Kifayet Otobüsü
“Remzi B. ve
Pınar D. bu durakta inebilir.”
Remzi B. benim. Sevinçle yerimden doğruldum.
Ayakta duranları hoyratça ittirerek arka kapıya yaklaştım. Omuzumla dirseğimle
yardığım kimselerden ‘Biraz yavaş, o kadar da acele etme ya’ cinsinden
mırıldanmalar geldiyse de hiç kimse bu kaba halim nedeniyle hiddetlenmedi.
Yüzler anlayışlı ve gıpta eden bakışlarla yüklüydü. Pınar D. denen genç kadın
arkamdan yürüyordu. Hoş bir yüzü var, ama saçlarını başarısız bir şekilde
kızıla boyamış. Kestane rengi kendisine çok daha yakışıyor olmalı. Sayemde
kapıya kolayca ulaştı.
Binen yoktu. Kapılar kapanınca otobüs çekti
gitti. Durakta bekleyen iki lise öğrencisi tipli genç bize ve giden otobüse
meraksız gözlerle bakıp telefonlarına döndüler. Rüyada değildik. Sefer bitti ve
halimize uyandık. Ceketimin sağ cebinde duran telefonumu aldım. Bütün yolculuk
boyunca suspus duran aparatın ekranı yeniden canlanmıştı. Saat 10.19’du.
Günlerden cumartesiydi. Bunlar tamam da otobüse biniş saatimi ve durağı ne yapsam
hatırlayamıyordum.
Pınar
D. de telefonuyla aynı serüveni yaşıyordu. Alnı kırışmıştı. Bakışlarımız
karşılaşınca, “İndik şükürler olsun.” dedi. Yüzünde badire atlatmışlara has
yakınlaşma hak getireydi. Eliyle hoşçakal işareti yaparak benden uzaklaştı.
Şehir merkezi tarafına doğru yürümeye başladı. Yürürken dönüp arkaya bakmasını
bekledim. Yapmadı. Bundan kendini yenilemeye, kifayet mücadelesinde azimli
olduğu sonucunu çıkardım. Zaten genellikle kimse arızasını bilen arızalıyı
yanında görmeyi pek istemez.
Bu sabah bir saatte o lanet otobüse ayak
bastım. Amacım yakınlardaki bir mağazada beyaz eşya satan lise arkadaşımı
ziyarete gitmekti. Hava güzeldi. Yorgun değildim. Vakit ganiydi. Bir şey beni
ön kapıdan içeriye itti adeta. Kent kartımı okuyan aparata değdirince
‘Bakiyeniz yeterli, ama cesaret ve haysiyetiniz kifayetsiz.’ anonsu duyuldu.
Önce bunu kötü bir şaka sandım. Otobüsün yarısı doluydu. Yolcuların yüzünde
hinoğluhin sırıtma ya da alaylı bakış yoktu. Oradan duruma hızla ayıktım. Bu
otobüs normal bir araç değildi. Şoför mahalli kapalıydı ve içerisi
görünmüyordu. Normal bir hızla trafiğin içinde hareket ediyordu, ama önüne
çıkan durakların hepsinde durmuyordu.
Kimsenin akıllı telefonu çalışmıyordu. Daha
eski model telefonlar farklıydı. Hangi numara tuşlanırsa tuşlansın ‘Kifayet
Merkezine bağlandınız. Şu için çok yüklüyüz. Lütfen tekrar arayın.’ uyarısı
duyuluyordu.
Herkese binmek istediği otobüs gibi görünmeyi
başaran otobüs yapay zekânın sürdüğü bir araç bile olabilirdi. Sadist bir yapay
zekâ. Kapı açıldığında ismi okunmadan inmek isteyene geçici olarak inme iniyor
ve yere yığılıyordu. Bu nedenle kapı açıldığında mum gibi kıpırtısız
bekleşiyorduk.
“Kararlılığınız Kifayetsiz.”
“Moraliniz Kifayetsiz.”
Bu anonsları duya duya şehrin içinde tur attık
durduk. Her kifayetsizlik normu anons edildiğinde kendimdeki eksiklik dozunu
belli edecek şeyleri hatırlatıyordu. Herkes acz ve pişmanlıkla sarsılırken yeni
gelenleri teselli edecek şeyler söylüyordu. Bana da aynısını yapmışlardı. Orada
yalnız olmadığım için çok memnundum. Yalnız içimde kezzaplı bir pişmanlık
kaynıyordu. Geçen hafta bir mal mülk davasında eksik şahitlik yaptım. Bildiğim
şeylerin hepsini söyleyemedim. Husumete uğrarım diye biraz korktum. Ayrıca kırk yıllık arkadaşımı değeri bir
milyona yakın bir dairenin sahibi olacak diye kıskandım. Bu üzerimde daha çok etkili
oldu. Husumet işin bahanesiydi.
“İmanınız Kifayetsiz.”
“Ferasetiniz Kifayetsiz.”
İçimdeki suçluluk hissinin kışkırttığı bir rüyanın
içersinde olduğumu düşünüyordum. Elbet bir şekilde bu otobüsten inecek ve
ayağım yere değdiğinde yatağımda uyanacağım beklentisine sahiptim. Otobüsümüz şehrin
içersinde tur atarken gerçeğe yapışık hareket ediyorduk. İndirim
tabelalarındaki fiyatları okuyor ve üzerine fikir teatisinde bulunuyorduk.
Dışarıda gördüğümüz insanlar, araçlar, dükkânlar her şey normal hayata dair
unsurlardı. Durumu tuhaf olan sadece bizlerdik.
“Civanmertliğiniz Kifayetsiz.”
“Sabrınız Kifayetsiz.”
Her binen için duyulan anons bizi bir süre sessizleştiriyor
ve kendi içimizdeki hesaplaşmayla başbaşa bırakıyordu. Yavaş çekim kâbus ortamı
hepimizi etkilemişti. Vicdan muhasebesi yapıyorduk.
Şimdi dışarıdayım artık. İstersem arkadaşıma
gidebilir ya da evime dönebilirim. Bunu yapmak isteyen yanım ölgün. Çünkü ne
kadar gayret edersem edeyim sabah yataktan kaçta kalktığımı, evden kaçta
çıktığımı, otobüse hangi duraktan ve kaç sularında bindiğimi hatırlamıyorum.
Aracın içersinde saatlerce kaldığım halde dışarıda saat onu biraz sollamış. Bu
şu demek:Henüz uyanmadım. Karnımın açlığını hissetmesi, sıradan insanları
izlemem ve canım ne isterse yapabileceğimi düşünmem kandırıcı aksesuvar.
Hapiste havalandırmaya çıkmak cinsinden bir teneffüs arası belki de.
Rasgele bir yöne doğru yürüyerek düşünmeye başladım.
Otobüse kendi isteğimle, önceden ne olacağını bilerek bir kez daha binmemin
şart olduğuna karar verdim. Uyanabilmem ve otobüste geçen her şeyi unutabilmem
için bunu yapmam gerekiyordu. Son seferimi yapacak, hayata kaldığım yerden
devam edecektim. Tabii ardından ilk iş olarak arkadaşımın yüksek mahkemedeki
davasında bir kez daha şahitlik yaparak vicdanımdaki yükü boşaltacaktım.
Ayaklarımın beni doğru istikamete götürdüğünü
hissediyorum. Birazdan otobüslerden birine binecek ve kartımı son kez okutacağım
inşallah. Niyetim etkili olacak. Sonra bir yerde inecek, hiçbir şey
hatırlamıyor durumda ve hatamı telafi etme azmiyle donanmış bir şekilde yatağımda
uyanacağım.
Pınar D.’yi tekrar görecek miyim acaba? Onun da
son bir kez otobüse binmek üzere olduğuna kalıbımı basabilirim. Yoksa yan yana
oturmaz ve araçtan aynı anda inmezdik. Yalnız bir cız noktası mevcut. Belki de
en iyisi birbirimizi bir daha görmemek. Çünkü yüzümüzdeki bir ifade, ağzımızdan
çıkan bir sözcük otobüsü hatırlatabilir. Bunu ikimiz de
istemeyiz. ‘Hoşçakal’ o halde.
Bir durak var
ileride. Yer değil niyet önemli. Orada otobüsü beklemeye başlayacağım. Aldığım doz kendimi yenilemem için yetmedi. Belli
ki, sebatım da kifayetsiz.
Balçova - Nisan 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder