 100 milyondan fazla insanı öldürdü. Milyonlarca insan evsiz barksız
kalıp göçmek zorunda kaldı. Dünyaya çok büyük acılar yaşattı. Demokrasi ve
insan hakları kalesi olma iddialarına rağmen Sömürgeci ve Ötekileştirici yanı hâlâ
çok baskındır ve kesintisiz bir süreklilik arz etmektedir. Batının kendine has
bir ahlak değeri yoktur. Ödünç aldığı değerleri çürütmüş, asılsızlaştırmış ve bazılarını
da mumyalanmış şekilde müzelerde teşhire arz etmiştir.
Son
zamanlarda sıkça dile getiriliyor. Aydınlanma - Seküler sistem model olmaktan
çıktı ve sistemin her derde devalık iddiası da temelden çöktü. Kullanım süresi
kısa ideolojiler kafa ilaçları, antidepresanlar, fabrike haberler medyası, sanal
dünyalar ve sosyal medyanın geyik ekranları sayesinde bu durumu gizlemeye
çabalıyor; ama başaramıyor. Seküler söylem çıkmaza saplanmış durumda. Demokrasisi
diktatör Sisi’ye kırmızı halı seriyor. Aydını ölmelerine aldırmadığı Suriyeli
göçmenlerin ahlakdışı karikatürlerini yayımlıyor.
Bir
balon düşünün. Aydınlanma ve sekülerleşme gazıyla dolu bu balon irtifa
kaybediyor. Safralar atılıyor. Modası geçen, göz kamaştırmayan, umut verme
hassasını yitirmiş, değersizleşmiş ideolojiler ayaklar altında. Jakobenizm, Komünizm,
Stanilizm, Leninizm, Maoizm, Materyalizm, Pozitivizm ve diğer izm’lerin kıymeti
harbiyesi sıfır.
Aydınlanmış
yerlerde Rab ve Allah yakan fırınları gördüm. Bacalarından çıkan dumanları
soludum. Bacadan çıkan kurumların rüzgârla uçuşup dört bir yana yayıldığını ve memleketimizde
insanların giysilerine, yüzlerine ve dillerine yapıştığını gördüm. Kutsal
yakıcılara duyulan hayranlık, bunların kaleme aldığı metinlere atfedilen
ehemmiyetle formatlanmıştım. İçine doğuştan sokulduğum Matrix’ten sıyrılınca esas
portre gözümün önünde açılıverdi. Modernite etkinliğini yitirince yerine
postmodern kuleler dikilmişti, ama bacalar tütmeye devam ediyordu. Çünkü üçüncü
bir kapı vardı. Selametin yegâne kapısı. Bu kapı dünyanın efendileri için çok lanet
bir şeydi. Habis düzenlerini tehdit eden bir selamet eşiğiydi.
Seküler
düzen Ortadoğu’da zuhur eden kurtuluşu, selameti Avrupa’da fırınlarda yakmayı
denemiş ve ciddi ölçüde başarı kazanmıştı. Eksikli bir zaferdi. İnsanların
maddi taraflarını tatmin eden düzen kiliselerin içlerini boşaltmıştı belki, ama
Rab kalplerde yaşıyordu. İnsanlar sanal kapı dümenini çözmüşlerdi. Eskisi kadar
itibar etmiyorlardı. Asıl Üçüncü Kapı bu nedenle onlar için yana yakıla aradıkları
vahadır. Vahanın ne olduğunu dile getirmeden önce modernitenin biri sanrı ürünü
olan üç kapısına bir göz atalım.
BİRİNCİ KAPI
Samsa Kapısı
Gregor Samsa malum Kafka’nın ünlü öyküsünün kahramanı.
Kendisi bir memurdur. Bir gün ansızın böceğe dönüşür. Böcek olarak kalır ve
öyle ölür. Samsa Kapısı’ndan geçiş böcekliğin, modern köleliğin karşılığında Batı’da
refah toplumunun ikincil, üçüncül nimetlerini sunar. İpotekli evin, araban,
işsizlik sigortan, sağlık sigortan, kaza sigortan ve cenaze masrafları sigortan
olur. Açık hava hapishanesinde, kurallar manzumesi içinde yaşarsın. Emekli
olunca eğer üst düzey işlerde çalışmamışsan, hele kendine bir ev edinmeyi başaramamışsan
boğaz tokluğuna yaşar ve lambayı söndürüp gidersin.
