Dilek
Çetindaş.
Türk
Edebiyatında Memoratlar ve Büyü İnançlarının Bir Örneği: Sadık
Yemni Romanları.
Giriş
Kültürel belleğin önemli bir yanını oluşturan inanç
kavramı, (Eren 2013) “belli bir toplumun eski dinlerinden miras alıp kendi
çağının şartlarına uygulayarak yaşattığı yeni dininde, yaşam şartlarının
gerektirdiğince yeni biçimler, yeni içerikler ve anlatışlarla
oluşturduğuinanışlar”dır. (Boratav 1999). Sözlü ve yazılı olarak birey
hafızasında depolanan inanç unsurları, kültürün tüm uzuvları gibi zamanla
toplumsal kodlara ve kolektif bilinç/altıunsurlarına dönüşür (Assmann 2001).
Bellek yitimini durduran ve ikincil sözlü kültür dönemine
geçişi (Ong 1995) sağlayan edebî metinler ise kolektif hafızaya
dair unsurların, bilinçaltından alınarak ortaya çıkarılması,
işlenmesi, dönüştürülmesi, hatta yeniden üretilmesi(Ricoeur 2012) ve
folklorun bir işlevini yerine getirerek, modern aktarımını yapması açılarından
mühimdir. (Bascom 2007)
Halkın inanç birikimi içerisinde yer almakla birlikte,
bilinç dışına itilmek istenen memoratlar ise mitolojik kültüre ve fantastiğe
yönelik birikimleri ile dönüştürülme ve yeniden işlenme konusunda önemlidir.
Memoratlar, “hatırlama ve hatırlayan” anlamlarına gelir. Halk bilim terimi
olarak ise anlatıcının kendi geleneksel inanç pratikleri ekseninde yorumladığı,
olağanüstü varlıklar veya paranormal olaylarla karşılaşma deneyimlerini açıklar
(Simpson,Roud 2000). Dolayısıyla memoratlar, bünyesinde yer alan tekinsiz
durumlar nedeniyle, modern edebiyatın gotik romanları için, halkın gotik
hafızasını oluşturan birikimleri taşıması noktasında mühim bir malzeme değeri
taşır ve romanın imkânlarını genişletir. Batı edebiyatında, aydınlanma çağına
tepki ve romantizmle doğan ilkel kültürlere yatkınlığın sonucu olarak varlık
gösteren gotik romanlar, dinsel ve olağanüstüye duyulan
ihtiyacın periyodik olarak canlanması sayesinde,
edebî geleneğini oluşturmayı başarır (Kilgour, 1994).
Türk edebiyatında romana gelene dek çeşitli anlatılar
içerisinde memorat unsurlarının kullanıldığını görürüz. Ancak cinler, periler,
devler gibi varlıklar, Arap ve Fars edebiyatının etkileriyle gotik bilinçle
değil, fantastik arayışlar noktasında kullanılır. Kahramanın gücünü artırmak
için oluşturulan yapay atmosfer inandırıcılık etkisini sarstığı gibi,
memoratların hayal unsuru olarak algılanarak fanteziye kaydırılması riskini
getirir. Tanzimatçıların, gerçekçi bir edebiyat anlayışıyla yola çıktığı ve
yerli romanı örneklediği dönemde, folklora yaslanan ürünleri fantastik kabul
ettikleri için küçümsediklerini görürüz Türkeş
2008).
Namık Kemal’in “kocakarı hikâyesi nevinden” (Yetiş 1996) görerek eleştirdiği bu
metinler,“akla, hayale ve tabiata” uygun metin
arayışında, özellikle natüralizmin hakim olduğu devrelerde, “birer hastalık”
olarak görünmeye başlanır (Moran 1998). Dolayısıyla ilk devrede Türk romanının
tarihi, “edebiyattan cin/peri kovma savaşının tarihi” olarak görülmelidir (İnci
2005).
