David Lynch’in
Kariyerinin 1 Dakikalık Özeti
The
Return - Hayal Âlemlerinin İkiz
Tepesi
David Lynch’in yönetmenliğini ve Mark
Frost’la birlikte senaristliğini yaptığı Twin Peaks serisi 1990-91 yıllarında
gösterime girdi, dünya çapında bir başarıya imza attı ve kültleşti. İki sezon
ve toplam 30 bölüm olan dizinin konusu kısaca şöyleydi: Seksen sonlarında Kuzey Batı ABD’deki küçük
bir kasaba olan Twin Peaks’te Laura Palmer adlı bir genç kızın kıyıda naylona
sarılmış vaziyette cesedi bulunur. Lynch’in ünlü filmleri Çöl Gezegeni – Dune
(1984) ve 1986 yapımı Mavi Kadife – Blue Velvet’ten tanıdığımız aktör Kyle MacLachlan,
Dale Cooper adlı çiçeği burnunda genç bir FBI ajanı rolünde kasabaya gelir.
Araştırmalar sürdükçe sessiz ve sakin görünümlü kasabada saman altından çok su yürütüldüğü
anlaşılır. Dizide kızın katili bulunur. Diğer suçlular da derdest edilir, ama
kötülüğün özü, iki tepeden kara zirveli olanı işbaşında kalmaya devam
ediyordur.
Bir çeşit araf ya da rüyalar arası trafikte
bir orta nokta olan kırmızı perdeli oda, burada cüce ve dev metaforu, cücenin
dansı, kütüklü kadın, saf şerif
sekreteri Lucy gibi iyilerin ve tabii ki kötü karakterlerin de cirit attığı ilk
iki sezonda Laura Palmer’ın kaybının kasabayı niye bu kadar sarstığını
anlamakta güçlük çeker izleyici. Bu belirsizliği özellikle hedeflemiş olan
yönetmen 1992’de Ateş Benimle Yürü - Fire Walk with Me adlı bir sinema filmi
çekerek Twin Peaks’te Laura Palmer’ın cinayet öncesi günlerini gösterdi.
Böylelikle kızın sadece bir insan değil, ortak bir arzu nesnesi, kasaba insanının
düşünce ufkunda güçlü bir imaj büklümü ve adeta günlük hayat motorunu
çalıştıran uçucu bir yakıt olduğunu anladık. İlk iki sezonu izlemeye üşenenlerin The Return’e başlamadan önce en
azından Fire Walk with Me’yi izlemelerini tavsiye ediyorum. Bu film şimdilerde bir
başyapıt olarak nitelendiriliyor.
Külte
Devam
Aradan 25 yıl geçtikten sonra David Lynch
Return – Dönüş başlıklı 18 bölümlük bir üçüncü sezon çekti. Eski ana karakterlerden hemen
hepsi dizide rol almış durumda. Yeniler de var haliyle. Yönetmen bize ilk iki bölümde New York’daki
bir gökdelendeki teknik tertibatı, diğer âlemlere, kesif kötülüğün kol gezdiği
dehlizlere açılan laboratuvarı gösterdi.
Ajan Cooper’ın ikizi olan astığı astık kestiği kestik Kötü Cooper’ı tanıdık. 25
yıl kırmızı perdeli odada beklemiş ve artık dünyaya dönme zamanı gelmiş olan İyi
Cooper’ı bir kara parçasına sahip değilmiş gibi duran karanlık denize ve yine
üzerine basacak toprak parçası bulunmayan uzaya baktırdı. Çıkış buralardan
değildi. İnsanın ya da bedenlenmiş bilincin mi demeli rüya ortamı dışında yeri
yurdu, nefes alacak atmosferi yoktu. Dizide hayat denen şeyin birbirlerine
eklemlenmiş rüyalar zincirinden ibaretliği sıkça vurgulanır ve ara sıra da
‘Rüyayı gören kim acaba?’ şeklinde bir soruyla gizem gölüne maya çalınır.
