11 Temmuz 2020 Cumartesi

93. Yıl Marşı


93. Yıl Marşı


  “Tank geliyor.”
  Nesrin bunu diyen yirmi başlarındaki delikanlının işaret ettiği yöne baktı. Namlusu onlara çevrik çelik yığını ipini kopartmış boğa gibi geliyordu. Daha uzaktaydı. Köprünün üstünde öbek öbek insanlar vardı. İçlerinden biri ‘Allahu Ekber’ diye haykırdı. Diğerleri de tekbir getirdi.  
  Tank gelmeye devam ediyordu. Önünde duran boş arabalardan birinin üstüne çıkıp aracı ezerek yoluna devam etti. Ayakla bir böceğin üstüne basılması gibiydi. İçeri göçmüş tavan, demir aksamın iniltisi kadının içine korku salmıştı. Bu yaklaşan şey çok tehlikeli ve delice bir hevesle işlerini bitirmeye kararlıydı. Dabbe metal canavarını halkın üstüne üstüne salmıştı.
  Nesrin kendi gibi değildi. Normalde zaman varken kaçması gerekirdi. Bunu yapmak yerine içi öfkeyle dolup taşmaya başlamıştı. İçini kavuran enerji ağzından kelimeler halinde dökülmeye başladı.   
  “Demokrasi uludur. Demokrasi uludur. Ondan daha güçlüsü, daha saygını yoktur.”
  Taretlerin asfaltta çıkardığı sesler yakınlaşmaya devam ediyordu.
  “Mao, Stalin, Lenin ve özellikle Marx adına dur.”
  “Bu tarafa geliyor.”
  Gerçekten de ağır kütle onların bulunduğu yere doğru yönelmişti.
  Sağ yanında durduğunu fark ettiği siyah saçlı, hafif tombulca bir adam, “İlke ve inkilaplar adına dur bari lan! Laiklik senin belanı versin.” diye bağırdı.
  Nesrin krem rengi bermuda pantolon ve beyaz tişört giymiş adamı bir yerden tanıyordu, ama kim olduğunu çıkaramamıştı. Tank yoluna devam edince, adam umutsuzca, “Böyle olmaz.” dedi. “Bu nasıl tank be? Vatandaşın, yani bizim sözümüzü dinlemiyor. Hayret yani.”
  Nesrin adama hak verircesine başını salladı ve “Buraya herkes Che tişörtüyle gelseydi böyle olmazdı.” dedi. Bir yanı böyle bir laf ettiği için şaşkındı. Buna benzer sözleri eski solcu arkadaşlarıyla beraberken ve kafaları iyiyken espri olsun diye ederlerdi. Kendini komik duruma düşürdüğünün farkında olan yanı cayır cayırdı, ama ağzı bu sözleri sarf etmeye devam ediyordu. Çok tuhaftı.  
  Adam onunla aynı fikirdeydi. “Doğru.” dedi. “Nerde ama bizde bu bilinç.”
  Nesrin zıt hislerin etkisi altındaydı. “Öyle.” dedi laf olsun diye.
  Tankla aralarında on metre kadar mesafe kaldığında sol tarafında duran iki delikanlıdan biri arkadaşına, “Hakkını helal et.” deyip tanka doğru yürüdü. Tipi, giysileri akılda kalmayan silik bir gençti. Arkadaşının gözleri yaşlıydı. “Allahu ekber” diye bağırdı. O kargaşada bu ses çevrede duyulmuş gibi onlarca kişi ‘Allahu ekber’ diye bağırdı.
   Nesrin’in gönlü ve aklı farklı görüşlere sahipti. Aklı din cinsinden hafiflikleri reddediyordu.  Bu zamanda bundan medet ummak salaklığın dik alasıydı. Gönlündeki kıpırtıysa farklıydı. Küçük çocukken ailesinden, çevresinden kalan mirasın ışıltısını görüyordu. Aklı bu görme anlarından hoşnut değildi. Neyse ki uzun sürmüyor ve maneviyatla bağı kopuveriyordu.
  Birden inanılmaz bir şey oldu. Tanka doğru yürüyen delikanlı tankın altına yattı. Tank üzerinden geçti. Civardaki insanların ağzından ‘Oooo…’ sesleri yükseldi. Nesrin’in yüreği ağzına gelmişti. İçi acıma dolmuştu. Oğlunu hatırlamıştı. Yirmi yedi yaşındaydı ve şu anda Toronto’da bu hengâmeden uzakta, esenlik içindeydi.
  Tank durunca herkesi şaşırtan bir şey oldu. Az önce tankın altında kalan delikanlı arkadan çıkageldi. Sapasağlamdı. Tankın önünde durup onlara baktı ve iki elini havaya kaldırdı. Tank pes etmiş gibi kıpırtısızdı.
  Tam burada Nesrin o sahneden koptu. Çok hızlı bir kopuştu. Köprüde yanında duran yüzü tanıdık gelen bermudalı adamı unutmuştu, ama bir şey hatırlamıştı. Önemli bir şeydi belki. Ayaklarında tokyo terlikler vardı. İlk kez dikkatini çekmişti. Böyle bir terlikle sokağa çıkmazdı asla. Bir de gözünün önünde küçük bir oda canlanmıştı. Odada dört kişiydiler. Büro gibi bir yerdi. Metal masa ve üstünde bilgisayar, dosyaların durduğu bir raf vardı. Beyaz tişörtlü, bermudalı adam oradaydı. Sandalyede oturuyordu ve başını duvara dayamış uyukluyordu. Yer çok tanıdıktı. Tam neresi olduğunu hatırlamak üzereydi, çok yakından gelen silah sesleri duyulunca o sahneden de sıyrılıverdi. 
  Köprüdeydi yine, ama yeri değişmişti. Ortada tank falan yoktu. Gördüğü şeyler korkunçtu. Hemen önünde bir delikanlı vurulmuş kanlar içinde yatıyordu. Ölmek üzereydi. Nesrin’in anne kaygısı canlanmıştı yeniden. Boyu posu benziyor. Oğlu olmasın sakın. Değil. Çünkü oğlu uzakta ve güvende. Elektronik mühendisi. İşi var. Çalışıyor. Memnun. Ya oysa?