Gotik roman doğaüstü unsurları, karanlık bir atmosfer
ve uygun bir mekan seçimi ile aktaran ve amacı, okuyucu üzerinde tekinsize
dayalı bir korku oluşturmak olan romandır. Tarihî ve epik romanlardan sonra en
millî roman türüdür. Toplumların korku unsurları, kültürel
bir bilincin neticesidir ve değişiklik gösterir. Hıristiyanlarda, bedene giren şeytanlar,
vampirler,ucube yaratıklar korkuyu sağlarken, Türk
okuru, İslâmî kaynaklardan ve hurafe olarak değerlendirilen itikatlardan doğan
unsurları korkutucu bulur. Halk inançları ile bu kadar örtüşen gotik roman,
halkın korku belleğini ve olağanüstüye dayanan inançlarını işler. Tekinsiz
ve ürpertici mekânlar, hayalet ve cinler, lanet, kehanet, batıl inançlardan
doğan olaylar, kötü ruhların neden olduğu intikam veya sonsuzluk arzuları Türk
gotiğinin kaynağıdır. Ayrıca gotikte
millî mitolojilere ve ilkel inanç sistemlerine ait unsurlar da yer
alır.Şamanizmin gotik edebiyat üzerinde katkısı, İslâmî pratiklerin katkısı
kadar yoğundur.
Bununla birlikte mitolojinin gotik edebiyata kattığı
bir diğer özellik, ölümsüz kahraman mitinde ve şaman kültünde gizlidir (Bayat
2015). Özellikle arkaik dönem için, Tanrılardan sonra ilk kez insanın kahraman
olması ile birlikte, Tanrıların dünyasında gezen, yer altı ve üstünü dolaşan,
çeşitli olağanüstü varlıklarla savaşan, bir tılsım vb sayesinde hayatta kalmak konusunda
yardım alan, kötü ruhlar, canavarlar, devlerle savaşan bu kahraman, gotik edebiyatın
tipolojisinde önemli bir konumda bulunur (Campbell 2010). Gotik romancı, romanı
için “arketipsel imgeler” bulup, “onları bilince” salarken, (Le Guin 2015)
memoratları kullanarak, “mitlerin oluşumu hakkında bilgi” de üretir
(Çobanoğlu 2003). Anlaşıldığı üzere Batı toplumu gibi “korku kültü
oluşturamayan” Türk toplumunun hafızasında, hurafe olarak tanımlanan inançlar
ve olağanüstü varlıklarla ilgili büyük bir birikim vardır (Türkeş 2005).
Modern romancının bu birikimi fantastiğe bulanmamış gotikanlatılarında
kullanması, geleneğe dair dönüşümün sağlanması noktasında önem arz eder. Gotik
romanın memoratlara yaslanan tarafı, tekinsizliği beslerken, türün asıl
amacı olan korku unsurunun, dinî ve millî kabullere en uygun tarzda
sunulması anlamında da başarı sağlar. Ömrünün büyük kısmını Hollanda’da geçiren
ve orada kaleme aldığı eserlerle, Türk kültürü hakkında tanıtıcı
çalışmalar yapan Sadık Yemni, eserlerinde, modern imkânlar içerisinde dönüştürdüğü
memorat inançlarını, kültürel asimilasyon riskine karşı koruma altına aldığı
gibi kolektif hafızaya dair unsurları birleştirerek, halk hafızasını diri
tutmayı başarır. Yemni’nin gotik nehir roman özelliği gösteren romanları, Sarp
isimli Şaman kahramanın insanlar ve dünya lehine olağanüstü varlıklarla
giriştiği mücadeleleri konu edinir. Sarp, Muska, Yatır, Öte Yer ve Ağrıyan romanlarında
cinlerle savaşta veya işbirliğindedir.
Muska
romanında bahçeli bir evin yer aldığı mahallede yaşanan ölümlerin kaynağının bulunması
ve alt edilmesi meselesi vardır. İzmir’in işgali
sırasında, iki düşman askeri bir kız çocuğuna tecavüz eder. Bu
askerlerden birisi, daha önce de bir erkek çocuğuna tecavüz etmiştir. Çocuk,
askeri öldürerek, intikamını alır ve ölü bedeni de bahçeli evin kuyusuna atar. Bu
asker, oldukça yaşlı ve çirkin olmasına rağmen, kendisini o zamanlar büyü ile
gençleştirip güzelleştiren Kara Nesne’nin sevgilisidir. Kötücül varlık, sevgilisinin
intikamını almak için kuyulu evde yaşayan insanları evden uzaklaştırmak ve
öldürmek ister. Bu ev ile ilgilenirken, kuyunun ikincil hayatlara giden eşik
olduğunu fark eder ve gücünü kuyunun enerjisinden almaya başlar. Kendisine
yardımcı olarak seçtiği süt kızı Ayten, beğendiği erkeklerin eşlerini sabun
büyüsü yapmak suretiyle ortadan kaldırmaktadır. İlk kurbanı fizik öğretmeni
Halit Bey’in eşidir ve Halit büyü yapılan eşinin ölümünden sonra aklını
yitirir. Mahalledeki sonkurban Necla’dır. Necla’ya yapılan sabun büyüsünü fal
açarak öğrenen Şaman nineler, bunun arkasında yatan isimlerin mahalledeki
bohçacı Zehra ve Ayten olduğunu; yönlendirici ismin ise kuyudaki eşik
vasıtasıyla ölümsüzlüğe ve dünyayı yok edecek kadar büyük bir güce erişme amacı
taşıyan Kara Nesne olduğunu fark ederler. Büyük bir tehlike içerisinde olan Sarp’ı
korumak için ona bir muska hazırlarlar ve gerekli eğitimlerden geçirdikten sonra bahçeli evde yaşanan büyük mücadeleye hazırlarlar. Sarp’tan beklenen büyülü sabunu
ve anahtarı ele geçirmesidir. Sarp, Ayten ve Kara Nesne’yi kuyuya hapsetmeyi
başarır. Bu mücadelede Sarp’a yardımcı olacak tekinsiz bazı
mahalleli tipler, düşsel dostlar ve aynı evi paylaştığı olağanüstü
yetenekleri, şifacılıkları olan şaman nineler Cemile, Ayzıt ve Seher’dir.
Yatır’da, Hızır
Arif İzmir’de yaptırmaya başladığı ev tamamlanamadan vefat edince, bahçeye yaptırılan
mermer lahde gömülür. On yıl sonra Fuad Bey’in evi satın alması ile yirmi bir
yılda bir gerçekleşen ve ailenin erkeklerini hedef alan ölümler başlar. Alınan tedbirlerin
Hiçbiri ölümleri durdurmaz. Ev, başka ailelere
kiralandığında da lanet, hedef değiştirmez. Sarp, aile fertlerinin çocuk ve torunlarından
Şahin ve Mustafa ile olayın gizemini çözmeye çalışır. Sarp’ın parlak taşa
dokunması ile İzmirella’ya ulaştıklarında burada yaşayanların, yedi bin yıl önce
semada beliren bir ışık etkisiyle evrim geçirmiş cinler olduğunu öğrenirler.
İzmirella’nın yeniden belirmesi için uzay yaratıklarından kalan bir sondanın
izolasyonun kaldırılması gerekmektedir ki bunu Hızır Arif gerçekleştirmiştir.
Arif, uzaydan gelen bu enerji sayesinde ölümsüz olmak için aparatı,
bodrumdaki taşın altına gömerse de amacına ulaşamaz. Sarp cinleri
kendi evrenlerine göndermek için aparatı bodrumdan almayı başarır ancak
karşısına Arif çıkar. Sarp’ın zor anında gökyüzünden beliren bir asansör onu
alarak kuyuluevin bahçesine götürür. Böylece Kara Nesne ile Arif’in cinleri anayurtlarına dönmek konusunda engelledikleri
anlaşılır. Bir mücadeleden sonra, cinler kendi alemlerine, Sarp da arkadaşları ile
birlikte İzmir’e döner. Yatırlı evin bodrumundan kendilerini dışarı atar atmaz,
evin yandığını görürler.
Romanlarda
Gotik Unsurlar ve Memoratlar
Sadık Yemni romanlarında gotik unsurların başında,
karşı güç veya yardımcı güç konumunda
bulunan cinler bulunur. “İslam teolojisinde
tanrının insandan önce siyah ve dumansız ateşten yarattığı varlıklar” (Öztürk
2009) olarak adlandırılan cinler, romanların memorat değerini oluşturur.
Muska romanında
görülen cinler içerisinde ilk sırada Kara Nesne vardır. Henüz çirkinliği
nedeniyle dışlanan küçük bir çocukken siluet değiştirebileceğini keşfeden
Kara Nesne, gücünün
tamamını kullanabilmek için kırk bir yıl boyunca
kuluçkaya yatar. Hayatını yaptığı büyüler ve bitkiler satarak kazanan
varlık, “hiçbir şeye benzemeyen; yoğun bir zift gibi ağır, akışkan, kapkara bir
nesne”dir. Kimi büyüleri insanların çıldırmalarına neden olur. Don değiştirme
motifini kullanan bu kötücül varlık, gözleri kor gibi yanan, hemen hemen üç metre
boyunda, ürkütücü bir cindir ve erliği anımsatır.