1 Dakikalık Özet
Lynch ve
Frost bizi dizi boyunca bin bir hissiyat çemberinden geçirtir. Öyküde efsane
şeklinde anlatılan arka plan hikâye vardır. Mavi Gül dosyası. Bu bizzat FBI
şefi Cole rolündeki David Lynch’in ağzından anlatılır. Zamanında FBI
paranormal-dünya dışı denebilecek bir meseleyi araştırmıştır. Sonuç muğlaktır.
Ajan Philip Jeffries, müteveffa David Bowie’nin zamanında canlandırdığı karakter kayıptır. Bir başka
boyuttadır. Devasa bir çaydanlık şeklindedir ve
ağzından buharlar salmaktadır. Zamanda geriye kayış yapabilecek hatları
kontrol edebilen bir çaydanlığa mı dönüşmüştür, yoksa o boyutta gözümüze böyle
mi görünüyor sorusu izleyiciyi hiç yormaz. İkiz Tepeler yönetmeninin böyle bir
soyut kredisi mevcuttur.
Kötülüğün
makul bir nedeni olduğunu, iyi polislerin sıkı bir araştırmayla kötüleri bulup
onları altederek düzeni sürdürebileceğini hayal etmek insanı rahatlatır mı?
Buna hayır diyen çıkar mı? Sanmıyorum. En gerçekçi takılanımız bile ara sıra
zihnini tatile çıkarmayı arzular. Fantezi günlük realiteden kaçmamıza yardımcı
olur. Twin Peaks dizisi bize bunu yapabilmemiz için el verir. 48 bölüm boyunca
süren gerçeklikten kaçış kürüne gireriz.
Dizide
çocuk ölümleri ve buna verilen tepki zaman zaman hissiyatımızı altüst eder.
Bazen de büyümüş bir çocuğun Wally Brando’nun,
Marlon Brando’nun 1953’te çektiği The Wild Ones filmindeki gibi bir
motor, kasket ve deri ceketle yıllar sonra şehre gelip annesi Lucy’yi, babası
Andy’yi görmesini ve onun bunca zamandır boş duran odasını çalışma odası
yapmalarına izin verdiğini söylemesi bizi tuhaflığın, içburukluğunun en üst
katlarına buyur eder.
Kayıp
Otoban’ı görmüş olanlar karanlıkta boş yollarda araba sürme sahnelerinin
mesajını çok derinden alırlar. Dizide Seks de bayağı netameli bir iştir. İkinci
bölümde NewYork’taki laboratuvarda sevişen iki genç başka bir boyuttan gelen
yaratık tarafından parçalanarak öldürülür. Cooper ve eski sevgilisi Diana da
bir motelde bu işe koyulduklarında başka bir dünyaya savrulur.
Electricity! Sık sık yinelenen bir
sözcüktür. Elektrik kablolardan geçerek başka boyutlara, hayatlara erişmek
mümkündür. Âlem elektronların koşuşturmasından ibarettir. Her şey elektrik
vasıtasıyla oluyor bitiyordur. Bu onlarca defa sahnelerde ve bizzat sözü
edilerek bize hatırlatılır. Bize sürekli olarak elektriği taşıyan kablolar ve
trafolar gösterilir. İşte rüyaların fırıl fırıl etkin olduğu yer burasıdır
dercesine.
Dizide mutlu son sahneleri de mevcuttur. Ed
ve Norma örneğin yıllar sonra birbirlerine kavuşur. Kyle MacLachlan’ın canlandırdığı Las Vegas’ta
yaşayan aile babası sigortacı Dougie de ailesiyle birleşir. Ama ilk 30 bölümün
en unutulmaz kızı olan Audry Horne için The Return’de acı bir final mevcuttur.
Bu nedenle 16. bölümde dizinin popüler Bang Bang barında Lynchian müzik
eşliğinde icra ettiği dans bir bar kavgası tarafından inkitaya uğrar. Kadın
kocasını esas çehresiyle görür, bir anlık bilinç sıçramasıyla rüyadan sıyrılır
ve o anda aslında tımarhanede bir tecrit odasında olduğunu anlar.