  Eğilip yüzüne yakından bakarken hemen iki metre ilerisinde ayakta duran delikanlı göğsünden vuruldu. Yere düştü. Nesrin yanına koştu. Kumral delikanlının nefesi kesilmişti. Kehribar renkli tişörtünün göğüs kısmı kan içersindeydi. “Uçak indi.” dedi ve eliyle bir yeri işaret etti.  Nesrin başını çevirince ateş edeni hemen göremedi. Sonra köprünün bir direğine tırmanmış olan adamı fark etti. Oradan ateş edip insanları vuruyordu. Tekrar yaralı delikanlıya baktığında artık nefes almadığını fark etti. Öfkeyle ne yapacağını düşünürken bazı şeyleri hatırlamaya başladı.  
  Yine o büro gibi yerdeydiler.  Adı İhsan’dı krem rengi bermudalının. O konuşuyordu.
  “Darbe şarttı valla, bunlar çok oluyordu. Ayaklar baş olmuştu. Oylarını artırıp duruyorlardı. Oy almak için başvurmayacakları yol yok. Yollar, köprüler, hızlı trenler, hava limanları, yeni iş kuranlara mali teşvikler, maaşlarda iyileştirmeler, faizlerin aşağıya çekilmesi, IMF’nin def edilmesi ve diğer bir yığın göz boyayıcı işler. Hepsi oy almak için. Avrupa’nın büyümesi eksilere düşerken yüzde on büyüme. Ne cüret! Cahil millet kanıyor işte. Bilseler bütün bunlar oy almak için yapılıyor. Bilseler… Bizim gibi olsalar.”
  “Şu ünlü aşk yazarı, o erkek olanı, ne dedi? ‘Bunlar bir seçim daha kazanmamalı. Bunu içerdeki dinamikler engeller’ dedi. Haklı. Engelliyorlar işte bak. Paralel iş başında. Oh olsun işte. Görsünler şimdi günlerini.”
  Nesrin bu sözleri diyeni göremiyordu. Diğer üç kişinin yüzünde ‘iyi dedin valla, haklısın canım’ ifadeleri vardı. Ortadaki küçük masada rakı şişesi, bardaklar, buz kâsesi, kesilmiş kavunlar ona bir şeyi, esas olan biteni söylemek üzereydi ki, yine kopuverdi sahneden.
  Aynı yerdeydi. Tek fark bir gencin daha vurulmuş olmasıydı. Yarası hafifti. Kurşun sol omzuna isabet etmişti. Yere yığılmak üzereyken Nesrin uzandı ve delikanlıyı tutarak bunu engelledi.
  Kahverengi saçlı, ince bıyıklı delikanlı minnetle gülümsedi ve “Uçak indi.” dedi.
  Nesrin ‘anladım’ dercesine başını salladı. Bu sözde bir tılsım vardı. Ne olduğunu anlamak üzereydi sanki, ama kulak zarını zorlayan gürültüler bunu engelledi. Yakından gelen silah sesleri ve bir helikopterin pervanesini döndüren motor sesi her şeyi kaplamıştı.  
  Alçaktan uçan bir helikopter insanların üzerine ateş etmeye başlamıştı. Yaralı genç eliyle yerde yatan polisi işaret etti. Sağ yanına kıvrılmış hareketsiz duruyordu. Tabancası yerdeydi.
  “Tabancayı al.”
  “Sen?”
  “Abime telefon ettim. Gelip beni alacak. Hastaneye götürecek. Merak etme. Şurada oturup bekleyeceğim. Al o silahı.”
  Nesrin sağa sola vuran mermilere aldırmadan hamle yaptı ve yerdeki silahı aldı. Tabancalardan anlamazdı, ama filmlerde gördüğü gibi yaptı. İki eliyle kavrayarak helikoptere doğrulttu. İlk patlama şaşırtıcıydı. Geri tepmeden etkilenmişti. Sonra tekrar ateş etti. Bu arada helikopter yer değiştirdiği için atış menzilinden çıkmıştı.
  Nesrin elinde şehit polisin silahı etrafına bakındı. Belleği yeni bir sayfa açmak üzereydi. Durduğu yerden İstanbul’da olduğunu açıkça görüyordu. Bu bilinç bir başka bilgiyi serbest bırakmak üzereydi. Hissediyordu.
  Tekrar o yere döndü. Bu defa rakı kokusunu da alabiliyordu. Burası İstanbul değildi. Uyduruk bir şort, tişört ve tokyo terliklerle durulabilecek bir yerdi. İhsan başını duvara dayamış uyukluyordu. Boyama sarışın şişmanca bir kadın buğulu gözlerle akıllı telefonunun ekranındaki bilgileri sökmeye çabalıyordu. Nesrin onun ekrandaki bilgileri tam manasıyla kavrayabildiğinden şüpheliydi. Diğer adam iri kafalı, bir doksanı aşkın boylu iri biriydi. Oturduğu yerde başı öne düşmüş durumda uyukluyordu. Uyanınca boynunu nasıl hissedecekti bakalım.
  Dördüncü şahsı göremiyordu. Yalnız onun olduğu taraftan bakıyordu. Birden belleği diriliverdi. 15 Temmuz’u 16’ya bağlayan gece burada toplanmışlardı. Burası İstanbul’dan uzakta, Ege kıyılarında bir tatil sitesiydi. Darbe yapıldığı belli olduğunda sitenin bürosunda toplanmışlar ve anons yaptıkları hoparlörlerden 10. Yıl Marşı çalıp sevinç sesleriyle darbeyi kutsamışlardı. Sonra şerefe kafayı çekmeye başlamışlardı. İlk duble ne kadar lezzetliydi. Sonradan darbenin başarılamayacağı belli olurken kavunlar pörsümüş, rakı acılaşmıştı. İlk etapta toplanan on-on beş kişilik grup dağılmış, sadece dört kişi kalmışlardı. Cumhurbaşkanı halkı sokağa çağırdığında sızmak üzereydi. Bunu hatırlayınca dördüncü şahsı görebildi. Kendiydi. Ağzı açık horluyordu.