Sarp’a Kara Nesne ile olan mücadelesinde yardım eden
Beyaz (parlak) nesne ise, mitik dünyadan gelen ak kara karşıtlığını iyi ve
kötü olarak sistemleştirir. Sarp’ın anlattığı papaz hikâyesi sonrasında,
anlatıdaki papazı yanında görmesi, ata binen cin anlatısı ile uyuşur. Sarp’ın
arkadaşlarıyla top oynarken, topun üç kez yaşlı bir kadına çarpması ve kadının
topla birlikte kaybolması bu kadının cin tayfasından olduğunu gösterdiği
gibi, cinlerin yakalanabilir olduğu yönündeki inançlarla örtüşür. Sarp’ın
arkadaşı Esma, üst tarafı kelebek, alt tarafı insan olan varlıklar görür ve cin
olduklarını anlar. Ziya’yı tam da Hıdırellez gününde ölümden kurtaran ve onunla
hiç konuşmayarak denizde kaybolan Esrar Dede, Hızır İlyas kültünün yansıması olarak görülebilir. Yeşilimsi
gözeneklerden oluşan, bedeni bulunmayan, yüzü ve gözleri olmakla birlikte ağzı
olmayan ancak iyi kalpli bir varlık olan Dede, Hızır hizmetkarı bir cin olarak
değerlendirilebilir.
Yatır’ın olumsuz gücü Arif,
yatır kültünün olumsuz örneğini verir. Yıldırım hızında hareket eden, yüz yılın
üzerinde yaşayan, başını çevirmeden arkasını görebilen, insanlara
verdiği paralar kırkıncı günün sonunda bakıra dönüşen bir cindir. Sarı bir
sandıkta saklanan Cimon ise dışarı sızma yoluyla çıkabilen ancak eşiklerden geçemeyen
kötücül bir cindir. Deniz anası benzeri Cimon, yere basan altı ayağı mor
tırtıllıkıllarla kaplı, ayaklarının ucunda siyah halkaları olan ucube bir
varlıktır. Mor ve sarının anlatı içerisinde cini işaret etmek için kullanılması
ölüm ve tekinsizliği, sır kavramını işaret eder (Gabain 1968). Padahto, mor ipekten sade bir maske ile yüzünü
kapatan, çıplak ayaklı, bastığı yeri eriten kötücül bir varlıktır. Padahto, roman içerisinde
“hayalet, gulyabani, cin anlamlarını barındıran” bir varlık olarak, neredeyse tüm mahallenin anlattığı bir memorat biçiminde
sunulur.
İletişim tecrübesi yaşanan olağanüstü varlıklardan
biri de İzmirella’yı yöneten ve zeybek kıyafetleriyle donanmış Cevdet Ağa
isimli cindir. Sarp, bu mekanın cinlere ait olduğu
Nu yanındaki iyisaatteolsunölçeri ile keşfeder ve
oradaki cinlerin yardımıyla tüm sorunları çözer. Sarp’ın arkadaşı olan Şahin’in
bir ölüm tehlikesi atlatmasının ardından ona musallat olarak hayatını cehenneme
çeviren ve nihayetinde gencin ölmesine neden olan Göz Dede, ölmüş kişilerin
kılığına girip, onların gözlerini taklit eden kem varlıktır. Şahin’i
öldürdükten sonra gözlerini oyar.
Mustafa, bodrumdaki parlak taşa dokunduktan sonra, tef
ve konuşma sesleri duyulan varlıklar
ona musallat olur. Yazarın olumlu cin ve ev sahibi
anlamında değerlendirdiği ateş cini ise aileyi korumaktadır. Sahiplerince
Huzursuzkaradayı olarak adlandırılan soba içerisinde yaşayan ateş cini, aileyi kiraladıkları
yatırlı evden kurtarmak için, sobayı yürüterek, taşınmalarını sağlar.
