Cevat Yorulmaz, 66 gün önce 60 yaşına bastığı
günün ertesinde, oturma odasındaki divanda uyandığında, önündeki saatlerin
hayatını sonsuza dek değiştireceğini bilemezdi. Dün akşam tek kişi için
organize ettiği partide çok içmiş ve yatak yerine divanda sızmıştı. Sabah
tuvaletin zemini kusuklarla bezeliydi. Gece midesinde ne varsa çıkarmıştı.
Defalarca. Ona rağmen başı hâlâ zonklamakta, midesi de yanmaktaydı.
Üç ay önce 21 yıllık karısından resmen
boşanmıştı. Kadın annesine taşınmıştı. Bir yıldır orada kalmaktaydı zaten.
Çocukları olmamıştı. İşi de yoktu. Çalıştığı firmadan zoraki emekli edilmişti
geçen yıl. 1305 lira emekli maaşıyla. Artık hurdaya atılmış bir mimar
eskisiydi. Muntazaman görüştüğü bütün kimseleri, karısının vesilesiyle
tanıdığı, kadının yokluğunda belli olmuştu. Su çekilince karaya oturmuş
ıskartalık bir sandal gibi tek başına kalıvermişti. Hayatını renklendirmek için
yeniden bir şeyler kurması gerekiyordu. Hobi, gezi, yeni bir hayat arkadaşı
araştırmaları vb. O günden sonra bunun için hiçbir şey yapmasına gerek
kalmamıştı.
O gün ardı ardına yuttuğu parasetemollere
rağmen, beyninde trampet soloları eşliğinde Beşiktaş’da gezinirken, peşin
parayla 470 liraya aldığı Niclon Coolpix S 666 model bir fotoğraf makinesi
hayatını sonsuza kadar değiştirmişti. Makinenin içinde arzuladığı tüm renkler
fazlasıyla mevcuttu. Böylesini hayal bile edemezdi.
Daha önce bir sürü fotoğraf makinesi
edinmişti. Bu farklıydı. Çünkü fotoğrafını çektiği insanların şahsi bilgilerine
ulaşabilmekteydi. Bu bilgiler fotoğrafa bakarken kafasına doluşuyordu.
İnternetten film indirmek gibi bir şeydi adeta. Çektiği fotoğraflara dizüstü
bilgisayarında bakarken hemen hepsinde garip ve şeffaf lekeler olduğunu görünce
aynı anda üç makineden de şüphelenmişti. Tefekkür makinesi, yani kafası
yerindeydi. Ekran dışında hiçbir yerde o şeffaf şeyleri görmüyordu. Dizüstü de
iyi durumdaydı. Sadece o makinenin çektiği filmlerde bir numara vardı. Demek ki
hikâye Coolpix S 666’daydı. Tam makineyi aldığı yere götüreceği sırada şeffaf
şekillerin ilk sır düğümcüğünü çözüvermişti.
Oturduğu apartmanın kapıcısı İsmet
sayesinde olmuştu bu. Adamın bir gün önce ricası üzerine resmini çektiğinde sol
elinde hafif bir solukluk vardı. Ertesi gün adamın o eli sarılıydı. Kalorifer
kazanını onarırken bileğini burkmuştu. Birkaç denemeden sonra Cevat, Coolpix S
666’nın insanların o andaki durumunu ya da yakın geleceğini gösteren bir
hassaya sahip olduğunu keşfetmişti. İsmet’in renkli basıcıdan çıkan fotoğrafını
çerçeveletmişti sonradan. Bir milattı.
Şeffaf şekillerin çoğunu da deşifre
edebilmişti. Basit ve biraz çocuksu sembollerdi zaten. Cepleri şiş; paralı ya da para alacak, sevinçli;
gülümseme, üzüntülü; iri mahzun gözler, hamile; yanında yürüyen minik şeffaf çocuk,
doktor; göğsünde steteskop, kötü; elleri aşırı büyük ve kıllı, eşini aldatan
kadın; iki omuzunda sağında solunda erkek yüzleri, eşini aldatan adam keza
omuzlarında kadın başlarına sahipti. Öfkelinin gölgesi çimenlik gibi kabarıktı.
Hastaların arızalı organlarının üzeri lekeli çıkıyordu. Bir hastahaneye giren
çıkan insanların fotoğraflarını çekerek bunu kesinlikle bulgulamıştı. Daha
başka şeyler de vardı. Kendini asla soğutturmazlar mevcuttu. Bu kimseler
kamerada hiçbir şekilde iz bırakmayanlardı. Yüz hatları da iyi seçilemiyordu.
İçine korku salıyordu. Sayıları çok azdı neyse ki.
Cevat, Beşiktaş’taki o dükkâna gidip Niclon
Coolpix S 666 marka fotoğraf makinesi almak istediğini söyleyince satıcı
şaşkınlıkla böyle bir markanın mevcut olmadığını söylemişti. Kapıcı İsmet
sayesinde makinenin ne denli özel bir aparat olduğunu keşfedince bir yedeğini
satın almak istemişti. Bulsa iki yedek bile alırdı, ama yoktu. Hiçbir kimse
böyle bir kameranın varlığını bilmiyordu. O gün ona aleti satan genç bayanı da
tanımıyorlardı. Burada yıllardır öyle biri çalışmıyor, demişti patron bahsi
geçince. O anda Cevat az kalsın sol cebinde duran kamerayı çıkartıp
gösterecekken hissi kablel vukuyla bunu yapmamıştı. Gösterirse makine hassasını
yitirecek korkusunu iliklerinde hissetmişti. O akşam bakkaldan ekmek almış dönerken
kısa boylu, tıknaz yapılı, gür beyaz saçlı bir adam önüne çıkıvermişti.
Apartmanın dış kapısının önündeydiler. Kendini tanıştırmış ve telefonla
konuşmak istediğini söylemişti. Fotoşipşok ona ait bir terimdi. Niclon Coolpix
S 666 ve yakın geleceği muştulayan şeffaf lekeler sözcükleri bütün kapıları
açmıştı. Cemal beyde de Niclon Coolpix S 666 bir kamera vardı. Üstelik çok
ilginç tezlere sahipti. Emekli fizik öğretmeniydi. O kamerayı aldıktan sonra
çalıştığı dersaneden ayrılmıştı. Fotoşipşokçuluk yoğun dikkat ve ilgi isteyen
bir uğraştı. Kendi de başka hiçbir şey yapamaz, hatta düşünemez haldeydi. Adam
makineyi aynı saatlerde, aynı dükkândan aldığını iddia etmekteydi. Bir seri
garabet nedeniyle kolayca reddedebilecek bir şey değildi bu. Adamın telefon numarası
yazılı kâğıdı almış ve dairesine çıkar çıkmaz onu aramıştı. Taksideydi. Senden uzaklaşıyorum. Böyle yapmamız lazım.
Sezgilerim güçlüdür. Bir makine ikimize bölünmüş ve yine de bütün kalmış
şeklinde bir düşüncem var. Makinenin böyle bir hassa kazanmasının sebebi bu
bile olabilir. Niclon Coolpix S 666,
google’a ilk baktığında yoktu. Şimdi de bazen var, bazen yok, öyle değil mi?
Ben yıllarca fizik dersi verdim. O kamerayı aynı yerden, aynı saatte aldık.
Birbirimizi görmedik. Piyasada öyle bir kamera yok. O satıcı kız da yok. Dahası
makineyi o dükkândan değil başka yerden aldık. Aklımızda o dükkân kaldı. Bunun
ne demek olduğunu düşün.
Fotoşipşokçu olmak muazzam bir artıydı. Cevat
kendini yenilenmiş hissetmekteydi. Kendine inanılmaz derecede güveniyordu. Canı
hiç sıkılmamaktaydı. Yatağa ne zaman yatarsa yatsın sekiz saat mışıl mışıl
uyuyordu. Ne içkiye, ne de uyku ilacına falan gereksinimi kalmıştı. Sıhhati
kükrüyordu. Midesindeki ülser kış uykusuna yatmış gibiydi. Ne yerse yesin
ağrılı faturalar yollamıyordu. Ömür boyu kontratlı baş ağrıları Okyanusya’daki
bir ada ülkesine iltica etmişti sanki. Başı billur gibiydi artık. Sabah
kahvaltıdan sonra dışarı çıkıyor akşama kadar sokakları arşınlayarak milletin
fotoğrafını çekiyordu. Bazen de içindeki hisse uyarak gece mesaisine kalıyordu.
İlk üç hafta böyle geçmişti. Bu arada önceden fotoğrafını çektiği bazı
kimseleri bulup yeni durumlarını ölçme aşamasına geçmişti. Bunlardan birisi
Atilla adlı bir pavyon kabadayısıydı. Cepleri kabarık, elleri kıllı
fotoğrafları, içinde tiksinti ve öfke uyandırmaktaydı.
Fotoşipşokçuluk pahalı bir hobiydi. Elinde
dizüstü bilgisayarla gezerken çeşni için girip çıktığı yerlerde bayağı masraf
yapmaktaydı. Günlük yemek, içki, sıcak içecek için yüz lira az geliyordu bazen.
Buna ilginç birini takip için bindiği taksiler, metrolar vb. eklenirse rahatça
150 liralık bir ortalamaya ulaşıyordu. İki haftada bankadaki parası tükenmişti.
Atilla’ya bir ders vermeyi düşündüğünde kredi kartıyla borç inşa etme dönemine
girmişti. Elleri bu kadar kocaman ve kıllı birinden biraz kredi çekmek fena bir
fikir değildi. S666 zihni açan bir makineydi. Atilla’yı hiç kıllandırmadan
takip edebilmeyi böyle başarmıştı. Adamın az sonra ne yapacağını hissediyordu.
Cevat orta boylu, tonton amca tipli, elinde bir dizüstü bilgisayarı taşıyan,
iyi giyimli biriydi ayrıca. Adamı ışığı yarım yamalak yanan apartman boşluğunda
kafasına önceden tedarik ettiği demir çubukla bayıltmış ve cebindeki şişkinliği
söndürmüştü. 18.655 lira ve Parabellum tabanca ganimeti ilaç gibi gelmişti.
Yalnız ertesi sabah gazetelerde adamın öldüğünü öğrenince sarsılmıştı. Çok
değil, ama biraz. Filmlerde enselerine bu tür darbeleri yiyenler birkaç saat
içinde ayağa kalkar ve serüvene kaldıkları yerden devam ederlerdi. Neyse ki,
onunla ilgili bir tanık vb. mevcut değildi. Çabucak silmişti Atilla’nın abus
suratını vicdan kayıtlarından. Unutuyorsun
gereksiz her şeyi. Ben de öyle. Uykum öyle kesif, öyle keyifli derin ki...
Vicdan çukurundan gelen seslerin üstü örtülü. Bir zamanlar şiir yazardım. Hobi
olarak. Şiirim de o çukurun içinde gömülü artık. Aklımda hep sen varsın. Bazen
sokakta ansızın karşına çıktığımı, ya da raslantıyla karşılaştığımızı hayal
ederek soğuk terler döküyorum. O gün seni bakkaldan çıkarken gördüğümde
hissettiğim duyguyu anlatamayacağım. Kuleden Aşil’le çarpışmak için inen Hektor
gibi hissettim kendimi. Sonra düşündüm. Tam öyle değil. Biz iki Hektor’uz. Aşil
o makine. O tek ve ölümsüz. Eğer aceleyle evden çıkarken S 666’yı yanına almayı
unutmasaydın şu anda bu sözcükleri duyamayacaktın.
İkinci vaka yoldaydı. İkinci cinayeti genç
karısını sürekli döven bir adamı hizaya getirmek için işlemişti. Moda’da sık
sık gittiği Melissa adlı kafeden tanıdığı bir çiftti. Dizüstünün ekranında
kadının hüzünlü gözlerine bakarken bir kere bakışları karşılaşmış ve kadın
hafifçe gülümsemişti. İşte bu gülümseme tetik olmuştu. Bu defa niyeti bu çok
arzu ettiği kadına işkence eden adamın biletini kesmekti. Adamın üç taksisi
vardı. Birinde de kendi çalışıyordu.
Feneryolu’nda sabit yeri vardı. Planını ikinci denemesinde
uygulayabilmişti. İlk defasında o kadar beklemesine rağmen bir türlü adama denk
gelememişti. İkinci kez durağın karşısındaki pidecide otururken avının bir
işten geri geldiğini görmüştü. Saat on bire geliyordu. Durakta başka taksi
yoktu. Hemen arabaya binmiş Kozyatağı’na gitmek istediğini söylemişti. Yolda
bir ara tenha bir ara sokakta durduklarında tek kurşunla ensesinden vurmuş ve arabadan
çıkıp gitmişti. Ertesi gün gazete ve televizyon haberlerinden o sokağın sandığı
kadar tenha olmadığını anlamıştı. Biri taksi durağındakı uykulu yüzlü şişman
adam olmak üzere dört şahit vardı. Dördü de onu farklı farklı tasvir etmekteydi
neyse ki. Nasıl bir amansız güç değil mi
bizimki? Herkesin düşünce röntgeni elimizde. Ortalıkta suç işliyoruz, kimse
doğru dürüst tasvir edemiyor tipimizi? Biliyor musun neden? Çünkü tek bölündü,
iki bütün oldu. Sen ve ben esas tiplerimizden sıyrıldık. Beni görmeyi çok
istiyorsun. Deneyimlerini paylaşmak için can atıyorsun. Kimseye bir şey
anlatamamak çok ağır bir yük. Ben de öyle hissediyorum, ama senle asla bir
araya gelemeyiz. Asla. Yegâne görüşmemizde hangi felaketin eşiğinden
döndüğümüzü bir bilsen.