  Kulağına tekrar asfaltta çıkan taret sesleri gelince işe uyandı. Tekrar o köprüye gitmek istemiyordu. Yeterince genç ölü görmüştü. Oğlu yaşındaki gençleri kanlar içersinde yerde yatıyor görmeye dayanacak hali kalmamıştı. Bunun için ne yapması gerektiğini düşünürken sağ elinde tabancayı tutmaya devam ettiğini fark etti.
  Nesrin ayağıyla dürterek yatan kadını, kendini uyandırdı. Kadının gözleri aralandı, mecalsizce baktı. Sonra üzerine doğrultulmuş silah nedeniyle yüzü panik doldu, ağzı bir şey söylemek için aralanırken, Nesrin, “Uçak indi.” dedi ve tetiği çekti.
  Patlama sihir yüklüydü. Mekân bir anda değişmişti. Evindeydi. Yatağında yatıyordu. Yüzü tavana çevrikti. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Başucundaki komodinin üzerinde duran telefonunu alıp saatine baktı. Saat onu dört geçiyordu.
  Yatakta oturur duruma geçti. Midesi umduğundan iyiydi şükürler olsun. Beyninin içinde gürültü yapan Bremen Mızıkacıları için bir hap alacaktı. Banyoya gitti. Yerler ve  lavabo kusmukle bezeliydi. Ekşi kokunun mide öğürtücülüğüne rağmen bu işi yatak odasında yapmadığına sevindi. Kusmuklara basmamaya çalışarak uzandı ve uzun kollarının yardımıyla lavabonun üstündeki dolaptan bir ağrı kesici aldı. Mutfağa gitti. Kocaman bir bardak suyla içti. Kusukları hemen temizlemeli mi? Yoksa aklındaki şeyi mi yapmalı?
  Yatak odasında tek parça mayosunu giydi. Mor havlusunu alarak dışarı çıktı. Site hareketlenmeye başlamıştı. Çocuk arabalı bir kadın deniz tarafına doğru gidiyordu. Sitenin bakıcılarından kısa boylu olanı çimenleri suluyordu. Sağındaki komşusu koridorda kahvesini içiyordu. Onunla selamlaştı ve basamakları indi. Denize doğru yürüdü. Sağında kalan terasta günün ilk güneşlenmesi yapan üç-beş kişi vardı.
  İskelenin başında kendi gibi tek parça mayo giymiş Jale adlı komşusunu gördü.  “Başaramadılar.” dedi kadın üzgün bir yüz ifadesiyle.
  Gece sızmaya başladıklarında da durum aşağı yukarı belliydi. Darbe başarısız olacağa benziyordu. Allahu ekber kazanmıştı. Köprüde gençlerin cesaretini ve inancını görmüş olan Nesrin kadına gülümsedi ve “Dün gece burada yanlış marşı çaldık.” dedi.
  “Ne?”
  “10. değil, 93. Yıl Marşı olmalıydı.”
  Kendinden yirmi yaş daha büyük olan Jale ablanın kaşları hayretle kalktı, ama nedenini sormadı. Onun anlatmasını bekliyordu. Nesrin eliyle ‘boşver’ işareti yaparak iskelede yürüdü. Suya inen merdivenin başında köprüde ayağında olan tokyo terliklerini çıkardı. Deniz çok berraktı. ‘Gel bağrıma’ diyordu. Kadının içinde minik bir korku belirmişti. Ya suya dalınca yine o köprüde bulursa kendini. Bu güneşin altında, ufuktaki Eşek Adası’na bakarak bunları düşünmek saçmaydı, ama akıldışı nabız bu ihtimali işaret etmeye devam ediyordu.
  Merdivenin alt basamağına geldiğinde dizlerine kadar olan bölgede suyun serinliğini hissetti. Gözlerini yumdu ve suya daldı. Yüzeyin altında beş kulaç atarak yüzeye çıktığında her şeyin az öncesinde olduğu gibi durduğunu görerek sevindi. Bu arada başındaki cümbüş suyun serinliği ve ilacın etkisiyle olacak biraz hafiflemişti.
  Gecenin ilerleyen saatlerinde ne olduğunu bilmiyordu. İpleri kopartmadan önce darbenin başarısız olma yolunda olduğunu anlamışlardı. Yoksa bu kadar çok içip sızmazlardı. Eve nasıl gittiğini, üç katın basamaklarını nasıl çıktığını ve kustuğunu hiç hatırlamıyordu.
  Birazdan aradaki saat farkını falan boşverip oğlunu arayacaktı. Sesini duymak istiyordu. Sonra da belki iki yıldır toprağın altında olan kocasının cadaloz ablasını arayıp halini hatırını sorardı. Ardından da televizyonu açıp gece boyunca nelerin olup bittiğini anlayacaktı.
  Denizden bakarken gördüğü hiç kimse panik içinde değildi. Güneşlenenlere, terasta çay içenlere, sakin el hareketleriyle konuşanlara ve tatlı bir kavisle hortumdan çıkarak çimenlerle buluşan suya baktı. Gece sokağa çıkan halk, hayatlarını feda eden gençler, polisler, milli askerler, özel timler ve kelle koltukta mücadele veren siyasiler sabah bir kâbusa uyanmalarını engellemişti. Doğrusu çok esaslı bir marş bestelemişlerdi. 93. Yıl Marşı. Birazdan haberlerde onu duyacaktı. 
                                                                                                                                  Eylül  2016




8 Temmuz 2020 Çarşamba

Kifayet Otobüsü


Kifayet Otobüsü



  “Remzi B. ve Pınar D. bu durakta inebilir.”
  Remzi B. benim. Sevinçle yerimden doğruldum. Ayakta duranları hoyratça ittirerek arka kapıya yaklaştım. Omuzumla dirseğimle yardığım kimselerden ‘Biraz yavaş, o kadar da acele etme ya’ cinsinden mırıldanmalar geldiyse de hiç kimse bu kaba halim nedeniyle hiddetlenmedi. Yüzler anlayışlı ve gıpta eden bakışlarla yüklüydü. Pınar D. denen genç kadın arkamdan yürüyordu. Hoş bir yüzü var, ama saçlarını başarısız bir şekilde kızıla boyamış. Kestane rengi kendisine çok daha yakışıyor olmalı. Sayemde kapıya kolayca ulaştı.
  Binen yoktu. Kapılar kapanınca otobüs çekti gitti. Durakta bekleyen iki lise öğrencisi tipli genç bize ve giden otobüse meraksız gözlerle bakıp telefonlarına döndüler. Rüyada değildik. Sefer bitti ve halimize uyandık. Ceketimin sağ cebinde duran telefonumu aldım. Bütün yolculuk boyunca suspus duran aparatın ekranı yeniden canlanmıştı. Saat 10.19’du. Günlerden cumartesiydi. Bunlar tamam da otobüse biniş saatimi ve durağı ne yapsam hatırlayamıyordum.
  Pınar  D. de telefonuyla aynı serüveni yaşıyordu. Alnı kırışmıştı. Bakışlarımız karşılaşınca, “İndik şükürler olsun.” dedi. Yüzünde badire atlatmışlara has yakınlaşma hak getireydi. Eliyle hoşçakal işareti yaparak benden uzaklaştı. Şehir merkezi tarafına doğru yürümeye başladı. Yürürken dönüp arkaya bakmasını bekledim. Yapmadı. Bundan kendini yenilemeye, kifayet mücadelesinde azimli olduğu sonucunu çıkardım. Zaten genellikle kimse arızasını bilen arızalıyı yanında görmeyi pek istemez.
  Bu sabah bir saatte o lanet otobüse ayak bastım. Amacım yakınlardaki bir mağazada beyaz eşya satan lise arkadaşımı ziyarete gitmekti. Hava güzeldi. Yorgun değildim. Vakit ganiydi. Bir şey beni ön kapıdan içeriye itti adeta. Kent kartımı okuyan aparata değdirince ‘Bakiyeniz yeterli, ama cesaret ve haysiyetiniz kifayetsiz.’ anonsu duyuldu. Önce bunu kötü bir şaka sandım. Otobüsün yarısı doluydu. Yolcuların yüzünde hinoğluhin sırıtma ya da alaylı bakış yoktu. Oradan duruma hızla ayıktım. Bu otobüs normal bir araç değildi. Şoför mahalli kapalıydı ve içerisi görünmüyordu. Normal bir hızla trafiğin içinde hareket ediyordu, ama önüne çıkan durakların hepsinde durmuyordu.
  Kimsenin akıllı telefonu çalışmıyordu. Daha eski model telefonlar farklıydı. Hangi numara tuşlanırsa tuşlansın ‘Kifayet Merkezine bağlandınız. Şu için çok yüklüyüz. Lütfen tekrar arayın.’ uyarısı duyuluyordu.
  Herkese binmek istediği otobüs gibi görünmeyi başaran otobüs yapay zekânın sürdüğü bir araç bile olabilirdi. Sadist bir yapay zekâ. Kapı açıldığında ismi okunmadan inmek isteyene geçici olarak inme iniyor ve yere yığılıyordu. Bu nedenle kapı açıldığında mum gibi kıpırtısız bekleşiyorduk.
  “Kararlılığınız Kifayetsiz.”
  “Moraliniz Kifayetsiz.”
  Bu anonsları duya duya şehrin içinde tur attık durduk. Her kifayetsizlik normu anons edildiğinde kendimdeki eksiklik dozunu belli edecek şeyleri hatırlatıyordu. Herkes acz ve pişmanlıkla sarsılırken yeni gelenleri teselli edecek şeyler söylüyordu. Bana da aynısını yapmışlardı. Orada yalnız olmadığım için çok memnundum. Yalnız içimde kezzaplı bir pişmanlık kaynıyordu. Geçen hafta bir mal mülk davasında eksik şahitlik yaptım. Bildiğim şeylerin hepsini söyleyemedim. Husumete uğrarım diye biraz korktum.  Ayrıca kırk yıllık arkadaşımı değeri bir milyona yakın bir dairenin sahibi olacak diye kıskandım. Bu üzerimde daha çok etkili oldu. Husumet işin bahanesiydi.
  “İmanınız Kifayetsiz.”
  “Ferasetiniz Kifayetsiz.”
  İçimdeki suçluluk hissinin kışkırttığı bir rüyanın içersinde olduğumu düşünüyordum. Elbet bir şekilde bu otobüsten inecek ve ayağım yere değdiğinde yatağımda uyanacağım beklentisine sahiptim. Otobüsümüz şehrin içersinde tur atarken gerçeğe yapışık hareket ediyorduk. İndirim tabelalarındaki fiyatları okuyor ve üzerine fikir teatisinde bulunuyorduk. Dışarıda gördüğümüz insanlar, araçlar, dükkânlar her şey normal hayata dair unsurlardı. Durumu tuhaf olan sadece bizlerdik.
  “Civanmertliğiniz Kifayetsiz.”
  “Sabrınız Kifayetsiz.”
  Her binen için duyulan anons bizi bir süre sessizleştiriyor ve kendi içimizdeki hesaplaşmayla başbaşa bırakıyordu. Yavaş çekim kâbus ortamı hepimizi etkilemişti. Vicdan muhasebesi yapıyorduk.
  Şimdi dışarıdayım artık. İstersem arkadaşıma gidebilir ya da evime dönebilirim. Bunu yapmak isteyen yanım ölgün. Çünkü ne kadar gayret edersem edeyim sabah yataktan kaçta kalktığımı, evden kaçta çıktığımı, otobüse hangi duraktan ve kaç sularında bindiğimi hatırlamıyorum. Aracın içersinde saatlerce kaldığım halde dışarıda saat onu biraz sollamış. Bu şu demek:Henüz uyanmadım. Karnımın açlığını hissetmesi, sıradan insanları izlemem ve canım ne isterse yapabileceğimi düşünmem kandırıcı aksesuvar. Hapiste havalandırmaya çıkmak cinsinden bir teneffüs arası belki de.
  Rasgele bir yöne doğru yürüyerek düşünmeye başladım. Otobüse kendi isteğimle, önceden ne olacağını bilerek bir kez daha binmemin şart olduğuna karar verdim. Uyanabilmem ve otobüste geçen her şeyi unutabilmem için bunu yapmam gerekiyordu. Son seferimi yapacak, hayata kaldığım yerden devam edecektim. Tabii ardından ilk iş olarak arkadaşımın yüksek mahkemedeki davasında bir kez daha şahitlik yaparak vicdanımdaki yükü boşaltacaktım.
  Ayaklarımın beni doğru istikamete götürdüğünü hissediyorum. Birazdan otobüslerden birine binecek ve kartımı son kez okutacağım inşallah. Niyetim etkili olacak. Sonra bir yerde inecek, hiçbir şey hatırlamıyor durumda ve hatamı telafi etme azmiyle donanmış bir şekilde yatağımda uyanacağım.  
  Pınar D.’yi tekrar görecek miyim acaba? Onun da son bir kez otobüse binmek üzere olduğuna kalıbımı basabilirim. Yoksa yan yana oturmaz ve araçtan aynı anda inmezdik. Yalnız bir cız noktası mevcut. Belki de en iyisi birbirimizi bir daha görmemek. Çünkü yüzümüzdeki bir ifade, ağzımızdan çıkan bir sözcük otobüsü hatırlatabilir. Bunu ikimiz de istemeyiz. ‘Hoşçakal’ o halde.
  Bir durak var ileride. Yer değil niyet önemli. Orada otobüsü beklemeye başlayacağım.  Aldığım doz kendimi yenilemem için yetmedi. Belli ki, sebatım da kifayetsiz.
                                                                                                                         Balçova -  Nisan 2019

2 Haziran 2020 Salı

Sadık Yemni Sözlüğü - Haziran 2020


Haziran 2020 itibarıyla:
Sadık Yemni SÖZLÜĞÜ



Haziran 2020 itibarıyla:
Sadık Yemni SÖZLÜĞÜ

Tirildeme: Türkçe’de İngilizce deki Thriller kelimesinin karşılığı 1996 yılına kadar yoktu. Gerilim, korku, polisiye tanımları yetersiz kalmaktaydı. Bizde tiril tiril gömlek, pantalon denir ya. Bu dikkatimi çekti. Thril ve Tiril kelimeleri arasında ses benzerliğinin yanı sıra anlam benzerliği olduğunu da keşfettim.Tirildeme kelimesi sözlükte hazırdı yani. Kendini tedavüle sokacak birini bekliyordu.

Tirildetir şeklinde de kullanılabilir.

Cümbüşlü Tirildeme: Action thriller için önerdiğim bir deyimdir.

TÖHAF: Tam Özerk HAyal Film. Bütün araştırmalara, antidepresan yıpratmalarına rağmen beynimizde henüz özerkliğini koruyan bölgeler olduğu biliniyor. Tam Özerk HAyal Film şirketi. Bir kitabı okurken ya da bir öyküyü dinlerken beynimizde bu bölgenin yarattığı sadece bize has filmlere verdiğim isimdir. 2008 yılı mamulatı.


İdeaot:
İdeaot’u 2003’te otomatize edilmiş idealar, düşünceler, tasavvurlar ve hatta biraz da soyutun güzelliğinin doğurduğu aşk anlamına türettim. İdeaot’a giden yolun iki öncül basamağı vardı. Robot ve Biot.

Robot: Robot kelimesi ilk kez Çek yazar Karel Čapek tarafından 1920’de yazdığı Rossum’s Universal Robots adlı tiyatro oyununda kullanıldı. Çekçe robota kelimesinden yararlanmıştı. 1933 yılında Karel Čapek bir arkadaşına yolladığı mektupta robot kelimesini kardeşi Josef’in uydurduğunu yazmıştır.
Asimow’un yazdığı öyküden yapılan I Robot, Robocop ve A.I, Artificial Intelligence, Star Wars filmleri en tanınmış robot filmleri olarak tarihe geçti. Ben nedense en çok I Robot’u severim. 

Biot: A.C. Clarke, 1973’de yayımladığı Rama’yla Randevu adlı kitabında biyolojik robot olan biotlardan söz eder. Bunlar organik malzeme dolu bir denizden türüyorlar, tamirat, yedek parça temini, teknik bakım, temizlik vb. gibi görevleri yerine getirdikten sonra bu mini denizde çözülüp gidiyorlardı.
  Oysa bütün sonsuz değişkeleriyle yaşam Rama’ya gelmişti. Eğer bu biyolojik robotlar canlı değillerse, çok iyi birer taklit oldukları ortadaydı.  
  ‘Biot’ kelimesini kimin bulduğunu kimse bilmiyordu. Sanki bir anda kendiliğinden ortaya çıkmış ve herkes tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Bu duruma göre ana girişte Pieter, şef Biot gözcüsü oluyordu. Ve onları inceledikçe bazı davranışlarını anlamaya başladığına inanıyordu.
                                        Arthur C. Clarke, Rama’yla Buluşma, İthaki yayınları,1999

İdeaot: Tasavvurlardan yapılmış, düşüncelerden örülmüş robotvari sistemler, simülasyonlar için bir sözcük ararken parmaklarım 2003 şubatında ansızın İdeaot yazdı.  Sezildemliğim, İdeaot’un bir kez kurulduğunda tüm evreni, evrenlerin tümünü birbirine bağlayan mana köprüleriyle eklemlendiğini fısıldıyor. 
Evren denen matrix’in içinde olmak, bu tür bir tasavvurhanenin, düşomatın, hayalmatiğin azası, bileşeni, parça buçuğu kesilmek çok katmerli bir gerçekliğe açılan sayısız eşiklere de yakın durmaktır o halde.
 İnanılmaz derecede muhteşem bir bütünün bitmez tükenmez tünelleri, salkım saçaklı kabul salonları ve de en önemlisi sayısız farkındalık düzeyleriyle tanışmaya davetliyiz.
Dünyada ilk kez 2003’de yayımlanan Çözücü adlı kitabımda kullanılmıştır.

                                  
Fikir Yongalama: Ehliyetli düşünme ya da felsefe demlemek. (2006)
Amsterdam’da kurduğum think tank grubuna Fikir yongalama Kulübü adını verdim. 2006 Kasım ile 2008 Aralık tarihleri arasında ayda iki defa olmak üzere toplanıldı ve bir çok dünya meselesi incelendi.

Akaşanlar: Akaşik sistemin (levh-i mahfuz ya da evrenin hard diski) her insan için tahsis ettiği duyarlı kayıt öğesi.
                                               
Cepcepniler: Ufak tefek eşyaları, zamanı ve hatta anıları tırtıklayıp paralel evrenlere götüren getiren minik yaratıklar.

TekinsizX : Paranormal, metafizik, iyi saatte olsunlar, doğa üstü
olayları fantastik, bilimkurgu, polisiye üslupla harmanlayan edebiyat türü. 2009 mayısında genel bir terim olarak beğenilere sunulmuştur.

İnşallahvaristan : Evrenin en ücra köşesinde bile olsa mevcut olmamasından için için endişe duyduğumuz yer. Bütün ütopyaların beşiği. (2010)

Sezildemlik: Sezgilerimizin demlendiği ve yaratıcı coşku kazandığı hayali kap. Beynimizdeki sezgi üreten bölge. Gönül.

Vehimiçi: Çevrimiçi teriminden yararlanarak PARANOYA karşılığı için türettiğim bir terim. 2010. Vehim halinde online olmak kastediliyor.

Tebdilcinler:  Tebdil etmiş cinler. Daha çok dişi olanları tarafından insan vücutları kullanılarak yapılan işlem. (Bu başlıkla bir öykü ve kısa bir film mevcut)

Cinofreni: Cinlerin neden olduğu şizofreni vakaları için uydurduğum tıbbi terim. (2014) Bu başlıklı öyküm Gölge Dergisi’nin 86. Sayısında yayınlandı.

Canaksi: Varoluşumuzun duygu belli etmeyen bir kopyası. Bir çeşit sağlaması. İlk kez Akisfer (2011) adlı romanımda kullanılmıştır. 2009 yılı yapımıdır.

Takatrik: Takatı kesik anlamına.

Tevekkülon: Foton, Graviton’dan esinlenerek, tevekkül zerrecikleri anlamına.

Tesirlilik : Etkinlik sözcüğü faaliyet anlamına gelmez. Etkinlik’in eşanlamlısı Tesirliliktir. Kültürel tesirlilik, öğrenci tesirlilikleri şeklinde kullanılabilir.

Jüpiter Etkisi: Başlangıç aşamasındaki yazarları daha hızla kaliteli yazmaya yönelten yönteme verdiğim ad. (Pek yakında ayrı bir kategori şeklinde izah edeceğim)

K∞: Kitaplardan taşan ve sonsuzluk hissiyatımızı depreştiren rayiha. (2013)

Bedkorku: Hard Core Horror anlamına. Kanlı bıçaklı olanı (ucuz ve yavan malzemeyi kastetmiyorum) değil ama. Zihnen, moralman çökerten, umarsızlık uçurumlarının dibini seyrettiren korku metinleri anlamına. (2014)

Eskidem: Antika ya da eski eşyalar için uygun gördüğüm bir kelime.

Fotonella: Fotonlardan yapılmış insan gibi programlanmış bir genç kadın. Türünün ilki. (2013)

Kemgerçeklik: Kelek durum silsileli gerçeklik.

Düşünce yalpalaması: Kararsızlık.

Exogazelci olmak: Hariçten gazel okumak

Korkulobin(Hemoglobinden) Damarlarında korku zerreciklerinin cirit atması. (2008)

Kurulu düzen: Patronsaray-İşçibahçe maçı

Merakson motoru: Çocuksu ve bilimsel merakı fazla olan marka

Birliktelişim (Rezonans için)

 Metakeramet: Keramet ötesi.

Sekizbenlik: Paralel evrenler arasında bir gerçek evren ve yedi kopyası ile çalışan sistem. İlk kez Ölümsüz’de sözü geçmiştir. Hiçbir iddiası olmayan bana ve dalgaboydaşlarım olan okurlarıma has sözlük kurulmaya devam edecek. Daha onlarca kelime yerini beklemekte. Bu kelimeler serbest çağrışıma salınmışlardır. Kullanıma açıktır. (2003)

Vicdanölçer: Vicdanmetre de dense yeridir.

Algımetre: Algıölçerlilik

Niyet pencereleri: Gözler

4 kategori insan:
Dedi ve Koducular
Demedi Koducular
Dedi ve Komadıcılar
Demedi Komadıcılar

Kıllı tasarım:  Darwinizm.  (Akıllı tasarımın zıddı)

Cypher Hapı: 2. Ortaçağ’da, yani günümüzde insanı bireylikten sürülüğe indirgeyen hap. Mavi ya da kırmızı değil. Kahverengi Hap. Ne olup bittiğini pekala bildiği halde başını kuma gömenlerin gözde hapı. (2010)

Mor Hap:  Matrix filminde kırmızı hap gerçeği, mavi hap sanal gerçeği temsil ediyordu. Oysa asıl gerçeklik için bu iki hapı bir arada yutmalıdır. (2007)

Phantomat (S.Lem’den): Hayalmatik ya da Düşomat. Tasavvurhane bile olabilir pekala.

Miyavor: Kedilerin en çok istedikleri üç şeyin tek kelimeyle ifade edilişi. Sıcak, kucak ve kayıntı. (2010)

Kahır bandı: Kahır yüklü ortam.

Haya kırıklığı: Ahlaksızlaşma, duyarsızlaşma.

Turfandacon : Neocon

Paranın haysiyetini yitirmesi: Vahşi kapitalizm.

Can aynam: Sevdalım.

Mışıl mışıl tozları: Melatonin.

Bigbangdaşlık : Bigbangle başlayan dostluk.

An dondurması : Fotoğraf karesi

Beyinosfer: Zihinsel

Demirzâr – Demir gibi sert, ama diğer yandan zâr gibi ince, duyarlı, ağlayan, inleyen anlamına. Bir roman kahramanımın adı.

Moral karartması: Şiddetli moral bozukluğu


Bize Has Bir Medeniyet telakkisi bağlamında türettiğim sözcükler

AKİD : Dünya değişiyor ve yeniden yapılanıyor. Her ülke bundan çeşitli şekillerde etkileniyor. Eskisi gibi kalmak, eski statükoyu  sürdürmek mümkün değil gibi görünüyor. Partiler gelir geçer. Kalacak olan Büyük Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bağımsız bir bakışla, 21. yüzyılda  ‘Yeni Türkiye’nin medeniyet modeli sloganlarından biri olması umuduyla AKİD’i tasarladım.  (2013)

AKİD nedir?

A – Ankara : Ankara Duruşu. Ankara artık oyunlarla sürüklenen bir ülkenin başkenti değil. Kendisi de oyun kuran, ağırlığı olan Ankara, politik ağırlığının yanı sıra dünyaya verebileceği kültür mirasıyla iftihar etmektedir. Kendine güvenen ve kültürüyle iftihar eden bir duruşa sahiptir.

K – Konya : Konya Kriterleri. Bu terim 2005 yılında tarafımdan ortaya atılmıştır. Mevlana’nın eşsiz eseri Mesnevi’den hareketle üç temel maddeye sahiptir. Küresel Merhamet, Hoşgörü ve Hakkaniyet.
 
İ  - İstanbul : İstanbul Hoşgörüsü. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinden sonra azınlıklara ve gayri müslimlere gösterdiği hoşgörü, verdiği hakları ve ünlü fermanını temsil eder. Başta Avrupa’da olmak üzere sinsice bedenlenen apartheid’e karşı çok ciddi bir panzehirdir.

D – Diyarbakır: Diyarbakır Bildirisi. 1950’lere kadar ciddi bir Türk nüfus barındıran  Diyarbakır, Türk-Kürt işbirliğini ve kardeşliğini temsil eder. Diyarbakır Bildirisi tek maddeden oluşur. ‘Türkler ve Kürtler büyük, etkin ve kalıcı bir refah bölgesi tesisi için sonsuza kadar el ele vermiştir.’

Beyaz Cumalar: Robinson’un Maddi Refah Adası’na (refah ülkeleri) göçen eski tanımla üçüncü dünya, yeni tanımla yeterince kalkınmamış ülke insanlarından bazıları (bizde örneğin beyaz Türkler) kendilerini Robinson’un eşdeğeri  addeder. Oysa Robinsonlar nezdinde Cuma’dır. Beyaz bir Cuma.

Samsa ve Faust Kapıları: Robinson’un Maddi Medeniyet Adası’na (Batı’ya) girişte iki kapıdan birinden geçilir. Samsa ve Faust kapıları. Samsa Kapısı’ndan geçenler için eninde sonunda böcekimsi bir yaratığa dönüşmek mukadderdir. Faust kapısı ise çok daha az sayıda ayrıcalıklı kimseye görkemli bir hayat sunar. Bunlar zamanla çatallı kuyrukları ve toynaklı ayakları olan yaratıklara dönüşür. Bir aralar  Üçüncü Bir Kapı daha vardı. İnsana insan kalmayı vaadediyordu, ama şu sıralar tamirde. (2013)

Modernitenin Sözümona Üçüncü Kapısı ve gerçek Üçüncü Kapı için Üçüncü Kapı başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim. (2016)

SiMA: (2013) yapımdaJ

COP: Cumhuriyetçi Oligarşik Parti. Kültürel iktidar ve vesayetin yarı resmi partisi. (2009)

Noktacan: Yeni zamanlarda her an nerede olduğu bilinen, gizlisi saklısı olmayan özne. Dijital Köle. (2012)

Nazarzede Kliniği: Synopticonun yaygınlaşması. Her an gözlenir durumda kalan insanın bunaltısı.

Nârname: İkbal elde etmek amacıyla Şeytanla yapılan anlaşmanın metni. (2015)

FOS: Faşist Oryantalist Sol (2015)

YOK: Yerli Oryantalist Kepazeler (2015)

GEZİLEPSİ: (2017) Aradan geçen bunca zamanda Gezi Olaylarında Küresel Sermayenin, Batılı ülke ve gizli servislerinin, FETÖ’nün, Nusayriler’in, rahmetli Atilla İlhan’ın ünlü kadrosunda yer alan bazı aydın, siyasi, medya mensubu, akademisyen vb.’nin başat rolünü inkâr edenler için konmuş bir teşhistir.  

GEZİLEPTİK şeklinde de kullanımı var.
GEZİLEPSY şeklinde yabancı dilde de söylenebiliyor.

NATÖ: (2016) Birinci Gladyo ve FETÖ’nün sahibi. PKK, PYD, DEAŞ ve El Kaide’nin patronu.


Entelhempalar: Milli ve manevi değerlerden iyice kopmuş, Batı kültür potasında erimiş, oradaki muhtevayla hemhal olayım derken cüruflaşmış entellerdir. Pozitivist, sosyal Darwinist takılırlar. Nekrofil fikir mezarlığında gezinmeyi severler. Yaşarken mevtalaşmışları, zombilektüelleşmişleri mevcut malum. Tarih bilincinden yoksunluk çekmeyi mahalleye sadakat olarak nitelendirirler. Ülkesinden nefret eden, her fırsatta yabancı medyaya asılsız şikâyetlerde bulunan zatı muhteremdirler. Karikatür krizlerinde ifade özgürlüğü sevdalısı maskesiyle karakültürleştirme polenleri salarlar. Ülkelerinde zor hayatları varmış numarası çekerler. Gizli açık terör destekçileridir.
(Kısa tasvir – 2016)

Karakültürleştiriciler: Karikatür krizinde kasıtlı olarak kriz çıkartan islamofobi fabrikatürlerinin tarafını tutan entellere verilen sıfat. (2005)

Kafkaeskileşmişlik: Kafka’nın kendi sorunlarını direkt olarak dile getirmemesinden kaynaklandığı iddia edilen bir terim var. Kafkaesk, endişe ve karamsarlık anlamına kullanılıyor. Eski Türkiye’nin sol-liberal-jakoben formatlı aydınları şu anda iyice kafkaeskleşti. Esas dertlerini dile getirme yetilerini yitirmiş gibiler. Çağ dışı kaldılar. Sorunlar üzerine sorunlu metinler yazarak boşa kürek çekiyorlar.(2016)

Porselen Yazarlar: Projeleşen ve projeleşme potansiyeli ve isteği taşıyan yazarlara verilen isim. (2016)

TÜM: Türkiyeli ve Müslüman (2009)

Hoşkatlanı: Farklılıklara, sürekli yapılması halinde rahatsızlık veren bazı durumlara anlayış gösterme hali. Tolerans’ın karşılığı müsamahadır. Hoşkatlanı müsamahanın bir dalı. Metazori Katlanı da var. Katlanmamanın elimizde olmadığı haller. Hoşgörü Doğu’ya has aşkın bir anlama sahip. Yaratandan ötürü hoş görmek. Batılı anlamdaki toleransı karşılamıyor bu haliyle. (2004)

Tordemir : Temsili olarak ‘Demirağ’ şeklinde nitelendirilen, insanları modern köle yapan, özgürlüklerini sınırlayan, virtüel âlem ve algı yönetimi alanlarını yani çağın zihinsel ağlarını kontrol eden otoriteryan, kabalist, baskıcı ağ ve bunun yarattığı sistem. Yeni zamanda Dijital Kafes.(2013)

Tepefaizgöz: Faizle ve tefecilikle büyük kapital edinenlerin önde gelenleri. (2015)

Hal Efendisi: Postmodernizmin pençesindeki insanın hayatını A’dan Z’ye tanzim eden merci. (2012)

Oyuneri: (2016) Bilgisayar oyunu bağımlılarına verilen ad.

Kod A:  - Ağrıyan adlı romanımda yerini belirttiğim muhteşem tözün esinlemesiyle - ‘Eğer dünyanın küresel vicdanı bir dağ gibi heybetle yükselmiyorsa, orada dirlik, insani düzen ve merhametten söz edilemez.’ (2011)

GlobeHyde: Küreselleşmenin insan sevmez yüzü. (1999)

GlobeJekyll: Küreselleşmenin insan sever yüzü. (1999)

İslamofobi: Batı’da ırkçılığın ve neo-kolonyalizmin yeni maskesi, İslam coğrafyasını ekonomik ve siyasi yönden baskı altında tutma projesinin kilit lafı. Irkçı-siyonist güdümlü avanta tezgâhı.

Homoturcus: ‘İnsan Türk’ anlamına. 1987 yılında tedavüle sürülmüştür. 

Konya Kriterleri: Bu terim 2005 yılında tarafımdan ortaya atılmıştır. Mevlana’nın eşsiz eseri Mesnevi’den hareketle üç temel maddeye sahiptir. Küresel Merhamet, Hoşgörü ve Hakkaniyet.

Homo Kul : Harari’nin Homo Deus- İnsan Tanrı adlı kitabına yazdığım eleştiri metninde ilk kez ele aldığım bir terim.(2017) Homo Deus’un anti tezi. Bütün dindarları kapsar.

RaBA- Rakı-Balık Akademisi – Makbul bir siyaset jargonu.


Çekimdışı Sözcükler Kutusu - 1

İnsanlar çevrimiçi ve çevrimdışı olarak iki gruba ayrılır. Çevrimdışı olmak, devrimdışı olmak, yani devredışı kalmaktır.

Merak aklın nefes almasıdır. Verdiği nefes de esindir. Nefesin toplandığı yer sezildemliktir, sezginin demlendiği yerdir, yani gönüldür.

Esaret ve serbestlik çoğu kez hafızanın oyunudur.

Akıl, çoğu kez gerçeğe ancak onu yamultarak ve kısmen reddederek tahammül edebilir.

Tanrının içimize üflediği nefes gözeneklerimizden dışarı sızıyor. İnsanlık yeniden çamura mı dönüşüyor? - 2005

Mizah zekâ gölünün yüzeyindeki yakamozlardır.

Firketeli okurlar debisi (kadın okurlar için)

Gevşek somya rehaveti

Mendebur istisnalar

Cerahatli ruhlar

Heyecan muhiti

Karakter sirkeleşmesi

Bütünü sezmişlere has hovardalık

Bakış kokutanlar birliği

Beyin hücreleri göçü

Hayatını yanlış yerlere parkedenler kulübü

Mazo-tiryakilik.

Yorgun izzeti nefisler

Müstesnalara açılan sır halvetleri

Kaliteli-aza kanaat edenler

Moleküler Muhabbet

Hasbelmeslek

Zamandan azadeliğe ramak kala müstehziyim



Çekimdışı Sözcükler Kutusu – 2

Hatasız homo olmaz  - Şubat - 2018

Lineer Sabır – Aralık 2017

Hayat çelişkilerle müstakildir – Mart 2018

Beyin hücreleri göçü

Laf çorabın mı kaçtı?

Rüyalar beni sana sallatan salıncaklar.

Hayaldentüremişne varsagiller = nesne - 2008

Mendebur istisnalar

Müstesnalara açılan sır halveti

Heyecan muhiti

Yollara kalp döşeyen niyet

Hayırcası harikadır

Kaliteli aza kanaat

Bastırılmış duygu pastırması

Cerahatlı ruh

Hasbel meslek


Çekimdışı Sözcükler Kutusu – 3

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar. Tek diş ama maşallah vampir dişi. Ölümsüz ve kan emici. -  Aralık – 2018

İlham en hakiki (Drug) kafadır.  - Mart 2019

İstikbal marşı korosuMart 2019

Format fıtratı yorar. – Mart 2019

İçimizdeki güzellik bize musallat olan – Ekim 2019

Küfür şu sıralar püfür püfür. – Mart 2020

ETT -Elleri Telefona Teyelliler – Mart 2020

Kelt Kelbi – Mayıs 2020




                                         -----------------------------------------------