Bunun Türkiye’de bire bir karşılığı var. Ayrı bir konu
şeklinde incelenmeye değer. Modernite bütün dünyada olduğu gibi bizde de benzer
böcekleşmeyi ve Samsa Kapısı’nı oluşturdu. Natürel oryantalist olan mukallit
Batıcıların kahir ekseriyeti bu kapının müdavimidir. Cumhuriyetin ilk evresinde
memurdan türetilen elit ve burjuva projesi bu kategoriden insan yetiştirmek
için tasarlanmıştı. Oligarşik bürokrasi de böcekleşmeyi yaşam tarzı olarak sunan
bir kuluçkaydı. Bazı Altın Böcek statüleri falan yok değildir, ama yanıltıcıdır.
Bu Batı mukalliti çakma elitlerin pek az bir kısmı Faust Kapısı’ndan içeriye buyur
edilmiştir. Geri kalanlardan kendine ilericilik izafe edenlerin Sözümona Üçüncü
Kapı’ya rağbetleri daha çok bu hayal kırıklığından kaynaklanmaktadır.
Yeni
zamanlarda Avrupa ahalisini de esir almış olan aç gözlü küresel finans ağaları
Samsa Kapısından geçenleri giderek daha büyük ölçüde elimine etmeye başladı.
Buna kendi aralarında dünyanın böceksizleştirilmesi diyorlar. Savaşların, kukla
teröristlerin kıyımının, kıtlıkların yanı sıra, GDO’lu gıdalar, rafine şeker,
hormonlu besinler, emulgatörler, trans yağlar, kirli su ve havayı haşere ilacı
gibi kullanıyorlar.
İKİNCİ KAPI
Faust Kapısı
Faust Kapısı’ndan geçiş farklıdır. Şeytanla yaptığın
kontrattaki karşılığı kadar olmak üzere sana dünya nimetlerini daha bol
miktarda verir. Prestijin yüksek olur. Şartların gereği bu kesim sayıca diğerinden
çok daha azdır. Bunların içinden seçilmiş bir grup daha da üst mertebe olan ve
aralarında Yüce Işıltı Odası adını verdikleri ihtişam beldelerinde ağırlanır.
Samsa Yolu’ndan Faust Yolu’na sapmalar çok ender ve tuhaf raslantılar
sonucudur, ama tersi daima mümkündür. Bulunduğu yeri ve dereceyi sindiremeyenler
alt katlara sürgüne gönderilirler.
Faust kapısından girip maddi ihtişamın göbeğine dalmak
için artık bizzat Şeytanla görüşüp kontrat imzalamak gerekmiyor. Kontratlar Lucifer’in
dünyadaki sağ kolu olan, küresel refahın büyük kısmını mülküne geçirmiş az
sayıdaki seçilmişin ittifakla uygun bulduğu o kimse, Tepefaizgöz takma adlı malum
zat adına düzenleniyor.
SÖZÜMONA ÜÇÜNCÜ KAPI
Chomsky Kapısı
Modernitenin
bu kapısının sabit bir ismi yok. İlk iki kapının adında ittifakla mutabakat
olmasına rağmen bu kapı için belli bir isim üzerinde uzlaşılamıyor ve her
kafadan bir ses çıkıyor. Buradan bile asılsızlığı belli oluyor aslında. Kapının
aynı anda yirmi değişik isimle anıldığı oluyor. Bunlar ilk zamanlarda toplumlara
kurtuluşu vaat eden yolları-yöntemleri-sistemleri işaret eden filozof ya da
liderlerin adlarıydı. Sovyetler’de ‘Yoldaş Kapısı’ deniyordu bir aralar. Komunist
düzende ‘Böcekleşmeden’ söz etmek yasaktı. Sibirya’nın soğuğu isyankâr ruhlu
haşereleri dize getiriyordu. Yoldaş Kapısı’nın ılgasından sonra soldan müstafi ateistler
bu muhayyel kapıya String, Akıllı Tasarım, Bencil Gen Eşiği, Aziz Raslantı,
Küresel Sosyalizm, Sanal Refah gibi adlar verdiler.
Balondan
safralar atıldıkça bu kapı iyice itibar yitirdi. Son zamanlarda dünyaca popüler
entelektüellerin adları daha sıkça
kullanılıyor. Ben de bu kapıya bir dakikalığına Chomsky adını verdim. Bir orijinalitesi
yok. Benden önce sayısız kereler ve daha uzun sürelerle kullanılmıştı.
Kullanılmaya da devam edecek gibi. Benim bu ismi şu an için yeğleme nedenim,
Chomsky’nin ‘Kürtler birlik olmalı, dağlarından başka kimseye güvenmemeli,
eline geçen fırsatları değerlendirmeli.’ sözleridir. Başkaları da var. Çok var,
ama bu laf tek başına yeterli.
Sözümona
Üçüncü Kapı şaibeli bir yapı. Son üç yüz senede nice boş umutlar yarattı. Samsa
Kapısı’ndan geçmek istemeyenler için sahte bir liman oldu. Körleştiren, hedef
saptıran, oyalayan bir yığın tezler ve teoriler üretti. Hepsi fos çıktı. Bir
çeşit yem borusu. Uyuşturucu yanı da var. Mücadele azmini söndürüyor. Teskin
ediciliği pek kısa sürüyor. En yeni malzemeleri üretenler dünyaca popüler
filozoflar, bilim insanları. Durmadan yılmadan yeni faraziyeler türetmeye devam
ediyorlar.
Bunların
en popülerlerinden biri din ile solun füzyonuydu. Kilise maneviyatta, insana
dairlikte bütünü kucaklayamıyordu. Aydınlanma maddi sorunları bile çözmede
tekliyordu. Birleşirlerse ideal çözüm bulunmuş olurdu. Oyalama, teskin etme,
karşılıksız umut yeşertmeden başka bir şey değil. Abesle iştigal. Bir ara sözü
ediliyordu. Bugünlerde böyle bir sentezden medet umuyorlar. Yakında ambalajlayıp
reklamına başlayabilirler.
Aydınlanmacı
seküler ruh zamanında kilise arazilerine elkoymuştu. O zaman ve şimdilerde Avrupa’nın
doğusunu ve güneyini (Afrika) sömürüyor. Bu sömürü onun hayat iksiriydi.
Ölümsüzlük beratıydı. Sömürü için ötekileştirme şarttı. Ötekileştirmeden burada
aşırılaşmış, çok canlar yakmış kötücül bir eylemi, yani ırkçılığı kastediyorum.
Bu düzen yüzlerce yıl sürdü. Şimdilerde ömrünün sınırlı olduğu çıktı ortaya. Teklemeye
başladı. Seküler balonun sıcak havası kesilince yere vurdu.
Türkiyeli
göçmenler Avrupa’da bu fırınlara karşı direndiler. Zaiyat verildi, ama ana
gövde teslim olmadı. Bir ara yerde gökte yankılanan ‘entegrasyon’ çığlıkları bu
direnç yüzündendi. Aynı anda Türkiye’de bu sekülerin arızalı bir türevinin
vesayet şeklinde cisimlendiğini ve kutsalı korumak isteyenlerin ensesinde boza
pişirmeye devam ettiğini görüyordum. Bu paralax
view, iki farklı bakış noktam beni ayıktırdı.
Bizdeki
Batıcı vesayet kumkumalarının üç temel tezi vardı:
1
– Tanrı inancı artık gereksizdir. Bilim onun yerini alacak.
2
– Her türlü gelişimin, devrimin, kurtuluşun anahtarı vesayetçilerin elindedir.
3
– Kutsalı savunanlar silme eblehtir. Onlardan ne han olur ne de hamam.