Son sezonun 4. Bölümünde yüzü bize çok
tanıdık gelen bir kadın ajan vardır. David Duchovny. İkinci sezonda kadın
kılığında gezen DEA ajanı Dennis Bryson, aslında Denise demek lazım tabii,
rolünde gördüğümüz genç aktörü hatırlarız. O sıralarda The X Files dizisindeki
Fox Mulder rolüyle dünyaca ünlü olmasına sadece birkaç yılcık kalmıştı.
Finale yakın Twin Peaks şerif bürosunda sağ
eli yeşil eldivenli Freddie Sykes şeytan BOB’u alt etmeyi başarır. BOB malum 25
yıl önce Laura Palmer’ın babasının içine girerek kızını öldürmesine ve bizim
The Return ile birlikte toplam 48 bölümlük Twin peaks dizisini izlememize neden
olmuştur. Aşırı negatif bir erktir. Atom bombasının kullanılmaya başlamasından
sonra daha da büyük bir güç kazanmıştır. Işıklı bir kafa olan kötülük usaresi
BOB sonunda mağmanın derinliklerindeki malikanesine döner de rahat bir nefes
alırız. İyi Freddie’yi görünce elleri
metal tırnaklı kötü Freddy’i, A Nightmare on Elm Street filmlerindeki Kötü Freddy
Krueger’i hatırlamadan edemeyiz.
Bu arada birinci bölümde hâlâ cep
telefonunun nasıl çalıştığını anlamakta zorluk çektiğini gördüğümüz Lucy son
bölümde Kötü Cooper şerifi vurmak üzereyken elinde tabancası müdahale ederek
onu elimine eder ve ‘Şimdi cep telefonunun ne olduğunu anladım.’ der. Dizinin en anlamlı, en komik
ve en hiper uçuk cümlesi bence budur.
Lynch’in
kariyerinde rolü olan kütüklü kadın Margaret (Catherine Coulson) rol icabı
olarak ve gerçek hayatta da biraz sonrasında ölür. Son bölümlere yakın Margaret
rolünde şerif yardımcısı Hawk ile icra ettiği diyalog dizinin ana çizgisini bir
kez daha vurgular.
“Ölümü bilirsin. O bir
değişim, son değil. Şimdi zamanı. Bırakıp gitmenin korkusu var biraz. Kütüğüm
altına dönüşüyor. Rüzgâr mırıldanıyor. Ben ölüyorum. İyi geceler Hawk.”
“İyi geceler Margaret.”
Dizi bitiminde ölen bir aktör daha vardır.
Harry Dean Stanton. Alien, Repo Man, Fire Walk with Me’den tanıdığımız meşhur
aktör, The Return’deki rolünün bitiminden kısa bir süre sonra 91 yaşında
ölür. Dizi aynı zamanda Lynch’in
filmlerinde ve hayatında rol olan ölülerin anısını da barındırmakta, onlara son
kez beyaz perdede görünme fırsatını vermektedir.
Yeşil yüzük, baykuşlu mağara gibi sembolik
bir nesnedir. Öteki âlemlere geçiş izni gibidir. Bununla beden ve zihin
transportu da yapılabiliniyordur. Eldiven de yeşildi malum. Bir diğer maddi
sembol de vantilatördür. Kedinin sinirle kuyruğunu sallaması gibi vantilatörün
dönmesi çığrından çıkan istek, öfke, arzuyu simgeliyor.
Büyük
dinleri okyanusa dökülen nehirler gibi gördüğünü söyleyen Lynch dizide Arm adı
verilen üst düzey zekâyı temsil eden yapraksız ağaç gövdeli beyni bize
defalarca gösterir. Gücünü topraktan alan bu zeki yapı zamanla evrimleşmiş
doğal bir güçtür. Şamanist bakış çağrıştıran bu üstün akıl çok hikâyeli rüya
senaryosu, grift kader örgüsü belirleyicisi olarak takdim edilir.
Finale
yakın David Lynch, Laura Dern (Diana) ve Kayle MacLachlan maziye ait koridorda
beraber yürürler. Vefakâr bir Lynch izleyicisi ‘Vay canına.’ demeden duramaz.
Nostaljik, muzafferane ve elveda mesajlı bir sahnedir. Cooper 25 yıl önce
kaldığı oteldeki 315 nolu odanın anahtarıyla yine o zamandaki odanın (çünkü bu
arada elektronik kart uygulamasına geçilmiştir) kapısını aralar. Kapıda iki eski sevgili Diana ve Cooper birbirlerine
elveda diyecektir. Cooper ‘Biz bir rüyanın içinde yaşıyoruz. Umarım sizleri
tekrar görürüm.’ der ve kapıyı açar. ‘Beni takip etmeyin.’ diye tembihleyerek
gider. Blue Velvet filmini hatırlamamak mümkün değildir. Cooper’ın 31 yıl önce sevgilisi
rolünü oynadığı kadınla hâlâ başka isim ve karakterle de olsa sevgili rolüne
devam etmesi ve dahası bütün bu filmleri çeken yönetmenle beraber olmaları
izleyicide fazladan hissiyat depreştirir.
Ve… Ve en önemlisi saat hâlâ 2.52’dir.
Âlemler arası geçişlerde saatler daima 2.52 ile 2.53 arasındadır. Bütün dizi,
bunca vaka ve adeta eylem içinde günleri geceleri barındıran bir dakikalık bir
zaman dilimi içersinde olup bitmektedir.
Gel de şimdi fi tarihinde Eurovizyona katıldığımız ‘Seninle bir dakika’yı
hatırlama.
The Return, çeyrek yüzyıl önce gösterilmiş
olan diziyi ve Lynch filmlerini tanıyanlar için sürrealist yönetmenin
kariyerinin bir özetidir dense hiç, ama hiç abartma olmaz.
Dönüş
Öykünün ana çarkı ölümünden 25 yıl sonra
yine Laura Palmer ile dönüyordur. Çaydanlık Jeffries, Cooper’a yardım eder ve
Laura’nın ikizini bulması için yolunu Texas Odesa’ya açar. Cooper orada Carrie
Page adıyla bambaşka bir hayat yaşayan Laura’yı sonunda bulur. Kadının evine
gider. Salondaki divanda alnından vurulmuş bir adam oturmuş vaziyette
duruyordur. Kadın belki de bir diğer hayatta kötücül babayı simgeleyen kocasını
vurmuştur. Carrie bu nedenle çaresizdir ve onunla birlikte gitmeye razı olur.
Ceset üzerine tek bir kelime etmeden binlerce kilometre yol alırlar. Odesus’un
on yıl süren mitolojik yolculuğunu hatırlamamak mümkün değildir. Arabanın
tekerlekleri karanlık yollarda dönerken imkânsızı hissederiz, ama yine de umut
mumumuz küçük ve titrek bir alevle yanmaya devam eder. Carrie ve Cooper Twin
Peaks kasabasına gelince doğruca Laura’nın eskiden ailesiyle oturduğu eve
gider. Cooper’ın amacı kaderin akışını bozmaktır, ama onları bir sürpriz
bekliyordur. Kapıyı açan kimse ne Laura’yı ne de ailesini tanımaktadır. Cooper
şaşırır ve ‘Hangi yıldayız?’ diye sorar. Ardından üç sezon boyunca defalarca
işittiğimiz çığlığı bu defa Carrie’nin ağzından duyarız. Evin ışıkları söner.
Renkler solar ve film siyah beyazlaşır. 25yıl önce genç Laura’nın genç
Cooper’ın kulağına fısıldadığı sözleri hatırlarız. Geri dönüş mümkün değildir.
Eski Twin Peaks mazi olmuştur. Dahası, The Return bunun tescili için
çekilmiştir.
Kasım 2017
-----------------------