Hortlak
Hortlaklar, öldükten sonra gömülmüş olan ve çeşitli
nedenlerle gömüldükten sonra mezarından çıkarak insanlara göründüğüne inanılan
varlıklardır. Muska’da Türkler için önemli bir mevsimlik inanç bayramı olan
Hıdırellez gününde daha önce ölmüş kişilerin
giyim kuşamları ile farklı zamanlardan gelerek,
dileklerini yazdıkları kağıtları denize attıkları görülür. Bu hortlaklar,
geleneğin aksine iyidirler ve mahallenin delisi Çatlak Şadiye’yi, Ziya’nın
evinde çıkan yangından kurtarırlar. Fiziksel yaşamını terk etmiş kişilerin,
henüz hayatlarını kaybettiklerini bilmeden Cemile’nin yanına gelmeleri,
Şamanların ruhları kurtarmak amacıyla seyahatler gerçekleştirmelerini anımsatır
(İnan 1986). Bu anlamda en dikkat çekeni gelinliği ile korkulu ve şaşkın
vaziyette gelen genç kadın olmak üzere Cemile’ye gelen bu hortlaklar, Şamanist
inançlar ile memoratların birleştiği bir saha oluşturur. Romanda kötücül
güçlerin kahramanları kışkırtmak ve ele geçirmek için geçmişten gelen öfkeleri,
psikolojik baskıları, baba düşmanlığını, küllenmiş suçluluk duygularını
harekete geçirişlerine şahit oluruz. Örneğin Sarp ile birlikte limon almaya
giderken, araba çarpması sonucu ölen Saniye, yıllar sonra Sarp’ı ölüm eşiğine
getirmek için hayallerine dolar, kendisini bodrumdan kurtarmasını ister, ancak Sarp iç görüsü sayesinde bunun Kara Nesne’nin bir
oyunu olduğunu anlar. Ayzıt’ın ölmüş olan oğlunun ruhu, Kara Nesne’nin verdiği
rahatsızlık sonucu eşiği aşıp, annesinin yanına geldiğinde, Ayzıt onu ikna
ederek, yerine gönderir. Yatır romanında ise ölmüş olan Ayzıt’ın ruhu, dualarda
destek olmak ve istişarelere katılmak için Cemile ve Seher’in yanlarına gelir.
Büyü
“İyi veya kötü bir sonuç almak için tabiat öğelerini,
yasalarını etkilemek ve olayların olağan düzenlerini değiştirmek için girişilen
işlem” (Boratav 1999) olan büyü, Muska’nın temel entrikasıdır ve kötücül güçlerce yapılır. Kara
Nesne, yardımcıları eliyle Semra ve Necla’ya sabun büyüsü yaparak ilkinin
ölümüne, ikincisinin de ağır biçimde hastalanmasına neden olur.
Ayrıca Sarp’ı öldürebilmek için arkadaşının annesinin
gözüne, evdeki limonları soğan olarak gösterir. Kadın kızını ve Sarp’ı limon
almaya yollar ve Sarp’ın mucize eseri kurtulduğu kazada, kız ölür. Burada
limonun soğan olarak görülmesi de soğan kabuklarını para olarak kullanan
cinlerle büyü münasebetini kurması bakımından önemlidir. Büyünün bozulması
içinse ateşin sağaltıcı gücünden faydalanan yazar, büyülü sabunun ateşte yakılması
gerektiğini Ayzıt ağzından söyletir. Sarp’ı korumak isteyen Cemile, ona bir
ateş yaktırır ve Sarp için dualar okur.
Fal
Şamanların kaybolan eşyalardan haber almak için ayna
falına baktığı bilinmektedir (Boratav1999). Kahve falı yanında kurşun dökmek de
fal misyonuyla değerlendirilmiştir. Necla’yayapılan sabun büyüsü, Ayzıt, Cemile
ve Seher hanımlarca kurşun dökmek yoluyla tespit edilir. Sarp’ı kötü
güçlerden korumak ve mücadelenin nihayeti hakkında bilgi sahibi
olmak için de onun saç tellerini kullanarak, kurşun dökme yoluna gidilir.
Ayzıt’ın geleneksel yapıdan farklı olarak, bu ritüelin uygulanımı sırasında “kurşun
piri, kurşun cini, suyu al, havayı al, de bize bildiğini” (118) sözleri ile
kurşun cini kavramının oluşturulması geleneğe yazarca eklemlenen unsurdur.
Koruyucu Unsurlar
Muska romanında
kötü güçlerin saldırısından korunmak için ateşin nihaî göstergesi olan kül kullanılır.