Memleketimizde
solcular bu üçüncü tezi ‘Solcular ilericidir, devrimcidir; sağcılar külliyen
gericidir ve her türlü kalkınmaya karşıdır.’şeklinde terennüm ediyordu. Bu tezler
son yıllarda hızla hurafeleşti. Şehir efsanesi oldu. Depresyona giren solcularımızın
ciddi bir kısmı küresel sermayenin ve sekülerin puslu yamaçlarına sığındı. Dine
ve milli duruşa karşı verdikleri mücadelede sürekli olarak hezimete uğradılar.
İçlerinde basiretli olanlar mensubu olduğu nezih! azınlık cephesini terk edip halkın
tarafına geçti.
2015’te
yayımladığım Kayıp Kedi adlı
romanımda önde gelen kahramanlardan biri olan eski solcu Cüneyt şöyle diyordu:
“Bir araya geleceğiz.” dedi. “Ortaya
yığışacağız. Dindarı, dinsizi, ayyaşı, liberali, solcusu, deisti, mütedeyyini
ve EYAM’ın, En Yeni Asgari Müşterek’in bütün aykırılıkların, benzeşmeyen,
örtüşmeyen alanların üstünde olduğunu göreceğiz. Nedir bu?”
Deniz’in güzel ve elemli gözleri merak
doluydu. “Nedir?”
“Anadolu, bütün dinlerin beşiği olan bu
toprak bütün dünyaya yeni bir ahlak dikte edecek. Artık din, dil, ırk, mezhep
farkı çatışma nedeni olmayacak. Vahşi kapitalizmin etki alanından çıkılacak.
Faiz sıfırlanmadan emek değerlenmez. Fakirliği yüceltme yerine kanaat ve
bereket diyen, huzur tanımında inancın damgası bulunan bir sol bekliyorum.
Seküler bir dünya cehennemindeyiz şu anda. Bundan çıkılacak. Maddiyat ve
maneviyat ikili sarmal gibi olacak yeniden. Maddi dünyayı kullanımda bir sınır
bulunacak. Ahlaki bir sınır. Çok ideal bir söylem, biliyorum. Saf bir yanı da
var belki. Özellikle bu konjonktürde. Süleyman Tapınağını üçüncü kez inşa
ederek Armageddon’u başlatma, tanrıyı kıyamete zorlayarak The Mehdi’ye davet
çıkarma fikrinden çok daha olgun, gerçekçi ve insansever bir fikir ama.”
Kayıp Kedi – 2015 – Kırmızı Kedi
Yayınları
Seküler
burjuvazi Afrika’da ve Orta Doğu’da savaşları kasıtlı olarak sürdürüyor. Kendi
seçtirdiği, silahlandırdığı diktatörleri kolluyor. Avrupa’da güvenlik önlemleri
nedeniyle demokrasinin güç kaybetmesine aldırmıyor. Savaşlardan türeyen
milyonlarca mültecinin kaderi ise onu hiç ilgilendirmiyor. Gaspla edindiği finans
gücünü sürdürmekten başka bir şey düşünmüyor. Şu anda ateşin direkt olarak
dokunmadığı yerlerde oturanlar yakın gelecekte ortaya çıkacak olan büyük
felaketi görüyor. Sol formatlı ünlü liberal düşünürler bu felaketin esas
müsebbibini asla merkez mesele olarak ele almıyor. Bahislerini ederlerse bu, sade
suya tirit kabilinden ve anlamları bulanık cümlelerle oluyor. O yüzden asılsız üçüncü
kapıya adlarının verilmesi fevkalade hakkaniyetli oluyor.
Dünya
ahalisinin hangi dinden ya da görüşten olursa olsun daha yaşanır bir dünya
telakkisi temelinde, asgari müşterekte bir araya gelinmesi gerektiğini hiç bu
kadar derinden hissetmedikleri bir devirdeyiz. Bu bir ihtiyaç. Asıl Üçüncü Kapı
bu ihtiyaca cevap verecek yegâne yapıdır. Ayrıca bu kapı hiçbir kültüre de
yabancı değildir. Çünkü İslam bilimi modernitenin en ciddi bileşenlerinden
biridir. Hakkı yenmiştir.
2005
yılında ‘Beşinci Sütun’ adlı bir deneme yayımlamıştım. Dört sütun üzerine
oturduğu addedilen Avrupa – Batı kültüründeki eksik sütuna değiniyordum. Roma,
Yunan, Hırıstiyan, Musevi sütunlarına İslam kültürü sütununu ekliyordum. Avrupa
uygarlığında İslam bilim ve kültürünün, romandan şiire, haritadan usturlaba,
mimariden tıbba, kimyadan fiziğe katkısı olmadığı hiçbir alan yoktur. Başta büyük
âlim Fuat Sezgin olmak üzere bu alanda verilen eserlerle Beşinci Sütun’un
varlığını inkâr yolu sonsuza dek kapanmıştır.
Yeni
zamanlarda Batı’da ve geri kalan dünyada ‘BBHH, Bencil Birey- Hızlı Haz’ hattı
çok revaçta. Bu düşüşe hangi yapı dur diyecek? Sözümona Üçüncü Kapı düşünürleri
çözüm değil oyalama reçeteleri sunuyor. Batı yapımı bir kıyamet beklenirken
bunlar vahim durumu maskeleme işlevi görüyor.
Kilisede
var kalan kutsal yoğunluk, seküler kültürdeki birikim hayatın anlamının bütünüyle
insanın ufkunda belirmesini sağlayamıyor. Çünkü kutsal yakan fırınlar inanç ve
değerleri küle çevirdi. Külden yeniden doğulamıyor. Bunun için bir tılsım
lazım. Ünlü felsefe taşından daha felsefik bir taş. Ancak Asıl Üçüncü Kapı bunu
sağlayabilir.
Bu
vahanın model olması ihtimali Seküler Burjuvazi için çok tehlikeliydi. Bu
nedenle gnostik zarla ambalajlanmış şekilde topyekün geliyorlar. Amaçları bütün
dünyayı selamete kavuşturabilecek Hayırlı Kapı’yı yıkmak. Yıkamazlarsa gözden
düşürmek, karalamak ve inandırıcılığını zedelemek istiyorlar.
ÜÇÜNCÜ KAPI
Dindar
Kulların Selamet Kapısı - HAKİKAT
Üçüncü
Kapı bize peygamber efendimizin araladığı ve emanet ettiği kapıdır. İrfan ve
hikmete verdiği ehemmiyetle Matüridîlik Batı akılcılığını sollamıştır.
Modernite üstü bir mertebedir. Şimdi
yapılması gereken bu cevheri yeni bir medeniyet telakkisi şeklinde
modellemektir. Modelleme yapılamazsa bu hareketin karakteri yerli yerine
oturmaz. Zamanla dağılmak, zayıflamak mukadder olur.
Ya yaradana kul olunacak ya da modern böcek
köle olunmaya devam edilecek. Kul hakkı ziyası ile Lucifer’in hayırsız ışığı
arasında seçim yapılacak. Tabiata ve maddi yapıya yeni bir gözle
bakılacak. Küresel Merhamet - Vicdan,
Hoşgörü ve Hakikat temelli, muhtevasında ekonomiyi yeniden değerlendiren bir
modele bütün dünya aç. Hasretle bekliyorlar.
Kapının düşmanı malum cephe var gücüyle bunu
engellemeye çalışıyor. İçerideki işbirlikçiler ve kıt bilgili enteller buna
destek veriyor. Bu eşsiz modelin dünyaya sunumu İstanbul’dan yapılacak. Dan
Brown’ın Inferno’sunda cehenneme açılan kapının İstanbul’da olduğunun yazılması
boşuna değil. Kimin adına kaleme alındığı belli. Deli gibi çırpınıyorlar. Panik
içindeler.
Yeni model din, dil, ırk, inanç ayırmadan, ortak
bir selamet kuramının temel bileşeni, belki de çekirdeği olacak. Seküler
burjuvazi bunu biliyor. İçimizdeki yerleştirilmişlerle, devşirilmiş, gözleri
kamaştırılmış adamlarıyla bunu engellemeye çabalıyor.
Bu hayırlı kapıdan feyz almış bir modelin ilânı
er ya da geç Sıfırıncı Meridyen’den, İstanbul’dan yapılacak. Benim inancım ve
temennim budur.
Balçova-
Ocak 2016