Diğer iki cinayetin kayıtları zihninde bayağı
muğlâktı. Birini para için, diğerini sadece kötü biri olduğundan temizlemişti.
Parabellum harika iş çıkartmaktaydı. Şimdi İstanbul’da yepyeni bir seri
katilden söz edilmekteydi artık. Peşinde polis ve medyadan oluşan bir ordu
vardı yani. Bu nedenle işi sağlama bağlamış ve tabancayı ıssız bir kıyıda
denize fırlatmıştı. Listesinde yeni kurbanlar belirirse icabına bakacaktı
artık. Koskoca metropolde temizlik malzemesi sıkıntısı çekeceğini hiç
düşünmüyordu. Ne içindi bütün bunlar
Cevat? Evvelsi gün 60 yaşına bastım. Tek başıma ve mutlu. Karım üç yıl önce
kanserden öldü. Kızım evli, Kanada’da yaşıyor. Telefon etti bir dakika
konuştum. Bir bahaneyle kısa kestim yani. Sesimden bir şey hissetmesinden
korktum. Yaşgünümde sevdiğim herkes yanımdaymış gibi mutluydum. Şu Allahın
belası makine nedeniyle. Altı kişiyi öldürdüm. Arkası da gelecek. Bu kesin. Sen
de benim gibisin. Ne için bütün bunlar? O izi kaydı olmayan asla
soğurulamazların işi mi yoksa? Onları bal gibi biliyorsun. Neden şu ana kadar
sözünü etmedin? Neden Cevat? Neden?
Cevat, sayısız kereler o kimselerin kim
olabileceğini düşünmüştü. S 666’ın dokunamadığı bir yere ait olmalıydılar.
Bunların sayısı çok azdı. Tek tük birine denk geldiğinde yolunu değiştirip
uzaklaşıyordu. Bunun dışında Cemal gibi olan biten her şeyi anlamak için
kafasını yormuyordu. Kendisine çok özel bir hayat dilimi nasip olmuştu. Bu
kadarı yeterliydi. Üç hafta kadar önce karısıyla sokakta tesadüfen
karşılaşmışlardı. Kadın ondaki değişikliği, ‘Gençleşmişsin adeta,’ demişti,
yeni bir sevgiliye yormuştu. Sevgili vardı gerçekten, ama etten ve kemikten
değildi. Bu yeterliydi. Beyninin uzak bir köşesinden işlediği cinayetleri
lanetliyen bir ses vardı, ama çok ırak ve takatsızdı. Belki bir test bütün bunlar. O zaman başkaları da olmalı? Olsa
hisserderdik ama. Bizler ilkleriz belki. Ne için? Bunu iyi düşünmemiz lazım.
Özel yaşamları kemirerek ve insanları telef ederek ne kadar gidebiliriz? O asla
soğurulmazlar kimler? Sakın S 666 değil de, sen, ben, biz alet olmayalım?
Vicdanı uyuşturulmuş aparatçıklar.
Cevat, saat tam 17.56’da İstanbul’un aort
damarı olan İstiklâl caddesinin Taksim meydanına insan pompaladığı yerdeydi.
Cumhuriyet Anıtı’nın resmini çekiyor gibi yaparken gözü heykelin önünde tek
başına duran siyah saçlı genç kadındaydı. Kırmızı kazak ve siyah pantolon
giymişti. Orta boylu, balıketi kıvamında, hoş bir hatundu. Saatine bakmasından
birini beklediği belliydi. Az önce bir kafede resmini çekip bilgisayara
yüklediğinde sağ elinin parmakları kanlı çıkmıştı. Bu cinayetti. Kadın yakında
bir cana kıyacaktı. Daha önce de böylelerine raslamış, ama izini sürememişti.