Sarp’ın yatağının altına ve çevresine dökülen küller, kötü ruhların erişmesine
engel olmak amacını taşır ki burada da geleneğe dair dönüşümler mevcuttur. Muska
ise “hastalıkları sağaltma”, “düşmandan gelebilecek kötülükler, görünmez
kazalar”gibi “herhangi bir zararı önleme amacıyla üstte taşınan” (Boratav 1999)
bir nesne olarak, romana hem adını verir hem de gidişatı değiştirir. Muska, Yatır romanında da evi
korumak maksadıyla duvarlara asılmış̧ koruyucu bir
nesne konumundadır.
Mekânlar
Gizli yer altı
geçitleri, gotik edebiyatın mekanları içerisinde önemlidir (Hennessy
1978).Romanlarda bahsedilen eşikler, asansör, kuyu, ayna, bodrumlar, özellikle
de mahzenler, insanın korkularıyla yüzleşmesi noktasında
önemli bir konumdadır (Bachelard 1996).Memoratlara dair anlatılarda, cinlerle
karşılaşma alanlarının bu tarz yerler olması da gotik hafızaya vurgudur.
Yemni romanlarında geçitler, şamanların yer altı seyahatlerini,
astral gezinmelerini
vurgularken, ikincil alemlere geçiş eşikleri de
olurlar. Mitolojik dönemlerden itibaren eşik kutsal kabul edilir. Hayat ile
mematı ayıran çizgi olan eşik, kişinin sığınma alanıdır. Bir“adapte sorunu”
olarak, kötü varlıklar eşiği aşamamaktadırlar. Romanda kullanılan kuyu motifi
modern edebiyat için gotik mekanların tekinsizliğini destekler. Kuyunun Türk-İslam inanç sisteminde, arınma, baht dönümünü
sağlama gibi işlevleri vardır. Modern edebiyatta kişinin kendini buluşu ile
açıklanabileceği gibi psikanalist ve mitik açıdan da kahramanın yaşadığı
ikincil evren maceralarının eşiği veya düşmanların hapsedildiği, kötülüğün
yenildiği alan olarak kurgulanır. Yatır romanında psikanalitik bir unsur olarak
mağara motifi de dönüştürülmüş olarak yer eder. Jung mağaranın bilinç ile
bilinçdışı arasında, kişinin kendisini dönüştürme sürecini görür (Jung 2013).
Mustafa, bir eşik kabul edilen parlak taşa dokunduğunda zihninde uyananiki
mağara ile konuşmaya başlar ve zamanla olumsuz bir kişiye dönüşür.
Tekinsizlik
Memoratlara dair unsurlar içerisinde, ayna tekinsiz
durumu destekleyen bir unsurdur. Bir taraftan fal ve büyü ile ilgili olan
cephesi, bir yandan da inanç pratiği olarak gölge varlıklarınyansıma
alanlarından biri olarak kabul edilmesi, ayna ile memoratların ilişkisini
güçlendirir. Muska’da
ayna, uğursuzluk nesnesi olarak kabul edildiği gibi, cinlerin yansıma alanı
olarak da kullanılır. Şamanlar, aynaları metafizik alemle ilişki kurmak
amacıyla kullanırlar ve bu anlamda ayna daha da önem arz eder. (Çetindağ 2009)
Aynanın
Muska romanında
yüklendiği konum, Yatır’da da
korunur. Burada yine aynaya dair itikatlara bağlı olarak kırılmayan bir ayna
söz konusudur. Aynaya yüklenen tekinsiz rol, onun cinlerle olan ilişkisine
bilinçaltı noktasında işaret etmesi bakımından mühimdir.
Gotik anlatıda resme dair unsurların kullanılması,
tekinsizliği tetikler. Yatır romanında lanetten kaçmaya çalışan kahramanın
resim tablosunun içerisine hapsolması bu anlamda manidardır. (Sedgwick 1986)
Sonuç
Sadık Yemni paranormal romanlarında memoratların
gücünü kullanır ve geleneğin dönüştürüldüğü sinematografik eserler yazar.
Toplumsal kimliği şekillendirmek, çizmek veya korumak için memoratların
imkanlarını kullanmak ve sınırları değiştirmek, geliştirmek
gerekebilir. Topluma ait kadim anlatıların ve inanç
pratiklerinin romanlarda kullanılması, anlatılara yeni bir güç ve ivme
kazandırmak, belki de parlak epik zamanlara yeniden dönmek arayışının bir
neticesi olur.
KAYNAKÇA
ASSMANN, Jan, (2001),
Kültürel
Bellek
, (Çeviren: Ayşe Tekin), İstanbul: Ayrıntı.
BACHELARD, (1996),
Mekânın Poetikası
, (Çeviren: Aykut Derman), İstanbul: Kesit
BASCOM, William R., (2007/4), “Folklorun Dört İşlevi”, (Çeviren: A. Tansel),
Folklor/Edebiyat,
52: 7-28.BAYAT, Fuzuli, (2015),
Türk Mitolojik Sistemi
, İstanbul: Ötüken.
BORATAV, Pertev Naili, (1999),
100 Soruda Türk Folkloru
, İstanbul: Gerçek.
CAMPBELL, Joseph, (2010),
Kahramanın Sonsuz Yolculuğu
, (Çeviren: Sabri Gürses),İstanbul: Kabalcı.
ÇETİNDAĞ, Yusuf, (2009),
Ayna Kitabı
İstanbul: Kitabevi.
ÇOBANOĞLU, Özkul, (2003),
Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İnançları
,
Ankara: Akçağ.
GABAİN, Annemarie von, (1968), “Renklerin Sembolik
Anlamları”, (Çeviren: Semih
Tezcan),
Türkoloji Dergisi
, III, 1: 101-113.EREN, Metin, (20
13), “Halk İnancı’ Kavramının Sınırları ve
Sınırlılıkları Üzerine Birİnceleme”,
Turkish Studies
, 8/13: 857-865.HENNESSY, Brendon, (1978),
The Gothic Novel
,
Harlow: Longman
İNAN, Abdulkadir
, (1986),
Tarihte ve Bugün Şamanizm
, Ankara: TTK
İNCİ, Handan, (2005), “Aziz Efendi’nin Reddedilen
Mirası Türk Romancısının GerçeklikleSavaşı”,
Kitaplık
, 80: 73-83.JUNG, Carl Gustav, (2013),
Dört Arketip
, (Çeviren, Zehra Aksu Yılmazer), İstanbul: Metis
,
Harlow:
Longman
İNAN,
Abdulkadir
,
(1986),
Tarihte
ve Bugün Şamanizm
,
Ankara: TTK
İNCİ,
Handan, (2005), “Aziz Efendi’nin Reddedilen Mirası Türk Romancısının
GerçeklikleSavaşı”,
Kitaplık
, 80:
73-83.JUNG, Carl Gustav, (2013),
Dört
Arketip
,
(Çeviren, Zehra Aksu Yılmazer), İstanbul: Metis
276KILGOUR, Maggie, (1994),
The Rise of the Gothic Novel
, New
York: RouthledgeLE GUIN, Ursula K., (2015),
Kadınlar
Rüyalar Ejderhalar
, İstanbul:
Metis.
MORAN,
Berna, (1998),
Türk
Romanına Eleştirel Bir Bakış
III,
İstanbul: İletişim.
ONG,
Walter J., (1995),
Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi
,
(Çeviren:
S.Postacıoğlu Banon), İstanbul: Metis.
ÖZTÜRK,
Özhan, (2009),
Folklor
ve Mitoloji Sözlüğü
,
Ankara: Phoenix.RICOEUR, Paul, (2012),
Hafıza,
Tarih, Unutuş,
(Çeviren:
M.E. Özcan), İstanbul: Metis.
SEDGWİCK,
Eve K., (1986), “The Structure of Gothic Conventions”,
The
Coherence ofGothic Conventions,
New
York: Methuen.SIMPSON, J. ve S. ROUD, (2000)
A Dictionary of English Folklore
,Oxford
UniversityPress.
TÜRKEŞ,
Ömer, (2005), “Korkuyu Çok Sevdik Ama Az Ürettik”,
Radikal
Kitap
,
16-17.(200
8),
“Korku Türünde İnsan Özgü Çok Şey Bulmak Mümkün”,
HürriyetGösteri
, 292:
118-119.
YEMNİ,
Sadık, (2013a),
Muska
,
İstanbul: Nar Kitap
(2013b),
Yatır
,
İstanbul: Nar Kitap
YETİŞ,
Kâzım, (1996),
Namık Kemal’in Türk Dili ve Edebiyatı Üzerine Görüşleri ve
Yazıları
,
İstanbul: Alfa.