İçinden bir dürtü arkasından git, bulduğun ilk fırsatta eylemini yapamayacak
hale getir diyordu. Dürtü çok güçlü olduğundan kadının niyetinden emin olmalıydı.
Hemen alışkın hareketlerle fotoğraf makinesinin kablosunu yanındaki dizüstüne
bağladı. Bilgisayarı çalıştırdı. Küçük ekranlı ve hafif bir model olduğu için
ayakta durması sorun olmuyordu. Bugün çektiği sekiz, dokuz fotoğrafın altısı
kadına aitti. Son iki kareye bakınca hiç şüphesi kalmadı. Kadının ellerindeki
kan gerçekti. O halde gerekeni yapacaktı.
“Demek buradasın Cevat?”
Cevat bilgisayarı kapatırken üç metre önünde
beliren Cemal’i görünce apıştı kaldı. Gözü gibi baktığı dizüstü ellerinden çözüldü
ve koruyucu çantasıyla beraber yere düştü. Birkaç saniye önce bağlantı
kablosunu söktüğü için fotoğraf makinesi bu durumdan etkilenmemişti.
“Ne istiyorsun?”
“Bu işe bir son vermemiz lazım.”
Cevat’ın aylardır bilinçaltında duran şey
yüzeye çıktı. Belki bin defa aynada kendi fotoğrafını çekip incelemek istemiş,
ama bundan korkuyla vazgeçmişti. Kendisinde şeffaf bir işaret var mıydı? Varsa
ne türdü? Bunu çok merak etmesine rağmen elini bir kutu akrebin arasına
daldırmak olacağını sezdiği şeyi yapmamıştı.
“Bunu yapmak şart mı?”
Cemal acı acı gülümsedi. “Daha fazla
dayanamayacağım Cevat.”
Cevat,
kırçıllı takım elbise giymiş adamın hislerini çok iyi anlıyordu. Kendisi
de aynı şeyi yapmak için yanıp yakılmaktaydı. İki orta yaşlı adam birbirlerini
süzerek hazırlıklarını tamamladılar. Civardaki insanların dikkatini henüz
çekmemiş olmalıydılar. Kimse durup onları izlemiyordu.
İkisi de diğerini aynı anda fotoğraf
makinesinin ekranında ortaladı. Cevat bütün dikkatini yaptığı işe vermişti.
Kalbi yüz metre koşuyorcasına hızlanmıştı. Çevrelerinde ansızın beliren, onlara
bakan kimseleri şöyle böyle farkındaydı. Parmağı deklanşöre dokunduğunda hava
karanlık olmamasına rağmen flaş bütün gücüyle patladı. Normal bir parlama
değildi. Mevcut gün ışığını karartmıştı adeta. Cevat parmakları arasındaki
makine yok olunca hayretle Cemal beye baktı. Onun elleri de boştu. Tek boş olan
parmakları değildi. Kelimeler de boşalmıştı. Ağzını bir şey söylemek için
boşuna açtı. Düşünceleri bir makarna süzgecinden geçen sıvı gibi hızla boşaldı.
Gözleri ekranını kararttı. Zihni sus pus oldu. Bilinci bir arı sürüsü gibi
bedeninden sıyrıldı ve onları çevreleyen kimselere doğru hızlandı. Bunlar
normal insanlar değildi. O asla soğurulmazlardı. Cevat ve Cemal beylerin 66
günlük marifetlerinin kayıtları bu kimseler tarafından hazla soğuruldu.
NOT: Ertesi gün basın ve yayında tek tük
yorumlar çıktı. İki altmışlık arkadaş Cumhuriyet Anıtı’nın önünde saat tam 6’da
(18.00’de ya da) kalp krizi geçirerek ölmüştü. Otopsi sonucu beyin kanaması
teşhisi konması önemli değildi. Kalp krizi daha etkili oluyordu okurda. Kimse
olayı daha fazla kurcalamadı. İstanbul’da beliren seri katil 3. cinayetten
sonra inine çekildi falan yazıldı aylar sonra. Bu arada tek ve yegâne S 666,
sahip değiştire değiştire hizmet vermeye devam etmekteydi.
Kim
şimdi bu aletlerden bir tane edinmek istemez? Hayır diyen elime mum
diksin.
Amsterdam, Ocak 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder